ÜÇ KISA OYUN - Sicilya Turunçları - Aptal - Ağzı Çiçekli Adam - Luigi Pirandello
ÜÇ KISA OYUN
Sicilya
Turunçları
Aptal
Ağzı Çiçekli Adam
Luigi Pirandello
1867'de
Agrigento'da doğdu, 1936'da Roma'da öldü; büyük bir sanatçı, iyi ve onurlu bir
adam ünü bıraktı arkasında. Ölümünden iki yıl önce Nobel Yazın Ödülü'nü
almıştı. Bütün dünyada başarı ve ün kazanmıştı ama, oldukça geç ve sıkıntılarla
dolu güç bir yaşamdan sonra.
Babası
varlıklıydı. Palermo'da okuduktan sonra Bonn Üniversitesi'ni de bitirip Roma'ya
yerleşmişti. Yazınla uğraşıyordu yalnızca. Ama babasının işinin bozulması üzerine
öğretmenlik yapmaya başladı. Evlenmişti de, iyi bir koca, iyi bir baba olmuştu.
Avrupa ve
Amerika'nın bütün tiyatrolarının ona kapılarını açtığı son yıllarındaysa gezdi.
Son gününe kadar çalıştı. "Yaşam denen hastalığın en iyi ilacı"ydı
onun için çalışmak.
Verimli bir
yazardı. Sanata şiirle girdikten sonra kısa öyküye geçmiş, yaratıcı gücünü
göstererek gerek İtalyan, gerekse dünya yazınındaki ilk yerini, yepyeni bir teknik ve öz getiren
öyküleriyle almıştı. Yüzlerce öyküsünün yanısıra, anlatı alanındaki yerini
sağlamlaştıran romanlarını da unutmamak gerekir.
Pirandello'nun
yapıtının en önemli bölümündeyse oyunları yer alır. Oyunları bütün dünya
sahnelerinde oynanmış, ün kazanmış ve dünya tiyatrosu üzerinde yadsınamaz bir
etki yapmıştır. Bu etkinin en önemli nedeni geleneksel tiyatro kurallarını
temelinden yıkması, biçimde yaptığı köklü yeniliğin yanısıra değişik bir
özgünlüğü olan, sağlam bir öz getirmesidir. Oyunlarının her biri sanatçının
ruhunu ve aklını kurcalayan sorunlardan birini alıp eksiksiz bir sahne
düzeniyle örülmüş, işlenmiş olarak gün ışığına çıkarır. En önemli
özelliklerinden biri buysa; ikincisi de insancıllığı, insana yönelmişliğidir.
Hemen tüm dünya
dillerine çevrilen yapıtlarından; öykülerini kendisinin "Novelle Per Un
Anno" (Bir Yıl İçin Öyküler) adı altında 15 kitapta (her kitapta 24 öykü)
topladığını belirttikten sonra; roman ve oyunlarının yalnızca en önemlilerini
saymakla yetinelim. Romanları: "Il
fu Mattia Pascal" (Gölge Adam), "I vecchi e I giovani" (Yaşlılar
ve Gençler), "Uno, nessuno e centomila" (Bir, Hiçkimse ve Yüz Bin).
Oyunları: "Enrico IV" (IV. Henri), "Sei personaggi in cerca
d'autore" (Altı Kişi Yazarını Arıyor), "La vita che ti diedi"
(Sana Verdiğim Yaşam), "Pensaci, Giacomino!" (İyi Düşün Giacomino),
"Vestire gli ignudi" (Çıplakları Giydirmek), "Non si sa
come" (Nasıl Bilinmez), "La signora Morli, una e due" (Bayan
Morli, Bir ve İki), "Così è (se vi pare)" (Size Öyle Geliyorsa
Öyledir), vb...
Bu kitapta,
yirminci yüzyıl tiyatrosunda ufuk açmış birkaç yazar arasında sayılan
Pirandello'nun üç tek perdelik oyununu bir araya getirdik. Yazarın tiyatro
alanındaki ustalığını ve insancıl yanını bu kısa oyunlarda, büyük oyunlarında
olduğu kadar, belki de daha açık bir biçimde göreceksiniz.
SİCİLYA
TURUNÇLARI
(1910)
KİŞİLER
Micuccio
Bonavino, bandoda çalgıcı
Marta Marnis,
anne
Sina Marnis,
şarkıcı
Ferdinando, uşak
Dorina, hizmetçi
Çağrılılar
Öteki uşaklar.
Bir Kuzey İtalya
kentinde.
Bugün.
Sahnede bir geçiş
odası görülür. Eşya azdır: Küçük bir masa, birkaç iskemle. Sahnenin (oyuncuya
göre) sol köşesi bir perdeyle kapatılmıştır. Sağda ve solda yan çıkışlar.
Dipte, büyük camlı kapının açıldığı karanlık bir oda ve bu odayı parlak ışıklı
bir salona bağlayan bir kapı. Kapının camlarından bu salonda çok zengin bir
sofranın kurulu olduğu görülmektedir.
Gece, oda
karanlık. Perdenin arkasında biri horlar.
Perde açıldıktan
az sonra, sağdaki kapıdan, elinde fenerle Ferdinando girer. Gömlekledir, ama
bir frak giydi mi sofrada hizmet edebilecek durumdadır. Arkasında da, köylü
olduğu ilk bakışta anlaşılan Micuccio Bonavino. Sırtında, yakasını kulaklarına
kadar kaldırdığı abası, ayağında dizlerine kadar gelen çizmeleri. Bir elinde
eski püskü bir torba, ötekinde eski bir valiz ve yorgunluktan güçlükle taşıdığı
bir çalgı kutusu vardır. Oda aydınlanınca, perdenin arkasından gelen horultu
kesilir ve Dorina'nın sesi sorar.
DORINA
Kim o?
FERDINANDO
(Feneri masanın
üstüne koyarak.)
Hey Dorina, kalk!
Bak, Bay Bonvicino geldi.
MICUCCIO
(Burnunun
ucundaki bir damlayı düşürmek için başını sallayarak düzeltir.)
Bonvicino değil,
Bonavino.
FERDINANDO
Doğru, Bonavino.
DORINA
(Perdenin
arkasından, esneyerek.)
Kimmiş peki?
FERDINANDO
Bayanın akrabası.
(Micuccio'ya.)
Bayan neyiniz
oluyordu, kuzum? Yeğeniniz mi acaba?
MICUCCIO
(Şaşkınca,
duraksayarak.)
Yok, pek akraba
değil de... şey... Micuccio Bonavino'yum ben; o bilir.
DORINA
(Meraklanmıştır,
uykusunu pek alamamış da olsa, perdenin arkasından çıkar.)
Bayanın akrabası
mı?
FERDINANDO
(Telaşlı.)
Dur bakalım!
Bırak da anlayalım.
(Micuccio'ya.)
Memleketlisi
misiniz yoksa? Marta "teyze"nin olup olmadığını niçin sordunuz,
öyleyse? (Dorina'ya.)
Anlıyor musun?
Akrabası, yeğeni sanmıştım ben de. Sizi içeri alamam, dostum.
MICUCCIO
Beni içeri alamaz
mısınız? Ya özellikle onun için geldimse? Özellikle...
FERDINANDO
Özellikle ne
için?
MICUCCIO
Onu görmek
için...
FERDINANDO
E, bu saatte
görmeye gelinir mi, canım. Evde yok!
MICUCCIO
Tren bu saatte
geliyorsa, benim suçum ne? Daha hızlı git diyemezdim ya trene?
(Ellerini
kavuşturur, hoş görülmesini diler gibi gülümseyerek.)
Tren bu! Ne zaman
gelmesi gerekiyorsa o zaman geliyor. İki gündür yoldayım...
DORINA
(Tepeden tırnağa
süzerek.)
Belli zaten!
MICUCCIO
Belli ha? Çok mu?
Nasılım?
DORINA
Berbat, dostum.
Gücenmeyin.
FERDINANDO
Sizi içeri
alamam. Yarın sabah gelin, evde bulursunuz. Bayan tiyatroda şimdi.
MICUCCIO
Ne yarın sabah
gelmesi! Nereye giderim ben şimdi, geceyarısı, kimseyi de tanımam etmem. Evde
yoksa, beklerim. Amma iş ha! Ne olurmuş burda beklesem?
FERDINANDO
Size diyorum ki,
izinsiz...
MICUCCIO
Ne izni yahu? Siz
beni tanımıyorsunuz...
FERDINANDO
Tanımadığım için
zaten. Sizin yüzünüzden azar işitmek istemiyorum!
MICUCCIO
(Onu inandırmak
ister gibi gülümseyerek, parmağıyla hayır diye işaret eder.)
Sakin olun.
DORINA
(Ferdinando'ya.)
Bayan da bu akşam
tam onunla uğraşacak halde ya!
(Micuccio'ya.)
Görüyor musunuz,
dostum?
(Dipteki ışıklı
salonu gösterir.)
Büyük şenlik var
bu akşam!
MICUCCIO
Sahi mi? Ne
şenliği?
DORINA
Bayanın...
(Esner.)
...onuruna.
FERDINANDO
Tanrı bilir ya,
sabahlarız bu gece!
MICUCCIO
İyi, daha iyi!
Eminim ki Teresina beni görür görmez...
FERDINANDO
(Dorina'ya.)
Anlıyor musun?
Teresina diyor ona, o kadar. "Şarkıcı Teresina" burda mı oturuyor
diye sorduydu bana da.
MICUCCIO
Ne peki? Şarkıcı
değil mi? Böyle deniyorsa... Bana siz mi öğreteceksiniz?
DORINA
Onu yakından
tanıyorsunuz, ha?
MICUCCIO
Yakından mı?
Birlikte büyüdük, ikimiz!
FERDINANDO
Ne yapalım?
DORINA
Bırak beklesin.
MICUCCIO
(Gücenik.)
Elbette
bekleyeceğim... Ne demek? Buraya geldikten sonra...
FERDINANDO
Burada oturun
bari. Ben ellerimi yıkıyorum. Sofrayı hazırlamak zorundayım.
(Dipteki salona
gider.)
MICUCCIO
Oh, ne âlâ! Sanki
ben... Belki de beni böyle, yolculuğun kiri pası içinde gördü de... Bunu,
tiyatrodan dönüşünde Teresina'ya söyleseydim...
(Bir şeyden
işkillenmiş gibi çevresine bakınır.)
Özür dilerim ama,
bu ev kimin acaba?
DORINA
(Micuccio'yu
tepeden tırnağa süzüp dalga geçerek.)
Burda
oturduğumuza göre, bizim herhalde.
MICUCCIO
Öyleyse!
(Yeniden salona
doğru bakar.)
Ev büyük mü?
DORINA
Şöyle böyle.
MICUCCIO
Orası salon
olmalı.
DORINA
Şölenler için. Bu
gece yemek var.
MICUCCIO
Ya! Ne sofra ama!
Ne ışık! Pırıl pırıl!
DORINA
Güzel, değil mi?
MICUCCIO
(Hoşnut bir
tavırla ellerini ovuşturur.)
Demek doğruymuş!
DORINA
Neymiş doğru olan?
MICUCCIO
Ee...
görülüyor... durumları iyi...
DORINA
Sina Marnis kim,
biliyor musunuz siz?
MICUCCIO
Sina mı? Ha,
sahi! Şimdi böyle diyorlar. Marta teyze yazmıştı. Teresina... elbet...
Teresina: Sina...
DORINA
Durun bakalım...
anladım galiba... siz...
(Ferdinando'yu
salondan çağırır.)
Pıss! Gel,
Ferdinando... Kim olduğunu biliyor musun? Annesinin her zaman mektup yazdığı...
MICUCCIO
Doğru dürüst de
yazamaz, zavallıcık...
DORINA
Evet, evet,
Bonavino. Ama... Domenico! Adınız Domenico mu?
MICUCCIO
Domenico ya da
Micuccio, aynı şey. Biz Micuccio deriz.
DORINA
Bu yakınlarda
hastalanmıştınız, değil mi?
MICUCCIO
Evet, korkunç.
Ölecektim. Ölecek! Başucumda mumlar.
DORINA
Bayan Marta size
bir havale göndermişti. Evet, anımsıyorum... Postaneye birlikte gitmiştik.
MICUCCIO
Evet, bir havale.
Gelişimin bir nedeni de bu. Yanımda, para.
DORINA
Geri mi
getirdiniz?
MICUCCIO
(Heyecanlanır.)
Önemli değil
canım! Para... lafını etmeye değmez! Gelmelerine çok var mı daha, acaba?
DORINA
(Saate bakar.)
Eh, epey var... Sonra,
bu gece... düşünün bir!
FERDINANDO
(Sofra
takımlarıyla, salondan soldaki çıkışa doğru giderken, bağırır.)
Güzel! Bravo!
Bis! bis! bis!
MICUCCIO
(Gülümseyerek.)
Ne ses ama, değil
mi?
FERDINANDO
(Giderken.)
Evet, öyle...
sesi de...
MICUCCIO
(Yine ellerini
ovuşturur.)
Övünebilirim!
Benim eserim!
DORINA
Sesi mi?
MICUCCIO
Ben keşfettim!
DORINA
Ya, sahi mi?
(Ferdinando'ya.)
Duydun mu,
Ferdinando? O keşfetmiş - sesini.
MICUCCIO
Çalgıcıyım, ben.
FERDINANDO
Ya! Çalgıcı mı?
Bravo! Ne çalıyorsunuz? Trompet mi?
MICUCCIO
(Önce parmağıyla
yadsır, sonra ciddi bir tavırla.)
