Aç Sınıfın Laneti - Sam Shepard
Aç Sınıfın Laneti - Sam Shepard
KiŞiLER
Sahneye giriş sırasıyla
WESLEY
ELLA
EMMA
TAYLOR
WESTON
ELLIS
MALCOLM
EMERSON
SLATER
BİRİNCİ PERDE Sahne
Sahnenin gerisine doğru, ortada, üstü kırmızı muşamba ile örtülü
çok basit bir yemek masası. Masanın dört yanında, birbirine benzemeyen dört
metal sandalye. Sahnenin sağ ve sol yanında, havaya asılmış, kırmızı kareli,
kırmalı, biraz solmuş mutfak perdeleri. Önde, sol köşede, çalışır durumda bir
buzdolabı ve hemen yanında küçük bir havagazı fırını; sağ köşede ise bir yığın
kırık tahta parçası, yırtılmış pencere teli vs. Bunlar kırılmış bir kapının
artıklarıdır. Işıklar yandığında WESLEY, sırtında svetşört, blucin, ayağında
kovboy çizmeleri, yerden döküntüleri kaldırıp eski bir bahçıvan arabasına
doldurmaktadır. Bu bir süre devam eder. Derken WESLEY'in annesi ELLA ağır ağır
soldan girer. Sırtında eski püskü bir sabahlık, ayaklarında pembe tüylü
terlikler, saçları bigudili, ufak tefek bir kadındır. Yeni uyanmaktadır.
Elindeki çalar saati kurarken, uykulu gözlerle oğlunu seyreder. WESLEY döküntüleri
temizlemeyi sürdürürken ona aldırmaz.
ELLA — (Bir süre sonra) O işi senin yapman gerekmez.
WESLEY — Yapıyorum işte.
ELLA — Ne diye sen
uğraşacakmışsın ki? Bırak kendi yapsın. Kapıyı kıran o.
WESLEY — Kendisi burada
değil.
ELLA — Daha dönmedi mi?
WESLEY— Hayır.
ELLA — İyi ya, bırak, o
dönünceye kadar öylece dursun.
WESLEY — Bu arada, evin
içinde yaşayacak olan biziz.
ELLA — Nasıl olsa gelecek. O zaman temizler.
(WESLEY kırık dökükleri toplayıp bahçıvan arabasına doldurmayı
sürdürür. ELLA saati kurduktan sonra fırının üstüne koyar.)
ELLA — (Saate bakarak) Ta sabahın beşine kadar gözüme uyku
girmedi.
WESLEY — Polisleri sen mi
çağırdın?
ELLA— Dün gece?
WESLEY— Evet.
ELLA — Elbette ben çağırdım. Dalga mı geçiyorsun? Hayatım tehlikedeydi.
Beni tehdit ediyordu.
WESLEY — Seni tehdit ettiği
falan yoktu.
ELLA — Alay mı ediyorsun? Nah, işte, kapıyı kırmadı mı?
WESLEY — İçeri girebilmek için.
ELLA — Eve öyle mi girilir? Eve girmenin bir sürü yolu var.
Pencereden tırmanıverseydi.
WESLEY— Sarhoştu.
ELLA — Bana ne?
WESLEY — Kapıyı kilitleyen de sensin.
ELLA — Tabii kitlerim. Kapıyı kitleyeceğimi söylemiştim. Dedim
ki, bir daha böyle bir şey yapacak olursan, kapıyı kitlerim, sen de otelde yatarsın.
WESLEY — Yani, şimdi otelde mi?
ELLA — Ne bileyim nerde?
WESLEY — Packard'a binip
gitti herhalde.
ELLA — Baktın mı? Arabalardan hangisi yoksa, onu almıştır.
WESLEY — Ne diye polis çağırdın sanki?
ELLA — Korktum da ondan.
WESLEY— Seni öldüreceğini
mi sandın?
ELLA — Sandım ki... Kendi kendime dedim ki: 'Bu adam kimin nesi
bilmiyorum. Kapıyı yıkmaya çalışan biri var, ama kim olduğunu nerden bileyim?
Herhangi bir kimse olabilir.'
WESLEY — Avaz kıyamet birbirinize bağırıyordunuz.
ELLA— Doğru.
WESLEY — Öyleyse, kim olduğunu pekâlâ biliyordun.
ELLA — Emin değildim, diyorum. İşin en kötüsü oydu. Kokusunu
kapının bu yanından duyabiliyordum.
WESLEY — O kadar çok mu
içmişti?
ELLA — İçki kokusu değil. Teninin kokusu.
WESLEY — Haaa.
ELLA — (Birden neşeli} Kahvaltı
ister misin?
WESLEY— İstemem.
ELLA — (Buzdolabına gider) Ben birşeyler yiyeceğim.
WESLEY — (Ortalığı toparlamayı sürdürür) İnsanın kendi
evine aynasızların gelmesi pis bişey. Utanç verici. Sanki başka birileriymişiz
gibi.
ELLA — (Buzdolabının içine bakarak) Yumurta yok. Sucukla
ekmek var.
WESLEY — Çok kötü oldum. kendimi yapayalnız hissettim. Sanki
başımız beladaymış gibi.
ELLA — (Hâlâ buzdolabının başında) Başımız belada değil.
Onun başı belada, bizim değil.
WESLEY — Polis çağırman
şart mıydı?
ELLA — (Buzdolabının kapısını çarpar, elinde sucuk ve ekmek
vardır) Beni az daha öldürecekti diyorum!
(Bir an karşılıklı bakışırlar. Önce ELLA kaçırır bakışlarını,
sucukla ekmeği fırının üstüne koyar. WESLEY, döküntüleri toplamaya yeniden
başlar. ELLA, fırının alt gözlerini karıştırıp, tava çıkarırken, sucuğu
kızartırken, WESLEY konuşmayı sürdürür.)
WESLEY — (Tahta parçalarını bahçe arabasına atarken) Sırtüstü
uzanmış yatıyordum. Avokado çiçeklerinin kokusu odaya dolmuştu. Çakalların
sesini duyuyordum. Kulağıma, caddede vınlayan davar kamyonlarının gürültüsü
geliyordu. Yatağımda, odamda, bu evde, bu kasabada, bu eyalette, bu ülkede var
olduğumu hissediyordum. Sanki kanımın, iliğimin bir parçasıymışcasına yakın
hissediyordum ülkeyi. Dışardaki insanların varlığını da hissediyordum gecenin
içinde, karanlıkta. Uyuyan insanları bile duyabiliyordum, hatta uyuyan
hayvanları. Köpekler. Tavus kuşları. Boğalar. Nemli toprağın üstüne çökmüş,
güneşin doğmasını bekleyen traktörler hatta. Yattığım yerde gözlerimi tavana
dikmiştim. İncecik tellerle tavandan astığım model uçaklarımın hepsi hafif
hafif sallanıyorlardı, biri üflemiş gibi. Salınıyorlardı sanki havada. Onlarla
birlikte örümcek ağları da kımıldanıyordu. Uçakların kanatları toz içinde.
Kanatların üstündeki çıkartmalar soyulmaya başlamış. P-39
um. Messerschimitim. Japon Zerom. Altlarına serilmişim. Sanki ben
okyanustaymışım, onlar da keşif uçuşuna çıkmış, üstümden uçuyorlar. Beni
gözlüyorlar, salınıyorlar. Düşmanın resimlerini çekiyorlar yukardan. Düşman da
ben. Çevremdeki boşluğu içimde duyuyordum, kocaman, kapkara bir dünya gibi.
Hayvanmışım gibi dinledim çevreyi. Korku içinde. Ses korkusu. Gerilmiştim.
Sanki her an bir şey istila edecek beni. Bir yabancı. Tarifi imkânsız bir şey.
Derken, Packard'ın tepeyi tırmanmaya başladığını işittim. Bir mil öteden
anladım bizim Packard olduğunu, sübapların tıngırtısından. Amortisörün
takırtısı da başka hiçbir şeye benzemez. Derken, babamı direksiyon başında
gözümün önüne getirdim. Farkına varmadan vites değiştirişini... Tepenin son
bölümünü almak için ikinci vitese geçiyor. Farların yaklaştığını hissediyorum.
Korunun içinden geçiyor. Işık meyve ağaçlarını bir bir aydınlatıyor, sonra
yeniden karanlığa gömüyor. Kalbim güm güm atmaya başladı, sırf babam eve
dönüyor diye. Derken el frenini çektiğini işittim. Işıklar söndü. Kontak
anahtarı kapandı. Sonra uzun bir sessizlik. Orada arabanın içinde oturuyor.
Başka hiçbir şey yapmıyor. Yalnızca oturuyor. Onun, orada hiçbir şey yapmadan
oturuşunu gözlerimin önüne getirebiliyordum. N'apıyor? Öylece oturuyor. Arabadan
inmeden önce bekliyor. Ne bekliyor, neden bekliyor? Körkütük sarhoş, yerinden
kıpırdayamıyor. Körkütük sarhoş, kıpırdamak istemiyor. Uyuyakalıp bütün gece
orada yatacak. Yapmadığı iş değil. Daha önceleri de çiy yağarken uyandığı
olmuştur. Buz kesmiş, baş ağrısı tutmuş, dişlerinin arasında fıstık
kırıntıları. Derken, Packard'ın kapısının açıldığını işitiyorum. Yolun dibinde
köpekler havlıyor. Kapı çarpılıyor.
Ayak sesleri. Koltuğunun altına sıkıştırdığı kesekâğıdının
çıkardığı ses. Kesekâğıdının içinde Vahşi Gül viskisi. Kapıya yaklaşan ayak
sesleri. Ayak seslerinin durması. Kalbimin güm güm atması. Kapının açılmama
sesi. Kapıyı tekmeleyen ayak. Bir erkek sesi. Babamın sesi. Babam anneme
sesleniyor. Cevap yok. Ayak tekmeliyor. Ayak daha daha sertçe tekmeliyor. Tahta
yarılıyor. Erkek sesi. Gecenin karanlığında. Ayak, kapıyı kırarcasına
tekmeliyor. Ayağın biri kapıyı delip geçiyor. Şişe düşüp parçalanıyor. Cam kırıkları.
Yumruk da kapıyı delip geçiyor. Adam küfrediyor. Adam çıldırıyor. Kafa güm güm
çarpılıyor. Adam avaz avaz bağırıyor. Parçalayan bir omuz vuruşu. Paldır
küldür yuvarlanan bir insan gövdesi. Bir kadın çığlığı. Annemin çığlığı. Çığlık
çığlığa polis çağıran annem. Tahta parçalarını oraya buraya fırlatan bir adam.
Kusan bir adam. Annem polis çağırıyor. Babam paldır küldür uzaklaşıyor. Doğru
arabaya. Araba kapısı çarpılıyor. Kontak anahtarı cırlıyor. Tekerlekler avaz
avaz. Birinci vites cartlıyor. Tekerlekler çığlıklar atarak yol alıyor tepeden
aşağı. Packard yok oluyor. Sesler yok oluyor. Ses yok. Görüntü yok. Uçaklar
hâlâ salınıyor. Yürek hâlâ güm güm atıyor. Ses yok. Annem usul usul ağlıyor.
Usulcacık ağlama. Derken sessizlik. Derken usul usul ağlıyor. Derken evin
içinde dolanıyor. Derken dolanmıyor. Derken usul usul ağlıyor. Derken susuyor.
Duruyor. Derken uzaktan sesler geliyor. Otoyolun uğultusu....
(WESLEY, el arabasını bir ucundan tutup sağdan çıkmak üzere
sürerken, otomobil sesleri çıkarır. ELLA ocağın başında yalnız, sucuğun
pişmesini beklerken kendi kendine konuşur.)
ELLA — Şimdi, biliyorum, aklına ilk gelen şey... Yoksa bir yerimi
mi incittim diye korkacaksın. Gayet normal. Sanki içinde, derinlerde bir yerde
bi yara oluşmuş da ondan kanıyorsun sanacaksın. Bundan daha normal bir tepki
olamaz. Ama ben, senin gerçeği bilmeni istiyorum. Gidip bir sürü yalan dolanla
kulağını doldurmana katiyen izin verecek değilim. Her bir şeyin doğrusunu
anlatacağım sana. Şimdi, en önemlisi, bu iş başına geldi mi, yüzmek yok. Yasak.
