Hastalık Hastası - Moliere
Moliere - Hastalık Hastası
KİŞİLER
ARGAN, hastalık hastası.
BÉLINE, Argan'ın ikinci karısı.
ANGÉLIQUE, Argan'ın büyük kızı, Cléante'ın sevgilisi.
LOUISON, Argan'ın küçük kızı; Angélique'in kız kardeşi.
BÉRALDE, Argan'ın erkek kardeşi.
CLÉANTE, Angélique'i seven delikanlı.
MÖSYÖ DIAFOIRUS, hekim.
THOMAS DIAFOIRUS, oğlu; Angélique'le evlendirilmek
isteniyor.
MÖSYÖ PURGON, Argan'a bakan hekim.
MÖSYÖ FLEURANT, eczacı.
MÖSYÖ BONNEFOI, noter.
TOINETTE, hizmetçi kız.
BİRİNCİ
PERDE
SAHNE I
ARGAN.
Odasında,
yalnız başına bir masanın önüne oturmuş, bir takım markalarla sayı sayarak
eczacının hesap pusulalarını incelemekte (1), bir yandan da kendi kendine
konuşmaktadır.
ARGAN - Üç iki daha beş eder; beş daha on eder; on daha yirmi
eder; üç iki daha beş eder. "Keza şehr-i hâlin yirmi dördünde ahşâ ve
em'a-yı
âlîlerini telyin, tartib ve tefrih için müessir, müstahzır ve müleyyin bir
tenkıyecik." (2) Şu bizim eczacı Mösyö Fleurant'ın hoşlandığım bir yönü
varsa, o da hesap pusulalarını hep böyle pek incelikli bir dille yazmasıdır.
"Ahşâ ve em'a-yı âlîleri, bir buçuk frank." Evet ama Mösyö Fleurant,
yalnızca incelikle iş bitmez, biraz da insaflı olmalı, derilerini yüzer gibi
hastaları soymamalı. Bir tenkıye bir buçuk frank. Ben bu işe gelemem, size bunu
daha önce de söylemiştim. Siz zaten öteki pusulanızda bir frank yazmıştınız;
eczacı kısmının bir frank dediği de, aslında elli santimdir; işte elli santim.
"Keza yevm-i mezkûrda batn-ı esfel-i âlîlerini tanzif ve gasl ü tathir
zımnında reçete mucibince katmerli mâcun-ı yekta, râvenr, asel-i verdi
vesaireden mürekkep şiddetli bir tenkıye-i müessire, bir buçuk frank." (3)
İzin verirseniz, elli santim. "Keza yevm-i mezkûr akşamı zât-ı âlîlerini
uyutabilmek üzere tertip edilen muhaddir ve münevvim bir gülâb-ı kebedi, bir
frank yetmiş beş santim." (4) İşte buna diyecek yok, bu ilaç beni iyi
uyuttu. Elli santim, elli santim daha bir frank, seksen yedi buçuk santim. (5)
"Keza, mâh-ı cârînin yirmi beşinci günü safra-yı âlîlerini tahliye ve
ihraç için Mösyö Purgon'un reçetesi mûcibince taze hint hıyarı, sinâmeki ve
sâireden mürekkep müshil ve mukavvî bir devâ-yı şâfî, dört frank." (6)
Aman Mösyö Fleurant, alay mı ediyorsunuz Tanrı aşkına! Hastaları soyup
öldürmemeli; hem yaşatmalı, hem sayelerinde yaşamalı. Mösyö Purgon reçetesine
dört frangı da yazmadı ya! Haydi bunu da sayalım sayalım da, cabadan üç frank
sayalım. Onun da yarısı tam bir buçuk frank eder. "Keza yevm-i mezkûrda
istirahat-i âlîlerini temin için müsekkin ve kâbız bir menku, bir buçuk
frank." (7) Âlâ... Bu da yetmiş beş santim. "Keza, şehr-i hâlin yirmi
altıncı günü gazât-ı âlîlerinin def ü ihracı zımnında dâfî-ür-rîh bir hokne,
bir buçuk frank." (8) Hayır, elli santim, Mösyö Fleurant. "Keza
yevm-i mezkûr akşamı berveçh-i bâlâ ihtikan-ı âlîlerinin tekrarı, bir
frank." (9) Elli santim, Mösyö Fleurant! "Keza mâh-ı cârînin yirmi
yedinci günü zât-ı âlîlerini bir an evvel helâya sevk ile ahlât-ı fasîdelerini
def ü tarda mahsus bir devây-ı müessir, üç frank." (10) Pek iyi, bir buçuk
frank; sizi böyle insaflı gördükçe içim açılıyor. "Keza şehr-i hâlin yirmi
sekizinci günü mübarek kanınızı taltif, tasfiye, tâdil ve tefrih için bir içim
musaffâ şekerli şurutka, bir frank." (11) Ona da eyvallah, ama elli
santim. "Keza reçetesi mûcibince on iki habbe panzehir taş ile, kebbat,
nar vesaire şuruplarından mâmûl edviye-i vâkıyeden bir porson kordiyal, beş
frank." (12) Aman Mösyö Fleurant, rica ederim, öyle yüksekten atıp
tutmayın! Siz böyle davranırsanız, artık kimse hasta olmak istemez; gelin dört
frankla yetinin; onun da yarısı, tam iki frank. Üç iki daha beş eder; beş daha
on eder; on daha yirmi eder. Toplam altmış üç frank yirmi iki buçuk santim. Bu
duruma göre bu ay içinde ben bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi ve toplam
sekiz ilaç almış ve bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on
bir ve toplam on iki tenkıye yaptırmışım; oysa geçen ay, on iki ilaçla yirmi
tenkıye tutmuştu. Onun için bu ay kendimi geçen ayki kadar iyi bulmayışıma
şaşmam. Bu durumu Mösyö Purgon'a anlatayım da, artık bu işe bir düzen versin.
Haydi, şunları kaldırın. Ne o, kimse yok mu? Ne kadar söylesem yararsız, beni
hep böyle yalnız bırakırlar; bunları burada tutmanın yolu yok. (Adamlarını
çağırmak için çıngırak çalar.) İşitmiyorlar; benim çıngırağın da sesi iyi
çıkmıyor ki! Şıngır, şıngır, şıngır, işin yoksa çal. Şıngır, şıngır, şıngır...
Hepsi sağır... Toinette! Şıngır şıngır, şıngır... Ha çalmışım, ha çalmamışım.
Hay köpeğin kızı, hay kaltak! Şıngır, şıngır, şıngır, çıldıracağım geliyor.
(Artık çıngırak çalmaz, haykırır.) Şıngır da şıngır, şıngır da şıngır, şıngır.
Hay leşin çıksın da cehennemin dibine git! Hiç böyle zavallı bir hasta
yapayalnız bırakılır mı? Şıngır da şıngır, şıngır da şıngır, şıngır, şıngır...
Ne acınacak hal! Şıngır, şıngır, şıngır da şıngır, şıngır da şıngır. Aman
Tanrım, öleceğim de kimsenin haberi olmayacak. Şıngır da şıngır, şıngır da
şıngır, şıngır da şıngır!
SAHNE II
TOINETTE, ARGAN.
TOINETTE - (Odaya girerken.) Geliyorum.
ARGAN - Hay rezil, hay kaltak!
TOINETTE - (Başını bir yere çarpmış gibi yaparak.) Hay aceleniz de
çıksın! Ortalığı öyle gürültüye boğuyorsunuz ki yetişeyim derken başımı pencere
kepenginin köşesine çarptım!..
ARGAN - (Öfkeyle.) Seni hain, seni...
TOINETTE - (Sözünü kesip bağırmasına engel olmak için yeniden
sızlanarak.) Ah!
ARGAN - Tam bir...
TOINETTE - Of!
ARGAN - Tam bir saattir...
TOINETTE - Ay!
ARGAN - ...beni yapayalnız...
TOINETTE - Vay!
ARGAN - Kes sesini de seni azarlayayım, kaltak!
TOINETTE - Öyledir doğrusu, ya, ben kafamı patlatayım da siz de
üstelik beni azarlayın!
ARGAN - Senin yüzünden boğazım yırtıldı, geberesi!
TOINETTE - Sizin yüzünüzden de benim kafam yarıldı; fit olduk, yani
ödeştik.
ARGAN - Ne dedin aşifte?..
TOINETTE - Azarlarsanız, ağlarım.
ARGAN - Sen beni bırakıp savuşursun, ha, hain?..
TOINETTE - (Yine sözünü kesmek için.) Ooof!
ARGAN - Rezil! Üstelik bir de...
TOINETTE - Ah!
ARGAN - Olur şey değil! Demek azarlayıp hıncımı da almamalıyım,
ha?
TOINETTE - İstediğiniz
kadar azarlayın, vız gelir.
ARGAN - Ağzımı
açtıkça sözümü kesiyor, azarlatmıyorsun, edepsiz!
TOINETTE - Sizin içiniz azarlamakla rahat ediyorsa, benim içim de
ağlamakla
rahat ediyor... Herkes kendisini düşünür... ah!
ARGAN - Eh, ne yapalım, bunu da sineye çekeceğiz! Kaldır şunu,
aşifte, kaldır. (Argan iskemlesinden kalkar.) Nasıl, bugünkü tenkıyem iyice
etkisini göstermiş mi?
TOINETTE - Tenkıyeniz mi?
ARGAN - Evet, Safram iyi sökmüş mü?
TOINETTE - Vallahi ben öyle şeylere karışmam; ona burun
sokmak Mösyö Fleurant'a düşer: çünkü çıkarı onda.
ARGAN - Bir az sonra yine tenkıye yapacağım; söyle de sıcak su bulundurmayı
unutmasınlar.
TOINETTE - O Mösyö Fleurant olacakla öteki Mösyö Purgon olacak,
sizin vücudunuzla istedikleri gibi oynayıp duruyorlar; onlar sizi sağmal inek
yapmışlar! Şunları bir görsem de sorsam; acaba hastalığınız neymiş ki bu kadar
ilaç veriyorlar?
ARGAN - Sus, bilgisiz karı; tıbbın buyruklarını denetlemek senin
haddindi sanki! Haydi, sen git, kızım Angélique'i bana yolla, ona bir diyeceğim
var.
TOINETTE - İşte,
bilmiş gibi geldi.
SAHNE III
ANGÉLIQUE, TOINETTE, ARGAN.
ARGAN - Gel, kızım Angélique, gel; tam zamanında geldin; ben de sana
bir şey söylemek istiyordum.
ANGÉLIQUE - Buyurun, dinliyorum babacığım.
ARGAN - (Oturaklı iskemleye koşarak.) Biraz dur. (Toinette'e.) Bana
bastonumu verin. Şimdi gelirim.
TOINETTE - (Alay ederek.) Çabuk olun efendim, çabuk olun; her
işimiz tamamdı
da bir Mösyö Fleurant'ın lazımlığı eksikti!
SAHNE IV
ANGÉLIQUE, TOINETTE.
ANGÉLIQUE - (Bitkin bir bakışla bakıp, gizli bir şey söylemek ister gibi.) Toinette!
TOINETTE - Ne var?
ANGÉLIQUE - Biraz bana bak.
TOINETTE - Bakıyorum işte.
ANGÉLIQUE - Toinette!
TOINETTE - Peki, "Toinette", "Toinette", onu
anladık;
üst tarafı?
ANGÉLIQUE - Neden söz etmek istediğimi hiç sezmiyor musun?
TOINETTE - Eh, biraz sezer gibi oluyorum. Sanırım şu bizim genç
âşıktan. Aslına bakarsanız, tam altı gündür hep ondan söz edip duruyoruz; siz
her saat ondan söz etmezseniz, içiniz rahat etmiyor.
ANGÉLIQUE - Bunu bildiğine göre, niçin sen benden önce o konuyu
açıp da beni bin dereden su getirerek kapı yapmak sıkıntısından kurtarmıyorsun?
TOINETTE - Siz zaman bırakmıyorsunuz ki... Bir dakika dilinizden
düşürmezseniz, artık sizden önce söz etmeye olanak mı kalır?
ANGÉLIQUE - Ne saklayayım, ne kadar söz etsem yine doymuyorum; sana
yüreğimi açmak için hiçbir fırsatı da kaçırmak istemiyorum. Ama doğrusunu
söyle, Toinette, sen benim bu duygumu yersiz mi sayıyorsun?
TOINETTE - Ne münasebet!
ANGÉLIQUE - Bu tatlı duygulara kapılmakta haksız mıyım?
TOINETTE - Ben öyle bir şey demedim.
ANGÉLIQUE - Onun bana karşı duyduğu ateşli aşkı gösteren o tatlı
dillerle kanıtlara karşı, ben taş gibi duygusuz mu kalayım?
TOINETTE - Tanrı esirgesin!
ANGÉLIQUE - Söyle bakayım, şu bizim tanışmamıza yol açan o umulmaz
serüveni sen de benim gibi Tanrı'nın bir armağanı, yazgının bir cilvesi saymaz
mısın?
TOINETTE - Öyle, evet.
ANGÉLIQUE - Onun beni hiç tanımadan savunmaya kalkışmasını, kibar beylere
yakışacak çok ince bir davranış bulmaz mısın?
TOINETTE - Öyle, evet.
ANGÉLIQUE - Bundan daha incelikli bir davranış olamayacağını
kabul etmez misin?
TOINETTE - Etmez olur muyum!
ANGÉLIQUE - Üstelik de bütün bunları son derece incelikle yaptığını da
açıkça söylemez misin?
TOINETTE - Söylemez olur muyum!
ANGÉLIQUE - Çok yakışıklı adam, değil mi Toinette?
TOINETTE - Elbette.
ANGÉLIQUE - Duruşu davranışı ne iyi, değil mi?
TOINETTE - Bundan kuşku mu duyuyorsunuz?
ANGÉLIQUE - Her davranışında olduğu gibi, her sözünde de bir
incelik var, değil mi?
TOINETTE - Kesinlikle.
ANGÉLIQUE - Dünyada onun bana söylediği sözlerden daha
ateşli söz olamaz, değil mi?
TOINETTE - Sanırım olamaz.
ANGÉLIQUE - Tanrı'nın esinlediği bu karşılıklı aşkı taşıyan yüreklerimizin
birbirlerine duyduğu tatlı coşkunluklara engel olan şu baskı altındaki yaşam ne
korkunç, değil mi? (13)
TOINETTE - Haklısınız, korkunç.
ANGÉLIQUE - Öyle ama, Toinetteciğim, acaba o beni gerçekten, söylediği
gibi çok seviyor mu dersin?
TOINETTE - Vallahi, böyle şeyler bana biraz karışık gelir. Aşkın
yapmacığı içten olanına öyle benzer ki,birbirinden ayırt edilemez; ben bu gönül
oyununda ne büyük oyuncular gördüm!
ANGÉLIQUE - Aman ne diyorsun, Toinette? Ah, aşkını öyle bir anlatışı
var ki, bana doğruyu söylememiş olamaz.
TOINETTE - Sanırım, bunu yakında anlarsınız; dünkü notunda sizi resmen
istemeye karar verdiğini yazması, sözlerinin doğru olup olmadığını gösteren
kestirme yol demektir. Bundan iyi kanıt olamaz.
ANGÉLIQUE - Ah, Toinette, eğer o da beni aldatırsa, artık ömrümde hiçbir
erkeğe inanmam.
TOINETTE - Aman, babanız geliyor.
SAHNE V
ARGAN, ANGÉLIQUE, TOINETTE.
ARGAN - (İskemlesine
oturarak.) Şöyle gel bakayım kızım! Sana, sanırım hiç beklemediğin bir haber
vereceğim. Seni birisine istiyorlar. Ne o? Gülüyor musun? Öyledir ya,
evlenmenin sözü bile hoştur; hele kızlar için bundan tuhaf şey olamaz. Ah!
Doğa, doğa! Belki de, öyle görüyorum ki, sana evlenmek isteyip istemediğini
sormaya bile gerek yok, kızım.
ANGÉLIQUE - Her ne buyurursanız uymayı görev bilirim, babacığım.
ARGAN - Böyle söz dinleyen bir kızım olduğuna doğrusu çok hoşnutum.
Öyleyse sorun çözümlendi... ben söz verdim.
ANGÉLIQUE - Her buyruğunuza körü körüne uymak boynumun borcudur,
babacığım.
ARGAN - Üvey analık bu ya, karım benden, hem senin, hem de küçük kardeşin
Louison'un rahibe olmanızı sağlamamı istiyordu; öteden beri aklı buna takılmış
kalmıştı.
TOINETTE - (Yavaşça.) Hınzır karının kim bilir ne hesapları vardır.
ARGAN - O bir türlü bu evlenmeye razı olmak istemiyordu;
ama ben ona söz geçirdim, hem öbür tarafa da söz
verdim.
ANGÉLIQUE - Ah, babacığım bana yaptığınız iyiliklere öyle minnet
duyuyorum ki!
TOINETTE - Doğrusu buna ben de sevindim; sizin bütün ömrünüzde
yaptığınız en doğru iş, bu iş.
ARGAN - Adamı daha görmedim; ama görünce hem benim hoşnut olacağımı,
hem senin hoşlanacağını söylediler.
ANGÉLIQUE - Elbette hoşnut olursunuz, babacığım.
ARGAN. - Nasıl! Sen gördün mü?
ANGÉLIQUE - Bu işi onaylamanızdan yüreklenerek size içimi açabileceğim
için, artık ne saklayayım: Doğrusunu isterseniz, biz bundan tam altı gün önce,
bir raslantıyla tanışmıştık; size yapılan başvuru, bizim işte bu ilk
raslaşmamızdan sonra birbirimize karşı duyduğumuz ilginin sonucudur.
ARGAN - Onlar bana bundan söz etmediler; ama ben şimdi daha
hoşnut oldum; sanırım
bu işin böyle oluşu daha iyi; yakışıklı, aslan gibi bir delikanlı olduğunu
söylüyorlar.
ANGÉLIQUE - Evet, babacığım.
ARGAN - Boyu bosu yerindeymiş.
ANGÉLIQUE - Elbette.