Yok. Ne trompeti!
Flüt. Bandoda çalıyorum. Bizim kasabanın belediye bandosunda.
DORINA
Adı neydi...
Durun, dilimin ucunda...
MICUCCIO
Palma Montechiaro
elbette, ne olsun istiyorsunuz?
DORINA
Ya, öyle, Palma,
öyle ya...
FERDINANDO
Demek sesini siz
keşfettiniz?
DORINA
Hadi, hadi,
anlatın, nasıl yaptınız bu işi! Dinle, Ferdinando.
MICUCCIO
(Omuz silker.)
Nasıl mı yaptım?
Şarkı söylüyordu...
DORINA
Ve siz hemen, bir
çalgıcı olarak... ha?
MICUCCIO
Yo, hemen değil;
tersine...
FERDINANDO
Zaman mı gerekti
bunun için?
MICUCCIO
Durmadan şarkı
söylerdi... kimileyin de inadına...
DORINA
Ya?
FERDINANDO
Niçin, inadına?
MICUCCIO
Birçok şeyi
düşünmemek için...
FERDINANDO
Ne gibi?
MICUCCIO
Dertler,
güçlükler, zavallıcık; ee, o zamanlar! Babası ölmüştü. Ben, evet, yardım
ediyordum ama... Marta teyzeyle,
annesiyle ikisine. Annem istemiyordu gerçi... ve... sonuçta...
DORINA
Onu seviyordunuz,
demek?
MICUCCIO
Ben? Teresina'yı?
Güldürmeyin adamı! Annem onu bırakmamı istiyordu, çünkü hiçbir şeysi yoktu
zavallıcığın, babasızdı... Oysa benim, iyi kötü bandoda bir yerim vardı...
FERDINANDO
Ama... Öyle ya da
böyle, nişanlanmış mıydınız?
MICUCCIO
Ailem
istemiyordu, o zamanlar! İnadına şarkı söyler dururdu Teresina da...
DORINA
Ya! Bak sen... Ya
siz?
MICUCCIO
Tanrı! Tanrı'nın
ilhamı, başka şey değil canım! Hiç kimse dikkat etmemişti, ben de. Birden, bir
sabah...
FERDINANDO
Talih işte!
MICUCCIO
Hiç unutmam! Bir
nisan sabahıydı. Pencerede, damlara şarkı söyleyip duruyordu... Tavanarası
penceresinde!
FERDINANDO
Görüyor musun?
DORINA
Sus!
MICUCCIO
Ne kötülük var
bunda? Sabrın sonu esenlik demişler...
DORINA
Öyle! Sonra?
Şarkı söylüyordu?
MICUCCIO
Daha önce, belki
bin kez dinlemişimdir, ondan, o bizim memleket havasını...
DORINA
Hava mı?
MICUCCIO
Evet, bir müzik
parçası! Hiç üzerinde durmamıştım. Ama o sabah... Bir melek, evet, sanki bir
melek şarkı söylüyordu! Ne annesine, ne kendisine bir şey söylemeden, akşama
doğru bando şefini getirdim tavanarasına, kendisi dostumdur... Çok iyi bir
dosttur, onun için: Saro Maloviti... Çok iyidir, zavallıcık... Onu dinledi...
İşini bilir, iyi bir şeftir... Herkes tanır Palma'da... "Bu ses"
dedi, "bir melek sesi!" Düşünün bir, ne kadar sevindim! Hemen bir
piyano kiraladım, çatı katına çıkarması... hiç anlatmayım! Notalar aldım, ve
hemen, şef ders vermeye başladı... Parayla değil ama, ara sıra küçük bir
armağan filan yapıyordum işte... Ben neydim ki? Şimdi neysem o: Yoksulun
biri... Piyano pahalıydı, notalar da elbet... sonra Teresina'nın iyi beslenmesi
gerekiyordu...
FERDINANDO
E, öyle!
DORINA
Şarkı söyleyecek
gücü olması için...
MICUCCIO
Et alıyordum, her
gün! Bununla övünebilirim!
FERDINANDO
Vay canına!
DORINA
Ve böylece?
MICUCCIO
Öğrenmeye
başladı. Hemen görüldü bu. Orada oturuyordu, gökyüzünde gibi... Bütün kasabadan
işitiliyordu, ne sesti... Halk... Böyle, aşağıda, sokakta,
dinliyordu...Yanıyordu, yanıyor, lamı cimi yok... Şarkı söylemesi bitince,
kollarımdan yakalıyordu beni... Böyle... (Ferdinando'yu yakalar.)
Ve sarsıyordu...
Delirmiş sanırdın... Artık biliyordu çünkü; ne olacağını görüyordu... Şef de
söylüyordu sonra. Bana olan şükranını nasıl göstereceğini bilemiyordu. Marta
teyze ise, tersine, zavallıcık...
DORINA
İstemiyor muydu?
MICUCCIO
İstemiyor değil;
inanmıyordu, hepsi bu. Öylesine çekmiş ki, zavallıcık, yaşamı boyunca, onca
zamandır boyun eğdiği durumunu değiştirmeyi Teresina'nın aklından geçirmesini
bile istemiyordu. Korkuyor olmalıydı. Bana neye mal olduğunu da biliyordu
sonra... akrabalarımın da... Ama hepsiyle ilgimi kestim ben, babamla, annemle,
hepsiyle. Dışardan bir müzisyen gelmişti Palma'ya... konserler veriyordu... Adı
aklıma gelmiyor şimdi, ama oldukça tanınmış biri! Teresina'yı dinledi ve onu
bir kente, büyük bir konservatuara göndermemenin bir günah, büyük bir günah
olacağını söyledi... İşte o zaman kızdım, hepsiyle bağımı kopardım attım, rahip
olan bir dayımın ölürken bana bıraktığı tarlayı satıp Teresina'yı Napoli'ye,
konservatuara yolladım.
FERDINANDO
Siz ha?
MICUCCIO
Ben, evet.
DORINA
(Ferdinando'ya.)
Kendi parasıyla,
anlıyor musun?
MICUCCIO
Dört yıl okuttum
onu. Dört. O zamandan beri hiç görmedim.
DORINA
Hiç mi?
MICUCCIO
Hiç. Çünkü...
sonra tiyatrolarda şarkı söylemeye başladı, anlıyor musunuz? bir şurada, bir
burada... Uçmaya başladı... Napoli'den Roma'ya, Roma'dan Milano'ya... sonra
İspanya... Rusya... sonra yine burada...
FERDINANDO
Fırtına gibi!
MICUCCIO
E, biliyorum!
Hepsi burada, valizimde, gazeteler... mektuplar da yanımda sonra... (Ceketinin
göğüs cebinden bir deste mektup çıkarır.)
Onun ve annesinin
mektupları... İşte burada: Onun sözleri bunlar, ölmek üzereyken bana para
gönderdiği zaman yazmıştı: "Sevgili Micuccio, sana yazacak zamanım yok.
Annemin dediklerine katılıyorum. Kendine bak, çabuk iyileş ve beni sev. -
Teresina."
FERDINANDO
E... Çok mu
göndermişti?
DORINA
Bin liretti,
değil mi?
MICUCCIO
Öyle, bin.
FERDINANDO
Bağışlayın,
sattığınız tarlanın değeri neydi?
MICUCCIO
Ne değeri
olabilirdi ki? Az... Bir parçacık toprak...
FERDINANDO
(Dorina'ya göz
kırparak.)
Ya...
MICUCCIO
Para da yanımda,
burada. Hiçbir şey istemiyorum ben. Yaptığımı onun için yaptım. Mesleğinde
ilerlemesi için, iki üç yıl beklemeye karar vermiştik... Marta teyze de her
zaman yazardı mektuplarında. Gerçek şu ki bu parayı beklemiyordum. Ama
gönderdiğine göre, iyi kazanıyor, mesleğinde ilerlemiş demektir...
FERDINANDO
Hem de! Hem de ne
ilerlemek!
MICUCCIO
Öyleyse zamanı
geldi...
DORINA
... evlenmenin
mi?
MICUCCIO
Ben buradayım.
FERDINANDO
Sina Marnis'le
evlenmek için mi geldiniz?
DORINA
Sus! Ortada söz
varsa! Hiçbir şey anlamıyorsun... Elbet! Evlenmek için...
MICUCCIO
Ben hiçbir şey
söylemiyorum: Buradayım. Her şeyi kasabada bıraktım: ailemi, bandoyu, her şeyi.
Ölüp ölüp dirildiğim bir sırada gelen bin liret yüzünden ailemle tartıştım.
Kendisi saklamak isteyen annemin elinden güçlükle kopardım. Hayır, efendim,
para hiç önemli değil! Micuccio Bonavino için para, hiç! Ben nerede olsa,
dünyanın öbür ucunda da olsam yaşarım, ekmeğimi taştan çıkarır, yaşarım. Elimde
sanatım var. Flütüm yanımda...
DORINA
Sahi mi? Flütünüz
yanınızda mı?
MICUCCIO
Nasıl olmaz! Bir
bedende iki ruh gibiyiz biz!
FERDINANDO
Biri şarkı
söylüyor, öbürü çalıyor. Anlıyor musun?
MICUCCIO
Orkestrada
çalamam mı sanki?
FERDINANDO
Elbet çalarsınız!
Niçin olmasın?
DORINA
Herhalde çok
güzel çalıyorsunuzdur!
MICUCCIO
Şöyle böyle... On
yıldır çalıyorum...
FERDINANDO
Bize bir şeyler
dinletebilir misiniz?
(Çalgıyı almaya
gider.)
DORINA
Evet, evet.
Bravo! Bir şeyler dinletin artık!
MICUCCIO
Olmaz! Bu saatte
olur mu canım?
DORINA
Bir iki parça,
hadi n'olur! Hadi!
FERDINANDO
Küçük bir
parça...
MICUCCIO
Olmaz ama! Daha
neler!
FERDINANDO
Yalvartmayın
bizi!
(Kılıfı açıp
çalgıyı çıkarır.)
İşte çalgınız!
DORINA
Hadi, gayret! Tek
bir parça...
MICUCCIO
Ama olur mu?..
böyle... tek başına...
DORINA
Önemi yok! Bir
deneyin hele!
FERDINANDO
Yoksa ben
çalacağım ha!
MICUCCIO
Siz istedikten
sonra, benim için fark etmez... Teresina'nın o gün çatı katında söylediği
ezgiyi çalayım mı size?
FERDINANDO ve
DORINA
Evet, evet!
Bravo! Onu!
(Micuccio oturur
ve büyük bir ciddilikle çalmaya başlar. Ferdinando ve Dorina gülmemek için
kendilerini zor tutmaktadırlar. Başka bir fraklı uşak, aşçı, aşçı yamağı da
dinlemeye gelir. Öncekiler bunlara susup dinlemelerini işaret ederler.
Micuccio'nun çalmasını bir zil sesi keser.)
FERDINANDO
İşte, bayan
geldi!
DORINA
(Öteki uşağa.)
Hadi, kapıyı
açın!
(Aşçıyla
yamağına.)
Siz de, yallah!
Gelir gelmez sofraya oturmak istediğini söylemişti.
(Ötekiler gider.)
FERDINANDO
Frağım? Nereye
koydum?
DORINA
Orada!
(Perdenin
arkasını gösterir ve koşarak gider. Elinde çalgısı, şaşkın, Micuccio ayağa
kalkar. Ferdinando gidip frağını bulur ve telaşla giyer; sonra, Micuccio'nun da
Dorina'nın arkasından gitmeye davrandığını görünce, kaba bir biçimde durdurur.)
FERDINANDO
Siz burada kalın!
Önce bayana haber vermek zorundayım.
(Ferdinando
gider. Micuccio üzgün, şaşkın, içinde sıkıntılı bir önsezinin ezici ağırlığıyla
kalakalır.)
MARTA TEYZENİN
SESİ
(İçerden.)
İçeri, Dorina!
Salona! Salona!
(Ferdinando,
Dorina, öteki uşak sağdaki kapıdan girer, sahneden geçip dipteki salona
yönelirler. Çiçek dolu sepetler, çelenkler vardır ellerinde. Micuccio başını
uzatıp salona bakar ve aralarında anlaşılmaz bir biçimde konuşan fraklı beyler
görür. Dorina büyük bir telaş içinde sahneye döner, sağdaki kapıya yönelir.)
MICUCCIO
(Koluna
dokunarak.)
Gelenler kim?
DORINA
(Durmaksızın.)
Çağrılılar!
(Gider. Micuccio
yeniden bakar. Görüşü sislenir. Şaşkınlığı, coşkusu o kadar büyüktür ki
gözlerinin yaşla dolduğunun farkına varmaz. Gözlerini yumar, sanki çınlayan bir
kahkahanın yarattığı kuşku ve büyük acıya karşı koymak içinmiş gibi, büzülür:
Sina Marnis'tir gülen, öbür tarafta. Elinde iki yeni çiçek sepetiyle yine
Dorina girer.)
DORINA
(Durmaksızın,
salona yönelerek.)
Ne o? Ağlıyor
musunuz?
MICUCCIO
Ben? Yo!.. Bütün bu
kalabalık...
(Sağdaki kapıdan
başında şapkası, sırtında, sanki onu ezen, zengin, görkemli bir yün mantoyla,
zavallı yaşlı Marta teyze girer. Micuccio'yu görünce bir çığlık atmaktan güç
tutar kendini.)
MARTA
Nasıl!
Micuccio... Sen burada?