Yoksa kan kaybından ölürsün. Suya girdiğin anda, o su kanı bööööyle çeker
içinden. Akar da akar. Durdurmanın imkânı yok!
(WESLEY'in kızkardeşi EMMA sağdan girer. Yaşı daha küçüktür ve
sırtında yeşilli beyazlı bir 4-H forması vardır. Elinde, üstüne krokiler
çizilmiş birkaç tabaka karton vardır. EMMA masanın üstüne koyduğu kartonları
bir sıraya sokmaya çalışırken, ELLA onunla sanki normal bir konuşmayı
sürdürürmüş gibi konuşur.)
EMMA — Ya biri davet ederse ne olacak? Thompson'ların yeni yüzme
havuzunu görsen bayılırsın. Sıcak sulu! Her tarafa mavi mavi ışıklar asmışlar,
geceleri yakıyorlar. Şahane! Aynı turistik otellerdeki gibi!
ELLA — (Sucuğu kızartmakla uğraşırken) Suya girmek yasak
dedim, o kadar! Bu iş şakaya gelmez. Bütün hayatın değişiyor. Ömür boyu cahil
yaşamak istemezsin herhalde.
EMMA — İstemem.
ELLA — İyi. O zaman kulak ver. İkinci en önemli şey, sıhhi bağlar.
Her önüne gelen yerden almak yok. Hele o içine para atılan makinelerden,
sakın haaa. Paketin üstünde "sıhhi" yazar ama, gerçekten
sağlık koşullarına uygun olup olmadığına bin şahit ister. Aslında kimbilir ne
pistir. Aylardır o aletin içinde duruyor. O makinelere ne biçim insanlar para
atar, bilemezsin. O bozuk paralar var ya, dünyanın mikrobunu taşır. Masum
görünüşlü gümüş çeyrekler. Bir yüzünde milli kurtarıcımız Washington'un yiğit
profili... Gözler ileri, başlar yukarı! Öte yandan, o bağların üstüne saçtığı
mikroplar! Evlerden ırak!
EMMA — (Kartonları
sıraya koyarken) Neden bağ diyorlar?
ELLA— (Bir an durur) Ne?
EMMA — Adını nerden bağ koymuşlar?
ELLA — (Sucuk pişirmeyi sürdürür) Ne bileyim ben? Adını ben
koymadım ya. Biri vaktiyle bağ demiş, öyle kalmış.
EMMA— Sıhhi bağ...
ELLA— Öyle.
EMMA — Bi tuhaf, değil mi? İnsanın aklına hastane geliyor.
ELLA — Doğrusu da o. Ama ne yazık ki gerçekte öyle değil. Yani,
aslında hastanedeki kadar temiz olmalı ama, nerdeeee? Oysa, orana soktuğun
herhangi bir şeyin tertemiz olması gerekir.
EMMA — Nereme soktuğum?
(ELLA, daha geride duran EMMA'ya döner, bir an durur, konuyu
değiştirir.)
ELLA— Elindekiler ne?
EMMA — Uygulamalı konferansım için yaptığım çizimler.
ELLA — Ne konferansı?
EMMA — Kızartılacak tavuk nasıl parçalanır.
ELLA — (Sucuğa döner) Haaa.
EMMA — Gençlik kulübünde. Biliyorsun. Panayırda uygulamalı
konferans vereceğim. Ta ne zaman söyledim ya sana. Benim tavuğun başına bir iş
gelmemiştir umarım.
(EMMA buzdolabını açıp içerde tavuk arar.)
ELLA — Unutmuşum gitmiş. Birkaç ay sonrasına hazırlamıyor muydun o
konuşmayı?
EMMA — Bu ay olacağını söylemiştim. Panayır, hep bu ay kurulur.
Her yıl, bu ay.
ELLA — Unutmuşum.
EMMA — Tavuğum nerde?
ELLA — (Masumane) Ne
tavuğu?
EMMA — Kızartılmak üzere hazırlanmış bir tavuk koymuştum buraya.
Kendim kestim, kendim temizledim. Her bir şeyi tamamdı.
ELLA — Orada öyle bir şey yok. Sucukla ekmekten başka bir şey yok.
EMMA — Daha dün koymuştum. Anne! Yoksa sen mi aldın?
ELLA — Ne diye alacakmışım?
EMMA — Çorba filan yapmak için.
ELLA — Kızartma tavuğundan çorba mı yapılırmış? Saçmalama.
EMMA — (Buzdolabının kapısını çarparak kapar) Peki, nereye
gitti?
ELLA — Evin içinde bağırma! Bağıracaksan git dışarda bağır!
(EMMA sinir içinde sağdan çıkar. ELLA sucuğu ateşten alır. Kısa
bir sessizlik. Derken EMMA'nın dışardan bağırdığı duyulur. ELLA tavaya iki
dilim ekmek koyup yağda kızartır.)
EMMA'nın SESİ — (Kulisten) O tavuk benimdi, sense
utanmadan haşladın! BENİM TAVUĞUMU PİŞİRDİN! O TAVUĞU KULUÇKA MAKİNESİNDEN
MEZARA KADAR BEN BÜYÜTTÜM. SENSE ALIP HERHANGİ BİR DONMUŞ ET PARÇASIYMIŞ GİBİ
KAYNATTIN! VERDİĞİM ONCA EMEĞİ HİÇE SAYDIN! BEN O TAVUĞU BİR YIL BOYUNCA
SABAH-AKŞAM MISIRLA BESLEDİM! SUYUNU TAZELEDİM! SONUNDA BALTAYLA BOYNUNU
VURDUM! KARNINI YARIP MİDESİNİ BARSAĞINI SÖKTÜM! TÜM TÜYLERİNİ BİR BİR YOLDUM!
BÜTÜN BU İŞLERİ SEN HAYVANCIĞI ALIP PİŞİRESİN DİYE Mİ YAPTIM?!
(WESLEY soldan girer, sahne ortasına yürür.)
WESLEY — Niye bağırıp
duruyor bu?
ELLA — Biri tavuğunu
çalmış.
WESLEY— Çalmış mı?
ELLA — Sonra da pişirmiş.
WESLEY — Sen pişirdin ya.
ELLA — Ona ait olduğunu nerden bileyim?
WESLEY — Üstüne adını yazmış mı?
ELLA — Tabii ki hayır.
WESLEY — O zaman, bağırıp çağırması anlamsız. (Kulise seslenir)
KES SESİNİ! TAVUĞUNA KİMSENİN DOKUNMASINI İSTEMİYORDUYSAN, ÜSTÜNE ADINI
YAZAYDIN!
EMMA'nın SESİ— (Dışardan) ÇORABIMI YE!
WESLEY — (Masaya yaklaşır) Şu konuşmaya bak! (masanın
üstündeki kartonları görür) Bunlar ne böyle?
ELLA — Birşeyler çizmiş. Uygulamalı konferans verecekmiş.
WESLEY — Uygulamalı konferans mı? Ne hakkında?
ELLA — Kızartılacak tavuğun nasıl parçalanacağı hakkında.
(ELLA sucukla ekmeği bir tabağa koyar, masaya gelir, sol tarafta
oturur.)
WESLEY — Tavuğun nasıl parçalanacağını bilmeyen mi var?
ELLA — İşte, bazı özel kemikleri kırmak gerekiyormuş. Onu
yapmanın da kendine göre usulleri varmış anlaşılan.
WESLEY — (Elinde kartonlar, sahnenin önüne doğru yürür) Nesi
önemliymiş bunun?
ELLA — (Yemeğini yerken) Anatomisi önemli. Tavuğun
anatomisi, yani. Anatomiyi bildin mi, işi kıvırıyorsun.
WESLEY — (Yüzü seyirciye dönük, kartonları yere koyar) Bi
sürü kemik.
EMMA'nın SESİ — (Dışardan) Kimse kimseyi düşünmüyor! BEN
BUZLUKTA TAVUK BULACAK OLSAM, PİŞİRMEYE KALKMADAN ÖNCE BİRİLERİNE SORARDIM!
ELLA — (Yemeyi sürdürerek haykırır) ACINDAN ÖLÜYOR OLSAYDIN
SORMAZDIN!
(WESLEY pantolonunun önünü açar, pipisini çıkarır, yerdeki kartonların üstüne işemeye
başlar. Yemeğe devam eden ELLA farkında değildir.)
EMMA'nın
SESİ — (Dışardan) BU EVDE AÇLIKTAN ÖLEN YOK! ŞİMDİ BİLE TIKINIYORSUN!
ELLA — N'apalım yani?
EMMA'nın
SESİ — (Dışardan) YANİ, KİMSENİN AÇLIKTAN ÖLDÜĞÜ YOK! AÇLAR SINIFINA DAHİL
DEĞİLİZ BİZ!
ELLA — Bilir bilmez konuşmasana! Açlar sınıfı diye bir sınıf yok!
EMMA'nın
SESİ — (Dışardan) TABİİ VAR! AÇLIKTAN KIVRANAN İNSANLARIN OLUŞTURDUĞU
BİR SINIF VAR AMA BİZ ONLARDAN DEĞİLİZ!
ELLA
— KARNIMIZ AÇ YA! YETMEZ Mİ?
EMMA'nın
SESİ — (Dışardan) SEN ŞIMARIK PİÇİN BİRİSİN!
ELLA — (WESLEY"e döner) Duyuyor musun ne diyor bana? (Oğlanın
ne yaptığını farkeder, EMMA'ya seslenir) EMMMAAA!
EMMA'nın
SESİ — (Dışardan) NE VAR?
ELLA —
AĞBİN SENİN KARTONLARIN ÜSTÜNE İŞİYOR! (Yemeğe devam eder.)
(EMMA hızla sağdan girer, WESLEY'in işini bitirip pantotonunun fermuarını çekmesini izler. İki kardeş
bakışırlarken ELLA yemeğe devam eder.)
EMMA — Ne biçim aile bu?
ELLA — (Onlara bakmadan) Engel olmaya çalıştım ama
dinlemedi.
EMMA — (WESLEY'e) O çizimler için ne kadar uğraştım,
biliyor musun? Dünya kadar araştırma
yaptım. Kütüphaneye gittim, kitaplar aldım. Saatlerce vakit
harcadım.
WESLEY — Böyle aptalca
şeylere vakit harcanmaz.
EMMA — Bu evi terkediyorum!
(Sağdan çıkar.)
ELLA — (Masadan kalkmadan arkasından seslenir) DAHA
YAŞIN ÇOK KÜÇÜK! (WESLEY'e döner) Evi terk filan edemez, daha çok ufak.
Saçmalık. Aslında haksız değil ama, yaşı çok küçük. Daha yeni aybaşı oldu. İlk
kez.
WESLEY — (Buzdolabına
gider) Harika.
ELLA — Sen bu işleri bilmezsin. Çok zordur. Kızın durumunu daha da
güçleştirmesen olmaz mı?
WESLEY — (Dolabın içine bakarken) Öyle bişey yaptığım yok.
Önünde yeni ufuklar açıyorum. Şimdi başka bir şey yapmak zorunda kalacak,
böylece belki hayatının yönü tümüyle değişecek. İlerde, geriye baktığında,
kartonlarının üstüne ağbisinin işediği günü hayatının dönüm noktası olarak
hatırlayacak!
ELLA — Anlamadım.
WESLEY — Baksana, evi terk etmeye karar verdi bile. Olumlu bir
adım.
ELLA — (Birden ayağa kalkar) Daha çok küçük. Sen de o
buzdolabından çık!
(Buzdolabına gider, kapısını çarparak kapar. WESLEY masaya gider,
sağ tarafında oturur.)
ELLA — Burnun her dakka bu
dolabın içinde!
WESLEY — Karnım acıktı.