ARGAN - Yakışıklı
adammış.
ANGÉLIQUE - Kuşkusuz.
ARGAN - Güzel bir yüzü varmış.
ANGÉLIQUE - Çok güzel.
ARGAN - Uslu ve soylu bir aile çocuğuymuş.
ANGÉLIQUE - Tümüyle.
ARGAN - Çok kibar adammış.
ANGÉLIQUE - En kibar adam.
ARGAN - Latince ve Yunanca'yı güzel konuşurmuş.
ANGÉLIQUE - O mu, babacığım?
ARGAN - Evet. Sana söylemedi mi?
ANGÉLIQUE - Doğrusu söylemedi. Peki, size kim söyledil?
ARGAN - Mösyö Purgon.
ANGÉLIQUE - Mösyö Purgon onu tanıyor mu?
ARGAN - Amma da soru ha! Elbette tanıması gerek; yeğeni
olur da tanımaz mı?
ANGÉLIQUE - Cléante Mösyö Purgon'un yeğeni mi?
ARGAN - Hangi Cléante? Ben seni isteyen adamdan söz ediyorum.
ANGÉLIQUE - Haa, evet!
ARGAN - Öyle ya! Mösyö Purgon'un yeğeni, yani eniştesi doktor
Diafoirus'ün oğlu; çocuğun adı da Cléante değil, Thomas Diafoirus; biz bu
evlenmeye bu sabah Mösyö Purgon bir, Mösyö Fleurant iki, bir de ben üç, üçümüz
karar verdik; yarın da gelecekteki damadımı babası getirip bana tanıştıracak.
Ne o? Birdenbire apışıp kaldın?
ANGÉLIQUE - Öyle görüyorum ki babacığım, siz birinden söz etmişsiniz, ben
başkasını anlamışım.
TOINETTE - Aman efendim, siz bunca servet sahibi olduğunuz halde, nasıl
olur da kızınızı bir doktora vermek istersiniz?
ARGAN - Vereceğim işte. Sen ne karışıyorsun, aşifte, edepsiz karı?
TOINETTE - Aman Tanrı aşkına, birdenbire parlamayın! Anlamadan,
dinlemeden azarlamaya başlıyorsunuz. Öfkemize kapılmadan, hep birlikte şu işin
enini boyunu bir hesap etsek olmaz mı? Ha şöyle, soğukkanlılıkla konuşalım. Bir
kez, siz ne amaçla böyle bir karar veriyorsunuz, lütfen söyler misiniz?
ARGAN - Benim amacım şu: Ben hasta, sakat bir adam olduğum için
kendime bir doktor damat bulup hekimlerle hısım akraba olarak, hastalığıma
karşı bilimin yardımını sağlamak; vücuduma gereken ilaçların kaynaklarını
evimin içinde bulundurmak; böylece de istediğim kadar muayene olup reçete
yazdırabilmek istiyorum.
TOINETTE - Ha şöyle, işte siz, kendinizce bir neden söylemiş
oldunuz; bakın,
böyle tatlı tatlı konuşup danışmak ne hoş oluyor. Ama efendim, şimdi biraz da
elinizi vicdanınıza koyun da öyle söyleyin; siz gerçekten hasta mısınız?
ARGAN - Ne dedin sürtük, gerçekten hasta mıyım, ha? Demek ben
gerçekten hasta değilmişim, öyle mi edepsiz?
TOINETTE - Öyleyse, pek iyi efendim, evet, siz hastasınız; bunun için
kavga etmeyelim. Evet, siz çok hastasınız; işte artık bir diyeceğiniz kalmadı.
Ama kızınız sizin için değil, kendisi için kocaya varacak. Kendi de hasta
olmadığı için bir doktorla evlenmesine hiçbir gerek yok...
ARGAN - Ben kendim için onu doktora veriyorum; helal süt emmiş
bir kız,
babasının sağlığına yarayacak bir kocaya sevine sevine varır.
TOINETTE - Vallahi efendim, izin verirseniz size dostça bir öğütte bulunayım mı?
ARGAN. - Söyle bakalım, neymiş?
TOINETTE - Siz bu sevdadan vazgeçin.
ARGAN - Niçin, neden?
TOINETTE - İşte
nedeni: Kızınız bu işe kesinlikle razı olmayacak.
ARGAN - Kesinlikle razı olmayacak mı?
TOINETTE - Hayır, olmayacak.
ARGAN - Benim kızım mı?
TOINETTE - Evet, sizin kızınız. Mösyö Diafoirus de, dünyanın bütün
Diafoirusleri de ona vız gelir!
ARGAN - Ama onlar bana gerekli; hem bu çocuk sanıldığından çok daha
yağlı bir kuyruk; Mösyö Diafoirus'ün bu oğlundan başka varisi yok; fazla olarak
Mösyö Purgon'un da çoluk çocuğu olmadığı için, o da bütün servetini yeğenine
düğün armağanı olarak veriyor; unutmamalı ki Mösyö Purgon demek, tamı tamına
sekiz bin frank geliri olan bir adam demek.
TOINETTE - Öylesine zengin olabilmek için, sanırım çok adam
öldürmüş olmalı.
ARGAN - Babasının malı şöyle dursun, yalnızca bu sekiz bin frank gelir
bile önemlidir.
TOINETTE - Vallahi efendim, bunların hepsi de iyi, güzel, ama ben yine
döner dolaşır kendi dediğime gelirim. Söz aramızda kalsın ama, ben size kızınız
için başka bir koca seçmenizi salık veririm: Sizin kızınız öyle "Madam
Diafoirus" olacak kızlardan değil.
ARGAN - Ama ben öyle olmasını istiyorum.
TOINETTE - Yapmayın canım, öyle söylemeyin!
ARGAN - Ne demek! Öyle söylemeyim mi?
TOINETTE - Hayır, söylemeyin.
ARGAN - Neden söylemeyecekmişim sanki?
TOINETTE - Sonra size söylediği sözün anlamını bilmiyor derler.
ARGAN - Kim ne derse desin; ben sana benim verdiğim söz yerine
gelmeli diyorum vesselâm!
TOINETTE - Hayır, sizin kızınız o adamla evlenmez.
ARGAN - Ama ben zorla evlendiririm.
TOINETTE - Evlenmez diyorum.
ARGAN - Ya evlenir ya da bir manastıra kapatırım.
TOINETTE - Siz mi?
ARGAN - Ben.
TOINETTE - Tamam!
ARGAN - Nasıl
tamam!
TOINETTE - Manastıra falan kapatamazsınız.
ARGAN - Manastıra falan kapatamaz mıyım?
TOINETTE - Hayır.
ARGAN - Hayır
mı?
TOINETTE - Hayır.
ARGAN - Al sana! İşte buna bayıldım doğrusu! Demek kızımı bir manastıra
kapatmak istesem kapatamam, öyle mi?
TOINETTE - Hayır, diyorum size.
ARGAN - Kim engel olabilir?
TOINETTE - Siz, kendiniz!
ARGAN - Ben mi?
TOINETTE - Evet, siz; yüreğiniz dayanmaz.
ARGAN - Dayanır.
TOINETTE - Lâf onlar, lâf!
ARGAN - Lâf değil, işin doğrusu.
TOINETTE - Baba sevecenliği elinizi ayağınızı bağlar.
ARGAN - Ne bağlar, ne bir şey.
TOINETTE - Bir iki damlacık göz yaşı, iki sarmaş bir dolaş, üstelik
tatlı bir sesle de "Ah benim cici babacağım!" dedi mi, sizde hemen
yelkenler suya iner.
ARGAN - Öyle şeyler bana vız gelir.
TOINETTE - O biraz zor!
ARGAN - Ben bildiğimden dönmem diyorum sana!
TOINETTE - Lâf!
ARGAN - Büyük söyleme; "Lâf" değil.
TOINETTE - Vallahi ben sizi bilmez değilim; sizin
yüreğiniz iyidir.
ARGAN - (Öfkeyle.) Ben iyi yürekli değilim, istediğim
zaman kötü yürekli olmasını da bilirim.
TOINETTE - Aman, yavaş efendim, hasta olduğunuzu unutuyor
musunuz?
ARGAN - İşte
kendisine kesin olarak buyuruyorum, benim söylediğim kocaya hemen varacak...
Hazır olsun!
TOINETTE - Ben de öyle bir şey yapmasını kesin olarak
yasaklıyorum.
ARGAN - Biz neredeyiz, kuzum? Bu ne cesaret böyle? Bir hizmetçi
parçası
efendisine neler söylüyor?
TOINETTE - Efendi yaptığını bilmezse, ona doğru yolu göstermek aklı
başında bir hizmetçinin hakkıdır.
ARGAN - (Toinette'in peşinden koşarak.) Vay edepsiz! Şimdi
beynini patlatırım.
TOINETTE - (Argan'dan kaçarak.) Sizin onurunuza dokunacak şeylere
karşı
çıkmak benim görevimdir.
ARGAN - (Sopasını alıp iskemlesinin çevresinde onu öfkeyle
kovalayarak.) Gel buraya, gel buraya da ben sana çene çalmasını öğreteyim.
TOINETTE - (İskemlenin çevresinde Argan'ın tersi yönde koşup
kaçarak.) Çılgınca şeyler yapmanıza engel olmaya çalışıyorum.
ARGAN - Rezil!
TOINETTE - Hayır, ben öyle bir evlenmeye kesinlikle razı olamam.
ARGAN - Kaltak!
TOINETTE - Sizin o Thomas Diafoirusnüze varmayacak: Ben istemiyorum.
ARGAN - Pis karı!
TOINETTE - O sizi dinlemeyecek, beni dinleyecek.
ARGAN - Angélique, sen bana şu kahpeyi tutmayacak mısın?
ANGÉLIQUE - Aman babacığım! Hastalanacaksın.
ARGAN. - Tutmazsan, sana ilenirim.
TOINETTE - Tutarsa, ben de onu mirasımdan çıkarırım!
ARGAN - (Kovalamaktan yorularak iskemlesine yığılır.) Of! Of!
Öldüm... bittim... Bunlar beni öldürecekler.
SAHNE VI
BÉLINE, ANGÉLIQUE, TOINETTE, ARGAN.
ARGAN - Aman, gel karıcığım, gel.
BÉLINE - Ne oldun, kocacığım?
ARGAN - Aman gel, yanıma, bana yardıma koş!
BÉLINE - Ne var, ne oluyor, ah benim mini mini yavrucuğum?
ARGAN - Cicim!
BÉLINE - Şekerim!
ARGAN - Beni öfkelendirdiler.
BÉLINE - Vah benim minimini kocacığım! Ne yaptılar sana, canımın içi?
ARGAN - İşte
şu Toinette aşiftesi yok mu, öyle gemi azıya aldı, öyle edepsizlendi ki!..
BÉLINE - Öfkelenme canım.
ARGAN - Beni kudurttu o, ciğerimin köşesi!
BÉLINE - Öfkelenme, yavrucuğum.
ARGAN - Benim yapmak istediğim şeylere tam bir saat karşı geldi.
BÉLINE - Vah vah, üzülme, canım!
ARGAN - Edepsizliği öyle ileri götürdü ki, bana sen hasta falan değilsin
dedi
BÉLINE - Vay terbiyesiz, vay!
ARGAN - Ama sen işin doğrusunu bilirsin, değil mi canımın canı?
BÉLINE - Tabii şekerim, o halt etmiş.
ARGAN - Canımın
içi, bu şıfrıntı beni öldürecek.
BÉLINE - Tanrı korusun, ciğerim, Tanrı korusun!
ARGAN - Saframı kabartan hep o.
BÉLINE - O kadar canını sıkma şekerim.
ARGAN - Ne zamandır sana hep kov şunu diye söyleyip duruyorum.
BÉLINE - Vallahi yavrucuğum, dünyada kusursuz hizmetçi, uşak olmaz.
İnsan kimi zaman iyi yanlarına bakıp kötü yanlarına göz yummaktan başka çare
bulamıyor. Bu kadın işgüzar, dikkatli, çalışkan; özellikle doğruluğu da var;
sen de bilirsin, bu zamanda insan olur olmaz adamı evine alamıyor. Hu! Bana
bak, Toinette!
TOINETTE - Efendim?
BÉLINE - Sen benim kocacığımı niçin öfkelendiriyorsun?
TOINETTE - (Alttan alarak.) Ben mi, madam? Üstüme iyilik sağlık! Ne demek
istediğinizi anlamıyorum; ben elimden geldiği kadar mösyöyü hoşnut etmeye
çalışıyorum.
ARGAN - Vay hain, vay!
TOINETTE - Kendisi kızını Mösyö Diafoirus'ün oğluna vereceğini
söyledi; ben de matmazel için çok hayırlı bulduğumu, ama bir manastıra
kapatacak olursa daha iyi edeceğini söyledim.
BÉLINE - Bu kadarsa, bence de bir sakıncası yok; kızın
hakkı var.
ARGAN - Aman canımın içi, inanıyor musun? Bilmezsin, bu uğursuz bana
neler yumurtladı!
BÉLINE - Hiç ben senin sözüne inanmaz mıyım, şekerim? Haydi
senin dediğin gibi olsun, üzme kendini. Bana bak, Toinette; bundan sonra
kocacığımı kızdıracak olursan, hemen seni kapı dışarı ederim. Şimdi gel kürkünü
ver, yastıklarını getir de canımın içini iskemlesinde rahat ettireyim. Bak ne
durumlara gelmişsin! Takkeni kulaklarına çek bakayım; kulaktan giren soğuğun
nezlesi pek kötüdür.
ARGAN - Ah, benim canımın içi, bana öyle iyi bakıyorsun ki, ömrüm
oldukça senin bu haklarını ödeyemem!
BÉLINE - (Argan'ın çevresine yastıklar dizerek.) Biraz yerinden oyna da
şunu altına sokayım. Şuna dayanırsın, şu da öte yanında durur. Bunu arkana
koyalım, şuna da başını dayarsın.
TOINETTE - (Argan'ın tepesine hızla bir yastık koyup kaçarak.) Bu da sizi ayazdan korusun!
ARGAN - (Öfkeyle kalkıp bütün yastıkları Toinette'in başına
atarak.) Vay kaltak! Demek sen beni boğacaksın!
BÉLINE - Ne o? Ne o? Yine ne oluyor?
ARGAN - (Soluk soluğa iskemlesine atılarak.) Of! Of! Of! Öldüm, bittim.
BÉLINE - Niçin öfkene kapılıyorsun, şekerim? İyi bir şey yapıyorum
sanmıştır.
ARGAN - Sen o kahpenin ne kötü yürekli olduğunu bilmezsin,
elmasım. Aman Tanrım, aklım başımdan gidiyordu; şimdi artık kendime gelebilmek
için en aşağı sekiz ilaçla on iki tenkıye gerek.
BÉLINE - Vah meleğim, vah güzelim, vah; kendine gel biraz.
ARGAN - Ah benim biricik karıcığım! Sen benim tek avuntumsun!
BÉLINE - Ah benim minimini yavrucuğum.
ARGAN - Senin bana gösterdiğin bu sevginin, bu sevdanın altında kalmamak
için, geçende de söylediğim gibi, artık vasiyetimi yapmak istiyorum meleğim.
BÉLINE - Aman canımın içi, Tanrı aşkına öyle şeyden söz etmeyelim; dayanamıyorum,
zorla değil ya; "vasiyet"in daha adını işitir işitmez tepeden tırnağa
zangır zangır titriyorum.
ARGAN - Ben sana bu konu için noterinle görüş demiştim.
BÉLINE - İçerde
bekliyor, onu da yanımda getirdim.
ARGAN - Öyleyse buraya al, canımın içi.
BÉLINE - Ah şekerim. İnsan kocasını böyle candan, gönülden sevince
öyle şeyleri aklına getiremiyor ki!...
SAHNE VII
NOTER, BÉLINE, ARGAN.
ARGAN. - Yaklaşın şöyle, Mösyö dö Bonnefoi, yaklaşın! Lütfen bir iskemle
alın. Karım bana sizin pek kibar bir kimse olduğunuzu, özellikle kendisine
karşı gerçek bir dostluk gösterdiğinizi söyledi... Onun için ben de kendisine
bir vasiyetname yapmak istediğimden söz etmesini söyledim.
BÉLINE. - Ah başıma gelenler! Ben öyle şeylerden nasıl söz edebilirim?
NOTER - Efendim, madam bana zât-ı âlinizin bu düşüncenizi ve özellikle
kendisi hakkındaki tasarılarınızı olduğu gibi anlattı; ama izninizle şunu arz
edeyim ki, siz karınıza vasiyetnameyle hiçbir şey veremezsiniz.
ARGAN - Nasıl
olur, niçin veremem?
NOTER - Ülkenin görenek hukukuna aykırı olduğu için.
Gelenek ve görenekler yerine yazılı yasalarla yönetilen bir ülkede olsaydınız,
o zaman verebilirdiniz; (14) ama Paris kentiyle göreneğe uyması gereken öteki
kentlerin hemen hepsinde, böyle vasiyetlerin hiçbir geçerliliği yoktur, burada
öyle şey olmaz. Karı koca arasında yapılabilecek tek mal edinme yolu, her iki
taraf da sağken karşılıklı bağışlama biçimidir. Ama o da iki taraftan birinin
ölümünde, her iki tarafın da birbirinden ya da başka birinden çocukları olmama
koşuluna bağlıdır.
ARGAN - Doğrusu
pek saçma bir görenek! Kocasını candan, gönülden seven, canı gibi bakan bir
kadıncağıza, kocacığı hiçbir şeycik bırakamasın... olur şey değil! Bari
avukatıma danışayım da bir kulpunu, kolayını bulmaya çalışayım.