MICUCCIO
(Yüzünü açar ve
sanki korkuyormuş gibi, ona bakakalır.)
Marta teyze... Oh
Tanrım... Siz, böyle?
MARTA
Ne... Nasıl
gördün beni?
MICUCCIO
Siz, şapkayla?
MARTA
Ya, öyle...
(Başını sallar,
bir elini kaldırır. Sonra, telaşla.)
Nerden çıktın
böyle? Haber vermeden! Ne oldu?
MICUCCIO
Gel... geldim...
MARTA
Tam da bu akşam!
Oh Tanrım, Tanrım... Bekle... Ne yapalım? Ne yapalım? Görüyorsun kalabalığı,
görüyor musun oğlum? Teresina'yı kutluyorlar...
MICUCCIO
Biliyorum.
MARTA
Onun gecesi,
anlıyor musun? Bekle, bekle biraz burda...
MICUCCIO
Eğer... eğer
gitmem gerekiyorsa sizce...
MARTA
Yo: Biraz bekle,
diyorum.
(Salona gider.)
MICUCCIO
Ben nerden
bileyim... bu memlekette...
(Marta teyze
döner, eldivenli eliyle beklemesini işaret eder ve salona girer. Bir an büyük
bir sessizlik olur ve sonra, Sina Marnis'in şu açık, kibar sözleri duyulur:
"Bir dakika, beyler." Micuccio yine yüzünü elleriyle örter. Ama Sina
gelmez. Tersine, şapkasız, eldivensiz, mantosuz, şaşkınlığı biraz geçmiş, Marta
teyze döner az sonra.)
MARTA
İşte geldim...
işte geldim...
MICUCCIO
Ya... Teresina?
MARTA
Haber verdim...
söyledim ona... şimdi, şimdi gelecek... bir dakika için... ellerinden
kaçabilirse gelip görünecek... Bu arada, biz burada otururuz, ha?.. hoşnut
musun?
MICUCCIO
Benim için...
MARTA
Ben seninle
kalacağım.
MICUCCIO
Yok ama... eğer,
eğer istiyorsanız, siz de oraya gitmek zorundaysanız...
MARTA
Yo yo... Yemek
yiyorlar şimdi, anlıyor musun? Hayranları... Menajeri... Meslek, anlıyor musun?
Biz ikimiz burda kalacağız. Dorina çarçabuk bir sofra kuruverir bize, şu
masaya... ve... Biz de birlikte yeriz, ben ve sen, burada, ha? Ne dersin?
İkimiz başbaşa. Güzel günleri anarız...
(Soldaki kapıdan
bir masa örtüsü ve sofra takımlarıyla Dorina girer.)
Çabuk, çabuk,
Dorina... Hadi buraya... Benim için, bu sevgili oğulcuğum için... Sevgili
Micucciom! Seninle birlikte olduğuma inanamıyorum bir türlü.
DORINA
İşte, oturadurun
siz.
MARTA
(Oturarak.)
Evet, evet...
Burada, böyle ayrı, ikimiz yalnız... Orda, anlarsın... birçok beyler... O,
zavallıcık, ne yapsın! başka türlü yapamaz ki! Meslek bu... Ne yaparsın!
Gazeteleri gördün mü? Büyük şeyler, oğlum! Büyük şeyler... Ya ben, biliyor
musun? deniz üstünde gibiyim...Seninle burada, bu akşam böyle başbaşa
olduğumuza bir türlü inanasım gelmiyor.
(Ellerini ovuşturur,
duygulu gözlerle bakarak gülümser.)
MICUCCIO
(Dalgın, sıkkın
bir sesle.)
Geleceğini
söylemişti değil mi size? Hiç olmazsa bir görmek istiyorum da... Hiç olmazsa...
MARTA
Elbet
gelecek! Bir dakikacık bile serbest kalsa demedim mi sana? Ama, düşün bir, onun
da ne kadar hoşuna giderdi,
burada, bizimle olmak... Seninle, bunca zaman sonra... Kaç yıl geçti? Çok,
çok... Ah, oğlum, dünmüş gibi geliyor bana, bazen de sonsuz uzakmış gibi...
Neler, neler gördüm... gerçek değilmiş gibi geliyorlar bana. Söyleseler
inanamazdım, orada, Palma'dayken daha... Hani tavan arasına gelirdin sen...
Çatının altında kırlangıç yuvaları vardı hani, anımsıyor musun? Odanın içinde
uçuşurlardı... Yüzümüze sürtünürlerdi adeta... Ya benim o canım fesleğen
saksılarım, pencerede... Ya Annuzza kadın, komşumuz Annuzza kadın ne oldu,
nasıl?
MICUCCIO
Eh...
("Öldü!"
anlamına, kutsama işareti yapar iki parmağıyla.)
MARTA
Öldü mü? E,
tahmin de ediyordum... İhtiyarcık, benden yaşlıydı... Zavallı Annuzza kadın...
Bir diş sarmısak isterdi, anımsıyor musun? bu bahaneyle gelirdi... tam iki
lokma bir şey yemek için oturduğumuzda, ödünç bir diş sarmısak... ya...
Zavallıcık! Ee, kimbilir daha kimler öldü, ha, Palma'da? Ama! hiç olmazsa
orada, kendi mezarlığımızda yatıyorlar, atalarının yanında... Bense... Kimbilir
nerede kalacak kemiklerim... Yeter... hadi, hadi, bırakalım bunları!
(Dorina ilk
yemekle gelir ve tabağına koymak için Micuccio'ya yaklaşır.)
Oh, aferin
Dorina!
(Micuccio, önce
Dorina'ya, sonra Marta teyzeye bakar, şaşkın ve utanmış; yemek almak için
ellerini kaldırır, yolculuktan kir pas içinde olduklarını görür ve yeniden
indirir, bir kat daha şaşkın.)
Buraya, buraya
koy, Dorina! Bana bırak, ona ben veririm... (Yemek koyar.) İşte... Nasıl, iyi
mi, ha?
MICUCCIO
Evet, evet...
Teşekkürler...
MARTA
(Kendine de yemek
almıştır.)
İşte oldu...
MICUCCIO
(Göz kırpıp
hoşnutluğunu belli eden bir el hareketi yaparak.)
Mımm... Nefis...
Nefis bir şey...
MARTA
Onur gecesi,
anlıyor musun? Hadi, yiyelim! Ama, önce...
(İstavroz
çıkarır.)
Burada yapabilirim,
senin önünde...
(Micuccio da
istavroz çıkarır.)
Aferin oğlum! Sen
de... Aferin Micucciom, hep aynı, zavallıcık! İnan, orda yemem gerektiğinde,
istavroz çıkaramadan, boğazımdan aşağı inmiyor, yediğim... Ye, ye!
MICUCCIO
Oh, öyle açım ki!
İki gündür bir şey yemedim, biliyor musunuz?
MARTA
Nasıl! Yolda
yemedin mi?
MICUCCIO
Yiyecek almıştım
yanıma... Burada, valizde. Ama...
MARTA
Ama?
MICUCCIO
Söyleyeyim mi?
Utandım, Marta teyze. Gözüme az göründü... Herkes de bana bakıyordu sanki...
MARTA
Ah, aptal, ah!
Oruç tuttun, ha? Hadi, hadi, ye, zavallı Micuccio. Çok aç olmalısın! İki gün
ha... İç... Hadi, içsene...
(Şarap koyar.)
MICUCCIO
Teşekkürler...
Şimdi içiyorum...
(Arada bir, iki
uşaktan birinin yemek kaplarıyla dipteki salona girip çıkarken kapıyı her
aralık bırakışında, bir karışık sözler ve kahkaha dalgası gelir. Micuccio,
heyecanlanır, başını tabaktan kaldırır, Marta teyzenin acı çeken, sevgi dolu
gözlerine bakar; bir açıklama okumak ister gibi bu gözlerde.)
Gülüyorlar...
MARTA
Ya... İç, iç...
Nerde bizim iyi şarabımız, Micuccio! Nasıl özlüyorum, bilsen! altımızda oturan
Michelà'nınkini hele... Michelà'dan ne haber, Michelà'dan?
MICUCCIO
Michelà? İyi,
iyi...
MARTA
Ya kızı Luzza?
MICUCCIO
Evlendi... İki
çocuğu var...
MARTA
Sahi mi? Bize oturmaya
gelirdi, anımsıyor musun? Hep neşeliydi! Ah, Luzza... bak sen... Evlendi ha...
Kimle evlendi?
MICUCCIO
Totò Licasi,
vergi memuru, tanır mısınız?
MARTA
A, sahi mi?
İyi... E, Mariangela kadın, nine oldu demek? Nine oldu? Ne mutlu ona! İki çocuk mu, demiştin?
MICUCCIO
Ya, iki...
(Salondan gelen
yeni bir gürültü dalgasıyla heyecanlanır.)
MARTA
İçmiyor musun?
MICUCCIO
Evet, şimdi...
MARTA
Aldırma!
Gülüyorlar işte, bilirsin; kalabalık olunca! Hayat böyle, dostum, ne olsun
istiyorsun? Meslek. Menajeri de burada...
(Dorina elinde
yemek kabıyla gelir.)
İşte, Dorina... Ver, Micuccio, tabağını ver...
Bu da hoşuna gidecek.
(Bir parça
koyarak.)
Sen söyle...
MICUCCIO
Siz koyun, siz
koyun!
MARTA
(Bir parça daha
koyarak.)
İşte, tamam.
(Kendine de alır.
Dorina gider.)
MICUCCIO
Ne güzel
öğrenmişsiniz! Beni şaşırtıyorsunuz!
MARTA
Zorunlu olarak,
oğlum!
MICUCCIO
Sizi o yün
mantoyla, başınızda şapkayla gördüğüm zaman...
MARTA
Zorunlu olarak!
Aklıma getirme bunları şimdi!
MICUCCIO
Biliyorum...
Evet! Rolünüzü oynamak zorundasınız! Ama sizi bir görselerdi, bu kılıkta bir
görselerdi, Palma'da, Marta teyze!
MARTA
(Yüzünü elleri
arasına gizleyerek.)
Oh Tanrım, aklıma
getirme diyorum! İnan, nasıl utanıyorum, düşündükçe! Kendime bakıp "Ben
böyle ha?" diyorum kendi kendime; ve karnaval için giyinmişim gibi
geliyor... Ama, ne yaparsın? Zorunlu olarak!
MICUCCIO
Ama, demek...
demek, diyorum ki, tümüyle... Hedefe ulaştı artık? Görülüyor! Büyük şeyler!
İyi, iyi para veriyorlar ona, değil mi?
MARTA
Ya, evet...
İyi...
MICUCCIO
Akşamda ne kadar?
MARTA
Değişiyor.
Mevsimine, tiyatrosuna göre, anlıyor musun? Ama, biliyor musun, oğlum? Çok, çok
da pahalıya mal oluyor bu yaşam... Paranın nasıl gelip nasıl gittiğini
anlamıyorsun! Çok, çok para gidiyor, bilsen! Gelip gidiyor... Giysiler,
mücevherler... Her türlü harcama...
(Dipteki salondan
yükselen yeni bir gürültü üzerine susar.)
SESLER
Nerede? Nerede?
Bilmek istiyoruz! Nerede?
SINA'NIN SESİ
Bir dakika! Bir
dakika diyorum size!
MARTA
İşte o! Onun
sesi... Geliyor...
(Sina, hışırdayan
ipekler, pırıl pırıl mücevherler içinde, süslü; göğsü, kolları, omuzları
çıplak, aceleyle gelir. Oda birdenbire şiddetle aydınlanmış gibidir.)
MICUCCIO
(Elini bardağa
uzatmışken, yüzü alev alev, ağzı açık, gözleri kızarmış, şaşkın, düşsel bir
görüntü karşısındaymış gibi, öyle bakakalır; kekeler.)
Teresina...
SINA
Micuccio?
Nerdesin? Oh, işte burada... İşler nasıl? Nasılsın? İyi misin, şimdi? Aferin,
aferin... Hastalandın sen, ha? Bak, biraz sonra görüşürüz yine... Annem de
burada sonra, yanında... Anlaştık, ha? Biraz sonra...
(Yine kaçar,
gider. Alabildiğine şaşkın, kalakalır Micuccio. Salondaysa, Sina'nın dönüşü
çığlıklarla karşılanır.)
MARTA
(Uzun bir
sessizlikten sonra, içine düştüğü şaşkınlığı bozmak için, ürkekçe sorar.)
Yemiyor musun artık?
(Micuccio ona
aptal aptal, anlamadan bakar.)
Ye...
(Tabağı
gösterir.)
MICUCCIO
(İki parmağıyla,
dumandan kararmış, genişlemiş yakasını çekiştirerek, uzun bir soluk almaya
çalışır.)
Yemek mi?
(Parmaklarını,
selam verir gibi, birkaç kez çenesinin yanında oynatır; yiyemiyorum artık
anlamına. Bir süre daha, biraz önce gördüklerine dalmış, sessiz kalır, sonra
mırıldanır.) Nasıl olmuş... Gerçek... gerçek değilmiş gibi geliyor bana...
Bütün... bütün... böyle... (Aşağılamadan, ama şaşkın, Sina'nın çıplaklığını
işaret eder.)
Bir düş...
Sesi... gözleri... O değil... Teresina değil artık...
(Marta teyzenin
dalgın dalgın başını salladığının ve onun da, bekler gibi, yemeyi bıraktığının
farkına vararak.)