ELLA — Senin karnın hep aç. Nasıl oluyor anlamıyorum. Yoksul
değiliz. Zengin değiliz ama yoksul da değiliz.
WESLEY — Neyiz öyleyse?
ELLA — (Masaya gelir, WESLEY'in karşısına oturur) İkisi
arası bir yerdeyiz. (Yeniden yemeğe başlar. Kısa sessizlik. WESLEY annesini
seyreder) Ama zengin olacağız.
WESLEY— Nasıl yani?
ELLA — Yakında bol paramız olacak.
WESLEY — Ne diyorsun sen?
ELLA — Neyse, hiç karıştırma. Ama bekle göreceksin. Çoook
şaşıracaksın.
WESLEY — Babam işten
atıldı.
ELLA — Orası öyle. Bunun babanla ilgisi yok.
WESLEY — Eeeee, sen mi iş
buldun?
ELLA — Fazla karıştırma dedim ya. Vakti gelince her şeyi
anlatırım. Ondan sonra da buradan çekip gideceğiz. Hiç dönmemecesine.
WESLEY — Nereye gideceğiz?
ELLA — Belki de Avrupa'ya. Avrupa'yı görmek istemez misin?
WESLEY— İstemem.
ELLA— Neden?
WESLEY — Ne var Avrupa'da?
ELLA — Her şey var Avrupa'da. Sanatın âlâsı. Yağlıboya tablolar.
Şatolar. Binalar. Şahane lokantalar.
WESLEY — Hepsi burada da var.
ELLA — Büyükbaban gibi hassas biri olmanı ne kadar çok isterdim.
Hep ona benzediğine inandım. Ama aslında benzemiyorsun ne yazık ki.
WESLEY— Biliyorum.
ELLA — Neden benzemiyorsun? Sen de aynı onun gibi sünnetlisin.
İkinizinki hemen hemen aynı.
WESLEY — Büyükbabam öldü.
ELLA — Baktığımda sağdı tabii ki. Saçmalamasana.
WESLEY — N'aptın? Gizlice odasına falan mı girdin?
ELLA — Evimiz çok küçüktü.
EMMA'nın SESİ — (Dışardan) BİNİCİ PANTOLONUM NERDE?
ELLA — (WESLEY'e) Ne
diye bağırıyor gene?
WESLEY — Binici pantolonunu
soruyor.
ELLA — (EMMA'ya
seslenir) N'apıcaksın şimdi pantolonunu?
EMMA'nın SESİ — (Dışardan)
ATLA GİDİYORUM!
ELLA —
SAÇMALIĞIN LÜZUMU YOK! O ATLA NEREYE KADAR GİDEBİLİRSİN? NE SANDIN? PEK UZAĞA
GİDEMEZSİN!
EMMA'nın
SESİ — (Dışardan) İSTEDİĞİM YERE GİDERİM!
ELLA
— ATLA GİDEMEZSİN! (WESLEY'e) Koş, atı ahıra kilitle.
WESLEY— Bırak gitsin.
ELLA — At üstünde olmaz. Deli misin sen? Otoyola çıktı mı ezilir.
WESLEY — Otoyola çıkmaz
nasıl olsa.
ELLA — O at kendi gölgesinden ürker. (EMMA'ya) EMMA, O ATA
BİNMEYECEKSİN DİYORUM! (cevap alamaz) EMMA, DİYORUM! (WESLEY'e döner)
Koş bak bakalım, ahırların oraya mı gitmiş. O atla yola çıkması çok
tehlikeli.
WESLEY— Biniciliği iyidir.
ELLA— Olsun!
WESLEY — Git kendin bak, o
zaman.
(Bir sessizlik. Kadın oğluna bakar.)
ELLA — Neyse, belki de başına bir şey gelmez.
WESLEY — Tabii gelmez. Bütün gece dağlarda atla dolaştığı
olmuştur.
ELLA — Amma da sinirli bu kız.
WESLEY — Şımarttınız da
ondan.
ELLA — Hiç de değil. Hiçbir zaman kayırmadım onu. Asla fazladan
bir şey vermedim. Her şeyin asgarisini verdim. O kadar.
WESLEY — Babam şımartıyor.
ELLA — Ortalıkta göründüğü yok ki. Nerden şımartacak?
WESLEY — Evde olduğunda şımartıyor.
ELLA — O at çok azgındır. Gidip bir baksan n'olur?
WESLEY — Merak etme idare
eder.
ELLA — O atı nallarlarken gördüm ben. Salağın teki. Her seferinde
yere yatırmak zorunda kalıyorlar.
WESLEY — Bırak şimdi. Para nerden geliyor, onu söyle.
ELLA — Ne parası?
WESLEY — Bizi zengin edecek
olan para.
ELLA — Evi satıyorum.
(Uzun sessizlik. WESLEY şaşkın şaşkın annesine bakar. ELLA ona
sırtını döner.)
ELLA — Evi de satıyorum, araziyi de, koruyu da, traktörü de,
hayvanları da. Her şeyi. Hepsi gidecek.
WESLEY — Senin değil ki.
ELLA — Onun olduğu kadar benim de.
WESLEY — Kendisine
söylemeyecek misin?
ELLA — Hayır! Söylemeyeceğim.
Sana da söylemeseydim keşke. Ağzından kaçırayım deme.
WESLEY — Ama evi nasıl
satarsın? Kanuna aykırı bir kere.
ELLA — Tapuyu onun kadar
ben de imzaladım. İkimiz de bastık imzayı.
WESLEY— Öyleyse satış
belgesinde de iki imza gerek. Yarı yarıya.
ELLA — Avukata danıştım
bile. Kanuna aykırı hiçbir yanı yok.
WESLEY — İpotekler ne
olacak, peki? Daha taksitler bitmeden yeniden borca girdiniz.
ELLA — Beni sorguya
çekmeye kalkma. Bütün her şey ayarlandı, bitti.
WESLEY — Kiminle ayarlandı?
ELLA — Bir ahbabım var.
Avukat.
WESLEY — Avukat ahbap mı?
ELLA — Aynen. Çok başarılı
biri. Her şeyi benim adıma o hallediyor.
WESLEY — Avukat mı tuttun?
ELLA — Dedim ya, kendisi
ahbabım oluyor. Dostluk uğruna yapıyor her şeyi.
WESLEY — Yani, adama para vermiyor musun?
ELLA — Yüzdesini alacak. Çok küçük bir yüzde.
WESLEY — Parayı ikiniz
bölüşeceksiniz, kimseye de bir şey söylemeyeceksiniz, öyle mi?
ELLA — Sana söyledim ya.
Yetmez mi? Sen de benimle gelebilirsin.
WESLEY — Ben bu evde
oturuyorum.
ELLA — Amma da oturulacak ev! Kapısı bile yok artık. Yağmurdu,
rüzgârdı, hepsi içeri girecek.
WESLEY — Bu evden eline geçecek parayla San Diego'ya bile
gidemezsin. Her yanını tahtakurdu kemirmiş bir kere.
ELLA — Ama toprak değerli. Bu günlerde herkesin gözü arsa almakta.
WESLEY — Arsa mı?
ELLA — Geliştirilmeye çok uygun bir arazi burası. Bu günlerde
toprak fiyatları ne kadar yüksek haberin var mı? En ufak bir fikrin var mı?
WESLEY— Yok.
ELLA — Çok, çok yüksek. Torbayla para veriyorlar. Senin benim gibi
bir sürü insan, sırf bunun gibi bir yere sahip olabilmek için binlerce dolar
ödüyor. Bankalar sağa sola kredi açıyor. Aileler için, küçük küçük konut
kredileri. Millet inşaata vermiş kendini. Herkes bir karış toprağı olsun
istiyor. Tek emin yatırım bu. Öyle otomobildi, çamaşır makinesiydi gibi değer
kaybetmesi söz konusu değil. Toprak değerleri on yılda iki kat artacak. Hatta
daha bile çabuk. Her gün artıyor.
WESLEY — Delisin sen.
ELLA — Nedenmiş? Keriz olmadığım için mi? Buranın işlerini kim
üstleniyor?
WESLEY— Ben!
ELLA — Ha ha! Dalga mı geçiyorsun? Nedir yaptığın? Bir iki
koyunun yemini veriyorsun. Kırk yılda bir ağaçları buduyorsun. Bir de sulama.
Başka?
WESLEY — Her türlü bakımı
yapıyorum.
ELLA — Kaba bakımdan söz etmiyorum ben. Düzeltmekten, onarmaktan,
bir şeye benzetmekten söz ediyorum. Burada yaşayan birileri varmış gibi
davranmaktan.. Nerdeee?
WESLEY— Burada yaşayan var!
ELLA — Kim? Baban mı?
WESLEY — Bir sürü iş
görüyor. Sulama yapıyor.
ELLA — Ayakta durabildiği zamanlar. O da çok sık olmuyor, değil
mi? Eve geliyor, sızıp üç gün yerde yatıyor, sonra da bir hafta koydunsa bul.
Çalışmak dediğin bu mu? Bu koca yerin yükünü tek başıma taşıyamam.
WESLEY — Taşı diyen mi var?
ELLA — Yok! Hiçbir şey diyen yok! Ben de satıyorum, işte o kadar!
(Uzunca bir süre sessiz otururlar. Derken WESLEY yerinden fırlar.)
ELLA — Nereye?
WESLEY — Koyunları
doyurmaya.
(Soldan çıkar. ELLA ardından seslenir.)
ELLA — Gitmişken Emma'ya da bir bak, olur mu Wesley? Tek başına
oralarda dolanmasın. O at çok azgın.
WESLEY'in SESİ — (Dışardan) BABAM ÖĞRENDİĞİNDE SENİ
ÖLDÜRECEK!
ELLA — (Ayağa kalkıp kulise bağırır) HİÇBİR ŞEY
ÖĞRENMEYECEK! (susar, cevap bekler, ses gelmeyince bağırır) KENDİNDEN
BAŞKASINI ÖLDÜRECEĞİ DE YOK!
(Bir sessizlik daha, oğlandan cevap bekler. Ses gelmez. Masaya
döner, tabağa bakar. Tabağı alıp oca-
ğa doğru ilerler. Tabağı ocağın üstüne koyar, bir süre ocağa
bakar. Buzdolabına döner, buzdolabına bakar. Buzdolabına yaklaşır, kapısını
açar, içine bakar.)
ELLA — Bomboş.
(Buzdolabını kapar, gözlerini dolaptan ayırmadan kendi kendine
konuşur.)
ELLA — Beni öldüremez. İstersem satarım. Hakkım. Tamamen hakkım.
Yapabileceği hiçbir şey yok.
(Hâlâ buzdolabına bakmaktadır, derken kapısını yeniden açıp içine
bakar. EMMA sağdan girer, bir elinde ipten bir yular vardır. Beyaz forması
çamur içindedir. Buzdolabının içini seyreden ELLA'ya bakar bir süre.)
EMMA — Orospu çocuğu az
daha öldürecekti beni.
(ELLA dolabı kapayıp EMMA'ya döner.)
ELLA — Ne oldu?
EMMA — Ağılın bir ucundan öteki ucuna sürükledi.
ELLA — O salak atla uğraşma demedim mi ben sana? Manyaktır o.
EMMA — Peki, buradan nasıl kurtulacağım?
ELLA — Buradan
kurtulamayacaksın. Daha çok küçüksün. Şimdi git, üstünü değiştir.
EMMA — Çocuk yapacak kadar büyüdüm ama, yalan mı?
ELLA — O da ne demek?
EMMA — Altımın
kanamasının sebebi o demek. Çocuk yapmak için.
ELLA — Aptal aptal
konuşma. Git, formanı değiştir.
EMMA — Bundan başka formam yok.
ELLA — O zaman başka bir şey giy.
EMMA — Ölünceye dek burada kalamam ya.
ELLA — Kimse ölene dek burada kalacak değil. Hepimiz gidiyoruz.
EMMA — Öyle mi?
ELLA — Öyle. Avrupa'ya gidiyoruz.
EMMA— Kim?