NOTER - Bunun için avukata gitmek doğru olmaz; çünkü
böyle şeylerde avukatlar genellikle çok ciddi davranır, işi kitaba uydurmayı
büyük bir cinayet sayarlar. Onlar güçlükler uzmanıdır; vicdanın girintileriyle
çıkıntılarını bilmezler. Asıl danışılacak bir takım adamlar vardır ki onlar hem
daha uysal olur, hem yasanın üstünden ustalıkla aşıp geçerek yasal olmayanı
yasal yapmanın yolunu yordamını bilirler, hem de bir işin bütün pürüzlerini
ayıklayıp, dolayısıyla çıkarları karşılığında geleneği, göreneği saf dışı
etmenin yolunu kolayca bulabilirler. Böyle olmasa, bizim halimiz neye varır? İş
dediniz mi, bir kolayına bakmalı; yoksa dünyada bize iş kalmaz; öyle uğraşa da
ben metelik vermem.
ARGAN - Karım
bana sizin çok becerikli ve pek namuslu bir kimse olduğunuzu daha önce
söylemişti efendim. Şimdi siz bana lütfen bir akıl öğretin; ben bütün malımı
karıma verip çocuklarımı mirasımdan yoksun bırakmak için ne yapabilirim?
NOTER - Ne mi yapabilirsiniz? Karınızın yakın dostlarından uygun birini
bulup malınızın uygun miktarını yasal koşullara uygun bir vasiyetnameyle ona
bağışlarsınız; sonra da o güvenilir kişi o malı olduğu gibi eşinize verir,
kısacası. Bir de yasa kuralları çerçevesinde bir takım borçlulara karşı bir
sürü borç senedi imzalarsınız; ama bunlar aslında karınızın adına davranıp
kendisine bir bildirgeyle, hatır için böyle yaptıklarını bildirirler. Bir başka
yol da, daha kendiniz yaşarken karınızın eline nakit para ya da hamiline
yazılmış senet vermenizdir.
BÉLINE - Aman Tanrı aşkına, sen böyle şeyler için kendini üzme.
Sen benden önce ölürsen...
ARGAN - Ah, canım!
BÉLINE - ...artık yaşamın bence hiçbir değeri kalmaz.
ARGAN - Ah benim canım karıcığım!
BÉLINE - Sana karşı olan aşkımın derinliğini göstermek için,
ben de senin peşinden gelirim.
ARGAN - Aman elmasım, yüreğimi parçalıyorsun. Biraz kendini
avut, Tanrı aşkına!
NOTER - Şimdilik bu göz yaşları pek mevsimsiz, daha ağlayacak sıra gelmedi.
BÉLINE - Ah efendim, siz insanın candan, gönülden sevdiği bir kocanın ne demek
olduğunu bilmezsiniz.
ARGAN - Senden bir çocuğum olmadan ölürsem, gözüm arkamda kalır
şekerim. Ama Mösyö Purgon bana bir çocuk da yaptıracağına söz verdi.
NOTER - Elbette, daha zamanınız var.
ARGAN - Vasiyetnamemi mösyönün dediği gibi yapmalı, elmasım; ama ben
karyolamın kaplama tahtasının altına sakladığım yirmi bin altın frankla, birini
Mösyö Damon'dan, birini de Mösyö Geronte'dan alacağıma karşılık aldığım
hamiline yazılı iki senedi güvence olarak şimdiden senin eline teslim edeceğim.
BÉLINE - Hayır, hayır, ben öyle şeyler istemem. Ah, başıma gelenler!
Karyolanın kaplamasında kaç para var diyordun?
ARGAN - Yirmi bin frank, iki gözüm.
BÉLINE - Tanrı aşkına, bana paradan söz etme. Ah başıma gelenler! O
iki senet kaç franklık?
ARGAN - Biri dört bin, biri de altı bin franklık şekerim!..
BÉLINE - Benim gözümde sana oranla dünyanı bütün serveti hiç
kalır, canımın canı!
NOTER - Dilerseniz vasiyetnameyi hazırlamaya başlayalım.
ARGAN - Evet efendim, ama yazı odama geçersek daha rahat ederiz. Haydi
canımın içi, ne olur beni götürüver.
BÉLINE - Gel gidelim, bebeciğim, gel!
SAHNE VIII
ANGÉLIQUE, TOINETTE.
TOINETTE. - İşte, sonunda noteri de getirdiler, benim kulağıma da bir
"vasiyetname" sözü çalındı. Sanırım üvey anneniz uyumuyor, babanıza
size karşı birtakım dolaplar çevirteceğinden artık hiç kuşku kalmadı.
ANGÉLIQUE - Tek benim yüreğime buyurmaya kalkışmasın da, servetini ne
yaparsa yapsın, razıyım. Görüyorsun ya, Toinette, yüreğimi nasıl baskı altında
tutuyorlar. Sana yalvarırım, Tanrı rızası için beni bu korkunç durumda yalnız
bırakma.
TOINETTE - Ben mi sizi yalnız bırakacağım? Ölürüm de bırakmam. Üvey
anneniz istediği kadar beni kendisine sırdaş yapıp kendi yanına çekmek istesin,
ben bugüne dek yüreğimde ona karşı en küçük bir sevgi duymadım, onun için hep
sizi tuttum. Siz bu işi bana bırakın, ben sizi mutlu etmek için her yola
başvuracağım; ama kestirmeden gitmiş olmak için şimdilik yolumu değiştireceğim;
size olan sevgimi hiç belli etmeyerek babanızla üvey annenizin suyuna gider
gibi görüneceğim.
ANGÉLIQUE - Aman Tanrı aşkına, babamın verdiği kararı Cléantes'a
hemen bildir.
TOINETTE - Benim Polichinelle adında, tefecilik yapan, yaşlı bir
âşığım var. Bu işte kullanacak ondan başka kimsem yok; onu harekete getirmek
için biraz güler yüzle tatlı sözü de esirgemem. Ama bugün artık geç oldu; yarın
sabah erkenden onu çağırtırım, sevine sevine
gelip...
BÉLINE - Toinette!
TOINETTE - Bakın beni çağırıyorlar. Şimdilik hoşçakalın. Siz işi bana
bırakın, hiç merak etmeyin.
İKİNCİ
PERDE
I. SAHNE
TOINETTE, CLÉANTE.
TOINETTE - Ne istiyorsunuz efendim?
CLÉANTE - Ne istiyorsunuz mu?
TOINETTE - Vay! Vay! Siz misiniz? Birdenbire nereden çıktınız? Sizin burada
ne işiniz var, ne diye geldiniz?
CLÉANTE - Alnımın yazısını anlamaya, sevgilimle biraz konuşmaya,
duygularını yoklamaya, özellikle bugün haber verilen nikah belasına karşı neye
karar verdiğini öğrenmeye geldim.
TOINETTE - İyi
ama, Angélique'le öyle damdan düşer gibi görüşülür mü? İlk önce bir yolunu
bulmalı; nasıl sıkı bir gözaltında olduğunu, ne sokağa çıkabildiğini, ne de
kimseyle görüştüğünü; dahası, sizin yüreğinizde bu aşkın doğmasına yol açan
tiyatroya bile yaşlı bir teyzesinin hatırı için izin verildiğini sanırım
bilirsiniz; aslında, biz bu serüvenden hiç kimseye söz etmedik.
CLÉANTE - İşte
onun için ben de buraya Cléante adıyla ve Angélique'in âşığı olarak değil,
müzik öğretmeninin dostu olarak geliyorum; adamdan izin aldığımı, kendisinin
yerine beni gönderdiğini söyleyeceğim.
TOINETTE - İşte
babası. Siz biraz şöyle çekilin de burada olduğunuzu kendisine ben söyleyim.
SAHNE II
ARGAN, TOINETTE, CLÉANTE.
ARGAN - Mösyö Purgon bana her sabah odamda on iki kez yukarı, on iki kez aşağı
gidip gelmemi söyledi; söyledi ama, enine mi, yoksa boyuna mı gidip geleceğim,
işte onu sormasını unuttum.
TOINETTE - Efendim, şey geldi...
ARGAN - Yavaş söyle, kaltak! Beynimi yerinden oynattın; hastalara öyle
bağırarak bir şey söylenmeyeceğini hiç düşünmüyorsun.
TOINETTE - Yani efendim, demek istiyordum ki...
ARGAN - Yavaş söyle diyorum.
TOINETTE - Efendim... (Bir şey söyler gibi yapar.)
ARGAN - Ne diyorsun?
TOINETTE - Diyorum ki... (Gene bir şeyler söyler gibi yapar.)
ARGAN - Kız,
ne diyorsun?
TOINETTE - (Yüksek sesle.) Biri geldi, sizi görmek istiyor,
diyorum.
ARGAN - Gelsin.
(Toinette, Cléant'a ilerlemesini işaret eder.)
CLÉANTE - Efendim...
TOINETTE - (Alay ederek.) Öyle yüksek sesle konuşmayın, efendimin beynini
sarsarsınız.
CLÉANTE - Efendim, zât-ı âlilerini ayakta ve sağlıklı gördüğüm için
cidden mutluyum.
TOINETTE - (Öfkelenmiş gibi yaparak.) Ne demek, sağlıklı mı gördünüz?
Yalan söylüyorsunuz. Benim efendim hep hastadır.
CLÉANTE - Ben kendilerinin iyileştiklerini işitmiştim,
yüzlerinden de öyle anlıyorum.
TOINETTE - Yüz müz diye ne demek istiyorsunuz? Bakın yüz, surat
birbirine karışmış; size iyileşmiş diye kim söylediyse halt etmiş. Eskisinden bin beter hasta.
ARGAN - Evet, hakkı var.
TOINETTE - Herkes gibi yürüyor, uyuyor, yiyor, içiyor; ama, yine
son derece hasta.
ARGAN - Doğru,
çok doğru.
CLÉANTE - Vah vah efendim, çok üzüldüm. Bendeniz, matmazelin
müzik öğretmeni
tarafından geliyorum. Kendisi birkaç gün için köye gitti; kulunuz kendisinin
pek yakın bir dostu olduğum için, matmazel şimdiye dek öğrendiklerini bu sırada
belki unutur diye, dersleri sürdürmek üzere kendi yerine bendenizi gönderdi.
ARGAN - Pek iyi, Angélique'i çağırın.
TOINETTE - Bana kalırsa, mösyöyü matmazelin odasına götürsek
daha iyi olur efendim.
ARGAN - Hayır,
olmaz, onu buraya çağır.
TOINETTE - Ama efendim, kendi başlarına olmazlarsa, mösyö
iyi ders veremez.
ARGAN - Verir, verir.
TOINETTE - Verir ama, sizin de başınız şişer efendim; bu hasta
durumunuzda sizi herhangi bir şeyle heyecanlandırmak, kesinlikle doğru olmaz;
sonra beyniniz sarsılır.
ARGAN - Yok, yok, ben çalgıyı severim; belki neşem yerine gelir de...
Hah, işte kızım geldi. Haydi, sen git bak, karım üstünü giymiş mi?
SAHNE III
ARGAN, ANGÉLIQUE, CLÉANTE.
ARGAN - Gel kızım; müzik öğretmenin köye gitmiş; sana ders göstermek
için kendi yerine işte şu beyi göndermiş.
ANGÉLIQUE - Aman Tanrım!
ARGAN - Ne o? Niye birdenbire şaşaladın?
ANGÉLIQUE - Şeey...
ARGAN - Ne? Niçin böyle heyecanlandın?
ANGÉLIQUE - Eee, babacığım, doğrusu bu raslantı şaşılacak şey,
babacığım!
ARGAN - Nasıl?
ANGÉLIQUE - Bu gece düşümde kendimi büyük bir sıkıntı içinde gördüm;
tıpkı bu mösyöye benzeyen bir adam karşıma çıktı; ben kendisinden yardım
istedim; o da geldi, beni o sıkıntıdan kurtardı; şimdi buraya gelip bütün gece
uğraştığım düşümdeki adamı birdenbire karşımda görünce, doğal olarak şaşkına
döndüm.
CLÉANTE - Sanırım, ister uyurken, ister uyanıkken, sizin zihninizde
yer tutmak talihsizlik sayılmaz; bir sıkıntıda bulunuyor da sizi o durumdan
kurtarmak onuruna beni uygun görüyorsanız, kendimi dünyanın en mutlu insanı
sayarım; bu uğurda göze alamayacağım hiçbir şey...
SAHNE IV
TOINETTE, CLÉANTE, ANGÉLIQUE, ARGAN.
TOINETTE - (Alay ederek.) Vallahi efendim, ben artık sizden yana
döndüm, dün söylediğim bütün sözleri geri alıyorum. Şimdi Mösyö Diafoirus'le
oğlu sizi ziyarete geldiler. Aman ne iyi bir damadınız olacak! Göreceksiniz
bakın, karşınıza dünyanın en yakışıklı, en nükteli genci çıkacak. Ağzından yalnızca
iki söz çıktı, ama doğrusu ona bayıldım; belki de kızınızın aklı başından
gidecek.
ARGAN - (Gitmek ister gibi yapan Cléante'a.) Gitmeyin efendim.
Ben kızımı
evlendiriyorum da; şimdi kocası olacak kimseyi getirmişler; kızım onu daha hiç
görmedi.
CLÉANTE - Bana böyle uğurlu bir karşılaşmaya tanık olma onurunu
bağışladığınız için, özellikle teşekkür ederim efendim.
ARGAN - Çok yetenekli bir doktorun oğlu; düğün de dört güne kadar olacak.
CLÉANTE - Ne güzel!
ARGAN - Sizin de onur vermenizi rica ederim.
CLÉANTE - Bendenize onur veriyorsunuz efendim.
TOİNETTE
- Haydi, şöyle bir yana çekilin; işte geliyorlar.
SAHNE V
MÖSYÖ DIAFOIRUS, THOMAS DIAFOIRUS,
ARGAN, ANGÉLIQUE, CLÉANTE, TOINETTE.
ARGAN - (Elini takkesine götürürse de başından çıkarmaksızın.)
Mösyö Purgon başımı açmamı yasakladı efendim. Siz de aynı meslekten olduğunuz
için, doğallıkla durumumu anlarsınız.
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Bizim bütün ziyaretlerimiz hastalara şifa
götürmek içindir, rahatsız
etmek için değildir efendim.
ARGAN - Efendim bu güzel davranışınızla...
(İkisi
birden söyleyip birbirlerinin sözlerini keserler, sözleri birbirine karışır.)
MÖSYÖ DIAFOIRUS. - ... efendim, zât-ı âlilerini...
ARGAN - ... beni minnettar ediyorsunuz...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... oğlum Thomas'la birlikte...
ARGAN - ... çok isterim ki...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... böyle buyurduğunuzdan dolayı...
ARGAN - ... zât-ı âlinizi evinizde rahatsız ederek...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... duyduğumuz büyük mutluluğu...
ARGAN - ... şükranlarımı sunabileyim...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... belirtmek için...
ARGAN. - ... fakat efendim...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... rahatsız etmeye...
ARGAN - ... zavallı bir hastanın ne demek olduğunu bildiğiniz
için...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... cesaret ediyoruz...
ARGAN - ... o hususta bendenizi bağışlayacağınızdan emin olarak...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... bu vesileyle...
ARGAN - ... yüce izninize sığınarak...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... gerek kendi mesleğimiz alanında...
ARGAN - ...her zaman buyruklarınıza hazır bir kulunuz olduğumu...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... ve gerekse başka konularda elimizden
gelen...
ARGAN - ... kanıtlamak için hiç bir fırsatı kaçırmamaya çaba
göstereceğimi...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... hiçbir hizmette kusur etmemeye...
ARGAN - ... burada arz edeyim...
MÖSYÖ DIAFOIRUS - ... çalışacağımızdan emin olmanızı da özellikle rica
ederiz. (Oğluna dönüp ona söyleyerek) Haydi, Thomas, şöyle gel de saygılarını
sun bakayım.
THOMAS DIAFOIRUS - (Okuldan yeni çıkmış, sırık gibi bir kakavandır; ne
yapsa acemice, münasebetsizce yapar.) Önce babasından başlamalı, değil mi?
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Öyle ya.
THOMAS DIAFOIRUS - Efendim, zât-ı âlilerini ikinci bir baba ve
özellikle birincisinden daha fazla minnet duyduğumu belirtmeye cesaret
edebileceğim ikinci bir baba olarak selamlayıp saygı göstermeye geldim. İlk
babam yalnızca dünyaya gelmemin nedeni olmuştu. Oysa siz, beni oğulluğa kabul
ettiniz. Ona beni Tanrı verdi, fakat siz kendiniz lütfen alıp kabul ettiniz.
Ben onun yalnızca vücudunun ürünüyüm, oysa siz beni kendiniz seçiyorsunuz;
insanın maneviyatı maddiyatından ne kadar üstünse, ben de size işte o kadar
borçluyum ve işte o sıfatımla zât-ı alilerine saygılarımı şimdiden sunmaya
geldim. (15)
TOINETTE - Bu kadar yetenekli insanlar yetiştiren okullar var
olsun, yaşasın
okullar!
THOMAS DIAFOIRUS - Nasıl, iyi oldu mu baba?
MÖSYÖ DIAFORUS - Ne demezsin!
ARGAN - (Angélique'e.) Haydi kızım, mösyöyü selamla bakayım.
THOMAS DIAFOIRUS - Elini öpecek miyim?
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Öyle ya, öyle ya.
THOMAS DIAFOIRUS - (Angélique'e.) Madam, yüce Tanrı'nın zât-ı âlilerine
kaynanalık sanını layık görmüş olması pek isabetlidir, çünkü...
ARGAN - O sözleri söylediğiniz benim karım değil, kızım!
THOMAS DIAFOIRUS - Öyleyse kaynanam nerede?
ARGAN - Şimdi gelir.
THOMAS DIAFOIRUS - Gelmesini bekleyeyim mi baba?
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Sen durma, şimdilik matmazele saygılarını sun.