Ne! Asla... Bir
daha düşünmek bile gereksiz... Her şey bitti... Kimbilir ne zamandan beri!.. Ne
aptalmışım, ne budalaymışım ben... Memlekette söylemişlerdi oysa... Ama ben...
Kemiklerim kırıldı, buraya geleceğim diye... Otuz altı saat trende... bunun...
bunun için... Bunun içinmiş meğer, gülmeleri, uşağın, ötekinin... Dorina'nın...
bunun içinmiş! Bense... (İki elinin işaret parmaklarını defalarca birbirine
yaklaştırıp ayırarak, hüzünle gülümser, başını sallar.)
Ama nerden
bilebilirdim bunu? Bir de, düşünerek, Teresina'nın söz verdiğini... Ama
belki... ya öyle!.. Ama o da nerden bilebilirdi bir gün böyle olacağını? Ben
orada, orada flütümle kalırken o böyle ilerlerse... Ama ne! Düşünmek bile
gereksiz artık...
(Kararlı, Marta
teyzeye bakmak için döner.)
Onun için bir şey
yaptımsa, adı bile anılmaz şimdi, Marta teyze; bu gelişimle, bundan yararlanmak
istediğim filan gelmesin sakın aklınıza...
(Gittikçe daha
fazla heyecanlanarak ayağa kalkar.)
Hatta, bekleyin!
(Bir elini
ceketinin göğüs cebine sokarak cüzdanını çıkarır.)
Gelişimin bir
nedeni de buydu: bana yolladığınız bu parayı geri vermek. Görüyorum ki Teresina
bir... bir kraliçe olmuş! Görüyorum ki... neyse, yok bir şey! Düşünmek bile
gereksiz artık! Ama bu para, hayır! Bunu hak etmemiştim... Ne ilgisi var!
Bitti, konuşmayalım artık...: Ama para, olmaz! bana para, hayır! Yalnızca,
hepsini getiremediğim için üzgünüm...
MARTA
(Titrer, hüzünlü,
gözleri yaşlı.)
Ne diyorsun, ne
diyorsun sen, oğlum?
MICUCCIO
(Susmasını işaret
ederek.)
Ben harcamadım
bunları: Ailem harcadı ben hastayken, haberim olmadı. Hep, onun için harcadığım
üç beş kuruşun lafını ediyorlar... anımsıyor musunuz? Ne önemi var...
Düşünmeyelim artık bunu. Kalanı burada. Ben de gidiyorum.
MARTA
Nasıl olur! Böyle
çabuk mu? Bekle, bekle, Teresina'ya söyleyeyim, hiç olmazsa. Seni bir daha
görmek istediğini unuttun mu? Haber vermeye gidiyorum...
MICUCCIO
(Onu durdurup
oturtarak.)
Hayır, yararı
yok. Dinleyin!
(Salondan, bütün
çağrılıların, karmakarışık, kahkahalar arasında birlikte söylediği coşkun, kaba
bir operet parçasıyla piyanonun sesi gelir.)
Bırakın, orada
kalsın. Onun yeri orası, orada rahat ediyor... Ben, zavallı... Gördüm onu; bana
yetti... Hatta siz de... siz de gidin oraya... Dinleyin, nasıl gülüyorlar!
İstemiyorum ben, bana gülünmesini istemiyorum... Gidiyorum...
MARTA
(Micuccio'nun bu
ani kararını en kötü anlamda, yani bir aşağılama, kıskançlık davranışı olarak
yorumlar ve gözyaşları arasında konuşur.)
Ama ben... beni
dinlemiyor ki oğlum...
MICUCCIO
(Gözlerinde,
birden, henüz düşmediği şüpheyi okuyarak, yüzü kararır ve haykırır.)
Niçin?
MARTA
(Şaşalar, yüzünü
elleriyle gizler, ama gözyaşlarının birden boşanmasını önleyemez; hıçkırıklar
arasında boğularak konuşur.)
Evet, evet, git
oğlum, git... Sana göre değil artık, haklısın... Eğer beni dinlemiş
olsaydınız...
MICUCCIO
(Üstüne eğilip
sözünü keserek, bir elini zorla yüzünden ayırarak.)
Demek... Ah,
demek o, demek... artık bana layık değil demek?
(Salonda piyano
sesi ve koro sürmektedir.)
MARTA
(Üzgün,
ağlayarak, başıyla evet işareti yapar ve sonra öyle hüzünlü bir davranışla
ellerini kaldırıp dua etmeye başlar ki Micuccio'nun öfkesi hemen geçer.)
Acı, acı, bana
acı, Micucciom, bana acı!
MICUCCIO
Yeter, yeter...
Fark etmez, ben gidiyorum... Tersine, tersine... nasıl olsa, şimdi...
(Tam bu anda,
Sina salondan içeri gelir. Micuccio hemen Marta teyzeyi bırakıp ona döner; bir
kolundan yakalayıp öne doğru çeker.)
Ah, bunun için,
demek... hep, hep böyle?
(İğrentiyle
çıplaklığını işaret eder.)
Göğüs...
kollar... omuzlar...
MARTA
(Yeniden, yalvarıcı,
ürküyle.)
Yalvarırım,
Micuccio!
MICUCCIO
Hayır. Sakin
olun. Bir şey yapmayacağım. Gidiyorum. Ne aptalım, Marta teyze! Anlamamıştım...
- Ağlamayın, ağlamayın... - Ne yaparsın? Talih, talih bu...
(Böyle diyerek,
valizini, torbasını alır ve çıkmaya davranır; ama torbada, memleketten
Teresina'ya getirdiği güzel turunçların olduğu aklına gelir.)
Oh, unutuyordum:
Bakın, Marta teyze... Şunlara bakın...
(Torbanın ağzını
çözer, bir kolunu siper ederek, güzel kokulu meyveleri masaya boşaltır.)
SINA
(O yana
atılarak.)
Oh! Turunçlar!
Turunçlar!
MICUCCIO
(Hemen
durdurarak.)
Sen dokunma
onlara! Bakmamalısın bile, uzaktan bile bakmamalısın!
(İçlerinden bir
tane alıp Marta teyzenin burnuna yaklaştırır.)
Duyun,
memleketimizin kokusunu duyun... Bunları içerdeki kibar beylerin kafalarına
atsam?
MARTA
Hayır, ne olur
yapma!
MICUCCIO
Korkmayın. Bakın,
Marta teyze, yalnızca sizin için bunlar! Ona getirmiştim...
(Sina'yı
gösterir.)
Vergi ödedim bir
de...
(Biraz önce
cüzdanından çıkardığı parayı masanın üstünde görüp alır, Sina'nın yakasından
içeri sokar, Sina hıçkırıklara boğulur.)
Senin payına
düşen bu, şimdi! Buraya, buraya! İşte! böyle! Yeter! - Ağlama! - Hoşça kal,
Marta teyze! - Talihin açık olsun!
(Boş torbayı
cebine sokar, valizini, çalgısını alır ve çıkıp gider.)
APTAL
(1922)
KİŞİLER
Luca Fazio
Leopoldo Paroni
Gezgin Satıcı
Rosa Lavecchia
Birinci Yazar
İkinci Yazar
Üçüncü Yazar
Dördüncü Yazar
Beşinci Yazar
Sahne,
Costanova'da yayınlanan "Vedetta Repubblicana" gazetesinin yöneticisi
Leopoldo Paroni'nin orta halli çalışma odasını gösterir. Gazetenin yönetim yeri
de, Cumhuriyetçi Parti İlçe Başkanı Paroni'nin evindedir. Paroni yalnız
yaşadığı ve her türlü rahatlığı, bu arada (anlaşılıyor) temizliği de biraz
aşağı gördüğünden olacak, gerek eski, kırık dökük eşyalar, gerekse yer
düzensizlik ve pislik içindedir. Yazı masasının üstü, dağ gibi kâğıt
yığınlarıyla kaplı; şuraya buraya atılmış iskemlelerin üstüne de kitaplar,
evraklar yığılmış; her yan gazete; raflar karmakarışık, gelişigüzel
sokuşturulmuş kitaplarla dolu. Bir yanda, eski püskü meşin bir kanepe; üstünde
kir içinde, yırtık pırtık, yırtıklarından içiriği sarkan bir yatak yastığı.
Giriş kapısı oyuncunun solunda. Dipte, gazetenin yazı işleri odasına açılan
camlı bir kapı. Sağda, Paroni'nin yatıp kalktığı odalara açılan başka bir kapı.
Akşamdır. Perde
açıldığında karanlık olan çalışma odası
dipteki salonun buzlu camlarından sızan ışıkla biraz aydınlanmaktadır.
Omuzlarında
koyu renkli bir yün atkı, başında güneşliği gözlerinin üstüne inmiş bir
yolculuk kasketi olan Luca Fazio, sırtını yastığa vermiş, ayaklarını kanepeye
uzatmış, kımıldamaksızın oturmakta. Atkının altındaki bir deri bir kemik kalmış
ellerinin birinde top gibi dürülmüş bir mendil. Yirmi altı yaşındadır. Çalışma odası
aydınlanınca, sarkık seyrek bıyıklı, yer yer sakal bitmiş, sapsarı, avurtları
çökük, ölü yüzüne benzeyen bir yüzü görünür. Avcundaki dürülmüş mendili arada
sırada ağzına bastırarak göğsünü yırtacakmış gibi hırıldayan öksürükle
çarpışır. Işık sızan camlı kapıdan, birkaç dakika, Paroni ile
"Vedetta" yazarlarının karmakarışık bağırışları duyulur.
PARONI
(İçerden.)
Adama temelinden
saldırmalı diyorum size!
KARIŞIK SESLER
Evet, evet,
bravo! Saldırmalıyız! - Çok iyi! - Temelinden! - Yok canım! - Öyle olmaz! -
BİRİNCİ YAZAR
(Ötekilerden daha
yüksek sesle.)
Yalnızca
Cappadona'nın işine yarar bu!
KARIŞIK SESLER
Doğru! Doğru! -
Kralcılara yarar! - Kim diyor onu? - Yok canım!
PARONI
(Gürleyerek.)
Kimse inanmaz
buna! Biz kendi yolumuzda yürüyoruz! Ona da ilkelerimiz adına saldırıyoruz!
Yeter artık! Bırakın da yazayım!
(Bir sessizlik
olur. Luca Fazio kıpırdamaz. Soldaki giriş kapısı bir parça aralanır ve bir ses
sorar: "Girebilir miyim?" Luca Fazio karşılık vermez. Ses, az sonra,
yeniden sorar: "Girebilir miyim?"
ve duraksayarak ilerler. Kırkını geçmiş, Piemonteli Gezgin Satıcı'dır
bu.)
GEZGİN SATICI
Kimse yok mu?
LUCA
(Kımıldamadan,
kısık bir sesle.)
Oradalar.
GEZGİN SATICI
(Sesi duyunca
irkilir.)
A! Özür dilerim.
Bay Paronisiniz, değil mi?
LUCA
(Önceki gibi.)
Orada! Orada!
(Camlı kapıyı
gösterir.)
GEZGİN SATICI
Girebilir miyim?
LUCA
(Sıkılmış.)
Bana ne
soruyorsunuz! İsterseniz girin.
(Gezgin Satıcı
dipteki kapıya doğrulur, fakat daha vurmadan, yazı odasından yeni bir ses
uğultusu ve sanki buna yankı yaparmış gibi, yakındaki alandan geçmekte olan
göstericilerin uğultuları gelir. Gezgin Satıcı, sersemlemiş, kalakalır.)
KARIŞIK SESLER
(Yazı odasından.)
İşte, işte,
duyuyor musunuz? - Gösteri! -
Gösteri! Alçaklar! - Cappadonacılar!
BİRİNCİ YAZAR
"Yaşasın
Cappadona!" diye bağırıyorlar. Ben dememiş miydim?
PARONI
(Masaya bir
yumruk vurarak haykırır.)
Guido
Mazzarini'yi öldürmeli diyorum ben de size! Cappadona'nın ne önemi var?
(Alandan yükselen
uğultu, bir an için, yazı işleri odasındakilerin haykırışlarını örter. Koşarak
geçen kalabalık gösterici topluluğu "Yaşasın Cappadona!",
"Kahrolsun Genel Müfettiş!" diye bağırmaktadır. Uğultu uzaklaşınca
yazı işleri odasındakilerin haykırışları duyulur: "Köpekler! Köpekler!
Öder bunu Cappadona! Vatan hainleri!" ve birdenbire, çok öfkelenen iki
yazar, başlarında şapkaları ve ellerinde bastonlarıyla, camlı kapıyı açıp,
göstericilerin arkasından gitmek için büyük kapıya doğru atılırlar.)
İKİNCİ YAZAR
(Koşarak, öfkeden
titreyerek.)
Alçaklar!
Alçaklar!
(Çıkar.)
ÜÇÜNCÜ YAZAR
(Gezgin Satıcı
ile karşılaşınca yüzüne haykırarak.)
"Yaşasın
Cappadona!" diye bağırmaya cesaret ediyorlar!
(Çıkar.)
PARONI'NIN SESİ
Gidin, hepiniz
gidin! Ben yazı yazmak için burada kalıyorum!
(Camlı kapıdan,
başlarında şapkalarıyla öteki üç yazar çıkıp karmakarışık bağrışarak büyük
kapıya doğru atılırlar: "Alçaklar! Köpekler! Satılmışlar!" Birisi,
Gezgin Satıcı'nın yüzüne haykırır yine: "Yaşasın Cappadona! Anladınız
mı?" Hepsi çıkar.)
GEZGİN SATICI
Hiçbir şey
anlamıyorum...
(Luca Fazio'ya.)