ELLA— Hepimiz.
EMMA — Babam da geliyor mu?
ELLA — Yok. O herhalde gelmiyor.
EMMA — Neden? O da görmek
istemez mi Avrupa'yı?
ELLA— Bilmem.
EMMA — Yani, bi tek sen, ben, Wes, üçümüz gideceğiz, öyle mi?
Ööööğ, felâket!
ELLA — Nedenmiş? Nesi
felâket? Tatil gibi bir şey olur.
EMMA — Burdan farklı olmaz ki.
ELLA — Tabii olur. Bi kere
orası Avrupa. Yepyeni bir yer.
EMMA — Gene de biz aynı insanlar olacağız.
ELLA — Nen var senin?
Neden böyle şeyler söylüyorsun?
EMMA— Yalan mı?
ELLA — Her şey düzelsin,
iyi olsun diye elimden geleni yapıyorum. Birşeyleri değiştirmeye çabalı-
yorum. Hayatımıza biraz serüven katmaya çalışıyorum. Sense
hepsini tuz buz ediyorsun.
EMMA — Zaten Avrupa'ya gidecek paramız yok.
ELLA — Git, üstünü değiştir.
EMMA — Gitmiyorum işte! (Masaya gider, sağ tarafında oturur.)
ELLA — Baban burda olsaydı hemen dediğini yapardın.
EMMA — Babam burada değil.
ELLA — Birazcık laf dinlesen olmaz mı?
EMMA — Olmaz, çünkü söz dinlemek ölmek demek. Ölmeye başlamak
demek.
ELLA — Daha böyle konuşacak
yaşa gelmedin.
EMMA — Yerde, çamurların içinde sürükleniyordum.
ELLA — Kendi kabahatin. Gitme diye o kadar söyledim.
EMMA — Birden her şey değişti. Artık aynı insan değildim. Koskoca
bir hayvana bağlı, onun peşinden sürüklenen bir et yığınından başka bir şey
değildim.
ELLA — Bu da sana bir ders olsun.
EMMA — Kafamda bütün yolculuğu tasarlamıştım. Doğru Baja'ya
gidecektim.
ELLA — Meksika'ya mı?
EMMA — Balıkçı teknelerinde çalışacaktım. Derin denizlerde balık
avlamak için tekne tutan işadamlarının koca koca kılıç balıklarını,
barakudaları yakalamalarına yardım edecektim. Kıyı boyunca çalışarak
ilerleyecektim. Bütün kıyı köylerine uğrayacaktım. İspanyolca konuşacaktım.
Sonra araba tamirciliği de öğrenecektim. Bozulan arazi vitesli araçları
onaracaktım. Vites
kutularını. Her birşeyi tamir etmesini öğrenebilirdim. Sonra
aşçılık da öğrenirdim. Bir yandan da roman yazardım. Mutfakta. Mutfak romanları.
Derken kitap yayınlanınca, Meksika'nın ortasındaki vahşi ormanlarda
kaybolacaktım. Aynı o adam gibi.
ELLA — Hangi adam?
EMMA — Sierra Madre'nin Definesi'ni yazan adam.
ELLA — Sen o filmi nerde gördün?
EMMA — Adamın adı yok, adının baş harfleri var yalnızca. Sonra kendi
de yok olmuş. Kimse telif haklarının nereye gönderileceğini bilememiş. Kaçmış,
kurtulmuş.
ELLA — Ne biçim konuşuyorsun? Sen o tür işler yapmak üzere
yetiştirilmedin ki. Sana göre değil öyle şeyler.. Oturup güzel güzel nakış
işlemek dururken ne diye tamirci olacakmışsın?
EMMA — Arabanın her türlüsü hoşuma gidiyor. Seyahat etmek
istiyorum. Sonra, bi düşün, yolda kalan insanlara yardım edebilecek tek kişi
olmak ne güzel. Sanki büyücülük gibi bir şey. Kaputu açtığın gibi büyülü gücünü
gösteriyorsun.
ELLA — Ne diye hayal kuruyorsun?
EMMA — Şimdi hayal kurmuyorum. Demin kuruyordum. En son, yuları
taktığım ana kadar. Ama at birden fırlayınca...hayal mayal kalmadı. Kendimi
çamurların içinde sürünürken gördüm,
ELLA — Git üstünü değiştir.
EMMA — Hep bu lafı tekrarlayıp durma. Sanki tekrarladıkça
sorumluluktan kurtulacaksın.
ELLA — Artık dediklerini doğru dürüst kavrayamıyorum bile.
EMMA— İyi.
ELLA— Nesi iyi?
EMMA — Kavrayabilseydin, o zaman beni anlamış olurdun.
(Sessizlik. ELLA döner, buzdolabının kapağını yeniden açıp içine
bakar.)
EMMA — Aç mısın?
ELLA— Yoo.
EMMA — Sırf alışkanlık, demek?
ELLA— Ne?
EMMA— Açmak... Kapamak...
(ELLA buzdolabını kapayıp EMMA'ya döner)
ELLA — Hey allahım!
Seninle nasıl başedeceğim, Emma?
EMMA — Bırak gideyim.
ELLA — (Bir süre
susar) Daha çok küçüksün.
(ELLA soldan çıkar. EMMA masada otururken çevresine bakınır,
sonra ağır ağır kalkar, buzdolabına gider. Bir an önünde durur, sonra ağır
hareketlerle kapısını açıp içine bakar. Buzdolabının içiyle konuşur.)
EMMA — Merhabaaa! Kim var orada? Kimse yok mu? Meteliksiz değiliz,
haberiniz olsun. Saklanmanıza gerek yok. Para geldiği gibi gidiyor, ama
meteliksiz değiliz. Açlar sınıfına dahil değiliz.
(Avukat TAYLOR sağdan girer, buzdolabıyla konuşan EMMA'yı
seyreder. Orta yaşlı, şık giyimli bir
adamdır. Elinde evrak çantası vardır. Öylece durup kıza bakar.)
EMMA — (Buzdolabının içine doğru konuşur) Orada
mısır ekmeği var mı? Huuuu huuuu! Sebze falan bulunur mu? Şalgaaam? Başka kök
sebze? Yok mu? Hiçbi şey yok mu? Neyse, üzülme. Utanılacak bişey değil. Daha
kötüsünü de görmüşüm ben. Okula beslenmemi gazete kâğıdına sarıp götürmüşlüğüm
bile var. En kötüsü o. Hiç beslenme götürmemekten daha beter. Onun için üzülme.
Yakında birtakım arkadaşlar gelir sana da. Kıyına köşene küçücük yumurtalar
yerleşir. O kapaklarının altına sarı sarı margarinler oturur, buzluğuna ise
donmuş bir tavuk — (bir an durur) Benim tavuğu gördün mü, onu söyle!
Anasını sittiğimin orospu çocuğu!
(Dolabın kapağını çarparak kapatır, döner, TAYLOR'un orada
dikildiğini görür. Bakışırlar. TAYLOR gülümser.)
TAYLOR — Anneniz evde mi?
EMMA— Bilmem.
TAYLOR — Dışarda arabasını gördüm de, herhalde evdedir dedim.
EMMA — O annemin arabası değil.
TAYLOR — Ben, onun
sanıyordum.
EMMA — Araba, babamın.
TAYLOR— Ama anneniz kullanıyor.
EMMA — Ama satın alan babam.
TAYLOR — Yaa, demek öyle?
EMMA — Kaiser-Fraser marka.
TAYLOR— Yaaa?
EMMA — Babam matrak
arabaları sever. Bir tane de Packard'ı var.
TAYLOR— Yaa?
EMMA — Babam diyor ki, bir
tek onlar çelikten yapılmaymış.
TAYLOR— Yaaa?
EMMA — Arabayı param
parça etti, sonra yeni baştan topladı,
ama kimse anlamıyor.
TAYLOR — Packard'ı mı?
EMMA — Hayır, ötekini.
TAYLOR — Demek öyle?
EMMA — Peki, siz kimsiniz?
TAYLOR — Adım Taylor. Annenizin avukatıyım.
EMMA — Başı dertte falan mı
yoksa?
TAYLOR — Yoo. Hayır, kesinlikle öyle bir şey yok.
EMMA — O zaman burada ne
işiniz var?
TAYLOR — Annenle.... bir konuyu görüşecektik de.
EMMA — Amma ürkünç bi tipsin.
TAYLOR— Sahi mi?
EMMA — Evet, sahi.
Tüylerimi ürperttin birden. Öcü görmüş gibi oldum.
TAYLOR — Annenizle görüşmeye gelmiştim.
EMMA — Olabilir. Ama şu
anda benimle görüşmektesiniz.
TAYLOR — Doğru. (Sessizlik.
Rahatsız bir havayla etrafına bakar) Biri kapınızı kırmış galiba.
EMMA— Babam.
TAYLOR — Kazayla mı oldu?
EMMA — Hayır, bile bile
kırdı. Kafası bozuktu.
TAYLOR — Demek öyle? Kendisi çok asabi herhalde.
EMMA — Ne istiyorsun sen?
TAYLOR— Dedim ya...
EMMA — Dediğini duydum. Neden annemle konuşmak istiyorsun?
TAYLOR — Bir iş konusu
görüşeceğiz.
EMMA — Annem iş kadını değil ki. İşten mişten hiç anlamaz.
TAYLOR— Neden?
EMMA — Kerizin tekidir de ondan. Her lafa inanır.
TAYLOR — Bana son derece aklı başında biriymiş gibi geldi.
EMMA — Onu ne için kullandığına bağlı tabii.
(TAYLOR kıza bakar. Sessizlik.)
TAYLOR — Terbiyesizliğin lüzumu yok.
EMMA — Kaybedecek bir şeyim
de yok.
TAYLOR — Sahiden kızısınız,
değil mi?
EMMA — Sen ne iş yaparsın, ahbap?
TAYLOR — Oturmamda bir
sakınca var mı?
EMMA — Benim için hava hoş. Ama babamın hoşuna gitmeyebilir.
TAYLOR — Evde mi?
EMMA— Her an gelebilir.
TAYLOR — (Oturmak üzere masaya doğru yürürken) Neyse, ben
annenizi bekleyeceğim.
EMMA — İnanılmaz korkunç sinirlidir. Annemle birlikte yakaladığı
bi herifi az daha öldürüyordu.
TAYLOR — (Sağ taraftaki sandalyeye oturarak) Yanlış anlama
var galiba. Ben, iş için bulunuyorum burada.
EMMA — Çok çabuk patlar. Bütün aile öyledir. Babası da aynı onun
gibiymiş, ondan önce büyük babası da... Wesley de aynı babam gibidir. Sıvı
dinamit yani.
TAYLOR — (Evrak çantasını masanın üstüne koyar.) Sıvı
dinamit mi?
EMMA — Aynen. Bir de adı vardı ama....neydi?
TAYLOR— Bilemeyeceğim.
EMMA — Kimyasal bi madde. İçki içmesinin sebebi de aynı. Kanında
bir şey var. Irsiymiş. Son derece patlayıcı.
TAYLOR — Tehlikeli, desene.
EMMA — Hem de nasıl!
TAYLOR — Böylesi bir çevrede yaşamaktan korkmuyor musun?
EMMA — Yoo. Kanında o maddeyi taşıyanların içinde olur korku,
taşımayanlarda olmaz. Bende yok.
TAYLOR— Ya?
EMMA — Nitrogliserin....tamam adı bu işte. Nitrogliserin.
TAYLOR— Nasıl yani?
EMMA — Kanında var. Nitrogliserin.
TAYLOR — Acaba annenizi çağırmanız mümkün mü?
EMMA — (Gözlerini
adamdan ayırmadan haykırır)
AAAAAAANNNNNNNNNEEEEE!
TAYLOR — (Bir an
sustuktan sonra) Teşekkürler.
EMMA — Annemden ne istiyorsun?
TAYLOR — (Sinirlenmeye başlayarak) Daha önce söyledim.
EMMA — Onun da altı kanıyor
mu?
TAYLOR— Ne?