THOMAS DIAFOIRUS - Matmazel, Mısr-ı kadimin Memnon nâm heykeli, şuâat-ı
şems ile tenevvür ettikçe nasıl ahenkli sesler çıkarırsa, işbu âşık-ı
şûrîde-dilleri de tıpkı onun gibi âfitâb-ı hüsnünüzün tulûu karşısında tatlı
bir heyecanla coşup vecde geldiğimi hissediyorum. Ulum-u tabiiye
mütehassıslarının kayd-i veçhile "ayçiçeği" denen nebat-ı lâtif güzel
yüzünü nasıl o memba-ı nurdan bir lâhza ayırmazsa, kalb-i âcizânem de firmabâid
suret-i dâimede çeşmân-ı lâtîfinizin nücûm-u zâhiresine teveccühle kevakîb-i
mezkûreyi kutup ittihaz eyleyecektir. Binaen alâ-zalik matmazel, bugün mihrab-ı
letâfetiniz çengeline işbu kalb-i kemterânemin talîkı husûsuna müsâade
buyurmalarını ve kalb-i mezkûr için ömrü oldukça bir bende-i sadık ve bir
zevc-i lâyık olmaktan başka bir gaye-i âmâl olamayacağına itimad-ı
zerâfetpenâhîleri şâyan buyurulmak bâbında emr ü fermân hazret-i men-leh-ül-emrinizdir. (16)
TOINETTE - (Alay ederek.) Öğrenim işte böyledir, ne güzel şeyler
öğretir.
ARGAN - Eeee, buna ne dersiniz bakalım?
CLÉANTE - Ne denir efendim, doğrusu Mösyö ayet gibi sözler söylüyor!
Hekimlikteki yeteneği de söylevcilikteki gibiyse, sanırım hastaları arasında
olmak büyük bir zevk olur!
TOINETTE - Elbette. Sağaltımları da söylevleri gibi güzelse, artık
hastalığa doyum olmaz!
ARGAN - Haydi, çabuk, benim koltuğumu verin, herkese de iskemle
getirin. Sen şöyle otur, kızım. Görüyorsunuz ya efendim, mahdum-u âlinize (17)
herkes hayran oldu; böyle bir oğlunuz olduğundan dolayı, gerçekten mutlu
olmalısınız.
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Babası olduğum için söylemiyorum efendim; belki de
oğlumdan ne kadar hoşnut olsam, yine de azdır diyebilirim; kim gördüyse iyi
çocuk olduğuna tanıklık ediyor. Doğrusu şimdiye kadar öyle parlak bir yetenek
ya da kimileri gibi ateşli bir zekâ belirtisi göstermiş değildir; değildir ama,
ben de bizim meslekte gerekli olan sağduyusunu işte bu durumundan çıkardım.
Çocukluğunda da hiçbir zaman açıkgöz, uyanık bir şey değildi. Hep uslu akıllı,
halim selim, sessiz görünür, ağzından tek söz çıkmaz; öyle her çocuğun oynadığı
oyunları ömründe oynamazdı. Okuma öğretinceye kadar akla karayı seçtik; dokuz
yaşına girdiği zaman hâlâ elifi direk sanırdı. Ama ben kendi kendime,
"Zararı yok," derdim, "Geç yetişen ağaçlar, en iyi yemiş
verenlerdir. Mermere kazmak, kuma yazmaktan daha güçtür, ama mermerdeki yazı
daha çok dayanır; sanırım bu çocuğun kavrayışındaki yavaşlıkla zihnindeki
ağırlık, ilerde düşünce gücünün büyük olacağına kanıttır..." der dururdum.
Okula verdiğim zaman, epey sıkıntı çekti; ama güçlüğü gördükçe göğüs gerdi;
hocaları onun direnişini, çalışmasını bana över dururlardı. Kısacası, demir
döver gibi çalışa çalışa sonunda öğrenimini onuruyla bitirip diplomasını aldı;
övünmek için söylemiyorum, ama son iki yıldır süren staj yaşamında, öyle
gürültüye yol açmıştır ki okulumuz tartışma tarihinde bir benzeri görülmemiştir
diyebilirim. Bu çocuk herkesin gözünü yıldırmıştır: Hangi konu tartışılsa, kesinlikle
taban tabana tersini kanıtlamaya kalkışır. Tartışmada çok yeteneklidir.
İlkelerini savunmada Türk gibi güçlüdür; dünyada düşüncesinden dönmez; bakış
açısını aklın mantığın son sınırına kadar savunur. Ama benim en çok hoşuma
giden yönü, özellikle beni örnek alarak eski düşüncelere körü körüne bağlı
kalması ve işte bundan dolayı yüzyılımızın "kan dolaşımı" ve benzeri
gibi saçma sapan buluşlarıyla ilgili kanıtlarla deneyleri hiç bir zaman
anlamak, dinlemek istememiş olmasıdır. (18)
THOMAS DIAFOIRUS - (Cebinden tomar halinde büyük bir tez çıkarıp Angélique'e
uzatarak.) Dolaşımcılara karşı yazdığım bir tezi yüce babamın izniyle
düşüncelerimin en yeni ürünü olarak kızınız saygıdeğer hanımefendiye sunmaya
cesaret ediyorum, efendim.
ANGÉLIQUE - Efendim, bu benim için kilitli kasa, açılmaz kese demektir;
ben böyle şeylerden anlamam.
TOINETTE. - Verin, verin, süslemesi, resimleri işe yarar; hiç
olmazsa bizim odanın
duvarlarına yapıştırırız.
THOMAS DIAFOIRUS - Ayrıca yüce babamın izinleriyle, hoşça bir vakit
geçirip eğlenmek üzere sizi bir kadın otopsisi seyretmeye davet ederim; Kadavra
üzerinde bendeniz açıklama yapacağım.
TOINETTE - Aman ne hoş eğlence! Kimileri nişanlılarına güldürü
seyrettirirler. Ama otopsi ameliyatı seyrettirmek doğrusu daha âşıkânedir.
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Şurası da var ki, evlenme ve çocuk sahibi olma
bakımından gereken nitelikler dolayısıyla da, emin olunuz ki şu acizin oğlu
yüce tıp biliminin tespit ettiği ilkelere göre, istenene tümüyle uygun bir
durumdadır. Çocuk sahibi olmanın erdemlerine tümüyle sahip olduğu gibi sağlam
çocuk yetiştirmek için gereken özel nitelikleri de, hakkıyla vardır. (19)
ARGAN - Saygıdeğer oğlunuzu saraya sokup orada kendilerine bir tıp
görevi sağlamak düşünülmüyor mu efendim?
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Doğrusunu isterseniz saraylılar için hekimlik
yapma isteği,ben acizlerince hiçbir zaman duyulmamıştır. Bendeniz, kendimi
halka adamayı, her zaman tercih etmişimdir. Halkı tedavi etmek, daha rahat bir
iştir. Yaptıklarınızdan kimseye hesap vermek zorunda kalmazsınız. Bilimin
ilkelerine uymak koşuluyla, her ne olursa olsun, insanın umurunda bile olmaz.
Ama büyük adam doktorluğunun sakıncalı bir yanı vardır; büyük adamlar hasta
olunca doktordan kendilerini kesinlikle iyi etmesini isterler.
TOINETTE - Olur şey değil! Onların sizlerden böyle uluorta sağaltım
beklemeleri doğrusu pek küstahlık, efendim! Siz onları iyi etmek için
yanlarında bulunmuyorsunuz ya! Sizin asıl göreviniz maaşlarınızı alıp
reçeteciklerinizi yazmak... Ellerinden gelirse iyi olmak kendilerine düşer.
Hem, onlar öyle babayiğitseler, kendi kendilerini iyi etsinler.
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Doğru, çok doğru. Bizim görevimiz hastaya tıp
kuralları içinde bakmaktan ibaret.
ARGAN - (Cléante'a.) Mösyö, lütfen burda bulunan saygıdeğer insanların
önünde kızıma bir şarkı söyletir misiniz?
CLÉANTE - Bendeniz de buyruğunuzu bekliyordum efendim; izninizle
efendilerimi eğlendirmiş olmak için matmazelle birlikte yeni bir operanın bir
sahnesini okumayı düşünüyorum. (Angélique'e bir kâğıt vererek.) Buyurun
efendim, işte sizin okuyacağınız parça.
ANGÉLIQUE - Benim mi?
CLÉANTE - (Yavaş sesle Angélique'e.) Tanrı aşkına karşı
çıkmayın; söyleyeceğimiz bölümün ne olduğunu ben size anlatırım. Siz merak
etmeyin. (Yüksek sesle.) Sesim iyi değil ama işittirecek kadar çıkarsa bana
yeter; matmazeli söyletmek zorunda olduğum için, artık lütfen kusuruma
bakmazsınız.
ARGAN - Güftesi güzel mi?
CLÉANTE - Okuyacağımız
şey doğaçlama bir operacık... Bir tür serbest şiir ya da şiirsel nesir
biçiminde bir şey... Aşkın ve gereksinmenin iki gönülden birdenbire koparıp
söyleteceği doğal sözler gibi bir şey.
ARGAN - Pek iyi. Dinleyelim.
CLÉANTE - (Sevgilisine bir çobanın ağzından kendi aşkını başından
sonuna dek anlatır; ondan sonra da, ikisi karşılıklı şarkılarla birbirlerine duygularını
söylerler.) Okuyacağımız bölümün konusu şu: Çobanın biri henüz belirmeye
başlayan bir görünümün güzelliğine daldığı sırada, birdenbire yanıbaşında bir
gürültü işitip kendine gelir. Başını çevirip hayvan gibi bir herifin bir çoban
kızına kötü sözler söylediğini görür. Her şeyden önce bir kez bütün erkeklerin
saygı göstermekle yükümlü oldukları "latif cins"in savunmasını
üstlenir; o hödük herife terbiyesizliğinin cezasını verdikten sonra da çoban
kızının yanına gidip dünyanın en güzel gözlerinden en güzel yaşlar akıtan bir
genç kız görür. İçinden kendi kendine, "Aman Tanrım! Böylesine güzel bir
kıza, nasıl öyle çirkin davranılır? Dünyada şu gözyaşlarından etkilenmeyecek
bir insan, dahası, bir yabanıl var mıdır?" der. Kızın o elmas gibi yaşlarını
dindirmeye çalışır. O güzel çoban kızı da, yaptığı küçük hizmetten dolayı o
çobana teşekkür eder; ama öyle sevimli, öyle tatlı, öyle candan teşekkür eder
ki, çoban artık dayanamaz; kızın her sözü, her bakışı alevden bir ok gibi
yüreğine işler. Çoban şöyle söylenir: "Dünyada böyle sevimli bir teşekkür
sözüne değecek bir şey olabilir mi? Böyle içten bir yüreğin şu etkileyici
sıcaklığına bir an bile kavuşabilmek için insan neler yapmaz, ne hizmetleri
göze almaz, ne tehlikelere seve seve atılmaz?" der. Biraz önceki güzel
görünüm geçip bittiği halde çoban bunun ayrımında bile olmaz; ama çok az
sürdüğünden de yakınır; çünkü o görünümün bitmesi kendisini o güzel çoban
kızından ayırır; işte bu ilk raslantıdan, bu ilk andan sonra, genç çoban evine,
yüreğinde yıllarca sürmüş bir aşkın en yeğin ateşleriyle döner. O andan sonra,
artık ayrılığın bütün acılarını çekmeye, görmeye doyamadığı sevgilisini bir
daha göremediği için yanmaya başlar. Sevgilisinin düşlemi, gece gündüz
gözlerinden gitmez; o dilberi bir daha görmek için elinden ne gelirse yapar;
ama çoban kızının sıkı bir çember içinde geçen yaşamından dolayı hiçbir çıkar
yol bulamaz. Aşkının yeğinliği karşısında, sonunda onsuz yaşayamayacağını
anlayıp ayın on dördüne benzeyen o güzel kızı ailesinden istemeye karar verir; bir
kolayını bulup kıza da bir not göndererek onun da iznini alır. Ne var ki, aynı
zamanda, babasının güzel kıza bir başkasıyla söz kestiğini, düğün
hazırlıklarına bile başlandığını öğrenir. Artık o zavallı çobanın yüreğinde ne
derin yaralar açıldığını, elbette anlarsınız! Zavallı, artık derdinden ölecek
duruma gelir. Sevgilisini başkasının kollarında görmeye düşleminde bile
dayanamadığından, aşkın verdiği üzüntüyle, sonunda çoban kızının evine girip
ondan duygularını öğrenmeye, alnının yazısı neyse anlamaya bir yol bulur. Kızın
evinde o korktuğu hazırlıkların hepsini görür; kendi tatlı aşkına karşı baba
keyfinin ortaya çıkardığı yakışıksız rakibi de orada görür. Rakibinin, o gülünç
rakibinin, o gönül çekici çobanla yan yana, zafer kazanmış bir edayla dikilip
avını artık eline geçirmiş gibi durduğuna tanık olur; gördükleri onu öyle
kızdırır ki sonunda öfkesini güç tutacak duruma gelir. Tapar gibi sevdiği
güzele acı acı bakıp durur; ne var ki, ona olan saygısı ve babasının orada
olması, onu duygularını yalnızca gözleriyle anlatmak zorunda bırakır. Ama
sonunda, bütün bu baskıları zorlayıp aşkının taşkınlığına kapılarak sevgilisine
şöyle söyler: (Şarkı gibi söyleyerek.)
Güzel Filis, yetişir çektiğim üzüntü böyle;
Bırak
susmayı da, düşüncen nedir, açık söyle!
Bir yargıya
var: Ya kurtarıp da yaşat.
Ya öldür de, bastığın yere at!
ANGÉLIQUE - (Ezgiyle yanıt vererek.)
Görmüyor musun Tirsis ne üzüldüğümü benim?
Düğün
hazırlığı sürdükçe titriyor yüreğim!
Söylemiyor mu bakışlarım dileğim nedir?
Gönüldeki duygular bu kadar söylenebilir.
ARGAN - Vay canına! Ben bizim kızın notayı eline alıp böyle kitap okur
gibi çatır çatır şarkı söyleyebildiğini bilmiyordum!
CLÉANTE -
Olur mu öyle Filis?
Senin aşkınla
çıldıran Tirsis
Yalnızca
yüreğinde bir yer almakla
Nasıl
yetinir hapsolup da kalmakla?
ANGÉLIQUE -
Yeter bunca duraksama şu umarsız işte.
Seni çılgınca
seviyorum işte!
CLÉANTE -
Nasıl
da tatlı şey bu söylediğin!
Bana düş mü gösterdin yoksa?
Güzel Filis ne diyordun, ne söyledindi demin?
ANGÉLIQUE -
Seni çılgınca
seviyorum, Tirsis!
CLÉANTE -
Yine iyi yürekli ol, bırakma, söyle Filis!
ANGÉLIQUE -
Seviyorum Tirsis.
CLÉANTE -
Durma, hiç durma, söyle, söyle Filis.
ANGÉLIQUE -
Seviyorum, seviyorum çoban seni ben,
Seni Tirsis nasıl seviyorum bilsen!
CLÉANTE -
Kırallar,
imparatorlar, büyük komutanlar;
Benim mutluluğumun eşi benzeri yok sizde.
Ama sıkıntı
da hiç eksik olmuyor bizde:
Duyduğum
neşe, sevinç, coşkunluk
Şu rakibin yüzünden silindi gitti.
ANGÉLIQUE -
Yere batsın
o sümsük adam dilerim;
Ona baktıkça
ben de diş bilerim.
Çekilir şey mi böyle işkence.
CLÉANTE -
Ama, baban seni zorla verirse; düşüncen ne?
ANGÉLIQUE -
Beni öldürse bile istemem onu;
Ölürüm, istemem, inan bana sen;
Ölürüm kesinlikle, hemen ölürüm.
ARGAN - Peki ama kızın babası bu işe ne demiş?
CLÉANTE - Hiçbir şey dememiş.
ARGAN - Amma ahmak babaymış o baba da ha! Bunca rezillik oluyor da herif
hiç ses çıkarmıyor!
CLÉANTE - (Şarkıyı sürdürerek.)
Aman, güzel meleğim...
ARGAN - Yok, yok, artık yeter. Doğrusu bu oyun kötü örnek olacak
bir oyun. Bundaki çoban Tirsis edepsizin biri; babasının yüzüne karşı öyle
şeyler söyleyen çoban kızı Filis de utanç perdesini kaldırmış! Şu kâğıdı bana
verin bakayım. Vay vaay! Hani sizin söylediğiniz sözler bunun neresinde? Bunda
notalardan başka bir şey yok!
CLÉANTE - Aman efendim, bilmiyor musunuz? Son zamanlarda şarkı sözlerini de beste
gibi nota işaretleriyle yazma yöntemini buldular!
ARGAN - Pek iyi, artık zât-ı âlîlerine uğurlar olsun, güle güle
efendim, güle güle. Yine görüşürüz dilerim. Belki de, şu operanızı hiç
okumasaydınız daha iyi ederdiniz!
CLÉANTE - Efendimizi eğlendiririm düşüncesiyle okudum.
ARGAN - Saçmalamanın eğlencelisini de işitmemiştim. Hah! İşte
karım.
SAHNE VI
BÉLINE, ARGAN, TOINETTE, ANGÉLIQUE,
MÖSYÖ DIAFOIRUS, THOMAS DIAFOIRUS.
ARGAN - Canımın
içi... İşte Mösyö Diafoirus'ün oğlu.
THOMAS DIAFOIRUS - (Yine ezberden bir saygı sunma paragrafı
okumaya kalkışırsa da, alt tarafını unuttuğundan yarı yolda kalır.)
Hanımefendi, Yüce Tanrı'nın zat-ı âlîlerine kaynanalık sanı tevcih buyurmuş
olması ayn-i isabettir; çünkü sima-yı âlîlerinde beliren...
BÉLINE - Tam zamanında buraya gelip zât-ı âlînizle
tanışabildiğim için cidden mutluyum efendim.
THOMAS DIAFOIRUS - Çünkü sima-yı âlîlerinde beliren... Çünkü sima-yı
âlîlerinde beliren... Madam, söylevimin tam ortasında sözümü kestiniz, belleğim
altüstü oldu.
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Başka bir sefer söylersin, Thomas.
ARGAN - Ah, biraz önce burada olsaydın ne iyi olurdu,
canımın içi!
TOINETTE - Aman madam, ikinci baba konusuyla Memnon yontusunun,
bir de ayçiçeği
adında bir bitkinin sözü geçerken bulunamadığınıza ne denli yansanız haklısınız
doğrusu!