Bağışlayın ama,
ne oluyor?
(Luca güçlü bir
öksürüğe yakalanıp mendille ağzını tıkar. Gezgin Satıcı, acı çeken, bitkin,
saklayamadığı tiksintiden dolayı sıkıntılı Luca'ya bakmak için eğilir.)
LUCA
Tütün kokuyorlar,
uğursuzlar! Açılın biraz, hava, hava! Soluk alayım hele!
(Sonra, sakin.)
Siz Costanovalı
değil misiniz?
GEZGİN SATICI
Hayır, buradan
geçiyorum.
LUCA
Hepimiz
geçiyoruz, sevgili bayım.
GEZGİN SATICI
Sangone Kâğıt
Fabrikası'nın satıcılarındanım. Gazetenin kâğıt gereksinimi konusunda Bay
Paroni ile görüşmek istiyordum.
LUCA
Şimdi durumun pek
elverişli olduğunu sanmıyorum.
GEZGİN SATICI
Öyle, duydum. Bir
gösteri, galiba?
LUCA
(Gizli bir
alayla.)
Seçimlerin
üzerinden sekiz ay geçtiği halde milletvekili Guido Mazzarini'ye duydukları
öfke bir türlü azalmadı.
GEZGİN SATICI
Sosyalist mi?
LUCA
Bilmiyorum. Bana
öyle geliyor. Burada, Costanova'da herkes karşı ona, ama öbür seçim
bölgelerinden aldığı oylarla kazandı.
(İşaret parmağı
ve başparmağıyla bir "parası var" işareti yapar ve ekler.)
Büyük adam. Üstüne
çektiği öfke de geçmedi daha, gördüğünüz gibi. Çünkü Mazzarini, öç almak için -
açılın, açılın biraz, ne olur, hava alamıyorum - Costanova Belediyesi'ne bir
genel müfettiş göndertti. - Teşekkürler. - Bir genel müfettiş: büyük şey bu.
GEZGİN SATICI
Ama
"Kahrolsun!" diye bağırıyorlardı.
LUCA
Öyle. Müfettişi
istemiyorlar. Costanova büyük bir kasabadır, sevgili bayım. Evren, bütün
varlığıyla onun çevresinde dönüyor, düşünün bir. Pencereye yaklaşıp gökyüzüne
bakın. Yıldızlar niçin orada duruyor, biliyor musunuz? Costanova'yı gözlemek
için. Costanova'dan yıldızlara ne diyenler de var ama siz bakmayın onlara:
hepsi Costanova gibi bir kentleri olsun diye canlarını bile verirler. Ya
evrenin yazgısı nereye bağlıdır, biliyor musunuz? Costanova Belediye Meclisi'ne.
Belediye Meclisi dağılır dağılmaz evren altüst oldu. Paroni'nin yüzünden
görebilirsiniz bunu. Bakın, bakın, oradan, o kapının camlarının arasından
bakıverin bir.
GEZGİN SATICI
(Kapıya yönelir,
sonra durur.)
Görünmez ki,
buzlu cam bunlar.
LUCA
Ya, öyle.
Düşünmemiştim.
GEZGİN SATICI
Siz gazetenin
yazı kurulundan değil misiniz?
LUCA
Hayır,
dostlarıyım. Daha doğrusu, eskiden öyleydim. Ben, ölmek üzereyim sevgili bayım.
Biliyor musunuz, biz hastalar epey varız Costanova'da? İki kardeşim de yazı
kurulundaydı, ölmeden önce. Ben geçen güne kadar tıp öğrencisiydim. Bu sabah
döndüm, evimde ölmek için. Siz gazete kâğıdı mı satıyorsunuz?
GEZGİN SATICI
Evet, gazete
kâğıdı da. Hem de çok uygun bir fiyatla.
LUCA
Gazeteler daha
çok basılsın diye mi?
GEZGİN SATICI
İnanın, kâğıt
fiyatı sorunu, bugünkü piyasa koşulları içinde...
LUCA
(Sözünü keserek.)
Size inanıyorum.
Sizin kimbilir kaç yıl kent kent gezip fabrikanızın kâğıtlarını taşrada
yayınlanan haftalık küçük gazetelere uygun fiyatlarla satacağınızı düşünmek
bile beni nasıl avutuyor bir bilseniz?! Belki on yıl sonra, şimdi olduğu gibi
bir akşam yine buraya geleceğinizi, bu evdeki kanepeyi, elbet bensiz olarak, ve
Costanova'yı, belki sessiz olarak, göreceğinizi düşünün...
(Az önce
gösterinin arkasından koşan yazarların üçü, gürültüyle haykırışarak büyük
kapıdan girerler.)
BİRİNCİ YAZAR
Paroni! Paroni!
İKİNCİ YAZAR
Tanrı'nın öfkesi
alanın üstüne boşanmış!
ÜÇÜNCÜ YAZAR
Gel, gel,
Leopoldo!
(Camlı kapıdan,
elinde isli bir gaz lambası olan, mağrur cumhuriyetçi Leopoldo Paroni çıkar.
Ellisinin üstündedir. Aslan yelesine benzeyen gür saçlar, iri bir burun, dik
bıyıklar, sivri Mefisto sakal, kırmızı boyunbağı.)
PARONI
Ne var? Dövüş
filan oldu mu?
(Kâğıtlar
arasında yer açarak lambayı yazı masasına koyar.)
İKİNCİ YAZAR
Kıyasıya.
BİRİNCİ YAZAR
Köylerden gelmiş
sosyalist bir güruh!
PARONI
(Çabuk.)
Cappadonacılara
mı saldırıyorlar?
ÜÇÜNCÜ YAZAR
Yok canım,
bizimkilere, bizimkilere!
BİRİNCİ YAZAR
Gel, koşalım.
Sana gerek var.
PARONI
(Kendini
kurtararak.)
Durun. Polis ne
güne duruyor, Tanrı aşkına? Polis?
BİRİNCİ YAZAR
Polis mi?
Bizimkilerin dayak yemesi genel müfettişin hoşuna gitmez mi sanıyorsun? Gel,
gel!
PARONI
Gidelim, evet,
gidelim!
(Hemen davranan
üçüncü yazara.)
Git, şapkamla
bastonumu al. - Conti ile Fabrizi nerede?
İKİNCİ YAZAR
Oradalar.
Ellerinden geldiğince karşı koyuyorlar.
BİRİNCİ YAZAR
Kendilerini
savunuyorlar!
PARONI
Cappadonacılar
olsun polis çağırmadı mı canım?
BİRİNCİ YAZAR
Bir tanesi yok
ortada. Anında toz oldular.
PARONI
Peki, siz niye
beni çağırmaya böyle üçünüz birden geldiniz? İkiniz orada kalıp içinizden
yalnızca birini gönderebilirdiniz!
ÜÇÜNCÜ YAZAR
(Yazı işleri
odasından dönerek.)
Bastonu
bulamıyorum.
PARONI
Köşede canım,
askının yanında.
BİRİNCİ YAZAR
Gidelim, gidelim
artık! Ben benimkini sana veririm!
PARONI
Ya sen ne
yapacaksın bastonsuz, kavga sırasında?
(Tam bu sırada
ürkmüş, soluk soluğa, bayan Rosa Lavecchia girer içeri. Ellisinin üstünde,
kırmızı saçlı, zayıf, gözlüklü, erkek gibi giyinmiş, evde kalmış bir kızdır
bu.)
ROSA
(Çok yorgun,
soluğu nerdeyse kesilmiş.)
Tanrım, aman
Tanrım!
PARONI ve
ÖTEKİLER
(Telaş ve
üzüntüyle.)
Ne var? Ne var?
Ne oldu?
ROSA
Bilmiyor musunuz?
PARONI
Birini mi
öldürdüler?
ROSA
(Hiçbir şeyden
haberi olmadığını gösteren bir bakışla.)
Yo. Nerede?
BİRİNCİ YAZAR
Nasıl? Gösteri
olduğunu bilmiyor musun?
ROSA
(Önceki gibi.)
Gösteri mi?
Hayır, haberim yok. - Zavallı Pulino'nun evinden geliyorum.
İKİNCİ YAZAR
E, ne olmuş?
ROSA
Kendini öldürmüş.
BİRİNCİ YAZAR
Kendini mi öldürmüş?
PARONI
Pulino mu?
ÜÇÜNCÜ YAZAR
Lulu Pulino
kendini mi öldürmüş?
ROSA
İki saat önce.
Evinin mutfağında, gaz lambasının takıldığı çengelde asılı buldular.
BİRİNCİ YAZAR
Asılı mı?
ROSA
Ne gösteri!
Görmeye gittim. Gözleri ve dili dışarıda, parmakları büzülmüş, kapkara
morarmış... Odanın ortasında sallanıp duruyordu o upuzun boyuyla...
İKİNCİ YAZAR
Şu işe bak sen,
zavallı Pulino!
BİRİNCİ YAZAR
Tükenmişti zaten,
zavallıcık; son günlerini yaşıyordu.
ÜÇÜNCÜ YAZAR
Ama böyle bir
son!
İKİNCİ YAZAR
Acı çekmekten
kurtuldu, hiç olmazsa!
BİRİNCİ YAZAR
Artık ayakta
duracak hali bile kalmamıştı...
PARONI
Ama, bana
kalırsa, yaşamaktan bıkan bir insanın böyle bir şey yapması aptallık -
BİRİNCİ YAZAR
Ne yapması? -
İKİNCİ YAZAR
Kendini öldürmesi
mi?
ÜÇÜNCÜ YAZAR
Niçin aptallık
olsun, canım? -
BİRİNCİ YAZAR
Günleri sayılıysa
artık! -
İKİNCİ YAZAR
Onun yaşaması da
yaşamak mıydı? -
PARONI
İyi ya! - Yol
parasını da verirdim ben üstelik! -
ÜÇÜNCÜ YAZAR
Yol parası mı? -
BİRİNCİ YAZAR
Sen ne diyorsun
yahu?
İKİNCİ YAZAR
Öbür dünyaya mı?
PARONI
Hayır: Roma'ya:
Roma'ya yapacağı bir yolculuğun parasını öderdim diyorum! - Biri yaşamından
bıkıp da ona son vermek isteyince, son vermeden önce... Ah, bilseniz!.. Ne
büyük bir zevk olurdu benim için... Hiç olmazsa ölümümle bir işe yaramak,
diyorum! Bağışlayın: Hastayım: Yarın öleceğim; memleketimin yüz karası, varlığı
hepimiz için utanç kaynağı olan bir adam var, Guido Mazzarini: İyi ya, önce onu
öldürürüm, sonra da kendimi! İşte, yapılması gereken! - Kim böyle yapmazsa
aptalın tekidir!
ÜÇÜNCÜ YAZAR
Düşünmemiştir
bile, zavallıcık!
PARONI
Onun iki saat
önceye kadar yaşadığı gibi, hepimizi ezen, bütün bir memleketin yüz karası
olan, hatta soluduğumuz havayı ağırlaştıran bu utanç altında yaşanırsa, nasıl
olur da düşünülemez? Eline ben verirdim tabancayı! Öldür onu önce, kendini
sonra öldür, aptal!
(Bu anda, büyük
kapıdan, öteki iki yazar sevinçle girer.)
DÖRDÜNCÜ YAZAR
Tamam! Bitti!
BEŞİNCİ YAZAR
Sopayla
sürüldüler, bir koyun sürüsü gibi!
BİRİNCİ YAZAR
(Soğuk.)
Polis mi işe
karıştı?
DÖRDÜNCÜ YAZAR
Evet, ama en
sonunda...
BEŞİNCİ YAZAR
Bizimkiler çoktan
- görmeliydiniz bir - aslanlar gibiydiler - önlerine kattıktan sonra herifleri!
DÖRDÜNCÜ YAZAR
Derileri yüzüldü
sopa yemekten!
(Sonra,
kendisiyle arkadaşının coşkusuna kimsenin katılmadığını görerek.)
Neyiniz var yahu?
ROSA
Zavallı Pulino...
BEŞİNCİ YAZAR
Pulino'nun ne
ilgisi var?
BİRİNCİ YAZAR
İki saat önce
kendini asmış!
DÖRDÜNCÜ YAZAR
Ne? Lulu Pulino
kendini asmış ha?
BEŞİNCİ YAZAR
Zavallı Lulu!
Evet, söylüyordu, bana da söylemişti acısına son vereceğini... Can çekişmeyecek
hiç olmazsa: çok iyi yaptı!
PARONI
Daha iyisini
yapmalıydı! Aramızda bunu konuşuyorduk biz de! Diyelim ki kendi iyiliği için
kendini öldürmek zorundaydı, Roma'ya gidip herkesin düşmanı olan Guido
Mazzarini'yi öldürerek, herkese, memleketine, bir iyilik yapamaz mıydı? Hiçbir
şeye mal olmazdı ona, yolculuk bile, yol parasını da ben verirdim, işke şeref
sözü size. Böyle tam aptalcasına ölmüş oldu!
BİRİNCİ YAZAR
Yeter, geç oldu
artık!
İKİNCİ YAZAR
Evet, evet... Bu
akşamın haberleri de yarına kalsın!
ÜÇÜNCÜ YAZAR
Pazara kadar
vaktimiz var nasıl olsa.
İKİNCİ YAZAR
(Acıdığını
gösteren bir iç çekişle.)
Zavallı
Pulino'dan da söz ederiz!
ROSA
(Paroni'ye.)
İstersen, ben söz
edebilirim ondan, Paroni, gözlerimle gördüm.