EMMA — Anlarsın ya... Ondan da kan geliyor mu?
TAYLOR — Bu konuşmayı sürdürmek istediğimi sanmıyorum.
EMMA — İyi ya, pekâlâ.
(EMMA masaya gelip TAYLOR'un karşısına oturur, gözlerini adamdan
ayırmaz. Bir süre sessiz otururlar. TAYLOR rahatsızlık içinde kıvranır. Evrak
çantasının üstünde parmaklarıyla tempo tutar. EMMA sinir bozucu bir şekilde
ona bakmayı sürdürür.)
TAYLOR — Bu ev harika. (Kız baktıkça bir an susar) Yani,
yeri çok iyi demek istiyorum. Potansiyeli olan bir arazi. (duraksar) Tabii,
ucuz konut ihtiyacının karşılanması amacıyla tarımın gittikçe geri plana
itildiğini görmek çok acı, ama n'aparsınız? Çağın gereklerinden biri bu. Gezegenimiz
üstündeki insanların sayısı çok arttı. Bütün mesele burada. Basit matematik
hesabı. İnsanlar çoğaldıkça barınak gereksinmesi artıyor. Barınaksa toprak
istiyor. Basbayağı bir denklem işte. Konut sağlamamız gerek insanlara. Yeni
insanlara. Ne mutlu bize ki bunu sağlamanın mümkün olduğu bir ülkede yaşamak
şansına sahibiz. Bazı ülkelerde, örnekse Hindistan'da, böyle bir şey imkânsız.
İnsanlar muz yaprakları altında barınıyorlar.
(WESLEY, elinde açılır kapanır parmaklıklı bir kafes taşıyarak
girer. Sahnenin ortasına bu kafesi ku-
rar. Küçük diktörtgen biçiminde, bebeklerin oyun parkına benzeyen
bir şeydir bu. Döner. TAYLOR'a bakar, sonra EMMA'ya döner.)
WESLEY — (EMMA'ya) Bu
kim?
EMMA — Avukatmış.
(TAYLOR geniş geniş sırıtarak ayağa kalkar, elini WESLEY'e uzatır.
WESLEY eli sıkmaksızın adama bakar.)
TAYLOR — Ben Taylor. Siz
oğlu olmalısınız.
WESLEY— İyi bildin. Ben oğluyum.
(WESLEY sağdan çıkar. TAYLOR oturur, rahatsız bir yüzle EMMA'ya
gülümsemeye çalışır. EMMA gözlerini ondan ayırmaz.)
TAYLOR — Garip bir duygu.
EMMA— Ne?
TAYLOR — Düşman topraklarındaymışım gibi hissediyorum kendimi.
EMMA— Doğru.
TAYLOR — Savaştan beri böyle bir duyguya kapılmamıştım.
EMMA — Ne savaşı?
(TAYLOR ona bakakalır. WESLEY sağdan girer, kucağında küçük,
canlı bir kuzu vardır. Kuzuyu parmaklığın içine bırakır, hayvanın
hareketlerini izlemeye koyulur.)
EMMA — (WESLEY'e) Nesi
var onun?
WESLEY — (Kuzuya
bakarak) Sürfe.
EMMA — Ne diye içeri getirdin öyleyse? Buraya mikrop saçacak.
WESLEY — (Kuzuyu seyreder) Annemden kapmışsın.
EMMA— Neyi annemden kapmışım?
WESLEY — Mikrop! Mikrop fikrini yani. Gözle görünmeyen ama havada
esrarengiz bir şekilde uçuşan mikroplar! Her şey, kötü bir şey taşıyor
olabilir.
TAYLOR — (WESLEY'e) Ama, yani bence de...eğer hayvanı sürfe
sarmışsa, mutfakta bulunması...yani yiyeceklerin yakınında...doğru olmaz.
WESLEY — Bizde yiyecek
bişey yok ki.
TAYLOR — Yaa? Ama gene de...yiyeceğiniz olduğunda, burada
pişiriyorsunuz herhalde?
EMMA — Bu da bişey mi? Ağbim mutfakta yerlere işer.
TAYLOR — Yabancılarla hep böyle mi konuşursunuz?
EMMA — Bak, işte o yerde gördüğün ne, biliyor musun? Benim
kartonlarımın üstünde... Sidik!
WESLEY — (TAYLOR'a) Sen
burada ne arıyorsun?
TAYLOR — Kapıdan girdiğimden beri sorguya çekiliyorum, ne bu?
Annenizle buluşmaya geldim.
WESLEY — Evi satmaya kalkan
sen misin?
TAYLOR — Birtakım görüşmeler yapıyoruz, evet.
EMMA — (Ayağa fırlar) Ne? Hangi evi satmaya kalkıyor? Bu
evi mi?
TAYLOR — (EMMA'ya) Söylemedi
mi?
WESLEY— Bana söyledi.
EMMA — Nerde oturacağız, peki?
WESLEY — Sen zaten evi terk
ediyorsun. Sana ne?
EMMA — (Kulise seslenir)
AAAANNNNNNEEEEE!
TAYLOR — (WESLEY'e) Kızcağızı sarsmak istememiştim.
WESLEY — Babamla
görüşmeyecek misin?
TAYLOR — Bu aşamada gerek yok.
WESLEY — Dünyada satmaz,
haberin olsun.
TAYLOR — Bakarsın satmak zorunda kalır. Annenizin dediğine göre
pek çok borcu varmış.
EMMA — Kime? Kime borcu varmış?
TAYLOR — Herkese. Gırtlağına kadar borç içinde.
EMMA — Hiç de değil! Bi kuruş borcu yok! Her şeyin parası ödendi.
WESLEY — Kes sesini Emma.
Git üstünü değiştir.
EMMA — Sen kes sesini! Bu herif adinin teki. Varımızı yoğumuzu
elimizden alıp satacak. Köküne kadar üçkâğıtçı.
WESLEY— Biliyorum, ama
sesini kes. Tamam mı?
EMMA — (TAYLOR'a) Babamın
kimseye borcu yok!
TAYLOR — (WESLEY'e) Gerçekten çok üzüldüm. Anneniz
söylemiştir sandım.
(ELLA soldan girer. Giyinmiş, çantasını, beyaz eldivenlerini
almıştır. TAYLOR onu görünce ayağa kalkar.)
ELLA — Ne bağrışıyorsunuz öyle? Aaaaa, Bay Taylor. Sizi yarım
saat sonra bekliyordum.
TAYLOR — Biliyorum. Ama arabayı dışarda görünce, daha erken
geleyim dedim.
ELLA — Aman ne iyi ettiniz. Herkesle tanıştınız mı?
TAYLOR— Tanıştık.
ELLA — (Kuzuyu fark eder) Bu hayvanın burada ne işi var,
Wesley?
WESLEY — Sürfe sarmış.
ELLA — Çıkar onu mutfaktan.
WESLEY — Ama evin en sıcak yeri burası.
ELLA — Dışarı çıkar, dedim!
EMMA — Anne, sen evi mi satıyorsun?
ELLA — Kim söyledi buna?
TAYLOR — Korkarım, ben
ağzımdan kaçırdım.
ELLA — Şimdi bu konuyu tartışacak değilim, Emma. Git üstünü
değiştir.
EMMA — (Soğuk) Evi satacak olursan bir daha yüzüne bakmam!
(EMMA soldan çıkar. TAYLOR bozuk bozuk gülümser.)
TAYLOR — Kusura bakmayın, n'olur. Haberi var sanıyordum.
ELLA — Önemli değil. Kendisi burdan gidiyor nasıl olsa. Şimdi,
bana bak, Wes, biz Bay Taylor ile öğlen yemeğine çıkıyoruz. İş görüşmesi yapacağız.
Döndüğümde o hayvanı mutfakta görmiyeyim.
TAYLOR — (WESLEY'e döner, elini uzatır) Tanıştığımıza çok
memnun oldum.
(WESLEY elini uzatmaksızın ona bakar.)
ELLA — (TAYLOR'a) Tabiat itibariyle aksidir. Babasına
çekmiş.
TAYLOR — Anlıyorum. (WESLEY'e) Sen de de nitrogliserin
var, ha? (Kendi kendine güler.)
(ELLA ile TAYLOR çıkmak üzere sağa yürürler. ELLA, WESLEY'e
döner.)
ELLA — Emma'ya göz kulak ol, Wes. Daha yeni illeti geldi. Kızlar
için çok zordur ilk seferinde, biliyorsunuz.
(TAYLOR ile ELLA çıkarlar. WESLEY bir süre öylece durur. Döner,
kuzuya bakar.)
WESLEY — (Kuzuya bakarak) "Amerikan kuzusu yiyin.
Yirmi milyon çakalın bir bildiği olmalı!"
(Buzdolabının yanına gider, kapısını açıp içine bakar.)
WESLEY — Talihine küs. Noel Baba henüz gelmemiş.
(Dolabın kapısını çarparak kapar,
kuzuya döner, uzunca bakar.)
WESLEY — (Kuzuya) Sense talihlisin, çünkü açlıktan
gebermek üzere değilim. Evet, talihlisin, çünkü biz uygar bir aileyiz. Ya
Kore'de olsaydın? Mukavva duvarlardan içeri oluk oluk yağmur suyu akan bir
yerde... Sense çamurlar içinde bir direğe bağlısın, iliklerine kadar ıslanmışsın,
sıskan çıkmış, açsın... Ama hiç farketmez, çünkü her zaman senden daha aç biri
bulunur. Birisi açtır. O açlıkla eline bir bıçak alıp dışarı çıkar. Seni
boğazlar, gırtlağını keser, çiğ çiğ yer. Onun açlığı seni yer. Oysa sen de
açsındır. (Dışarda çöp bidonlarının devrildiğini belli eden büyük gürültü.
WESLEY'in babası WESTON'un sağdan bağırdığı duyulur.)
WESTON'un
SESİ — (Dışardan) ALLAHIN BELASI ÇÖP BİDONLARINI ALLAHIN BELASI KAPININ
ÖNÜNE KİM KOYDU?
(WESLEY bir an dinler, koşarak soldan çıkar. Sağ taraftan,
dışardan birtakım başka şeylerin devrilme sesleri. WESTON'dan küfürler. Derken
içeri girer. İçi kirli çamaşır dolu torba tipi bir çanta ile çok büyük bir
kesekâğıdı taşımaktadır. Çok iri yarı, orta yaşlı bir adamdır. Üstünde eski
püskü bir siyah palto, başında mavi bir beyzbol kepi, ayaklarında lastik
ayakkabılar vardır. Pantolonu bollanmış ve ütüsüz. Tıraş olmamış, biraz sarhoş.
Bir iki adım atar. Kuzuyu görünce şaşkın durur. Bir dakika kuzuya bakar. Masaya
gidip kesekâğıdıyla torbayı koyar, tekrar sahne ortasına dönüp kafes içindeki
kuzuya bakar.)
WESTON — (Kuzuya) Sen ne arıyorsun burada? (çevresine
bakar, kendi kendine konuşur) Burası içersi mi, dışarsı mı? İçersi... değil
mi? Bura evin içi. Kapı olmasa bile gene de evin içi. (kuzuya) Tamam
mı? (kendi kendine) Tamam. (kuzuya) O zaman sen ne bok yemeğe
burada bulunuyorsun? (kendi kendine güler) Gülünecek bir şey yok.
(Buzdolabının yanına gidip kapısını açar)
WESTON —
Harika! SIFIR! SIFIRA SIFIR ELDE VAR SIFIR! BOMBOŞ! TAMTAKIR! (genel olarak
eve bağırır) BRAVO, GENE BECERDİK! GENE HER BİRŞEYİ PEDER BEYİN ÜSTÜNE
YIKMAYI BAŞARDIK! HER TÜRLÜ BAKIM! İAŞE VE İBATE ONUN İŞİ! HARİKA!
(Dolabın kapağını çarparak kapatır, masaya gider.)
WESTON — Bu evde neden buzdolabı bulunduruyoruz, aklım ermiyor.