ARGAN - Haydi kızım, mösyönün elini tut da kocan olarak kendisine
ölünceye dek bağlılık gösterip onun sözünü dinleyeceğine söz ver bakayım.
ANGÉLIQUE - Aman, babacığım!
ARGAN - Ne o? "Aman, babacığım!" da ne demek oluyor?
ANGÉLIQUE - Tanrı aşkına böyle acele etmeyin. Biraz zaman bırakın da hiç
olmazsa tanışıp anlaşalım; mutlu bir aile kurabilmek için her şeyden önce
birbirimize ısınmaya çalışalım.
THOMAS DIAFORIUS - Bendeniz kendi adıma zât-ı âlînize pek
ısındım matmazel, bence artık beklemeye gerek yok.
ANGÉLIQUE - Belki sizin huyunuz suyunuz öyledir de, böyle
birdenbire parlayıverirsiniz
efendim, ben öyle değilim; izin verin de açıklayayım ki o yüksek artamlarınız
henüz yüreğime işlemiş değildir efendim.
ARGAN - Yaaa! Pek iyi, pek iyi! Öyleyse evlendiğinizde birbirinizle
tanışıp sevişmek için istediğiniz kadar zaman bulursunuz.
ANGÉLIQUE - Aman rica ederim, bana bir süre verin babacağım! Evlilik öyle bir
zincirdir ki, ona hiçbir zaman bir yüreği zorla bağlamamalıdır; aslında, mösyö
kendini bilen bir adamsa, kendisine zorla varmış bir kızı kesinlikle kabul
etmemesi gerekir.
THOMAS DIAFORIUS - Fehâşâ sümme hâşâ sümme kellâ, matmazel! Ben
kendimi bilmekle birlikte, sizi pederinizden yedbeyed tesellüm edebilirim,
efendim. (20)
ANGÉLIQUE - Zorla güzellik olmaz, efendim.
THOMAS DIAFOIRUS - Eslâf-ı îzâmın muteber eserlerinde gördüğümüze
göre, evvel zaman içinde benât-ı Havvanın baba evinden cebren kaçırılmak
suretiyle tezevvüc edilmesi ve böylece kızların kendi rızaları hilâfına âğuş-u
ağyâra atılmış gibi gösterilmemeleri âdâb-ı müstahsene-i kudemâdan imiş,
matmazel. (21)
ANGÉLIQUE - Eskiler eski zaman adamlarıymış efendim, biz
yeniler de yeni zaman adamlarıyız. Bizim zamanımızda yapmacığa gerek yoktur;
biz bir kimseyi kendimize uygun bulursak, zorla sürüklenmeden de gitmesini
biliriz. Siz biraz sabrediniz, beni seviyorsanız, benim her istediğimi siz de
istemelisiniz.
THOMAS DIAFOIRUS - Şu şartla ki işbu âlî arzuları kalbi haklarımla
teâruz teşkil edecek mahiyette olmaya. (22)
ANGÉLIQUE - Ama efendim, sevginin en büyük kanıtı, sevilenin her
isteğine boyun eğmektir.
THOMAS DIAFOIRUS - İnne mela'mâl ü binniyat, matmazel: hatun
kişinin mutâ'ına taallük etmemek şartıyla "âmennâ"; aksi takdirde
"ve illâ felâ." (23)
TOINETTE - Ne denli kafa yorsanız boşuna. Görmüyor musunuz, mösyö
daha sıcağı sıcağına okuldan çıkmış, ne söyleseniz hemen yanıtınıza yanıt
dayıyor. Hem böylesine direnip de tıp fakültesiyle onurlu bir akrabalık kurmayı
geri çevirmenin anlamı var mı ya?
BÉLINE - Belki de gönlünde bir aslan yatıyor, kim bilir?
ANGÉLIQUE - Öyle bir şey varsa, sanırım akıl ve namus çerçevesinde bir
şey olması gerekir, madam.
ARGAN - Artık
bu kadarı yetti doğrusu! Beni burada bostan korkuluğu yaptınız!
BÉLINE - Ben sizin yerinizde olsaydım, yavrucuğum ille evlen diye
üstelemezdim, ama ondan sonra da ne yapacağımı bilirdim!
ANGÉLIQUE - Ne demek istediğinizi anlıyorum, madam; aslında bana karşı
nasıl da iyicil olduğunuzu bilmez değilim; verdiğiniz öğüt ne derece
uygulanabilir, işte onu bilmem!
BÉLINE - Elbette bilmezsiniz; sizin gibi pek uslu, son derece
namuslu kızlar,
ancak babalarının sözlerini kulak arkasına atıvermesini bilirler. Öyle söz
dinleme, saygı gibi şeylerin artık modası geçti!
ANGÉLIQUE - Bir kızın babasının sözünü dinlemesinin de bir sınırı vardır
madam; akıl da, yasa da her sözü dinlemeyi gerektirmez.
BÉLINE - Sanırım bu, siz evlenmeyi aslında hoş görüyorsunuz, ama
kendi keyfinize göre bir koca seçmek istiyorsunuz demek oluyor.
ANGÉLIQUE - Babam beni istediğim gibi bir adama vermeyecekse, bari
sevemeyeceğim bir adama da vermesin, işte kendisinden yalnızca bunu dilerim.
ARGAN - Efendim, bu durumdan pek utandım, beni
bağışlamanızı dilerim.
ANGÉLIQUE - Evlenmekte herkesin bir hesabı vardır. Ben kendi
hesabıma gerçek bir sevgiyle sevebileceğim bir kocadan başka bir şey istemem;
öyle bir kocaya ömrüm oldukça bağlanıp kalmak isterim; onun için çok sakınmalı
davranmak zorundayım. Kimi kızlar vardır ki, sırf analarıyla babalarının baskısından
kurtulup her istediklerini yapabilmek için kocaya varırlar. Kimileri de
evlenmeyi salt bir çıkar ve ticaret işlemi biçimine sokarlar, madam! Bu
gibileri, sırf miras almak, kocaları ölünce zengin olmak sevdasıyla böyle
davranırlar ve mirastan mirasa konmak için kocadan kocaya koşmakta
duraksamazlar bile. Doğallıkla, böyle yapanlar, öyle ince eleyip sık dokumaz,
kocalarının nasıl şey olduğuna pek önem vermezler.
BÉLINE - Bugün sizin kafanızı pek işlek görüyorum; acaba ne demek
istediğinizi anlayabilir miyim?
ANGÉLIQUE - Ben diyeceğimi dedim; başka ne diyeyim, madam?
BÉLINE - Siz öyle ne dediğini bilmez olmuşsunuz ki, artık bundan sonra
bir dakika bile çekilmezsiniz.
ANGÉLIQUE - Siz bana zorla bir terbiyesizlik ettirmek
istiyorsunuz ama bu isteğinize
eremeyeceksiniz, madam; hiç üzülmeyin.
BÉLINE - Edepsizlik olursa böyle olur doğrusu!
ANGÉLIQUE - Ne deseniz boşuna, madam.
BÉLINE - Öyle gülünç bir kurumunuz, öyle terbiyesizce bir
kendinizi beğenmişliğiniz
var ki artık herkes yaka silkiyor.
ANGÉLIQUE - İstediğiniz gibi söylenin;,yararı yok madam; siz ne denli
uğraşsanız da ben gene terbiyemi bozmayacağım; isteğime ulaşırım diye boş yere
umuda kapılmamanız için, işte gözünüzün önünde gidiyorum.
ARGAN - Bana bak, sen şimdi iki şıkkın birini seçeceksin, bu işin
ortası yok: Ya dört güne dek mösyöyle evlenecek ya da bir manastıra
kapanacaksın. (Béline'e.) Sen kendini üzme, ben onu yola getiririm.
BÉLINE - Kusuruma bakma, seni biraz yalnız bırakacağım,
yavrum; kantte çok acele bir işim var. Biraz sonra gelirim.
ARGAN - Git şekerim, git; hem notere uğra da, söyle o işi
bitiriversin.
BÉLINE - Şimdilik hoşçakalın minimini kocacığım.
ARGAN - Güle güle canımın canı. Bu kadıncağız beni nasıl seviyor,
bilemezsiniz... Ölüyor, bayılıyor bana!
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Biz de artık izninizi rica edelim efendim.
ARGAN - Aman efendim, Tanrı aşkına, beni nasıl buluyorsunuz, doğrusunu
söyler misiniz?
MÖSYÖ DIAFOURUS - (Nabzına bakarak.) Haydi Thomas, sen mösyönün
öteki elini al, bakalım nabzından durumunu doğru anlayabilecek misin? İşbu
nabız yirmi yedi kısım tabâ-yi nabzın kangısındandır? (24)
THOMAS DIAFOIRUS - Kavlimce nabız, marîz envâından olup hayra alâmet
olmasa gerektir. (25)
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Âlâ.
THOMAS DIAFOIRUS - Sulb olmasa dahi şibh-sulbdür. (26)
MÖSYÖ DIAFOIRUS. - Aliyyülâlâ! (27)
THOMAS DIAFOIRUS - Hareket-i dâfiîdir. (28)
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Mükemmel.
THOMAS DIAFOIRUS - Bir nebze mütekattı ve gayr-i
muntazamdır. (28)
MÖSYÖ DIAFOIRUS. - Ne âlâ!
THOMAS DIAFOIRUS. - Bu ise parankima-yı tahalide, yani
dalakta bir fesada delalet etse (29) gerektir.
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Çok mükemmel!
ARGAN - Hayır;
Mösyö Purgon, tersine, karaciğerimin rahatsız olduğunu söylüyor.
MÖSYÖ DIAFOIRUS - İyi ya! Doğru işte, zaten parankima demek hem
karaciğer, hem dalak demektir; çünkü bunlar "via-i kasir",
"bevvâb-ı mide" ve alelekser "kanatı safra" vasıtasıyla çok
sıkı bir münasebette bulunurlar. Her halde Mösyö Purgon size bol bol külbastı
tavsiye etmiştir.
ARGAN - Hayır,
haşlamadan başka bir şey yemeyeceksin dedi.
MÖSYÖ DIAFOIRUS. - İyi ya. Doğru işte; haşlama olmuş, külbastı
olmuş, hepsi aynı şey, ondan daha iyi bir hekim bulamazsınız.
ARGAN - Mösyö, bir yumurtaya kaç tuz tanesi koymalı?
MÖSYÖ DIAFOIRUS - Ya altı, ya sekiz, ya on; kesinlikle çift adet
olacak; ama ilaçlarda hep tek adet olmalı! (30)
ARGAN - Güle güle... Devletle efendim.
SAHNE VII
BÉLINE, ARGAN
BÉLINE - Bir şeye dikkat etmen için, sokağa çıkmadan sana bir
kez daha uğrayayım dedim, yavrucuğum. Şimdi Angélique'in odasının önünden
geçiyordum, içerde genç bir erkek gördüm; adam beni görür görmez kaçtı.
ARGAN - Kızımın
yanında genç bir erkek ha!
BÉLINE - Evet. Küçük kızın Louison da yanlarındaydı; haberin en
iyisini ondan alırsın.
ARGAN - Çabuk Louison'u bana gönder, şekerim, çabuk gönder. Vay,
ahlaksız
vay! Tevekkeli değil, doktorun oğlunu istemem de istemem diye tutturdu!
SAHNE VIII
LOUISON, ARGAN
LOUISON - Ne istiyorsunuz babacığım. Annem beni çağırdığınızı
söyledi.
ARGAN - Evet, çağırdım. Şöyle gel bakayım. Daha yaklaş, beri gel. Yüzünü
bana dön. Gözlerini kaldır, bakayım. Yüzüme bak. Eee?
LOUISON - Ne var, babacığım?
ARGAN - Eeee?
LOUISON - Ne var?
ARGAN - Senin bana hiçbir diyeceğin yok mu?
LOUISON - Eğer
canınız sıkılıyorsa size yeni öğrendiğim "Eşek Derisi" ya da
"Karga ile Tilki" masallarından birini söyleyeyim.
ARGAN - Ben senden masal istemiyorum.
LOUISON - Ya ne istiyorsunuz?
ARGAN - Seni kurnaz seni! Sen benim ne demek istediğimi bilmiyor musun
sanki?
LOUISON - Vallahi bilmiyorum, babacığım.
ARGAN - Sen benim sözümü bu kadar mı tutuyorsun?
LOUISON - Ben ne yaptım ki?
ARGAN - Ben sana, her ne görürsen hemen gel bana haber ver
dememiş miydim?
LOUISON - Evet, demiştiniz, babacığım.
ARGAN - Peki, sözünü tuttun mu?
LOUISON - Evet, babacığım. Her ne gördüysem geldim, haber verdim.
ARGAN - Öyle ama, bugün hiçbir şey görmedin mi?
LOUISON - Hayır, babacığım.
ARGAN - Hiç mi?
LOUISON - Hiç, babacığım.
ARGAN - Emin misin?
LOUISON - Eminim.
ARGAN - Ya! Ablanın odasında bir erkek gördüğünü bana niçin söylemiyorsun,
utanmaz yalancı.
LOUISON - Babacığım!
ARGAN - Ya! Dur, öyleyse ben sana bir şey göstereyim! (Gidip bir
tutam çubuk alır.)
LOUISON - Aman! Babacığım!
ARGAN - Seni oyuncu yumurcak seni! Ablanın odasında bir erkek
görürsün de söylemezsin, ha?
LOUISON - Aman babacığım!
ARGAN - Ben sana yalan söylemesini öğreteyim de, sen de
gör!
LOUISON - (Dizlerine kapanarak.) Aman, babacığım! Tövbeler
tövbesi, bir dahaki sefere söylerim. Ablam bana söyleme dedi de, onun için
söylemedim; ama şimdi hepsini söyleyeyim.
ARGAN - Yalan söylediğin için sopayı yiyeceksin. Artık ötesini
ondan sonra düşünürüz.
LOUSION - Bağışlayın babacığım, bir daha yapmam!
ARGAN - Olmaz, olmaz!
LOUISON - Aman canım babacığım, dövmeyin beni babacığım!
ARGAN - Dövmeyeceğim!
LOUISON - Tanrı rızası için kıymayın bana babacığım!
ARGAN - (Yakalayıp pataklayarak.) Al sana, al sana!
LOUISON - Aman babacığım! Beni yaraladınız. Durun, işte öldüm. (Ölmüş
gibi yapar.)
ARGAN - Ayol. Ne var, ne oldun? Louison, Louison! Aman Tanrım! Louison! Vah
kızım, vah! Vay başıma gelenler; kızcağızım öldü! Ah, ben ne yaptım! Elim
kırılaydı da yapamaz olsaydım! Tanrı kahretsin o çubukları! Vah kızım, vah
yavrum, vah Louisoncuğum, vah!
LOUISON - Yok yok babacığım, öyle ağlamayın; büsbütün de ölmedim.
ARGAN - Vay düzenbaz piç kurusu vay! Haydi, neyse, gene bu
seferlik bağışlıyorum,
ama ne biliyorsan hepsini söyleyeceksin.
LOUISON - Aman, peki babacığım.
ARGAN - Ama dikkat et ha! Gene yalan söyleyecek olursan, bak işte
şu küçük parmağım
yok mu, o hepsini biliyor, yalan söylersen bana haber verir.
LOUISON - Ama babacığım, sakın size benim söylediğimi ablama
söylemeyin ha!
ARGAN - Yok, yok, söylemem.
LOUISON - Öyleyse... Şey, babacığım, ben ablamın odasındayken oraya
bir adam geldi babacığım.
ARGAN - Peki, sonra?
LOUISON - Ben o adama dedim ki, sen burada ne arıyorsun, dedim; o da
ben senin ablanın çalgı hocasıyım, dedi.
ARGAN - Ay, ay, ay! İş anlaşıldı. E, sonra?
LOUISON - Sonra da ablam geldi.
ARGAN - Ondan sonra?
LOUISON - Ondan sonracığıma babacığım, ablam ona dedi ki: Çıkın,
ama çıkın, çıkın! Tanrı aşkına çıkın! Siz beni mahvedeceksiniz! dedi.
ARGON - E, sonra?
LOUISON - Sonra o adam da çıkmak istemedi.
ARGAN - Peki, o adam ablana ne diyordu?
LOUISON - Birçok şey diyordu.
ARGAN - Daha ne diyordu?
LOUISON - Neler diyordu, neler! Ben seni seviyorum diyordu, sen
dünyanın
en güzel kızısın diyordu.
ARGAN - Ondan sonra?
LOUISON - Ondan sonra ablamın önünde yere diz çöktü.
ARGAN - Peki, sonra?
LOUISON - Ondan sonra da ablamın ellerini öptü.
ARGAN - Ondan sonra?
LOUISON - Ondan sonra da üvey annem kapıya gelince adam
kaçıverdi.
ARGAN - Başka bir şey olmadı mı?
LOUISON - Hayır, babacığım.
ARGAN - Ama bak küçük parmağım bir şeycikler fısıldıyor. (Parmağını
kulağına tutar.) Dur bakayım. Ya! Vay, vay! Öyle miii? Ooo! Ooo! Bak küçük
parmağım bana senin bir şey daha gördüğünü ama benden sakladığını söylüyor.
LOUISON - Öyleyse babacığım, sizin parmağınız yalancı.
ARGAN - Ama sonra sen bilirsin ha!
LOUISON - Yok babacığım, siz ona inanmayın; o size yalan
söylüyor, iki gözüm kör olsun ki yalan söylüyor!
ARGAN - Eh, peki, peki; ben onu sonra anlarım. Haydi sen şimdi
git, çevreye göz kulak ol; haydi bakayım. (Kendi kendine.) Aman dünyada çocuk
kalmamış! Benim de başıma ne püsküllü belalar, neler geliyor! Kendi hastalığımı
bile düşünmeye zaman yok. Artık dayanamıyorum, illâllah! (İskemlesine oturur.)
SAHNE IX
BÉRALDE, ARGAN.
BÉRALDE - Eee, ne var ne yok ağabey? Nasılsın, iyisin umarım?