DÖRDÜNCÜ YAZAR
Geçerken biz de
uğrayıp görebiliriz, canım.
ROSA
Belki hâlâ asılı
bulursunuz onu! Kaldırmak için galiba Borgo'dan dönmesi gereken Yargıç
bekleniyor.
PARONI
Yazık!
Memleketimizin öcünü almış olsaydı, pazar günkü sayımızı tümüyle ona
ayırabileceğimizi düşünmek yok mu!
BİRİNCİ YAZAR
(Kanepenin
üstündeki Luca'nın en sonunda farkına vararak.)
O... Buraya
bakın! Luca Fazio burada!
(Hepsi dönüp
bakar.)
PARONI
Vay, Luca, sen
ha?
İKİNCİ YAZAR
Ne? Ağzını
açmadan oturdun orada, ha?
ÜÇÜNCÜ YAZAR
Ne zaman geldin?
LUCA
(Yerinden bile
kımıldamadan, kuru.)
Bu sabah.
DÖRDÜNCÜ YAZAR
İyi değilsin
galiba.
LUCA
(Karşılık
vermekte gecikir, önce eliyle bir işaret yapar, sonra.)
Hemen hemen
Pulino gibi.
PARONI
(Gezgin Satıcı'yı
görerek.)
Ya siz,
bağışlayın ama, kimsiniz?
GEZGİN SATICI
Kâğıt
gereksinmeniz için geldim, Bay Paroni.
PARONI
Ya... Sangone
Kâğıt Fabrikaları'nın gezgin satıcısısınız demek siz? Yarın uğrayın lütfen,
şimdi geç oldu.
GEZGİN SATICI
Yalnızca,
sabahleyin bayım, akşam olmadan yola çıkmak istiyorum çünkü.
BİRİNCİ YAZAR
Hadi gidelim. İyi
geceler, Leopoldo.
(Ona karşılık
veren Paroni'yi ötekiler de esenler.)
DÖRDÜNCÜ YAZAR
(Luca Fazio'ya.)
Sen gelmiyor
musun?
LUCA
(Düşünceli.)
Hayır. Paroni'ye
bir şey söylemem gerekiyor.
PARONI
(Kuşkulu.)
Bana mı?
LUCA
(Önceki gibi.)
İki dakika.
(Birden
akıllarına gelen, "kendini aptalcasına öldüren" Pulino'nun durumuyla
onun umutsuz durumu arasındaki benzerlik, konuşulanlardan sonra, hepsinin
şaşkın şaşkın ona bakmasına neden olur.)
PARONI
Şimdi, herkesin
yanında olmaz mı?
LUCA
Hayır, yalnızca
sana.
PARONI
(Ötekilere.)
Siz gidin,
öyleyse. İyi geceler, dostlarım.
(Yeniden
esenleşirler.)
GEZGİN SATICI
Saat ona doğru
gelirim.
PARONI
Daha erken gelin
hatta, daha erken, isterseniz. Güle güle.
(Paroni ve
ayaklarını divandan yere indirip öyle eğilmiş, önüne bakarak oturmakta olan
Luca Fazio'dan başka hepsi gider. Paroni isteksiz bir tavırla Luca'nın yanına
yaklaşıp bir elini omzuna koymak ister.)
Demek, sevgili
Luca, sevgili dostum, demek...
LUCA
(Hemen bir kolunu
kaldırarak.)
Yok, yaklaşma.
PARONI
Niçin?
LUCA
Öksürtüyorsun.
PARONI
Gerçekten
hastasın sen, görünüşünden de belli ya...
LUCA
(Başıyla evet
diye işaret ederek.)
Ancak seninle
konuşacak kadar gücüm var: O kapıyı kapa iyice.
(Başıyla büyük
kapıyı gösterir.)
PARONI
(Dediğini
yaparak.)
Şimdi.
LUCA
Sürgüsünü de sür.
PARONI
(Gülerek bu
dediğini de yapar.)
Ne gereği var;
kimse gelmez artık. İstediğin gibi konuşabilirsin. İkimizin arasında kalır.
LUCA
Şu kapıyı da
kapa.
(Camlı kapıyı
gösterir.)
PARONI
(Önceki gibi.)
Niye canım?
Yalnız yaşadığımı biliyorsun. Kimse yok artık orada. Hatta gidip ışığı da
söndüreyim.
(Gider.)
LUCA
Sonra kapa yine.
Öyle pis bir sigara kokusu geliyor ki...
(Paroni yazı
işleri odasına girer, ışığı söndürür, sonra döner, kapıyı kapar. Bu arada Luca
Fazio da ayağa kalkmıştır.)
PARONI
Bu da tamam. E,
söyle bakalım şimdi.
LUCA
Açıl, açıl...
PARONI
Niye canım,
kendin için mi söylüyorsun, yoksa benim için mi?
LUCA
Senin için de.
PARONI
Ama ben
korkmuyorum.
LUCA
Dur bakalım,
acele etme korkmuyorum demekte.
PARONI
Söyleyeceğine
gelelim şimdi. Otur, otur...
LUCA
Hayır, ayakta
kalacağım.
PARONI
Roma'dan mı
geliyorsun?
LUCA
Roma'dan. Şu
gördüğün durumda. Birkaç bin liretim vardı. Hepsini yedim. Az bir şey kalmıştı,
onunla da...
(Bir elini ceketinin
cebine sokup kocaman bir tabanca çıkarır.)
...şu tabancayı
satın aldım.
PARONI
(Adamın elindeki
silahı görünce sapsarı kesilir ve içgüdüyle ellerini havaya kaldırır.)
O da ne? Dolu
olmasın?
(Luca'nın
tabancayı incelediğini görerek.)
Hey, Luca, dolu
mu?
LUCA
(Soğuk.)
Dolu.
(Sonra, ona
bakarak.)
Korkmadığını
söylemiştin.
PARONI
Yok, ama... Tanrı
saklasın...
(Silahı elinden
almak içinmiş gibi yaklaşmaya davranır.)
LUCA
Yaklaşma, dinle.
Roma'da odama kapanmıştım, yaşamıma son vermek için.
PARONI
Ne delilik!
LUCA
Evet, delilik:
Gerçekten yapmak üzereydim bu deliliği. Hem de aptalcasına, evet, sen haklısın!
PARONI
(Ona bakar, sonra
sevinçten parlayan gözlerle.)
Ah, yoksa sen,
yoksa sen gerçekten...?
LUCA
(Hemen.)
Bekle, ne
olduğunu göreceksin.
PARONI
(Önceki gibi.)
Pulino için
söylediklerimi duydun mu?
LUCA
Evet. Zaten onun
için buradayım.
PARONI
Sen yapar mıydın?
LUCA
Hemen şimdi.
PARONI
(Coşkulu.)
Ya, çok iyi!
LUCA
Dur da dinle
beni. Tam tabancayı şakağıma dayamıştım ki kapının çalındığını işittim.
PARONI
Sen, Roma'da?
LUCA
Roma'da. Açtım.
Kim gelmiş dersin? Guido Mazzarini.
PARONI
O? Senin evine?
Ya sonra?
LUCA
Beni elimde
tabancayla görüp yüzümden de ne yapmak istediğimi anlayınca bana doğru koştu,
kollarımdan yakaladı, sarsarak haykırdı: "Nasıl olur? Kendini böyle
öldürüyorsun ha? Aman Luca, doğrusu senin bu kadar aptal olduğunu bilmezdim!
Yok, ille yapmak istiyorsan bunu... Yol paranı ben veririm... Hemen
Costanova'ya git ve önce Leopoldo Paroni'yi öldür, benim için."
PARONI
(Bu garip ve
korkutucu konuşmaya dalmış, yüreği çarparak bir şiddet davranışı bekler
durumdayken, adeta elinin kolunun tutmaz olduğunu duyumsar birden ve hüzünlü,
boş bir gülümseyişle ağzını açar. )
...Şaka mı
ediyorsun?
LUCA
(Bir adım geri
çekilir; bir yanağının burnuna yakın bir yerinde belirir gibi olan bir
titreyişle, ağzını çarpıtarak.)
Hayır, şaka
etmiyorum. Mazzarini yol paramı verdi.
PARONI
Senin mi? Ne
diyorsun?
LUCA
Ben de geldim
işte. Şimdi, önce seni öldüreceğim, sonra da kendimi.
(Tabancalı kolunu
kaldırıp nişan alır.)
PARONI
(Ürkü içinde,
elleriyle yüzünü örterek silahtan korunmaya çalışır ve bağırır.)
Yapma, deli
misin? Böyle şaka mı olur? Delirdin mi sen?
LUCA
(Buyurgan,
korkunç.)
Kımıldama, ateş
ederim yoksa!
PARONI
(Taş gibi donup
kalır.)
Peki... Tamam...
tamam...
LUCA
Deli ha? Senin
gözünde deliyim demek? Şimdi bana deli diyorsun ama, daha az önce, kendini
asmadan önce Roma'ya gidip Mazzarini'yi öldürmediği için zavallı Pulino'ya
aptal deyip duruyordun.
PARONI
(Karşı çıkmayı
deneyerek.)
Arada büyük fark
var ama. Çok büyük fark. Ben Mazzarini... Mazzarini değilim.
LUCA
Fark mı? Sizin
yaşamınızla, bütün bu soytarılıklarınızla bir ilgisi kalmamış olan Pulino gibi,
benim gibi biri için ne fark olsun istersin? Seni, bir başkasını ya da yoldan
ilk geçeni öldürmek bir bizim için.
PARONI
Bağışla ama, hiç
de aynı şey değil. En yararsızı, en budalacası olurdu o zaman suçların!
LUCA
Demek sen, bizim
için her şeyin bittiği son anda bile, senin ya da bir başkasının kininin,
şarlatanca çatışmalarınızın aracı olmamızı istiyor, olmayınca da aptal diyorsun
bize ha? İyi ya: Bana da Pulino gibi aptal denmesini istemiyorum ben, bu yüzden
de seni öldüreceğim. (Yeniden silahını kaldırıp nişan alır.)
PARONI
(Tabancanın
namlusunun önünden kaçmak için kıvranıp yalvararak.)
Acı bana! Hayır,
hayır... Ne yapıyorsun? Yo! Niçin ama? Hep dostun oldum senin... Acı...
LUCA
(Gözlerinde
tetiği çekme isteğinin yaktığı delice bir parıltıyla.)
Dur! Dur! Diz
çök!
PARONI
(Diz üstü
düşerek.)
İşte... İşte...
Acı bana! Yapma!
LUCA
(Sırıtarak.)
E, biri
yaşamından bıkarsa... Soytarı! - Sakin ol, öldürmeyeceğim seni. Kalk ayağa,
uzak dur yalnızca...
PARONI
(Kalkarak.)
Kötü bir şakaydı
bu yaptığın, biliyor musun? Elinde silah olmasa biraz zor olurdu böyle
davranman.
LUCA
Elbette. Sen de
korkuyorsun, bunu yapmamın bana hiçbir şeye mal olmayacağını biliyorsun çünkü.
İyi bir cumhuriyetçi olarak da özgür düşüncelisin, ha? Tanrı'ya da inanmazsın sen. Elbette.
Pulino'ya aptal diyemezdin yoksa.
PARONI
Ama ben o sözü...
söyledim, çünkü... memleketim adına nasıl utanıyorum, bilirsin... onun için...
LUCA
Aferin, aferin...
Özgür düşüncelisin ama, yadsıyamazsın bunu. Gazetende de yazıp duruyorsun
ayrıca.
PARONI
(Geveleyerek.)
Özgür
düşünceli... Ama sen de, başka bir dünyada ceza ya da armağan beklemiyorsun,
sanırım.
LUCA
Yo, hayır! Yirmi
altı yıllık deneyimlerimin ağırlığını öte yana da taşımak zorunda olduğuma
inanmak en dayanılmaz şey olurdu benim için.
PARONI
Demek...
görüyorsun ki... -
LUCA
(Hemen.)
Yapabilirdim de
bu işi. Seni bir hiç gibi öldürebilirdim, benim için de öbür dünya kaygısı
olmadığına göre. Ama öldürmüyorum. Ne de öldürmezsem bir aptal olacağıma
inanıyorum. Acıyorum sana, maskaralıklarına. Nasıl uzak görüyorum seni, bilsen!
Küçük, sevimli görünüyorsun hatta gözüme. Evet, zavallı küçük adam, kızıl
saçların, hele o boyunbağın yok mu? - Ama, biliyor musun? Şu yaptığın
maskaralık da belgesiz kalmamalı herhalde.
PARONI
(Düştüğü
şaşkınlık içinde iyi işitmez.)
Ne diyorsun?
LUCA
Belge diyorum,
belge. Hakkı da vardır buna, benim gibi, yaşamla ölüm arasındaki sınıra gelmiş
bir adamın. Karşı da gelemezsin. Otur, otur şuraya da yaz.
(Tabancasıyla
yazı masasını gösterir.)
PARONI
Yazayım mı? Ne
yazayım? Ciddi mi söylüyorsun?
LUCA
Ciddi, ciddi.
Git, otur oraya da yaz.
PARONI
Ne yazmamı
istiyorsun ama?
LUCA
(Önceki gibi,
tabancayı göğsüne çevirerek.)
Kalk, git otur
oraya diyorum sana!
PARONI
(Silahtan duyduğu
korkuyla yazı masasına giderek.)
Bitmedi mi daha
canım?
LUCA
Otur ve kalemi
eline al... Kalemi, çabuk.
PARONI
(Dediğini
yaparak.)