Kapağını çarpmaktan başka bir işe yaradığı yok.
[Yiyecekle dolu kesekâğıdını alıp yeniden buzdolabına doğru
yürürken kendi kendine konuşur.)
WESTON — Sabahtan akşama, geceden sabaha çarpılır durur. KÜÜÜT!
GÜÜÜM! KÜÜT! Herkes ne bekliyor acaba, mucize mi? HERKES MUCİZE Mİ BEKLİYOR?
(Buzdolabının kapağını açar, kesekâğıdından enginarlar çıkarıp
içine doldurmaya başlar. Sağdan girmiş olan WESLEY'e arkası dönüktür, onu
görmez.)
WESTON — (Eve)
ARTIK MUCİZE FALAN YOK! BUGÜNDEN İTİBAREN MUCİZELER BİTTİ TÜKENDİ! GELEN
YALNIZCA BENİM! KARŞINIZDAKİ, BAY KÖLE'DEN BAŞKASI DEĞİL! BOŞALAN KİLERİ
DOLDURMAYA GELDİ!
WESLEY — Ne diye
bağırıyorsun? Evde kimse yok.
(WESTON hızla döner, oğluyla yüz yüze gelir, WESLEY kıpırdamaz.)
WESTON — Ne bok yemeğe öyle sinsi sinsi yaklaşıyorsun? Ya seni
gebertseydim?
WESLEY — Kesekâğıdında ne
var?
WESTON — Yiyecek! Başka ne olacak? Birinin bu evi doyurması gerek.
(WESTON buzdolabına dönüp enginarları yerleştirmeye devam eder.)
WESLEY— Yiyecek ne?
WESTON — Enginar. Ne
sandın?
WESLEY — (Yaklaşır) Enginar
mı?
WESTON — İyi bildin. Çöl enginarı, enginarın iyisi. Hot
Springs'den yarı fiyatına aldım.
WESLEY — Enginar almak için ta oralara mı gittin?
WESTON — Tabii ki hayır! Sen beni ne sanıyorsun, gerzek filan mı?
Arazime bakmak için gitmiştim.
WESLEY — Ne arazisi?
WESTON — Çöldeki arazim. Şimdi sesini kes! Sen gelinceye kadar her
şey yolundaydı. Kendi kendime konuşuyordum, her şey tıkırındaydı.
(WESTON kesekâğıdındakileri dolaba boşaltır, kapısını çarparak
kapar, kâğıdı buruşturur, masanın başına döner. Torbadan kirli çamaşırlarını
çıkartarak masanın üstüne koymaya başlar. WESLEY buzdolabına gider, açar,
enginarlara bakar. Bir tanesini eline alıp yakından bakar. Tekrar yerine koyar.
Bütün bunları yaparlarken konuşmayı sürdürürler.)
WESLEY — Çölde arazin olduğunu hiç bilmiyordum.
WESTON — Elbette var. Altı dönüm arazim var orada.
WESLEY — Bana hiç
söylemedin.
WESTON — Neden sana söyleyecek mişim? Annene söyledim.
WESLEY — O da bana birşey
demedi.
WESTON — Eeeee, kes sesini.
WESLEY — Nasıl bir arazi?
WESTON — Hiç de tahmin ettiğim gibi değil, orası kesin.
WESLEY — Nasıl öyleyse?
WESTON — Tahmin ettiğim gibi değil, dedim ya. Herifin biri kapıya
gelmiş satıyordu, ben de biraz aldım.
WESLEY— Nasıl bir herif?
WESTON — Öyle bir herif. Kalıbı kıyafeti yerindeydi. Ağzı da
bayağ laf yapıyordu. İlersi için bir yatırım olur, dedi. Oralar gelişecekmiş,
müthiş şeyler yapılacakmış. Golf alanları, alışveriş merkezleri, bankalar,
saunalar. Öyle şeyler işte. Ben de arazi aldım.
WESLEY — Kaç para ödedin?
WESTON — Yani, hepsini ödemedim. Biraz peşin verdim. Aptal değilim
ya.
WESLEY — Ne kadar verdin?
WESTON — Sana ne diye söyleyecekmişim? Zaten borç aldım, onun için
kaç para ödediğim senin üstüne vazife değil.
WESLEY — Sonra fos çıktı,
değil mi?
WESTON — Hem de nasıl! Sopalardan sopalara gerilmiş birtakım
ipler yalnızca. Kertenkeleler cirit atıyor.
WESLEY — Çevresinde
birşeyler yok mu?
WESTON — Bi bok yok. Sırf çöl. Boktan araziye su götürmenin yolu bile
yok. Üstüne bir karavan bile oturtamazsın.
WESLEY — Adam nerde peki?
WESTON — Ne bileyim ne cehennemde? Annen nerde peki?
WESLEY — Dışarı çıktı.
WESTON — O kadarını anladık. Araba da yok. Nereye gitti?
WESLEY— Bilmem.
WESTON — (Boşalmış kirli torbasını katlayıp koltuğunun
altına sıkıştırır) İyi, döndüğünde söyle şu çamaşırları yıkayıversin.
Çoraplardan başka hiçbir şeye çamaşır suyu koymasın, tamam mı? Gömlek
yakalarına da kola istemez. Aklında tutabilecek misin?
WESLEY — Eh, herhalde. Çamaşır suyu istemez. Kola istemez.
WESTON — Tamam. İyi anlamışsın. Unutma ama.
(Sağ çıkışa yönelir.)
WESLEY — Nereye gidiyorsun?
WESTON — Seni ilgilendirmez. Nereye gideceğimi ben bilirim, (durur,
kuzuya bakar) Bu kuzunun nesi var?
WESLEY— Sürfe.
WESTON — Vah hayvancık.. Mavi bi bok vardı ya, ondan sür. Bir
şeyciği kalmaz. Şişedeki mavi suyu biliyorsun ya?
WESLEY— Biliyorum.
WESTON — İşte. Ondan sür. (bir an durur, çevresine
bakar) Biliyor musun? Burayı satmayı geçiriyorum aklımdan.
WESLEY — Öyle mi?
WESTON — Öyle. Annene bişey
söyleme.
WESLEY— Söylemem.
WESTON — Bankadan yakamı bırakmazlar herhal-
de ama... Gene de satsam, Meksika'da bir yer alsam diyordum.
WESLEY — Taa oralarda mı? Neden?
WESTON — İyidir oralar, severim ben. (yeniden kuzuya bakar) O
mavi ilacı unutma, emi? Kuzuları feda edecek halimiz yok. Bu yıl iki çift
ikizden başka bişey doğmadı.
WESLEY — Üç çift.
WESTON — Üç olsun. Gene az.
WESTON sağdan
çıkar.
WESLEY kuzuya bakar.
Işıklar yavaş yavaş söner.
İKİNCİ PERDE
Sahne
Aynı dekor. Karanlıkta çekiç, testere, vs. sesleri duyulur.
Işıklar yavaş yavaş aydınlandığında, sahnenin ortasında yeni bir kapı yapmakta
olan WESLEY görülür. Çevresinde, tahta parçaları, çiviler, çekiçler, testere,
yerde odun kırpıntıları. Parmaklıklı kafes ile kuzu görünürde yoktur. Ocakta,
kocaman bir tencerenin içinde enginarlar kaynamakta. WESTON'un kirli
çamaşırları hâlâ yığınlar halinde masanın üstünde durmakta. EMMA, masanın sol
tarafında oturmuş, önünde birkaç tabaka büyük karton, magic-markerler, vs.
uygulamalı konferansı için yeni çizimler yapmakta. Ayağında binici pantolonu,
kovboy çizmeler, sırtında kareli kovboy gömleği. Işıklar tümüyle yanar. Her
ikisi de kendi işlerine dalmışlardır. WESLEY bir tahta parçasını mezüra ile
ölçer, derken sandalyelerden birine dayayarak testere ile keser. Parçaları
birbirine çiviler. Bir süre sonra, yaptıkları işlere devam ederek konuşmaya
başlarlar.
EMMA — Sence o adamla yatıyor mu?
WESLEY — Taylor'la mı? Ne bileyim ben?
EMMA — Bence yatıyor.
Herifin parasının peşinde.
WESLEY — Herif bizim
paramızın peşinde. Annem onun parasını ne yapsın?
EMMA — "Bizim" paramız mı?
WESLEY — Elimize geçecek olan para.
EMMA — Burası o kadar değerli değil ki.
WESLEY — Bu haliyle değil
tabii. Ama bölecekler. Küçük küçük arsalara ayıracaklar.
EMMA — Annem daha fazlasını istiyor.
WESLEY — Neyin fazlasını?
EMMA — Paradan öte bir şey. Aslında saygınlık peşinde.
WESLEY — Taylor da amma saygın!
EMMA — O adam sayesinde amacına kolay ulaşacağını sanıyor, ömrü
billah burada tıkılıp kalmak istemiyor.
WESLEY — Onun orasını çok önceden düşünseymiş.
EMMA — Düşünememiş. Babamla birlikteyken. Düşünmesine fırsat
bırakmazdı ki. Öylece sürüklenip gitmiş.
WESLEY — Annem düşünmekten acizdir. Babam da öyle.
EMMA — Ne kadar insafsızsın.
WESLEY — Her dakka didindikleri halde hiçbir yere varamayan
insanlar düşünemezler ki. Vakitleri olmaz bi kere.
EMMA — Dün akşam babam geldiğinde neden bana haber vermedin?
WESLEY— Bilmem.
EMMA — Bi sesleniverseydin.
WESLEY — Geldiği gibi gitti. Kirli çamaşırlarını bıraktı.
EMMA — Yiyecek de getirmiş.
WESLEY— Enginar.
EMMA — Hiç yoktan iyidir. (Sessizlik. İkisi de işlerine devam
ederler) Meksika'nın yarı yolunu bulmuşlardır şimdiye dek.
WESLEY — Kimler?
EMMA — Adama sokuluyor, kıkırdıyor, radyonun düğmesine uzanıyor.
Herifin koltukları kabarıyor. Böbürleniyor, ona sosisli sandviçler alıyor, işi
konusunda palavralar sıkıyor.
WESLEY — Nasıl olsa
dönecek.
EMMA — Bizim hakkımızda bi sürü şey anlatıyor. Nasıl babam
deliymiş de ikide bir onu öldürmeye kalkarmış. Yollara düşmüş olmaktan çok
memnun, keyfine diyecek yok. Bi sürü yepyeni yerden hızla geçiyorlar. Sonra
hududu aşıyorlar, kumar oynuyorlar. Doğruca Baja'ya kumsala gidiyorlar,
denize giriyorlar. Akşam ateş yakıp balık kızartıyorlar. Sabah gene yola
koyuluyorlar. Ama, Los Cerridos diye bir yerin yakınında arabaları bozuluyor.
Kasabaya varmak için tam beş mil yürümeleri gerek. Eski püskü, tek pompalı bir
benzin istasyonu çıkıyor karşılarına. Bir de üç bacaklı bi köpek. Bütün
kasabada bi tek araba tamircisi varmış, o da benmişim. Beni görünce
tanımıyorlar ama. Acaba "oto" larını onarabilir miyim diye
soruyorlar. Ben İspanyolcadan başka dil konuşmuyorum. Bu arada İngilizceyi
unutmuşum. Gene de ne istediklerini anlıyorum. Benim de baştan aşağı kendi
topladığım arazi vitesli International kamyonetim var. Onları arabama alıp,
yolda kaldıkları yere geri götürüyorum. Atlayıp kaputu açıyorum. Bir de
bakıyorum ki, ola ola distribütörün içindeki rotor kırılmış. Ama onlara
çaktırmıyorum durumu. Jeneratörün, bobinlerin, platinlerin, bujilerin toptan
değişmesi gerektiğini, ayrıca karbüra-
törün de bakım istediğini söylüyorum. Öyle kolay bir iş değil,
gece kalmaları şart. İşçilik için de ayrıca para alacağım. Neyse, garajda bi
kamp yatağı kuruyorum onlara, iyice uykuya daldıklarında motoru olduğu gibi
çıkarıp yerine kötü bir Volkswagen motoru takıyorum. Sabahleyin, işçilik
ücretinin iki katını alıp yolcu ediyorum kerizleri.. Motorlarını satıp anormal
para kazanıyorum.