ARGAN - Aman kardeşim, çok kötüyüm.
BÉRALDE - Neden çok kötüsün canım? Neyin var?
ARGAN - Çok kötüyüm, çok! Öyle güçsüzüm ki söylesem kimse
inanmaz.
BÉRALDE - Vah vah! Çok canım sıkıldı.
ARGAN - Konuşmaya bile zamanım yok.
BÉRALDE - Ağabey;
ben de sana yeğenim Angélique hakkında hayırlı bir kısmetten söz etmeye
gelmiştim.
ARGAN - (Birdenbire köpürüp iskemlesinden fırlayarak.) Aman
kardeşim, bir daha benim yanımda o kaltağın adını anma! O düzenbaz, edepsiz,
ahlaksız kızı, iki güne kalmaz, bir manastıra kapatacağım.
BÉRALDE - Oh! Ha şöyle! Biraz canlandın da içim açıldı;
demek ben sana şifa getirmişim! Neyse, dünya işlerinden biraz sonra konuşuruz. Ben
şimdi yolda gelirken rasladım da, sana hoş bir eğlence getirdim: Hiç olmazsa
biraz derdini unutursun da için açılır, biraz sonra ciddi şeylerden konuşurken
başın dinç olur. Eğlence dediğim şey, Arap kılığında Mısırlı çalgıcılarla
rakkaseler; ne olursa olsun, hoşnut kalacağından eminim. Mösyö Purgon'un
reçetesinden daha iyi gelmezse, o zaman söyle! Haydi kalkalım.
(Fransızca
metinde, bu perdeyle üçüncü perde arasında, yapıtın konusuyla hiçbir ilgisi
olmayan bir bale vardır: Moliere XIV. Louis'yi eğlendirmek için bu baleyi araya
sokuşturmuş ve Argan'ın kardeşi Béralde'a yukarki sözleri, işte o nedenle
söyletmiştir; yapıt Türk sahnesinde oynanırken, ikinci perde bittiği sırada bu
balenin yerine orkestra uygun bir "şark havası" çalmalıdır.)
ÜÇÜNCÜ PERDE
SAHNE I
BÉRALDE, ARGAN, TOINETTE.
BÉRALDE. - E, ne dersin ağabey? Bizim çalgı senin Hinthıyarından daha
şifalı değil mi?
TOINETTE. - Hiç öyle şey mi olur. Hinthıyarının iyisini
kullanmak yararlıdır.
BÉRALDE - Neyse.. Artık biraz konuşalım, ne dersin?
ARGAN - Bana bir dakika izin, kardeşim, şimdi gelirim!
TOINETTE - Alın şunu, efendim, bastonsuz yürüyemeyeceğinizi bilmiyor
musunuz?
ARGAN - Öyle ya, hakkın var.
SAHNE II
BÉRALDE, TOINETTE.
TOINETTE - Aman, Tanrı aşkına yeğeninizin mutluluğunu
savsaklamayın, efendim.
BÉRALDE - Ben onu isteğini ulaştırmak için elimden geleni
yapacağım.
TOINETTE - Sanırım, bizim mösyönün kafasına koyduğu zırva sevdadan onu
vazgeçirmeye bakmalı; bunun için ben buraya işimize yarayacak bir hekim sokup
Mösyö Purgon'dan soğutmaya, onun uyguladığı sağaltımı yanlış gösterip gözünden
düşürmeye çalışmaktan başka yol görmüyorum. Ama, el altında o işi becerebilecek
uygun bir kimse de yok. Neyse, benim aklıma bir oyun geliyor.
BÉRALDE - Ne gibi?
TOINETTE - Akla sığacak şey değil ama sonucu çok iyi olabilir. Siz işin
orasını bana bırakın da kendi payınıza düşeni yapmaya bakın. İşte, bizimki de
geliyor.
SAHNE III
ARGAN, BÉRALDE.
BÉRALDE - Şimdi ağabey, seninle biraz konuşacağım, ama her şeyden önce,
bir kez öfkene kapılarak esip gürlemeyeceğine kesinlikle söz vereceksin.
ARGAN - Peki, haydi öyle olsun.
BÉRALDE - Sana söyleyeceğim şeylere acı acı yanıtlar vermeyeceksin.
ARGAN - Ona da peki.
BÉRALDE - Konuşacağımız konuları el birliğiyle yoluna koymak
için soğukkanlılıkla düşüneceksin.
ARGAN - Pek iyi dedik ya işte. Amma uzun giriş yapıyorsun yahu!
BÉRALDE - A benim canım kardeşim, senin bunca servetin olduktan
sonra, şu dünyada biricik kızın varken, -çünkü öteki daha küçük, onu hesaba
katmıyorum- nasıl olur da onu manastıra kapatmaktan söz etmeye dilin varır?
ARGAN - A benim canım kardeşim, ben kendi ailemin biricik reisi
olduktan sonra, nasıl olur da, keyfimin istediğini yapamam?
BÉRALDE - Karın seni durmadan, dinlenmeden kızlarını başından atmaya
kışkırtıyor; sanki pek dindar da, ikisini de bir an önce rahibe yaptırıp mutlu
olmak istiyor.
ARGAN - Hah, işte başladık! Daha söze girer girmez kadıncağızı işe
karıştırdın; bütün kötülüklerin başı o, dünya ona düşman.
BÉRALDE - Hayır ağabey; onu bir yana bırakalım; o özverili
kadıncağızın bu aileye karşı büyük bir iyi niyet beslediği, kendi çıkarını hiç
düşünmediği, seni çıldırasıya sevdiği, çocuklarına karşı inanılmaz bir
sevecenlik ve sevgi gösterdiği kesin. Onun için biz şimdi onu bir yana
bırakalım da, gene kızına gelelim. Sen, Tanrı aşkına ne amaçla o kızcağızı bir
hekimin oğluna vermek istiyorsun?
ARGAN - Bana, benim işime yarayacak bir damat gerek; işte o
amaçla kardeşim.
BÉRALDE - Senin işine yarayacak damat kızının işine yaramaz
ağabey; hem, şimdi ona daha iyi bir kısmet çıktı.
ARGAN - Öyle ama, öteki benim hakkımda daha hayırlıdır, kardeşim.
BÉRALDE - İyi
de ağabey, bu kız senin için mi kocaya varacak, yoksa kendisi için mi?
ARGAN - Hem kendisi için, hem benim için varacak kardeşim; ben
aile ocağıma,
işime yarıyacak kimseleri sokmak isterim.
BÉRALDE - O zaman, bu hesaba göre küçük kızın da evlenecek
çağda olsaydı, onu da bir eczacıya verecektin demek.
ARGAN - Olabilir, niçin vermeyeyim?
BÉRALDE - Peki ama, sen sonsuza dek böyle doktorsuz, eczacısız yaşayamayacak
mısın? Çevrendeki insanlarla doğanın yasalarına karşın ömrünün sonuna dek hep
böyle hasta olarak mı yaşamak istiyorsun? Hiç öyle şey mi olur?
ARGAN - Ne demek istiyorsun, kardeşim?
BÉRALDE - Valla ağabey, şunu demek istiyorum ki, gördüğüm adamların içinde
en az hasta olanı sensin; sendeki sağlık bende olsaydı, başka bir şey
istemezdim. Sağlığının yerinde olduğuna, bedeninin demir gibi sağlamlığına
kanıt istersen, onu da söyleyim: Sen şimdiye dek yaptırdığın bunca gereksiz
sağaltımlara karşın hâlâ sağlığını bozmayı başaramadığın gibi, hâlâ çatlamadın.
Dünyada sağlığın bundan iyi kanıtı mı olur?
ARGAN - Ama bilmem farkında mısın, ben işte o ilaçlarla yaşıyorum,
kardeşim... Dahası, Mösyö Purgon, "Ben sana üç gün bakmasam, sen hemen
ölürsün," diyor!
BÉRALDE - Onu bilmem, ama sen aklını başına toplamayacak olursan, o
herifin bu gidişle sana öteki dünyayı boylatmakta kusur etmeyeceğini çok iyi
biliyorum!
ARGAN - Bu konuyu biraz görüşelim, kardeşim. Sen fenn-i celîl-i tıbba (31) inanmıyor
musun?
BÉRALDE - Hayır ağabey, inanmıyorum; inanmamakla da inancımın
bozulacağını sanmıyorum.
ARGAN - Ne demek! Herkesin kabul edip onayladığı, yüzyıllardır
insanların saygıyla karşıladığı bir fenn-i celîli sen doğru bulmuyor musun?
BÉRALDE - Söz aramızda ama, doğru bulmak şöyle dursun, tersine
insanların aklını çelmiş en korkunç çılgınlıklardan biri gibi görüyorum; şöyle
filozof gözüyle bakınca, bundan daha tuhaf bir maskaralık, bir insanı iyi
etmeye kalkışmış bir insan kadar gülünç bir yaratık olamaz.
ARGAN - Bir insanın başka bir insanı iyi edemeyeceği yargısına nasıl
varıyorsun, kardeşim?
BÉRALDE - Ben şöyle düşünüyorum ağabey: İnsan makinesini oluşturan
öğelerin niteliği bugüne dek anlaşılamamış, doğanın bir gizi olarak kalmıştır;
insan bilgisi henüz bu makinenin nasıl işlediğini hiç mi hiç kavrayamamıştır;
doğa gözlerimize öyle kalın perdeler çekmiş ki, insan denen alemin içyüzünü
görme olanağı bile yok.
ARGAN - Öyleyse, sana göre hekimler hiçbir şey bilmiyorlar demek?
BÉRALDE - Bir şey bilmiyorlar diyemem, bilirler ağabey. Çoğunlukla çok
iyi edebiyat bilirler, Latincenin kibarcasını konuşurlar, bütün hastalıkların
Yunanca adlarını bilirler, tanımlarını, sınıflandırılmalarını bilirler; ama
sağaltıma gelince, işte onu hiç bilmezler.
ARGAN - Öyle ama, sanırım sağlık konusunda, doktorların doktor
olmayanlardan daha çok şey bildiklerini olsun kabul etmek zorundayız.
BÉRALDE - Onlar yalnızca, işte o söylediğim şeyleri bilirler
ağabey; o kadarcık şey de, sanırım ilaç olamaz; hekimlerin bütün uzmanlıkları,
tumturaklı saçmalar savurmakta, göz boyayan laf salataları yumurtlamaktadır:
Bunlar da, hastalığın nedeni yerine tahmin söylemekten, sağaltım yerine söz
vermekten başka bir şey değil.
ARGAN - Öyle ama, bu sendeki kadar akıl, sendeki kadar
yetenek başkalarında da var, kardeşim; bir kez hasta oldu mu, herkes hekime
koşuyor.
BÉRALDE - Onun nedenini hekimlerin becerisinde değil, insanların
zayıflığında aramalı.
ARGAN - Ama, sanırım doktorlar kendi sanatlarına inanıyorlar ki
kendilerine de onu uyguluyorlar.
BÉRALDE - Onun da nedeni, halkın saflığından yararlanan kimi hekimlerin
kendi yalanlarına kendilerini de kaptırmış olmalarıdır; ama öyle şeye
kapılmayanları da vardır. Örneğin sizin Mösyö Purgon, işin inceliklerini pek
kavrayamamış; herif tepeden tırnağa doktor! Sanatının ilkelerine matematiksel
gerçeklerden daha çok güvenen ve o ilkelerin doğru olup olmadığını incelemeyi
bile büyük cinayet sayan bir adam! Tıpta hiçbir bilinmeyen nokta, hiçbir
kuşkulu konu, hiçbir çetin durum kabul etmez; körü körüne kurulmuş bir inanç
tutuculuğuyla, sarsılmaz bir güvenin verdiği şiddetle, yalnızca akıl ve mantığa
bel bağlayan bir katılıkla, bütün sağaltımı kan almakla iç yumuşatıcıda görür,
yararını, sakıncalarını hesap etmez. Bu durumda bulunan bir kimse, doğal olarak
kötülüğü kötülük diye yapmaz; adamcağız insanı iyi niyetle öbür dünyaya
gönderir; dahası, seni öldürürken yaptığı şeyi, karısıyla çocuklarına,
gerekirse kendine de yapar.
ARGAN - Belki de, senin adamcağıza korkunç bir hıncın var, kardeşim. Neyse,
konuya gelelim. Bu durumda, insan hasta olunca ne yapmalı?
BÉRALDE - Hiçbir şey yapmamalı, ağabey.
ARGAN - Hiçbir şey yapmamalı mı?
BÉRALDE - Hiç mi hiç. Yalnızca dinlenmeli. Vücudunu kendi haline
bırakırsan, o düştüğü hastalıktan yavaş yavaş kendini kurtarır. İşi kötüye
götüren, bizim kendi kaygımız, kendi telaşımızdır; hemen hiç kimse hastalıktan
ölmez, birçok kimse kendi elleriyle içtikleri ilaçlara kurban gider.
ARGAN - Ama, sanırım araçlarla doğaya yardım etmek olanağını da kabul
etmeli kardeşim.
BÉRALDE - Vallahi ağabey, bunlar, insanın işine geldiği için
hoşuna giden bir takım boş görüşler; dünyanın her döneminde insanların
hoşlarına gittiğini kabul ettikleri böyle bir takım düşlemler vardır: Bunların
gerçek olması, ciddi olarak istenecek bir şeydir. Örneğin, bir hekim doğaya
yardımdan, hastalığa karşı savaşmayı kolaylaştırmaya çalışmak gereğinden, ona
zarar veren nedenleri kaldırıp gerekli şeyleri sağlayarak görevini yapabilecek
iyi bir duruma getirmek zorunluğundan söz edecek, kanı temizleme gereğinden,
beyinle bağırsakların dinlendirilmesinden, dalağı rahat ettirmekten, göğsün
yumuşatılmasından, karaciğerin temizlenmesinden, yüreğin güçlendirilmesinden,
doğal ateş derecesinin sağlanmasından ve sürdürülmesinden ve kendisinde ömür
uzatacak bir takım gizler bulunduğundan dem vuracak olursa, hekimliğin masal
yönünden söz ettiğinden artık hiç kuşku duymamalısın. Aslında, deneyin ve
gerçeğin alanına girdiğin zaman, o safsatalardan ortada iz bile kalmadığını
anlar, güzel bir düşten uyanıp birdenbire gerçekle karşılaştığında duyduğun
üzüntüye benzer bir şey duyumsarsın.
ARGAN - Demek dünyanın bütün bilimi, hep senin kafanda toplanmış:
Sen hekimliği, yüzyılın en büyük hekimlerinden daha iyi biliyormuşsun da bizim
haberimiz yokmuş!
BÉRALDE - Senin o büyük hekim dediklerin iki kişilikli adamlardır! Sözlerine
bakarsan, dünyanın en uzman adamlarıdır; ama iş başında görsen, insanların en
bilgisizleri de onlardır.
ARGAN - Olur şey değil doğrusu! Meğer sen büyük bir bilginmişsin
de biz bilmiyormuşuz yahu! Şimdi şurada bir tıp bilgini olmalıydı da, senin şu
safsatalarını yere vurup burnunu biraz indirmeliydi!
BÉRALDE - Ben tıbba karşı savaşmak için ortaya atılmış değilim, ağabey;
insanlar, kendilerinde kalmak koşuluyla, iyi kanıyı da kötü kanıyı da istediği
gibi taşımakta özgürdür. Aslında, ben de bunları aramızda kalmak üzere
söylüyorum. Amacım sizi şu yanlış yoldan çevirmek ve biraz da eğlendirmiş olmak
için, Moliére'in hekimlerden söz eden güldürülerinden birine götürmek.
ARGAN - O senin Moliére dediğin herif, edepsizin biri; yerin dibine
batsın güldürüleri! Dünyada alay edecek adam bulmamış bulmamış da, hekimler
gibi kutsal insanları bulmuş... Edepsiz herif!
BÉRALDE - Ama Moliére hekimlerle değil hekimliğin gülünç yönleriyle alay
ediyor.
ARGAN - Fenn-i celîl-i tıbba burnunu sokup denetime kalkışmak ona
kalmıştı sanki! Amma kakavan, amma edepsiz şey... Kalkmış da muayeneyle alay
eder, reçeteyle alay eder, heyet-i etibbaya saldırır, etibba-yi kirâm hazerâtı
gibi muhterem şahsiyetleri sahneye çıkarır. (32)
BÉRALDE - Sahnesinde insanlığın türlü mesleklerini göstermesin de ne
göstersin? Bütün tiyatrolarda her gün krallar, imparatorlar sergilenip duruyor,
sanırım, onların da hekimler kadar önemi vardır!
ARGAN - Hay Tanrı cezasını versin o ilençli herifin! Ben hekimlerin
yerinde olsaydım, Tanrı bilir ya, bu edepsizlikleri onun yanına bırakmazdım.
Hasta olunca semtine bile uğramaz, kendi haline bırakır, gebertirdim! (33) Ne
kadar yalvarıp yakarırsa yakarsın, kan almayı, tenkıyeyi ben ona düşünde bile
göstermez, hem de karşısına geçer, "Çatla da patla, kıvran da geber!
Nasıl, bir daha tıp fakültesini tefe koyar mısın?" derdim.
BÉRALDE - Adamcağıza nasıl da öfken varmış!
ARGAN - Olmaz olur mu? Zevzek herifin biri! Hem, doktorlarda akıl varsa, ona benim
dediğimi yaparlar.
BÉRALDE - Ama, belki de Moliére senin doktorlardan daha akıllı çıkar; o,
dünyada onlardan yardım istemez.
ARGAN - İstemezse
kendi bilir, ilaçsızlıktan geberir.
BÉRALDE - Onun da kendine göre bir takım düşünceleri var da
onun için ilaç istemiyor. Onun ileri sürdüğüne göre hastalıktan başka bir de
ilaca dayanabilmek, ancak güçlü kuvvetli koç yiğitlerin işiymiş; olur olmaz
adamın harcı değilmiş! Kendi gücü de ancak kendi hastalığına yetermiş. (34)
ARGAN - Ne aptalca nedenler bunlar! Aman kardeşim, artık şu herifin
konusunu kapat. Vallahi saframı oynatıyor; sen beni hasta edeceksin!