Ne yazacağım
peki?
LUCA
Söyleyeceklerimi.
Şimdi alttan alıyorsun ama seni bilirim ben: Yarın, ben de Pulino gibi kendimi
öldürünce, ibiğin kabarır hemen, önüne gelen yerde benim de bir aptal olduğumu
söyler gezersin.
PARONI
Yok ama! Şu düşündüğüne
bak hele! Çocukluk canım bunlar!
LUCA
Seni tanırım.
Pulino'nun öcünü almak istiyorum ben, kendim için yapmıyorum. Yaz!
PARONI
(Küçük masanın
üstüne bakarak.)
Ama nereye
yazayım istiyorsun?
LUCA
Şuraya, şu
önündeki kâğıt parçasına yaz yeter...
PARONI
Ne ama?
LUCA
İşte. İki sözcük.
Bir bildiricik.
PARONI
Kime?
LUCA
Hiç kimseye. Sen
yaz işte. Yalnızca bu koşulla bağışlarım yaşamını. Ya yazarsın ya da öldürürüm
seni!
PARONI
Peki, yazıyorum.
Söyle.
LUCA
(Yazdırır.)
"Aşağıda
imzası bulunan ben Leopoldo Paroni, duyduğum acı ve pişmanlığın..."
PARONI
(Karşı gelerek.)
Hadi canım, niçin
pişman oluyormuşum bakalım?
LUCA
(Gülümseyerek,
şaka edercesine silahı şakağına doğrultur.)
Ya, pişmanlık
duymak da istemiyorsun demek?
PARONI
(Silaha bakmak
için başına oynatarak.)
Anlayalım
bakalım, neden pişman olacakmışım?
LUCA
(Yeniden
yazdırmaya başlar.)
"Aşağıda
imzası bulunan ben Leopoldo Paroni, arkadaşlarımın ve dostlarımın önünde,
kendini öldürmeden önce, Roma'ya..."
PARONI
Ha, buymuş demek?
LUCA
Evet, bu: Yaz:
"... Roma'ya gidip Mazzarini'yi öldürmediği için Pulino'ya aptal
dediğimden dolayı büyük bir pişmanlık ve acı duyuyorum." İşin doğrusu bu
işte. Yol parasını verme kısmını da atlıyorum hatta. Yazdın mı?
PARONI
(Başeğerek.)
Yazdım. Sonra?
LUCA
(Yeniden
yazdırmaya başlayarak.)
"Luca Fazio
kendini öldürmeden önce..."
PARONI
Gerçekten mi
öldürmek istiyorsun kendini?
LUCA
O benim işim.
Yaz: "... Kendini öldürmeden önce gelip beni buldu..." Tabancalı
olarak diye de ekleyelim mi?
PARONI
(Dayanamayarak.)
Evet, evet, izin
ver de o kadar olsun!
LUCA - Yaz, yaz,
tabancayla. Nasıl olsa, izinsiz silah taşımaktan ceza veremezler bana. Evet,
yazdın mı? Devam et: "... tabancalı olarak, gelip beni buldu ve
Mazzarini'nin ya da bir başkasının kendisine, aynı biçimde aptal dememesi için
beni bir köpek gibi öldürmesi gerektiğini söyledi."
(Paroni'nin
yazmayı bitirmesini bekler, sonra sorar:)
"Bir köpek
gibi" diye de yazdın mı? İyi! Satır başı. "Bunu yapabilirdi, ama
yapmadı. Bunun nedeni, gösterdiğim alçaklık karşısında..."
(Paroni başını
kaldırınca, derhal, buyururcasına.)
Hayır, yaz, yaz:
"acıma", sonra ekle: "iğrenme". - İşte, tamam. -
"İğrenmeyle karışık bir acıma duygusuna kapıldı."
PARONI
Bu artık...
LUCA
Gerçeğin ta
kendisi... Silahlıyım da onun için, doğal olarak.
PARONI
Hayır, dostum:
seni hoşnut etmeye çalışıyorum şimdi ben...
LUCA
İyi, iyi, hoşnut
et bakalım. Yazdın mı?
PARONI
Yazdım, yazdım.
Bu kadarı da yeter gibi geliyor bana.
LUCA
Hayır, bekle:
Bitirelim! İki sözcük, yalnızca iki sözcük kaldı bitirmek için.
PARONI
Daha ne bitirmesi
canım?
LUCA
Evet, şöyle yaz:
"Luca Fazio'ya gerçek aptalın ben olduğumu söylemem yetti."
PARONI
(Kâğıdı iterek.)
Bağışla ama, bu
kadarı da fazla artık!
LUCA
(Kesin, hece hece
söyleyerek.)
"... gerçek
aptalın ben olduğumu söylemem yetti." Sen, dostum, tependeki bu silaha
bakacağına önündeki kâğıda baksan, özsaygını daha iyi korursun, bana kalırsa.
Pulino'nun öcünü almak istediğimi söylemiştim sana. İmzala, şimdi.
PARONI
Al sana imza.
Başka bir şey?
LUCA
Ver buraya.
PARONI
(Kâğıdı
uzatarak.)
Al. İyi ama, bunu
ne yapacaksın şimdi? Kendini gerçekten yok etmek istiyorsan...
LUCA
(Yanıt vermez;
Paroni'nin yazdıklarını okuyup bitirir; sonra.)
İyi. Güzel. Ne mi
yapacağım? Hiç! Üstümde bulurlar yarın.
(Dörde katlayıp
cebine sokar.) Sen de şimdi, benim, senin az önce yaptığından birazcık daha zor
bir iş yapmaya gittiğimi düşünerek avunabilirsin. Kapıyı aç.
(Paroni dediğini
yapar.)
İyi geceler.
(Perde iner.)
.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
(1923)
KİŞİLER
Ağzı Çiçekli Adam
Sessiz Müşteri
Ek: Sona doğru,
belirtilen yerlerde, başında sarkık tüylü eski bir şapka olan, karalar giyinmiş
bir kadın gölgesi, köşe başından iki kez görünecek.
Dipte bir
caddenin ağaçları görünür, yaprakların arasından elektrik lambalarının ışıkları
sızmaktadır. İki yanda, caddeyle birleşen bir sokağın son evleri. Soldaki
evlerin altında yoksul bir sabahçı kahvesi; kahvenin önünde kaldırım üstüne
atılmış iskemle ve masalar vardır. Sağdaki evlerin önünde yanan bir lamba.
Geniş yolla köşe yapan soldaki son evin önünde de, yine yanan bir fener. Gece
yarısını biraz geçmiş. Uzaktan, ara sıra, bir mandolinin titreyen sesi duyulur.
Perde
açıldığında, Ağzı Çiçekli Adam masalardan birine oturmuş, yan masada bir
kamışla nane şurubunu yudumlayan Sessiz Müşteri'yi uzun uzun, sessizce inceler.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
A, şunu demek
istiyordum. Demek, sessiz bir adamsınız siz... Treni mi kaçırdınız?
SESSİZ MÜŞTERİ
Bir dakika
yüzünden, biliyor musunuz! İstasyona giriyorum ve trenin kalktığını görüyorum.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Arkasından
koşabilirdiniz!
SESSİZ MÜŞTERİ
Doğru! Gülünecek
bir şey biliyorum. Elim o paketlerle, paketçiklerle dolu olmasaydı, Tanrım,
yeterdi! Bir eşeğinkinden çoktu yüküm! Ama kadınlar - sipariş... sipariş... -
bitmek tükenmek bilmez. Tam üç dakika uğraştım, inanın, arabadan indikten
sonra, bütün o paketlerin ilmeklerini parmaklarıma geçirebilmek için; parmak
başına iki paket.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Aman ne hoş! Ben
olsaydım ne yapardım, biliyor musunuz? Arabada bırakırdım onları.
SESSİZ MÜŞTERİ
Ya karım? Ya
kızlarım? Ya bütün o arkadaşları, ahbapları?
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Bas bas
bağırırlardı! Çok eğlenirdim doğrusu!
SESSİZ MÜŞTERİ
Tabii siz
kadınların yazlıkta ne biçim şeyler olduklarını bilmiyorsunuz.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Nasıl bilmem! Hem
de çok iyi bilirim, onun için...
(Sessizlik.)
Hiçbir şeye
gereksinmeleri olmayacağını söyler hepsi.
SESSİZ MÜŞTERİ -
Hepsi bu mu? Hatta para biriktirmek için gittiklerini bile ileri sürebilirler.
Sonra, bu yakınlarda bir köye varır varmaz, bu berbat, yoksul, pis köyde en
göze batıcı biçimde süslenme tuhaflığına kapılırlar! E, kadınlar, sevgili
bayım! Ama zaten onların işi de bu... - "Kente kadar bir uzanabilseydin,
sevgilim! Şuna çok gereksinmem vardı... şuna da... ve bir de sana sıkıntı
olmazsa... Şu "sıkıntı olmazsa" sevgili bayım... Sonra, orada
olduğuna göre, yolunun da üstünde..." - Fakat üç saatte bu kadar işi
yapmamı nasıl istersin, sevgilim! " Öff... Neler diyorsun yine! Bir
arabaya bindin mi..." İşin kötüsü, yalnızca üç saat kalacağımdan evin anahtarlarını
da almamıştım.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Ooo, bu güzel
işte! Ya sonra?
SESSİZ MÜŞTERİ
O bir yığın
paketi istasyonda, emanete bıraktım ve gidip bir lokantada akşam yemeği yedim;
sonra da can sıkıntısından tiyatroya gittim. Sıcaktan bayılacaktım. Çıkışta, ne
yapayım diye düşündüm. Saat on iki olmuş bile, ilk trense saat dörtte. Üç
saatlik uyku için para vermeye değmez dedim ve buraya geldim. Bu kahve sabaha
kadar kapanmıyor, değil mi?
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Kapanmaz, hayır
bayım.
(Sessizlik.)
Demek bütün
paketleri istasyonda emanete bıraktınız?
SESSİZ MÜŞTERİ
Niye
soruyorsunuz? Orada güvende değiller mi yoksa? Hepsi sıkı sıkı bağlıydı...
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Yo, yo, bunu
demek istemedim!
(Sessizlik.)
Ee, iyi
bağlanmış, düşünebiliyorum: Genç satıcıların o kendilerine özgü, satılan malı
sarma sanatları...
(Sessizlik.)
Ne eller! Geniş,
çift kat, kırmızı, yumuşacık bir kâğıt... Yalnızca görmesi bile bir zevk...
Serin okşayışını duyumsamak için yüzünü süreceği gelir insanın, öylesine düz...
Kâğıdı tezgahın üstüne yayar ve güzelce katlanmış, hafif kumaşı kibar bir
kesinlikle kâğıdın ortasına yerleştiriverirler. Ellerinin sırtıyla, kâğıdın bir
ucunu alttan kaldırır, sonra öteki ucunu üstüne getirirler; ve bir de ağız
bırakırlar burada, kıvrak bir incelikle; sonra kâğıdı diğer iki yandan, üçgen
biçiminde katlar, iki ucunu alta kıvırır ve sicim kutusuna uzanırlar; bağlamaya
yetecek kadar çekip alır ve öylesine çabuk bağlarlar ki onların bu ustalığına
hayran olacak zamanı bile bulamadan, paketi, parmağınızı geçireceğiniz ilmiği
de hazır olarak, size sunduklarını görürsünüz.
SESSİZ MÜŞTERİ
Ee, tezgahtar
gençleri epey incelediğiniz belli.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Ben mi? Günlerimi
böyle geçiririm, sevgili bayım. Bir dükkânın vitrini önünde bir saat
kımıldamadan durup içeriyi seyredebilirim. Kendimi unutuyorum. Şeymişim gibi
geliyor bana... o kumaş... Gerçekten ordaki o ipekli kumaş, o püskül, o kırmızı
yahut mavi kurdele olmak isterdim... Hani tezgahtarlar metreyle ölçtükten
sonra, - nasıl yaparlar, gördünüz mü hiç? - kâğıda sarmadan önce sol ellerinin
başparmağıyla serçeparmağına toplayıverirler ya.
(Sessizlik.)
Koltuklarındaki,
ellerindeki ya da ilmiklerinden parmaklarına taktıkları paketle dükkândan çıkan
erkek ya da kadın müşterilere bakıyor, görünmez oluncaya kadar izliyorum
onları, gözlerimle... düşler kurarak. Uuu, neler kuruyorum, bir bilseniz!
Nerdeee?
(Sessizlik.
Sonra, boğuk bir sesle, kendi kendine konuşur gibi.)
Ama bana yarıyor,
bana yarıyor bu.
SESSİZ MÜŞTERİ
Size yarıyor mu?
Bağışlayın ama, ne?
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Yaşama böyle -
düş kurarak yani - bağlanmak. Demir parmaklıklara sarılan bir sarmaşık gibi.
(Sessizlik.)
Ah, bir an bile
bırakmamak düş kurmayı: Başkalarının yaşamlarına girmek hep böyle, durmadan...
Tanıdıklarımın değil ama. Yo, yo. Yapamazdım bunu. Sıkılıyorum, bulantı veriyor
bana. Yabancıların yaşamlarıysa düşlemimin özgürce çalışabileceği bir alan.
Gelişigüzel değil ama, en küçük belirtiyi değerlendirerek. Bilseniz ne çok
çalışır düşlemim, nasıl çalışır! nerelere kadar girerim! Falanın ya da filanın
evinin görür, girip içinde yaşamaya başlarım, o kokuyu duyuncaya kadar... Her
evde bulunan o her evin kendine özgü kokusunu, biliyor musunuz? - Kendi
evimizdekinin farkına varmayız, yaşamımızın kokusudur o çünkü, anlatabiliyor
muyum? Eh, görüyorum ki evet diyorsunuz.