WESLEY — Başka işin yoksa
şu enginarlara bir bakar mısın?
EMMA — Başka işim var.
WESLEY— Neymiş?
EMMA — Çizimlerimi baştan yapıyorum.
WESLEY — Ne diye o
saçmalıkla vakit harcıyorsun? Daha önemli şeylerle uğraşsana.
EMMA — Enginarlara bakmak gibi!
WESLEY— İyi bildin.
EMMA — Enginarlara kendin bak. Benim işim var.
WESLEY — Senin aybaşın var!
EMMA — Özel hayatımı
karıştırma. Hiç de hoş değil. Çok anlayışsızsın.
WESLEY — Tencereye biraz su ekleyiver. Yoksa dibi tutacak.
(EMMA, magic marketini atıp kalkar, enginar tenceresinin oraya
gider, içine bir bakar, gene yerine döner ve kartonlarıyla uğraşmayı
sürdürür.)
WESLEY— Nasıl?
EMMA — Harika. Tencerede
takır takır kaynayan bir cennet adeta. Sen ne yapıyorsun, peki?
WESLEY — Yeni kapıyı. Neye benziyor?
EMMA — Testereyle kesilmiş bi sürü tahta parçasına.
WESLEY — Hiç değilse yararlı bir iş.
EMMA — Kapısız da pekâlâ idare ediyorduk. Üstelik, muhtemel
müşterileri de kaçırabilirdik, fena mı? Bu haliyle ev, tavuk kümesine benziyor.
(Tavuğunu hatırlar) Aaaah, tavuğum! Annemi o an öldürebilirdim!
WESLEY — Neler dönüyor hâlâ anlayamadın, değil mi?
EMMA — Nerde, neler dönüyor?
WESLEY — Burada. Evi ideal bir çift satın alacak sanıyorsun. Bay
ve Bayan Amerika! Ama kazın ayağı öyle değil. Taylor alacak.
EMMA — O adam avukat.
WESLEY — Emlakçılarla birlikte çalışıyor. Bakir topraklara göz
diken spekülatörlerle.
EMMA— N'olacak?
WESLEY — Olacağı şu: yalnızca evimizi elden çıkarmıyoruz,
ülkemizi de yitiriyoruz.
EMMA — Sanki bi istila
varmış gibi konuşuyorsun.
WESLEY — Var da ondan. Zombilerin istilası. Taylor, baş zombi.
Öteki zombilerin öncüsü. Öteki zombilerin de yolda olduklarının habercisi yalnızca.
Yakında hepsi bu kapıdan girip gelecek.
EMMA — Önce sen kapıyı bitirip yerine tak da...
WESLEY — Buldozerler gelip avokado ağaçlarını yerle bir edecek.
Dev çelik toplar duvarları yıkacak. Ellerinde ozalit planlarla dolaşan,
kolları sıvalı ustabaşları gelecek. Dönümlerce araziyi çelikten çatı tabanları
kaplayacak. Çimento yığınları. Prefabrike duvarlar. Zombi mimarisi.
Gözle görünmeyen zombilerin sahip olduğu. Bütün öteki zombilerin
rahatı için zombilerin inşa ettiği. Bir zombi kenti kurulacak. Burada hem de.
Tam bizim şimdi yaşadığımız yerde.
EMMA — Biz de işgal ederiz burayı. Babamın tabancası var.
WESLEY — Japon tabancası.
EMMA — İşliyor ama. Bi keresinde bir tavus kuşu vurdu babam.
WESLEY — Tavus kuşu mu?
EMMA — Bi vurdu, tuz buz etti hayvanı. Orada, ceviz ağacının
tepesindeydi. Bütün gece car car bağırmıştı.
WESLEY — Çiftleşme
zamanıydı herhalde.
EMMA — (Uzun bir sessizlikten sonra) Geri dönerler
mi dersin?
WESLEY— Kimler?
EMMA— Anamız....babamız.
WESLEY — Yani....günün birinde mi?
EMMA — Hııı. Belki de hiç
dönmezler, bütün buralar bize kalır. Biz burayı adam edebiliriz.
WESLEY — Ömür boyu burada kalacak değilim.
EMMA — Nereye gideceksin?
WESLEY — Bilmem. Alaska'ya
belki.
EMMA — Alaska'ya mı?
WESLEY — Tabii. Olamaz mı?
EMMA— Ne var Alaska'da?
WESLEY— Yeni ufuklar.
EMMA — Aklını mı kaçırdın sen? Orada her yer buzla, bir de ırz
düşmanlarıyla dolu.
WESLEY — İmkânlarla dolu. Keşfedilmemiş bir belde.
EMMA — Bi sürü buzdağını
keşfedip de ne olacak?
(Birden WESTON sağdan, yuvarlanmasına girer. Geçen seferkinden
epeyce daha sarhoştur. EMMA ayağa fırlar, masanın başında, gitsin mi kalsın mı
bilemeyerek öylece durur. WESTON kızına bakar.)
WESTON — (EMMA'ya) Korkma. Korkma, diyorum! Gelen, babacığından
başkası değil. Otur!
(EMMA oturur. WESLEY rahatsız, olduğu yerde durmaktadır. WESTON yerdeki tahta parçalarına bakar.)
WESTON — Bu boktan mezbele ne böyle? Evin içinde ahır mı inşa
ediyorsunuz.
WESLEY — Yeni bi kapı.
WESTON — Ne? Öyle ağzının içinde konuşmasana geviş getirir gibi.
Ağzını aç da öyle konuş. Konuş!
WESLEY — Konuşuyorum.
WESTON — İyi. Şimdi sorduğuma cevap ver. Nedir bu?
WESLEY— Yeni kapı.
WESTON — Ne demek, yeni kapı? Eskisine ne oldu?
WESLEY— Eskisi yok.
(WESTON hafifçe sallanarak döner, sahnenin sağından dışarı
bakar.)
WESTON — Haaaa. (WESLEY'e döner) Nereye gitti?
WESLEY— Sen yıktın.
WESTON — Yaaa? (masaya
doğru bakar) Çamaşırlarım yıkandı mı?
EMMA — Daha dönmedi.
WESTON — Kim daha dönmedi?
EMMA — Annem.
WESTON — Annen daha dönmedi mi? Bütün bi gece geçti aradan. Bütün
bi gece geçmedi mi?
EMMA— Evet.
V/ESTON — Bu boktan
gezegenin üstüne güneş doğup sonra da tekrar batmadı mı?
EMMA— Evet.
WESTON — (WESLEY'e
döner) Peki, nerde kaldı bu?
WESLEY— Bilmem.
WESTON — Numara yapma. Bana numara yapma!
(WESLEY'in üstüne yürümeye başlar. Çocuk acele geriler. WESTON
durur, olduğu yerde sallanır.)
WESLEY— Bilmiyorum.
Sahiden.
WESTON — Onu korumaya
çalışma! Artık korumak yok! Annadın mı? Yok! Artık işi tamam.
WESLEY — Nereye gittiğini bümiyorum.
EMMA — Bi avukatla birlikte gitti.
(WESTON ağır ağır EMMA'ya döner.)
WESTON— Neyle?
EMMA — Bi avukatla.
WESTON — Avukat ne demek? Kanun adamı mı? Bir kanun kişisi mi? (birden
haykırır) AVUKAT NE DEMEK?
EMMA — Taylor adında bir adam.
(Uzun sessizlik. WESTON, kızın ne dediğini anlamaya çalışarak,
sarhoş bakışlarla onu süzer. WESLEY'e döner.)
WESTON — (WESLEY'e) Taylor? Sen biliyor muydun?
WESLEY — Şimdiye kadar döner sanıyordum. İş görüşmek için öğlen
yemeğine çıkıyoruz, dedi.
WESTON— Sen biliyordun!
EMMA — Belki kaza
geçirmişlerdir.
WESTON — (EMMA'ya) Benim arabamla! Benim
Kaiser-Fraser'ımla! Kafasını kırarım o sittiri boktan herifin!
WESLEY — Belki sahiden kaza geçirmişlerdir. Hastaneleri arayayım.
WESTON — KİMSEYİ ARAMA! (daha sakin) Kimseyi arama. (sessizlik)
O araba antikaydı. Dünyanın parası eder.
EMMA — (Uzun bir sessizlikten sonra) Baba? Oturmak ister
misin?
WESTON — Ayakta iyiyim. Bu koku ne böyle? Bu koku ne diyorum!
WESLEY— Enginar.
WESTON — Enginar böyle mi
kokar?
WESLEY— Kaynatıyoruz.
WESTON — O zaman kaynatmayın! Kesin kaynatmayı, yoksa taşar.
(WESLEY ocağa gidip altını söndürür.)
WESTON — Eve aldığın o şaşkaloz kuzu nereye gitti? Bunu onun için
mi yapıyorsun yoksa? Kuzuya ağıl mı yapıyorsun?
WESLEY— Kapı.
WESTON — (Sallanır)
Oturayım bari.
(WESTON paldır küldür masaya gider, sağ tarafına oturur. EMMA ayağa kalkar.)
WESTON — (EMMA'ya) Otur yerine. Otur diyorum. Şu enginarın
altını söndür.
WESLEY — Ben söndürdüm.
WESTON — (Kirli çamaşırları bir yana iter) Bunların
hiçbirini yıkamamış. Aynı getirdiğim gibi duruyor. Elini sürmemiş.
EMMA — Ben yıkarım.
WESTON — Hayır, sen yıkamazsın. Bırak kendi yıkasın, çünkü onun
işi. Başka ne işi var? N'apıyor? Bütün gün ne yapıyor? Bi kadın n'apar?
EMMA— Bilmem.
WESTON — Sen neden okula
gitmedin?
EMMA — Ben yıkasam da olur. Yıkayıveririm, n'olucak?
WESTON — YIKAMAYACAKSIN! (uzun sessizlik) Burayı nasıl
buluyorsun?
EMMA — Evi mi?
WESTON — Hepsini. Bütün zımbırtıyı. Meyve ağaçlarını! Havayı!
Geceleyin gökyüzünü!
EMMA— İyidir.
WESTON — (WESLEY'e) Sen
nasıl buluyorsun?
WESLEY — Ben olsam
satmazdım.
WESTON — Sen olsan satmazdın. Zaten satamazdın! Çünkü senin
değil.
WESLEY — Biliyorum. Ama, benim olsa satmazdım.
WESTON — Nedenmiş? Neye yarıyor? Ne işe yarıyor?
WESLEY — Burda duruyor işte. Biz de buradayız. Satılırsa biz
burada olamayız.
WESTON — Çok sağlam bir muhakeme. Çoook sağlam. (EMMA'ya) Ağbin
kafa bakımından pek parlak değildir, biliyor musun? Akıllı olan sensin. Ve de ukala. Bütün derslerin
pekiyi, değil mi?
EMMA— Evet.
WESLEY — Bütün derslerin pekiyi, ama bu boktan yerde
küfleniyorsun. Hayatta ne yapmaya niyetlisin?
EMMA— Bilmem.
WESTON — Bilmiyorsun, demek? Acilen bir karara varsan iyi olur,
çünkü buraya alıcı buldum. (sessizlik) Peşin para verecek birini buldum.
Nakit para! (elini masaya vurur. Uzun sessizlik.)
(EMMA kalkar, soldan çıkar.)
WESTON— Nesi var bunun?
WESLEY — Bilmem. İlk kez
aybaşı oldu.
WESTON — Ne oldu? Daha çok ufak. Öyle şeyler bu yaşta olmaz ki.
Bununki erken olmuş.
WESLEY — Olmuş işte.
WESTON — Ben yokken n'apıyorsunuz siz burada? Karşılıklı oturup
aybaşlarınızı mı konuşuyorsunuz? Ayıp derler bişey var bi kere. Kız kardeşin
aybaşı olduğunda senin bilmemen gerekir. Böyle şeyler kadınlar arasında
mahremdir. Gizlidir, senin anlayacağın.