BÉRALDE - Peki ağabey, üzme kendini. Konuyu değiştirmiş olmak için bari
şunu söyleyeyim. Kızın biraz kalbini kırdı diye zavallıyı bir manastıra
kapatmak gibi aşırı kararlar vermen doğru olmaz; hem sen ona koca seçerken körü
körüne öfkene de kapılmamalısın; böyle şeylerde kızların düşüncelerini de biraz
hesaba katmalıdır. Bu, yaşamla ilgili bir konudur; evlilikte mutluluk da buna
bağlıdır.
SAHNE IV
MÖSYÖ FLEURANT, ARGAN, BÉRALDE.
(Mösyö Fleurant'ın elinde bir şırınga vardır.)
ARGAN - Aman! Bir dakika izin ver birader.
BÉRALDE - Ne oldu? Ne yapacaksın?
ARGAN - Bir tenkıyecik yaptıracağım; şimdi biter.
BÉRALDE - Alay mı ediyorsun Tanrı aşkına? Sen tenkıyesiz, ilaçsız bir
dakika duramaz mısın? Bırak şimdi, başka sefer yaparsın; biraz dinlen.
ARGAN - Öyleyse, siz ya bu akşam ya da yarın sabah gelirsiniz,
Mösyö Fleurant.
MÖSYÖ FLEURANT - (Béralde'a.) Siz ne karışıyorsunuz? Niçin
doktorun söylediklerine karşı gelip bana tenkıyeyi yaptırmıyorsunuz? Cesaretin
bu derecesine diyecek yok doğrusu!
BÉRALDE - Haydi işinize gidin efendi, anlaşılan siz adam gibi
söz söylemeye alışmamışsınız.
MÖSYÖ FLEURANT - İlaçla alay olmaz; bana da zaman yitirtiyorsunuz. Ben
doktordan aldığım bir reçete üzerine buraya geliyorum; şimdi gidip Mösyö
Purgon'a söylediklerini yapmamın engellendiğini, onun için görevimi
yapamadığımı haber vereceğim. Siz görürsünüz... Görürsünüz siz!
ARGAN - Aman kardeşim, sen bir yıkıma yol açacaksın.
BÉRALDE - Evet, Mösyö Purgon'un salık verdiği tenkıyeyi yaptırmamak gibi
büyük bir yıkıma yol açacağım! Bak, bir kez daha soruyorum ağabey, sen bu
doktor alışkanlığı hastalığından artık vazgeçmeyecek misin? Ömrün oldukça böyle
ilaçlar içinde gömülü mü yaşayacaksın?
ARGAN - Aman kardeşim, sen de sanki sağlam adama söz söyler
gibi konuşuyorsun; sen benim yerimde olsaydın, belki de bu dilleri
değiştirirdin. İnsan sapasağlam olursa, tıbba karşı söz söylemek kolaydır.
BÉRALDE - Haydi öyle olsun, ama senin hastalığın ne?
ARGAN - Sen beni çıldırtacaksın! Ah, şu benim hastalığım senin
başına gelse de bir görsen, bakalım böyle bülbül gibi öter misin! Hah, işte
Mösyö Purgon da geldi.
SAHNE V
MÖSYÖ PURGON, ARGAN, BÉRALDE, TOİNETTE.
MÖSYÖ PURGON - Aşağıda, kapının önünde çok parlak şeyler
işittim: Burada benim reçetelerimle alay ediliyormuş, salık verdiğim ilaç
alınmamış!
ARGAN - Aman efendim, ilacı almak istemeyen...
MÖSYÖ PURGON - Doğrusu bir hastanın doktoruna karşı böyle garip bir
biçimde başkaldırması, bu denli büyük bir cesaret göstermesi görülmüş,
işitilmiş şey değil!
TOINETTE - Müthiş şey!
MÖSYÖ PURGON - Benim kendi elceğizlerimle hazırladığım bir tenkıyeyi
siz kabul etmeyesiniz ha!
ARGAN - Aman efendim, kabul etmeyen...
MÖSYÖ PURGON - Fenn-i celîl-i tıbbın bilcümle kavaid ve esâsât-ı
âlîyesine tevfikan keşif ve tertip olunmuş bir tenkıyeyi reddediyorsunuz, ha!
(35)
TOINETTE - Ne büyük suç!
MÖSYÖ PURGAN - Em'ada fevkalâde bir tesir icra edecekti. (36)
ARGAN - Aman, kardeşim...
MÖSYÖ PURGON - İstihfafla reddediyorsunuz, ha! (37)
ARGAN - O, o reddetti...
MÖSYÖ PURGON - Usûle, âdâba mugâyir bir hareket. (38)
ARGAN - Doğru,
çok doğru.
MÖSYÖ PURGON - Fenn-i celîl-i tıbba karşı müthiş bir suikast.
ARGAN - Bunun nedeni...
MÖSYÖ PURGON - Fakültenin otoritesine karşı irtikap olunan (39)
böyle bir cinayet cezasız kalmayacaktır.
TOINETTE - Hakkınız var.
MÖSYÖ PURGON - Bu andan itibaren sizinle münasebetimi kesiyorum.
ARGAN - Vallahi suç bende değil, kardeşim bunu...
MÖSYÖ PURGON - Artık sizinle sıhriyet tesis etmek (40)
istemiyorum.
TOINETTE - Çok iyi edersiniz.
MÖSYÖ PURGON - Sizinle her türlü münasebatımızın munkatı
olduğuna (41) delil olmak üzere de yeğenine düğün hediyesi olarak bağışladığım
paranın hüccetini (42) işte gözünüzün önünde yırtıyorum! (Mösyö Purgon belgeyi
yırtıp parçalarını öfkeyle fırlatır.)
ARGAN - Ama kötülüğün başı, şu benim kardeşim!
MÖSYÖ PURGON - Siz benim tenkıyemi hor görürsünüz, ha!
ARGAN - Söyleyin getirsinler, hemen şimdi yapıvereyim!
MÖSYÖ PURGON - Böyle yapmasaydınız, pek yakında sizi bu dertten
kurtaracaktım.
TOINETTE - Kurtarılmayı hak etmiyor!
MÖSYÖ PURGON - Vücudunuzu temizleyecek, tekmil ahlatı asidenizi tard ve
ihraç edecektim. (43)
ARGAN - Ah kardeşim!
MÖSYÖ PURGON - Kîse-i ahlâtiyyenizi (44) on on iki ilaçta dibine
kadar boşaltacaktım.
TOINETTE - O sizin bu özeninizi hak etmiyor!
MÖSYÖ PURGON - Amma... Madem ki siz benim elimde iyi olmak
istemediniz...
ARGAN - Suç bende değil!
MÖSYÖ PURGON - Madem ki hastanın hekime karşı mükellef olduğu itaatten
inhiraf ettiniz... (45)
TOINETTE - Öç! Öç! Öç!
MÖSYÖ PURGON - Madem ki siz benim emrettiğim ilaçlara isyan
ettiniz...
ARGAN - Yooo, asla öyle değil!
MÖSYÖ PURGON - Ben de işte sizi bu mariz bünyenize, barsaklarınızdaki fesada,
kanınızın tegayyürüne, safranızın meraretine ve ahlatınızın tekâsüfüne terk
ediyorum. (46)
TOINETTE - Çok iyi ettiniz.
ARGAN - Aman Tanrım!
MÖSYÖ PURGON - Görürsünüz bakın, üç dört gün geçmeden tedavi edilemez bir
duruma gelmezseniz...
ARGAN - Aman! Acıyın bana!
MÖSYÖ PURGON - Batâat-i hazme uğrayasınız. (47)
ARGAN - Aman Mösyö Purgon!
MÖSYÖ PURGON - Batâat-i hazımdan su-i hazme (48) düşesiniz.
ARGAN - Aman Mösyö Purgon!
MÖSYÖ PURGON - Su-i hazımdan adem-i hazıma... (49)
ARGAN - Aman Mösyö Purgon!
MÖSYÖ PURGON - Adem-i hazımdan zelek-ul-em'aya.
ARGAN - Aman Mösyö Purgon!
MÖSYÖ PURGON - Zelekul-em'adan dizanteriye.
ARGAN - Aman Mösyö Purgon!
MÖSYÖ PURGON - Dizanteriden suilkınyeye.
ARGAN - Aman Mösyö Purgon!
MÖSYÖ PURGON - Ve nihayet cüretinizin cezasına uğramış
olacaksınız; dizanteriden cüretinizin sizi götüreceği zıya-ı hayata. (50)
SAHNE VI
ARGAN, BÉRALDE.
ARGAN - Aman Tanrım, öldüm, sen beni mahvettin, kardeşim!
BÉRALDE - Ne var, ne olmuş?
ARGAN - Aman artık dayanamıyorum! Fenn-i celîl-i tıbbın öcünü şimdiden
duyar gibi oluyorum.
BÉRALDE - Vallahi sen delisin ağabey! Bana dünyayı bağışlayacaklarını
bilsem, seni bu durumda görmek istemezdim. Tanrı aşkına biraz toparlan; kendine
gel; o kadar kuruntuya kapılma!
ARGAN - Görmedin mi, kardeşim, herif beni ne acayip hastalıklarla korkuttu.
BÉRALDE - Aman canım, sen de amma saf adamsın!
ARGAN - Ne diyorsun? Herif üç dört gün geçmeden artık sağaltılamaz bir
duruma geleceğimi söylüyor.
BÉRALDE - Onun söylemesinden ne çıkar! Gaipten ses mi geldi? Hem senin
şu sözlerine bakıyorum da, sanki yaşamın herifin elindeymiş de istediği gibi
uzatıp kısaltabilirmiş sanacağım geliyor! Aklını başına topla; ömrün ne kadarsa
o kadar yaşarsın! Mösyö Purgon'un ne ilaçları seni yaşatabilir, ne de öfkesi
öldürür. Bu olaydan olsun artık ders al da şu hekimlerden yakanı sıyırmaya bak;
ama, alnının yazısı öyle de ömrün oldukça bu heriflerle uğraşıp duracaksan,
dünyada hekim bir tane değil ya, bir başkasını bulur, belki de yaşamını bunun
elinde olduğu gibi tehlikede bırakmamış olursun.
ARGAN - Aman ne diyorsun, kardeşim? Bu herif benim huyumu suyumu,
beni nasıl
iyileştirmek gerektiğini biliyordu.
BÉRALDE - Vallahi senin körü körüne saplanıp kaldığın bir takım
düşünceler var; sen, her şeyi bir acayip görüyorsun.
SAHNE VII
TOINETTE, ARGAN, BÉRALDE.
TOINETTE - Efendim, bir hekim geldi, sizi görmek istiyor.
ARGAN - Hangi hekim?
TOINETTE - Bir hekimlik hekimi.
ARGAN - Kim olduğunu soruyorum sana.
TOINETTE - Ben tanımıyorum, ama bir elmanın bir yarısı ben, bir
yarısı o! Öyle benziyor ki, anamın namusundan emin olmasaydım, babacığım
öldükten sonra Tanrı'nın verdiği bir küçük kardeş derdim!
ARGAN - Getir şunu.
BÉRALDE - Gene talihiniz varmış, tam zamanında isteğiniz oldu. Bir hekim
gitti, bir hekim geldi.
ARGAN - Vallahi sen bir yıkıma yol açacaksın diye korkuyorum.
BÉRALDE - Gene mi başladın? Dönüp dolaşıp hep aynı noktaya
geliyorsun.
ARGAN - Bak, demin herifin sayıp döktüğü hastalıklar hâlâ aklımdan
çıkmıyor, hiç bilmediğim hastalıklar bunlar...
SAHNE VIII
TOINETTE (hekim kılığında), ARGAN, BÉRALDE.
TOINETTE - Efendim, gerekirse hacamat, tenkıye gibi konularda
emr-i âlinize amade bulunduğumu arz (51) için müsaadenizle ziyaretinize geldim.
ARGAN. - Taltif buyurdunuz, minnettar ettiniz efendim. (Kendi
kendine.) Olur şey değil,
tıpkı bizim Toinette.
TOINETTE - Kusura bakmayın efendim, uşağıma bir şey söylemeyi
unutmuşum; şimdi gelirim.
ARGAN - Aman kardeşim, ne dersin, sanki şıp demiş Toinette'in
burnundan düşmüş, değil mi?
BÉRALDE - Benzeyiş olursa bu kadar olur doğrusu; böyle şeylere
çok raslanıyor; tarih kitapları hep doğanın bu gariplikleriyle dolu.
ARGAN - Vallahi, ben kendi hesabıma şaştım kaldım, hem de...
SAHNE IX
TOINETTE, ARGAN, BÉRALDE.
TOINETTE - (Hekim kılığını çıkarıp kendi giysilerini öyle çabuk
giyer ki, ikisi bir kişi sanılır.) Buyurun efendim.
ARGAN - Ne var?
TOINETTE - Beni çağırmadınız mı?
ARGAN - Ben mi? Yooo.
TOINETTE - Demek kulaklarım çınlamış.
ARGAN - Biraz burada dur da bak, doktor sana nasıl da benziyor!
TOINETTE - (Odadan çıkarak.) Aman canım, benim aşağıda işim var;
hem ben onu göreceğim kadar gördüm.
ARGAN - İkisini
de görmüş olmasam, doğrusu aynı insan sanırdım!
BÉRALDE - Ben böyle olağanüstü benzeyişler konusunda akıllara
durgunluk verecek birçok şey okudum; bu zamanda bile, herkesi aldatan bazı
olaylar görülüyor.
ARGAN - Belki de, ben kendi hesabıma bunları birbirine karıştırır;
ikisinin aynı kişi olduğuna ant bile içerim.
SAHNE X
TOINETTE (hekim kılığında), ARGAN, BÉRALDE.
TOINETTE - Affınızı istirham ederim efendim, kusura bakmayın.
ARGAN - Şaşılacak
şey doğrusu!
TOINETTE - Zât-ı âlîleri gibi ünlü bir hastayı görmek merakına düştüğüm
için bendenizi her halde bağışlarsınız zannederim; her tarafa yayılmış olan
ününüz, cesaretimi bağışlatabilir.
ARGAN - Aman efendim, hoş gelip safalar getirdiniz.
TOINETTE - Yüzüme çok dikkatli baktığınızı görüyorum efendim. Acaba
kulunuzun kaç yaşında olduğunu tahmin buyurursunuz?
ARGAN - Eh, olsun olsun da, pek pek yirmi altı, yirmi yedi... daha
çok değil.
TOINETTE - Hah hah haay! Tam doksan yaşımdayım.
ARGAN - Doksan mı?
TOINETTE - Evet. Böyle taze, gürbüz kalmama gelince, o benim
sanatımın
bir sırrı.
ARGAN - Doksan yaşına göre güzel bir genç yaşlı bu doğrusu.
TOINETTE - Bendeniz gezgin hekimim, şehirden şehire, ilden ile,
ülkeden ülkeye dolaşıp
hazakatimle mütenasip (52) mühim hastalıklar, alâkama lâyık ağır hastalar arar,
öylesini bulunca hemen sanatımın o parlak ve muazzam esrarını (53) tatbik
ediveririm. Öyle harc-ı âlem olmuş âdî (54) hastalıklara, romatizma, nezle,
sıtma, yel, başağrısı gibi çocuk oyunlarına tenezzül bile etmem. Bendeniz vahim
ve mühim hastalıklar, beyne vuran nefis dâimî hummalar, mükemmel hummâ-yi
fırfırîler, ala tâunlar (55), güzel vebalar, olgun ve dolgun istiskalar (56), en
iyi cinsinden sâdır iltihâbı yapmış zatülcenpler (57) isterim. Öyle şeylere
bayılırım; şanlı zaferlerimi hep o sahalarda kazanırım; bina-en-alazâlik (58)
efendim, zât-ı âlîlerinde işte bu saydığım hastalıkların hepsi birden
bulunmalı, bütün hekimler sizi yüzüstü bırakmış olmalı, son nefesiniz ağzınıza
gelmeli ki ben size ilaçlarımın keskinliğini, içimdeki sizi tedavi etmek
arzusunu göstereyim.
ARGAN. - İyiliğinizle
bendenizi minnettar ediyorsunuz efendim.
TOINETTE - Verin bana nabzınızı. Hadi! Doğru at bakayım! Ben seni
yoluna koymanın yolunu bilirim ha! Vay canına! Ne edepsiz nabızmış bu!
Anlaşılan, sen daha beni tanımıyorsun! Sizin hekiminiz kim?
ARGAN - Mösyö Purgon.
TOINETTE - Benim defterimdeki büyük hekimler listesinde öyle bir
adı
anımsamıyorum. O adamcağız sizde hangi hastalık olduğunu söyledi?
ARGAN - O karaciğer dedi, ama başkaları da dalak diyor.
TOINETTE - Onların hepsi bilgisiz. Siz akciğerinizden hastasınız.
ARGAN - Akciğerimden mi?
TOINETTE - Evet, akciğerinizden. Yakınmalarınız nedir?
ARGAN - Ara sıra başağrıları geliyor.
TOINETTE - Hah! Tam işte! Akciğer...
ARGAN - Kimi zaman da gözlerimin önüne sanki bir perde çekilir
gibi oluyor.
TOINETTE - Akciğer.
ARGAN - Kimi zaman da midem bulanıyor.
TOINETTE. - Akciğer.
ARGAN - Kimi günler de karnımda kulunca benzer ağrılar olur.
TOINETTE - Akciğer. Yemeklerinizi iştahla mı yersiniz?
ARGAN - Evet efendim.
TOINETTE - Akciğer. Canınız biraz şarap ister mi?
ARGAN - Evet efendim.
TOINETTE - Akciğer. Yemeklerden sonra hafif bir uyku gelir, uyumaktan
hoşlanırsınız, değil mi?
ARGAN. - Evet, efendim.
TOINETTE - Akciğer canım, akciğer diyorum size. Hekiminiz size ne gibi
ilaçlar verdi?
ARGAN - Çorba verdi.