SESSİZ MÜŞTERİ
Evet, çünkü...
Düş kurmaktan büyük bir keyif alıyor olmalısınız.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
(Kuşkuyla, biraz
düşündükten sonra.)
Keyif mi? Ben mi?
SESSİZ MÜŞTERİ
Öyle... Sanıyorum
ki...
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Söyleyin bana,
hiç iyi bir doktora gittiniz mi siz?
SESSİZ MÜŞTERİ
Ben mi? Hayır.
Niçin? Hasta değilim ki.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Telaşlanmayın.
Böyle bir doktorun bekleme odasını gördünüz mü diye soracaktım. Hani şu
hastaların muayene sıralarını bekledikleri.
SESSİZ MÜŞTERİ
A, tabii.
Kızlarımdan birini götürmüştüm. Sinirleri bozuktu.
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
İyi. Onu bilmek
istemiyorum. O odalar...
(Sessizlik.)
Dikkat ettiniz
mi? Koyu renk, eski biçim bir kanepe... Birbirine benzemeyen, kimileri minderli
iskemleler... O zavallı koltuklar... Gelişigüzel satın alınmış, elden düşme,
müşteriler için oraya konuvermiş eşyalardır bunlar; hiçbiri evin değildir.
Doktor beyin kenoisi için, eşinin arkadaşları için başka bir salonu vardır... Zengin ve güzel.
Bu derme çatma, orta halli mobilyayla idare edilen bekleme odasında, evden
getirilecek birkaç iskemle ya da koltuk kimbilir nasıl sırıtırdı! Kızınızla
birlikte gittiğiniz zaman, sıranızı beklerken oturduğunuz iskemleye ya da
koltuğa dikkat ettiniz mi?
SESSİZ MÜŞTERİ
Ben mi? Hayır.
Gerçekten...
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Ya, sahi, hasta
değildiniz...
(Sessizlik.)
Hastalar da
dikkat etmezler. Hastalıklarıyla uğraşmaktan...
(Sessizlik.)
Bazıları da,
oturdukları koltuğun kol dayanağında anlamsız biçimler çizen parmaklarına dalıp
giderler. Düşünür ve hiçbir şey görmezler.
(Sessizlik.)
Doktorun yanından
çıkınca, bekleme odasından geçerken, az önce, henüz bilmediğiniz hastalığınızı
öğrenmek için beklerken oturduğunuz iskemleyi, üstünde yine kendi bilinmeyen
derdine dalmış bir hastayla, ya da boş, böyle bir hastayı beklerken görmek ne
etkileyicidir, değil mi?
(Sessizlik.)
Ne diyorduk? Haa,
tamam... Düş kurmanın keyfi. - Kimbilir niçin, hastaların sıralarını beklediği
doktor bekleme odalarındaki bir iskemleyi düşündüm hemen!
SESSİZ MÜŞTERİ
Öyle...
Gerçekten...
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Bir ilişki
görmüyor musunuz? Ben de.
(Sessizlik.)
Fakat,
birbirinden çok uzak bazı çağrışımlar her birimiz için öylesine özellikler
taşır ve öylesine özel deneyim ve nedenler sonucu doğmuşlardır ki konuşurken
onları kullanmaktan sakınmasaydık birbirimizi anlayamazdık. Bu
benzetmelerden daha saçma bir şey olamaz! (Sessizlik.)
Ama ilişki şu
olabilir belki, bakın: - İskemleler de, üstlerinde oturup doktorun yanına
girmeyi bekleyen hastanın kim olduğunu, derdinin ne olduğunu, nereye
gideceğini, burdan çıktıktan sonra ne yapacağını düşlemekten keyif
alabilirlerdi. - Ne keyfi, canım! Ben de öyle: Keyif filan aldığım yok! Bir
sürü hasta geliyor, onlarsa hep orada, oturulmak için dururlar, zavallı
iskemleler! Eh, benimki de buna benzer bir uğraş işte. Kâh şu uğraştırır beni,
kâh bu. Şimdi de siz uğraştırıyorsunuz işte ve kaçırdığınız trenden, yazlıkta
sizi bekleyen ailenizden, sizde varolduğunu düşünebileceğim dertlerden keyif
filan almadığım da kesin.
SESSİZ MÜŞTERİ
Ah, ne çok,
bilseniz!
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Tanrıya şükredin,
yalnızca böyle dertlerse.
(Sessizlik.)
Beterin beteri
vardır, sevgili bayım.
(Sessizlik.)
Düş kurarak
başkalarının yaşamına bağlanmak zorundayım diyorum size, keyif filan almadan,
en ufak ilgi duymadan... tersine... dertlerini sezmek, yaşamın, sona ermesinin
kimse için gerçekten önemli olmayacak kadar boş ve aptalca olduğu yargısına
varmak için. (Hüzünlü bir öfkeyle.)
İyice
göstermeliyiz bunu, kendimize, biliyor musunuz? Sürekli deney ve örneklerle,
amansızca. Çünkü sevgili bayım, nelerden yapıldığını bilmiyorum ama, var, var,
şurada boğazımızda duyuyoruz bir yumruk gibi, hiçbir zaman hoşnut edilmeyen,
edilemeyen yaşamı, çünkü yaşadığımız biçimiyle, kendine karşı öyle susuzdur ki,
tadılmaya bırakmaz. İçimizde canlı kalan geçmiştedir tat. Orada bizi bağlayan
anılardadır yaşamın keyfi. Ama neye bağlayan? Şu aptallığa... şu
cansıkıntılarına... şu budalaca kuruntulara... tatsız işlere... mi? Evet, evet.
İşke bugünkü davranışlarımız, şu bir aptallık, şu bir cansıkıntısı değil mi?
Şimdi bizim için bir talihsizlik, gerçek bir talihsizlik olan şey dört beş yıl,
on yıl sonra kimbilir nasıl bir tat kazanacak... ne tadına doyulmaz bir anı
olacak şu gözyaşları... Ya yaşam, Tanrım, ya yaşam? Yalnızca, bir gün
yitireceğimizi düşünmek bile... günlerimizin sayılı olduğunu bilince
özellikle...
(Tam bu sırada,
sağ köşeden, gizlice dinleyen, karalar giyinmiş bir kadının başı görünür.)
İşte gördünüz mü?
Orada, o köşede... o kadın gölgesini gördünüz mü? - Ah, saklandı.
SESSİZ MÜŞTERİ
Nasıl? Kim?
Kimdi?
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Görmediniz mi?
Saklandı.
SESSİZ MÜŞTERİ
Bir kadın mı?
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Evet, karım.
SESSİZ MÜŞTERİ
Karınız mı?
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
(Bir sessizlikten
sonra.)
Beni gözlüyor,
uzaktan. Git tekmele diyor şeytan. Boşuna ama. Tekmelendikçe sırnaşan kancık köpeklerden
farkı yok.
(Sessizlik.)
Bu kadın benim
için neler çekmiştir, düşleyemezsiniz. Yemeden içmeden kesildi. Hep peşimde
böyle, gece gündüz, uzaktan uzağa izliyor beni. Başörtüsünün, giysilerinin bir
tozunu bile silkelemiyor artık. - Kadına benzer yeri kalmadı, paçavraya döndü.
Daha otuz dört yaşında, şakaklarına ak düştü.
(Sessizlik.)
Çok
sinirleniyorum, inanın. Üstüne atılıp haykırıyorum bazan, sarsalıyorum:
"Budala!" diye haykırıyorum. Sesini bile çıkarmıyor. Öyle bakıyor
yüzüme, öyle ki içimden gözlerini oymak geliyor. Ne yapsam boş. Peşime takılmak
için uzaklaşmamı bekliyor yine.
(Bu anda, yine
kadının başı görünür.)
İşte, bakın...
Başını uzattı yine, köşeden.
SESSİZ MÜŞTERİ
Zavallı bayan!
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Ne zavallı
bayanı! Benim sessiz, sakin evde oturmamı, bütün o sevgi gösterili üstüme
düşmelerine boyun eğmemi istiyor, anlıyor musunuz? Odaların düzeninden,
mobilyaların pırıl pırıl temizliğinden, evimin o bir zamanlarki, yalnızca yemek
odasındaki saatin tiktaklarıyla bölünen sessizliğinden tat almamı istiyor. bunu
istiyor. Ne saçmalık! Bu isteğinin saçmalığını anlamanız için, soruyorum
şimdi... Yok hayır, ne saçmalığı! Öldürücü vahşiliğini. Sorarım size, Avezzano,
Messina halkları, az sonra deprem olacağını bile bile evlerinde oturabilir,
sakin, kent kurallarına uyarak sokakları, alanları doldurup ayışığını
seyredebilirler miydi? Taştan, tahtadan yapılmış evler bile kaçardı, Tanrım!
Avezzanoluları, Messinalıları düşünün... Yatmak için sessizce soyunduklarını,
giysilerini katladıklarını, ayakkabılarını kapının dışına bıraktıklarını ve
yatağın içine kayıp yeni yıkanmış yumuşacık çarşafların tadını
çıkardıklarını... düşünün! Birkaç saat sonra öleceklerini bile bile... Olabilir
mi bu?
SESSİZ MÜŞTERİ
Ama belki
eşiniz...
AĞZI ÇİÇEKLİ ADAM
Bırakın da
bitireyim. Ölüm , bayım, ölüm birden üstümüze konduğunu fark ettiğimiz şu
garip, iğrenç sineklerden biri gibi olsaydı... Biri yoluna gidiyor, yoldan
geçen bir başkası onu durduruyor ve sakınarak, iki parmağını uzatıp
"Bağışlayın, izninizle sayın bayım, üstünüze ölüm konmuş" diyor ve o
iki parmağıyla yakalayıp atıyor... Ne güzel olurdu! Ama o iğrenç sineklere
benzemez ki ölüm. Sokaktan geçenlerin kimbilir kaçının üstündedir de görmezler,
yarın, ertesi gün yapacaklarını düşünürler sakin, içleri rahat. Şimdi ben...
(Kalkar.)
...sayın bayım,
işte, buraya gelir misiniz biraz?
(Onu da kaldırır,
lambanın altına giderler.)
...buraya,
lambanın altına... Gelin... Bir şey göstereceğim size... Bakın, şuraya, bıyığın
altına... çiçeğe benzeyen bir kabarıklık var, gördünüz mü? Adını biliyor
musunuz? Ah, çok tatlı bir adı var... Karameladan daha tatlı: - Epitelyoma
diyorlar, söyleyin bir, daha iyi duyacaksınız tadını: Epitelyoma... Ölüm,
anlıyor musunuz? Ölüm geçti. Ağzımın kıyısına yapıştırdı bu çiçeği. Al bunu, sekiz
on ay sonra yine geleceğim, dedi.
(Sessizlik.)
Siz söyleyin
şimdi, o zavallının istediği gibi sakin, evde oturabilir miyim ben?
(Sessizlik.)
"Seni öpmemi
mi istiyorsun?" diye haykırıyorum ona. "Evet" diyor, "öp
beni!" - Ne yaptı biliyor musunuz, geçen hafta? Bir toplu iğneyle dudağını
kanattı, sonra başımı yakalayıp öpmek istedi beni... ağzımdan... benimle
birlikte ölmek istediğini söylüyor.
(Sessizlik.)
Deli.
(Sonra, öfkeyle.)
Durmuyorum evde.
Dükkân vitrinlerinden genç tezgahtarları seyredip hayran olmam gerek benim.
Çünkü, anlıyorsunuz, bir an boş kalırsam... anlıyorsunuz değil mi? Hiç
tanımadığım birini öldürebilirim... Sizin gibi talihsizlik sonucu treni
kaçırmış birini vurabilirim, tabancamı çıkarıp...
(Güler.)
Yok, yok,
korkmayın, sevgili bayım, şaka ediyorum!
(Sessizlik.)
Gidiyorum.
(Sessizlik.)
Kendimi
öldürürüm, öldürsem...
(Sessizlik.)
Kayısı mevsimi de
geldi... Nasıl yersiniz siz kayısıyı? Soymadan, değil mi? İkiye ayrılıverirler
zaten, iki parmağınızla şöyle bir sıkınca, hafifçe... bir çift nemli dudak
gibi... Ah, ne hoş!
(Güler.
Sessizlik.)
Yazlıktaki
eşinize, kızlarınıza saygılar.
(Sessizlik.)
Gölgeli yeşil bir
çayırda, mavili beyazlı giysileriyle düşlüyorum onları.
(Sessizlik.)
Bir iyilik yapın
bana, olur mu? Yarın sabah oraya varınca. Köy istasyondan epey çeker
sanırım. - Yürüyebilirsiniz şafakta,
köye kadar. - Yolda raslayacağınız ilk çayırdan bir demet ot koparıp sayın. Kaç
ot varsa demette, o kadar günüm kalmış demektir.
(Sessizlik.)
Kalınca bir demet
olsun ama, ne olur...
(Güler. Sonra.)
İyi geceler,
dostum.
(Uzaktan uzağa
duyulan mandolinin ezgisini mırıldanarak sağdaki köşeye yürür, ama sonra
karısının orada beklediğini düşünerek dönüp öbür köşeye yönelir. Sessiz Müşteri
ise, öyle kalakalmış, gözleriyle izler onu, köşeyi dönünceye dek.)
Yorumlar
Yorum Gönder