TOINETTE - Vay bilgisiz!
ARGAN - Tavuk verdi!
TOINETTE - Vay bilgisiz!
ARGAN - Dana verdi.
TOINETTE - Vay bilgisiz!
ARGAN - Et ve sebze suyu verdi.
TOINETTE - Vay bilgisiz!
ARGAN - Taze yumurta verdi.
TOINETTE - Vay bilgisiz!
ARGAN - Bir de akşamları bağırsaklarımı yumuşatmak için erik hoşafı
verdi.
TOINETTE - Vay bilgisiz!
ARGAN - Özellikle şarabıma çok su katmamı söyledi.
TOINETTE - Vay bilgisiz, vay bilgisiz oğlu bilgisiz, vay
bilgisizlerin en bilgisizi vay! Şarabınıza kesinlikle su katmayacaksınız; çok
sulu olan kanınızı biraz güçlendirip kıvamına getirmek için çok sığır eti, çok
domuz eti, çok hollanda peyniri, çok bulgur, çok pirinç, çok kestane, çok
kâğıthelvası yiyeceksiniz; kanınız ancak bunlarla koyulaşıp kıvamına gelebilir.
Sizin doktorunuz hayvanın biriymiş. Size, ben kendim bir doktor seçip
göndereceğim; Paris'e uğradıkça ara sıra ben de gelip yoklarım.
ARGAN - Minnettar edersiniz.
TOINETTE - Hem Tanrı aşkına, siz bu kolunuzu ne yapıyorsunuz?
ARGAN - Ne gibi?
TOINETTE - Ben sizin yerinizde olsaydım, böyle bir kolu
hemen kestirip atardım.
ARGAN - Aman etmeyin! Niçin?
TOINETTE - A canım, görmüyor musunuz? Sizin bütün yediğinizi o çekiyor,
bedeninizin başka yanlarını besinsiz bırakıyor!
ARGAN - Öyle ama, kolum bana gerekli.
TOINETTE - Sizin yerinizde olsaydım, şu sağ gözümü de çıkartırdım.
ARGAN - Gözümü mü çıkarayım?
TOINETTE - Bakın sağ gözünüz, sol gözünüzün bütün besinini aşırıp onu
aç bırakıyor, görmüyor musunuz? Siz beni dinleyin de, şunu bir an önce
aldırıverin; ondan sonra sol gözünüzle daha iyi görürsünüz.
ARGAN - Şimdilik pek acelesi yok.
TOINETTE - Hoşçakalın. Böyle çabuk kalkmak istemezdim ama, dün
ölmüş bir adama bakmak için önemli bir muayeneye gitmek zorundayım.
ARGAN - Dün ölmüş bir adama bakmak için mi?
TOINETTE - Evet, sağ olsaydı sağaltımı için ne yapmak gerekirdi,
işte onu belirlemek. Şimdilik hoşçakalın.
ARGAN - Kuraldır, hastalar konuk uğurlamaz.
BÉRALDE - Bu hekim çok anlayışlıya benziyor.
ARGAN - Öyle ama, biraz kestirmeden gidiyor! Canı pek tez!
BÉRALDE - Bütün büyük hekimler öyledir.
ARGAN - Bir kolumu kesecek, bir gözümü çıkaracak, öteki
kolumla öbür gözümü rahat ettirecek! Varsın öteki kolumla öbür gözüm o denli
rahat olmayıversin! Herif beni tek kollu, tek gözlü bırakacak, amma da ameliyat
ha!
SAHNE XI
TOINETTE, ARGAN, BÉRALDE.
TOINETTE - Haydi, haydi, eksik olmayın! Hiç gülecek halim
yok doğrusu.
ARGAN - Ne var! Ne oluyor?
TOINETTE - Sizin doktor benim de nabzıma bakmak istiyor
da...
ARGAN - Bakındı
bir, doksan yaşında bu!
BÉRALDE - Aman ağabey, beni dinleyin; şu Mösyö Purgon'la aran açıldığına
göre, yeğenime başka bir kısmet var, biraz da ondan söz etsek olmaz mı?
ARGAN - Yok, kardeşim yok; o bana karşı geldi, ben onu bir
manastıra kapatacağım. Hem bu işin içinde bir gönül oyunu var; benden gizli
birisiyle görüşmüş; ben işi anladım ama o farkında değil.
BÉRALDE - Ne olur ağabey, birisine biraz eğilimi filan varsa
cinayet değil ya bu! Sonuçta namusuyla evlendikten sonra, senin onurun mu
eksilir?
ARGAN - Ne olursa olsun kardeşim... rahibe olacak, o kadar. Bu iş
kararlaştı.
BÉRALDE - Sen birini sevindirmek istiyorsun.
ARGAN - Ben senin dilinin altında ne olduğunu anlamıyor değilim. Dönüp
dolaşıp hep o noktaya geliyorsun; bizim karı senin içine dert oldu gitti.
BÉRALDE - Öyleyse evet ağabey; öyle istiyorsan, işte açıkça
söylüyorum; ben de karından söz etmek istemiştim; senin şu hekim merakına ne
kadar tutuluyorsam, ona karşı olan düşkünlüğünle onun sana kurduğu her tuzağa
körükörüne kendini kaptırmana da öyle kızıyorum.
TOINETTE - Aman efendim, rica ederim, madama dil uzatmayın; bizim madamın kıl
kadar kusuru yok, içi dışı bir; madam efendimi sever, efendim de onu sever...
Böyle şey nasıl söylenir?
ARGAN - İşte
şuna sor da bak, nasıl da nazlandırıyor beni!
TOINETTE - Doğrusu öyle.
ARGAN - Hastalığıma nasıl da üzülüyor.
TOINETTE - Elbette.
ARGAN - Nasıl
da candan bakıyor; nasıl da emek veriyor.
TOINETTE - Ona kuşku yok! (Béralde'a.) Madamın mösyöyü nasıl
sevdiğini şimdi size kendi gözlerinizle göstereyim, sizi de inandırayım isterseniz!
(Argan'a.) Efendim, bana izin buyurun da kardeşinize nasıl yanıldığını gösterip
biraz gözünü açayım.
ARGAN - Nasıl?
TOINETTE - Madam şimdi gelecek. Siz şu iskemleye upuzun yatıp ölmüş gibi yapın.
Ondan sonra bakın, ben ona kocasının öldüğünü haber verince ne kadar acınacak.
ARGAN - Pek iyi, ben razıyım.
TOINETTE - Öyle ama, sakın kadıncağıza çok uzun bir yas çektirmeyin,
sonra belki ölüverir.
ARGAN - Sen orasını bana bırak.
TOINETTE- (Bérald'a.) Siz de lütfen şu köşeye saklanın.
ARGAN - Ölmüş gibi yatmakta hiçbir tehlike yok ya?
TOINETTE - Hayır, hayır. Ne tehlikesi olur! Siz yalnızca boylu boyuna
yatın. (Yavaş sesle.) Kardeşinizi utandırmak bakın ne alaylı bir iş olacak.
İşte, madam geldi. Siz kımıldamayın.
SAHNE XII
BÉLINE, TOINETTE, ARGAN, BÉRALDE.
TOINETTE - (Bağırarak.) Aman Tanrım! Başımıza gelenler! Kimin aklıma
gelirdi bu felaket!
BÉLINE - Ne var, Toinette?
TOINETTE - Ah, madam!
BÉLINE - Ne var? Ne oluyor?
TOINETTE - Ne olacak, kocacığınız öldü.
BÉLINE - Ne, kocam mı öldü?
TOINETTE - Aah ah, öldü ya! Rahmetli, merhum oldu!
BÉLINE - Öldüğü kesin mi?
TOINETTE - Kesin. Daha kimse duymadı; ben burada yalnızdım. Kollarımın
arasında can verdi. Bakın, işte iskemlesinde upuzun yatıyor.
BÉLINE - Aman Tanrım, çok şükür, bin şükür! Üstümden büyük bir
yük kalktı. Sen ne ahmak şeysin Toinette, böyle ölüme de acınır mı?
TOINETTE - Ben ne bileyim madam? Belki ağlamak gerekir dedim.
BÉLINE - Hadi canım sen de... Göz yaşına yazık! Sanki öldü de bir şey eksildi!
Dünyada ne işe yarıyordu ki? Herkesin başbelası, pis, iğrenç herifin biriydi!
Gece gündüz karnında ya ilaç, ya tenkıye! Durmadan burnunu siler, öksürür,
tükürür; akılsız, hödük, huysuz; kimseye rahat yüzü göstermez; gece gündüz
uşaklarıyla hizmetçilerini paylar!
TOINETTE - Ölüyü "iyi biliriz" demek de böyle olur
işte!
BÉLINE - Şimdi ben tasarladığım şeyleri gerçekleştirirken, sen de bana
yardım edeceksin, Toinette; sözümden çıkmazsan, artık senin için var var, yok
yok. Öldüğünü kimse bilmediğine göre, biz seninle herifi yatağına götürelim;
ben işimi becerinceye kadar öldüğünü kimseye söylemeyelim. Benim elime geçirmek
istediğim bir takım senetlerle paralar var; gençliğimin en tatlı günlerini o
bunak herifin yanında bedava geçirmiş olacak değilim ya! Haydi gel Toinette,
ilk iş olarak bütün anahtarlarını alalım.
ARGAN - (Birdenbire kalkarak.) Acele etme, yavaş!
BÉLINE - (Şaşalayıp korkarak.) Aaay!
ARGAN - Maşallaah sevecen karıcığım, demek sen beni böyle seviyorsun, ha!
TOINETTE - Vay! Vay! Rahmetli ölmemiş!
ARGAN - (Dışarı
çıkan Béline'e.) Senin bana nasıl dost olduğunu anladığıma, benim için övgünü
dinlediğime çok sevindim doğrusu. Sen bana çok büyük bir ders vermiş oldun.
Bundan sonra aklımı başıma toplar, ona göre davranırım.
BÉRALDE - (Saklandığı yerden çıkarak.) Nasıl ağabey, gördün ya!
TOINETTE - Vallahi, bu derecesini dünyada ummazdım. Aman, durun...
Matmazelin sesi geliyor; siz yine uzanın, deminki gibi yapın. Bakalım
öldüğünüzü duyunca o ne yapacak? Sanırım bir kez denemek iyi olur; bir kez
başladıktan sonra bütün ailenizin duygularını öğrenmiş olursunuz.
SAHNE XIII
ANGÉLIQUE, ARGAN, TOINETTE, BÉRALDE.
TOINETTE - (Bağırarak.) Aman Tanrım! Vay başımıza gelenler! Ah, bu ne
kara günmüş!
ANGÉLIQUE - Ne oluyorsun, Toinette, ne ağlıyorsun?
TOINETTE - Ağlamaz da ne yaparım! Size ne kara haber vereceğim.
ANGÉLIQUE - Ne var, ne oldu?
TOINETTE - Babanız öldü!
ANGÉLIQUE - Babam mı öldü, Toinette?
TOINETTE - Öldü işte, görmüyor musunuz? Biraz önce üstüne bir
fenalık
geldi, ölüp gitti.
ANGÉLIQUE - Aman Tanrım! Ne yıkım! Başıma gelenler! Eyvahlar
olsun! Benim dünyada bir babacığım kalmıştı, o da gitti; üstelik kalbi bana
kırgın gitti! Ben onu da yitirdikten sonra, artık dünyada ne yapacağım, nasıl
avunacağım!
SAHNE XIV
CLÉANTE, ANGÉLIQUE, ARGAN,
TOINETTE, BÉRALDE.
CLÉANTE - Ne oluyorsunuz, Angélique? Bir şey mi oldu, neye ağlıyorsunuz?
ANGÉLIQUE - Ben ağlamayayım da kim ağlasın! Yaşamımın en değerli, en
kutsal hazinesini yitiririm de ağlamaz mıyım? Babam ölür de ağlamaz olur muyum?
CLÉANTE - Tanrım! Ne yıkım! Ne beklenmedik bir acı! Vah vah! Ben de
amcanızdan, sizi benim için istemesini rica ettiğimden, şimdi elini öpüp
gönlünü yaparım, yalvarır yakarır da sizi bana vermeye belki razı ederim diye
gelmiştim.
ANGÉLIQUE - Aman Cléante, artık öyle şeylerden söz etmeyelim. Bundan sonra
evlenmeyi kim düşünür? Ben babacığımı yitirdikten sonra bir daha insanların
içine çıkar mıyım, artık evlenir miyim? Ömrümde evlenmem! Ah babacığım, demin
senin kararlarına karşı gelmiştim ama şimdi bari son sözünü yerine getireyim
de, sana karşı yaptığım kusuru biraz onarmaya çalışayım. İşte sana söz
veriyorum babacığım, bugünden tezi yok, rahibe olacağım; manastırlara
kapanacağım. Ne olur, artık izin ver de ellerini öpeyim, sen benim
velinimetimsin babacığım.
ARGAN - (Kalkarak.) Ah kızım, yavrum!
ANGÉLIQUE - (Korku içinde.) Ay!
ARGAN - Gel. Korkma, ben ölmedim. Şimdi anladım ki sen benim
canımdan kanımdan bir parçaymışsın; benim öz çocuğummuşsun! Yüreğinin iyiliğini
anladığıma, bilsen ne hoşnut oldum, ne sevindim.
ANGÉLIQUE - Aman babacığım, dünyaları yitirip de yeniden bulmuş
gibi oldum! Tanrı sizi yine bana bağışladığına göre, izin verin de ayaklarınıza
kapanıp sizden bir şey dileyeyim. Siz benim yüreğimdeki duyguyu hoş
görmüyorsanız, beni Cléante'a vermek istemiyorsanız, bari başkasına da vermeyin
babacağım! İşte sizden yalnızca bu iyiliği bekliyorum.
CLÉANTE - (Dizlerine kapanarak.) Aman efendim, ne olur, ikimizin
de dileklerimizi kabul buyurun, acıyın bize; böyle temiz bir duyguyla çırpınan
iki gönlü birden yıkmayın!
BÉRALDE - Artık buna da bir şey diyemezsin ya, ağabey?
TOINETTE - Aman efendim, böyle bir aşka nasıl can dayanır?
ARGAN - Pek iyi, hekim olsun, evlenmelerine razı olayım.
(Cléante'a.) İşte öyle, hekim olun, size kızımı vereyim.
CLÉANTE - Sevinerek efendim; size damat olmanın kolayı buysa,
yalnızca hekim değil, isterseniz eczacı da olmaya hazırım. Bu, sorun değil...
ben güzel Angéliqueime kavuşmak için daha neler yaparım!
BÉRALDE - Aman dur ağabey, benim aklıma bir şey geliyor. Sen
kendin hekim olsana! Hekim olursan, hastayı da hekimi de kendinde birleştirmiş
olursun!
TOINETTE - Valla doğru. Gördünüz mü çabuk iyi olmanın yolunu.
Dünyada bir hekimin başına iş açabilecek hangi kabadayı hastalık vardır ki?
ARGAN - Sen, sanırım benimle alay ediyorsun, kardeşim! Ben bu yaştan
sonra nasıl okula giderim?
BÉRALDE - Ben sana okula git dedim mi? Tanrıya şükür, oldukça
bilgin var; ne hekimler var ki, senden daha bilgili değil.
ARGAN - Orası öyle, ama hekim olmak için Latinceyi iyi konuşmak,
hastalıklarla ilaçları bilmek gerekli.
BÉRALDE - Sen bir kez hekim cüppesiyle takkesini geçirdin mi,
onların
hepsini öğrenirsin; ondan sonra istediğinden çok bilgin olursun.
ARGAN - Nasıl?
İnsan o kılığa bürününce hemen hastalıklar konusunda söz söylemeyi biliyor
demek?
BÉRALDE - Elbette! Kaftanın sırtında, külahın başında oldu mu,
ağzından çıkacak her saçma, bilim sayılır; hikmet olur.
TOINETTE - Ne diyorsunuz, efendim? Hiçbir şeyiniz olmasa bile
sakalınız
var ya, o da yeter; sakal demek, en aşağı hesapla hekimliğin yarısı demektir!
CLÉANTE - Ben kendi hesabıma her şeye hazırım.
BÉRALDE - İstersen
şu iş hemen oluversin?
ARGAN - Nasıl
hemen?
BÉRALDE - Evet, hemen şuracıkta, kendi evinde.
ARGAN - Kendi evimde mi?
BÉRALDE - Evet. Benim tanıdığım bir fakülte var; hemen gelir salonda
diploma töreni yapar. Gider filan da istemez.
ARGAN - Öyle ama, ben ne söyler, ne yanıt veririm ki?
BÉRALDE - Onlar bir iki sözcükle sana fenn-i celîl-i tıbbı
özetleyiverirler; senin söyleyeceğin sözleri bir kâğıda yazıp sana verirler.
Haydi sen git, ağırbaşlı bir kılığa gir, ben de adam yollayıp onları
çağırtayım.
ARGAN - Öyle olsun, şunu bir görelim.
CLÉANTE - İzin
verin, ne demek istediğiniz anlayamadım. Tanıdığınız bir fakülte ne demek?
TOINETTE - Öyle ya, ne demek istiyorsunuz, amacınız ne?
BÉRALDE - Maksadım, bu gece biraz eğlenmek. Bazı sanatçılar danslı,
çalgılı bir diploma eğlencesi düzenlemişler; şu törene biz de alayımızla
katılsak da, ağabeyim baş rolü yapsa diyorum.
ANGÉLIQUE - Aman amcacığım, siz babamla biraz fazla alay
ediyorsunuz gibi geliyor bana!
BÉRALDE - Babanın havasına uymak, onunla alay etmek sayılmaz kızım.
Yabancı yok. Kendi aramızda eğleneceğiz. Her birimiz bir rol alıp birbirimizi
seyretsek bile olur. Karnavalda böyle şeyler doğaldır. Hadi, çabuk
hazırlıklarımıza bakalım.
CLÉANTE - (Angélique'e.) Nasıl, razı mısınız?
ANGÉLIQUE - Elbette,önümüze düşen amcam olduktan sonra...
Yorumlar
Yorum Gönder