WESLEY — "Mahrem" ne demek, biliyorum.
WESTON— Aferin.
WESLEY — Sen gidip yatsana... Ben de şu kapıyı bitireyim.
WESTON — Ne diye uğraşıyorsun? Satıcam burayı dedim ya. Yeni
kapıymış! Parayı sokağa atmanın lüzumu yok.
WESLEY — Ben hâlâ burada yaşıyorum. Ayrılacağım ana kadar da
burada yaşayacağım!
WESTON — Ne kadar cesur! Son derece yiğitçe bir yaklaşım. İnan
gıpta ediyorum.
WESLEY— Sahi mi?
WESTON — Tabii! Elbette! Yaklaşımdan başka neye gıpta edebilir
insan? Benimkine bak. Benim yaklaşımıma bir bak. Gıpta etmiyorsun herhalde?
WESLEY— Etmiyorum.
WESTON — Çünküüüü, zehir dolu. Mikrop dolu. Sense zehir nedir
anlıyorsun, değil mi? Gördüğün anda tanıyor musun?
WESLEY— Evet.
WESTON — Evet, tanıyorsun. Açıkça anlaşılıyor. Benim zehrimden
korkuyorsun.
WESLEY— Korkmuyorum.
WESTON— Sahi?
WESLEY— Sahi.
WESTON — İyi. Büyüyorsun. Ben kendi babamın zehrini gördüğümde
senden çok daha büyüktüm. Çok daha büyük. O zaman da nasıl tanıdım, biliyor
musun?
WESLEY— Nasıl?
WESTON — Çünkü bana da bulaşmış olduğunu gördüm. Aynen öyle. Onun
zehrini taşıdığımı fark ettim. Benim gövdemde babamın zehri. Sence haksızlık
değil mi?
WESLEY— Bilmem.
WESTON — Ne yani, ne sanıyorsun? Ben kendim mi istedim?
WESLEY— Yok.
WESTON — O zaman,
haksızlık. Değil mi?
WESLEY — Bilmem ki... Olacağı
varmış.
WESTON — Ben istemediğim halde, bana da geçti.
WESLEY — Peki ama, aslında
nedir?
WESTON — Ne demek aslında nedir? Görmüyor musun?
WESLEY — Var olduğunu biliyorum ama, ne olduğunu bilmiyorum.
WESTON— Öğrenirsin.
WESLEY— Nasıl?
WESTON — Çakalları nasıl zehirlerler?
WESLEY— Strikninle.
WESTON — Nasıl diye sordum! Neyle değil.
WESLEY — Ölmüş bi kuzunun karnına koyarsın zehiri.
WESTON — Tamam. Şimdi anladın mı?
WESLEY— (Biraz susar) Hayır.
WESTON — Kalın kafalısın,
biliyor musun? Sahi-
den kalın kafalısın, (bir süre susar) Babamın her
hareketini izlerdim. Bir odadan bir odaya gezinirdi, traktör kullanırdı,
beyzbol seyrederdi, hiçbir şeye karışmazdı. Anneme karışmazdı. Ağabeylerime de.
Hep kenarda kıyıda kalışını izlerdim. Benden başka kimse görmezdi onu. Herkes
oradaydı ama, babamı benden başkası görmezdi. Ayrı yaşıyordu. Her şeyin
ortasındaydı ama ayrı yaşıyordu. Benden başka kimse fark etmedi.
(Uzun sessizlik)
WESLEY — Enginar yer misin?
WESTON— İstemem.
WESLEY — Alıcı kim?
WESTON — Adamın biri. Kasabadaki "Alibi Kulüp"ün sahibi.
Nakit para verecek.
WESLEY — Ne kadar?
WESTON — Meksika'ya gidecek kadar. Orada bana dokunamazlar.
WESLEY— Kimler?
WESTON — Senin üstüne vazife değil, sersem herif! Ne zaman eve
gelsem tepemi attırıyorsun. Nasıl beceriyorsun?
WESLEY— Geçinemiyoruz.
WESTON — Amma akıllısın, ha! Müthiş bir gözlem! Sahi, nen var
senin? Ne arıyorsun burada?
WESLEY — Evlatlarından
biriyim.
WESTON — Hey yarabbim! Sen adamı deli edersin! Teşkilat casusu
gibi peşimi bırakmıyorsun. Ne diye hep gözetliyorsun beni?
(WESTON oğluna bakar. Bir an bakışırlar.)
WESTON — Eeeeh, istediğin kadar gözetle. Bir şey öğrenecek
değilsin nasıl olsa.
WESLEY — Avukat herif o işte. Annem onun aracılığıyla satıyor.
(WESTON ayaklanır. Nerdeyse yere yuvarlanır.)
WESTON — ÖLDÜRÜRÜM ONU! İKİSİNİ DE ÖLDÜRÜRÜM! Tabancam nerde?
Burada tabancam vardı. Savaş yağması tabancam!
WESLEY — Sinirlenme.
WESTON — Sinirlenmeymiş! Bu kez fazla ileri gittiniz. Koynumda ne
yılanlar beslemişim. Ve de bi dolu casus! Arkamı döner dönmez gizli ortaklıklar
kuruyorsunuz! HER BİRİNİZ AYRI DOLANDIRIYOR BENİ! Çalışan benim! Eve ekmek
getiren benim! BU EV BENİM! BU EVİ BEN SATIN ALDIM! VE DE BEN SATACAĞIM! BÜTÜN
PARAYI DA BEN ALACAĞIM ÇÜNKÜ BANA BORÇLUSUNUZ! HEPİNİZ AYRI AYRI BORÇLUSUNUZ!
O KARI EVİ BENDEN ÇALAMAZ! BURASI BENİM!
(Masanın üstüne
kapaklanır, yere düşmemeye çalışır. WESLEY ona yaklaşır.)
WESTON — DUR!
YAKLAŞMA! ÖLMÜYORUM, UZAK DUR
BENDEN!
(Masaya tırmanmaya uğraşır, kirli çamaşırları, EMMA'nın
kartonlarını yere döker.)
WESTON — Yatak matak istemez. Senden de bişey
istediğim yok! Burası iyi. KİMSE BENİ KIMILDATMAYA KALKMASIN!
KİMSE! Ben burada kalıyorum.
(Sonunda masaya tırmanıp üstüne sırtüstü yatar, sızmaya başlar. WESLEY,
babasının ulaşamayacağı bir uzaklıkta durup ona bakar.)
WESLEY — (Olduğu yerde durmuş babasına bakarken) EMMA! (cevap
yok) Allah kahretsin. Sızma şimdi. Baba?
(Babasına doğru
yavaş yavaş, korkarak yaklaşır. WESTON birden ayılır gibi olur, ama hâlâ yatmaktadır.)
WESTON — FAZLA YAKLAŞMA!
(WESLEY geriye sıçrar.)
WESLEY — Yatağa yatsan daha iyi değil mi?
WESTON — Rahatım gayet yerinde. Uyuştum. Hiç bişey hissetmiyorum.
Uyuşmak çok güzel.
WESLEY — Aslında satmak zorunda değiliz. Onarabiliriz burayı.
WESTON — Artık çok geç. Çok borçlandım.
WESLEY — Ben işe girerim.
WESTON — İşe girmek zorunda kalacaksın zaten.
WESLEY — Tamam, girerim. Ama....elbirliğiyle burayı kurtarsak?
WESTON — Olacak iş değil, saçmalama. Hayatımızı kazanmamıza
yetecek kadar ağaç yok.
WESLEY — Hani,
Kaliforniya Avokado Birliği var ya... Oraya üye olsak? O zaman kazanabiliriz.
WESTON — Defol! Hadi, çekil başımdan!
WESLEY — Sen imzayı basmazsan Taylor burayı satın alamaz!
WESTON — Öldürecem o herifi! O uğurda gerekirse kendimi de
öldürürüm. Arabayla üstüne gider, ezerim. Packard'ı doğruca üstüne sürerim.
Nasıl bi herif? Neye benziyor? (Oğlan cevap vermez) NEYE BENZİYOR,
DİYORUM!
WESLEY— Hiiiiç... Kaypak suratlı...
WESTON — (Hâlâ masanın üstünde yatmaktadır) Bulucam onu.
Sonra bana çöldeki o boktan araziyi satan pezevengi de bulucam. Hepsinin izlerini
sürücem, her birinin ayrı ayrı. Annenin de. İzini bulucam. Onları yataklarında
vurucam. Otel odasındaki yataklarında. Beyinlerini dağıtacağım o vibratörlü
yatağın üstüne. Herifi tuttuğum gibi otelin lobisine sürükleyip gırtlağını
kesicem. Ben, savaş görmüş adamım. Öldürmesini bilirim. Ta nerelere savaşa
gittim ben, nasıl yapılacağını öğrendim. Yapmadığım şey değil zaten. Öyle zor
bi şey de değil. Hepsi hepsi, küçük bir ayarlama gerekiyor. Yaptığının doğru
olduğuna inandırıyorsun kendini. O kadar. Kolay. Ondan sonra hepsini
gebertiyorsun. Kolay.
WESLEY — Onu öldürmen şart değil ki. Yaptığı iş kanunsuz bi kere.
WESTON — KARIMLA BİRLİKTE ŞİMDİ! TABİİ KANUNSUZ!
WESLEY — Annem döner.
WESTON — O herif başına ne işler açtığını bilmiyor. Sanıyor ki
ben de aynı kendisi gibiyim. Korkağın biri. Mıymıntının teki. Sürüngen. Damar-
larımda akan kanda ne bulunduğundan habersiz. Ne kadar patlayıcı
bir madde olduğumu kavrayamıyor. Biz ikimiz, aynı sınıfa dahil değiliz. Onu da
kavrayamıyor. Habersiz. Aklımı kullanacağımı sanıyor. Sanıyor ki karşılıklı
oturup konuyu görüşeceğiz. Sohbet edeceğiz, öğlenleyin bir iş yemeğine çıkıp
konuşacağız. Cinayet işleneceğinden habersiz! Cinayete kurban gideceği aklının
ucundan bile geçmiyor.
WESLEY — Sinirlenme, baba. Hadi, n'olur, biraz uyumaya çalış.
WESTON — Uyuyorum zaten. Burada uyuyorum, başka yerde değil.
Dalıyoruuum. Ben pilottum, biliyorsun.
WESLEY— Biliyorum.
WESTON — Dev uçaklar uçurdum havada! Dev gibi bombardıman
uçakları! Ne görüntüydü ama! İtalya üstünde. Pasifik Okyanusunda. Adalar.
Devler. Okyanuslar. Masmavi okyanuslar.
(WESTON yavaş
yavaş yeniden sızar, WESLEY onun masanın üstünde yatışına bakar.
Derken biraz yaklaşır.)
WESLEY — Baba? (biraz daha yaklaşır) Uyudun mu?
(Sahnenin önüne
doğru döner, tahta parçalarına, marangozluk edevatına bakar. Buzdolabına bakar.
ELLA sağdan girer, elinde büyük bir yiyecek kesekâğıdı vardır. WESLEY'i
görünce duraklar. WESLEY annesine bakar. Kadın, masanın üstünde yatan WESTON'a
bakar)
ELLA — Geleli çok oldu mu?
WESLEY — Daha yeni geldi.
Sen nerdeydin?
ELLA — (Buzdolabına
doğru yürür) Dışarda.
WESLEY — Dostun nerde?
ELLA — Terbiyeni takın, (buzdolabını açar) Bu enginarları
kim doldurdu buraya? N'oluyoruz.?
WESLEY — Babam. Çölden almış.
ELLA — Ne çölü?
WESLEY — Hot Springs.
ELLA — Haa. O beş para etmez arazisine bakmaya gitmişti herhalde.
(ELLA kesekâğıdını ocağın üstüne koyar, enginarları dolaptan alıp
yere atmaya başlar.)
WESLEY— N'apıyorsun?
ELLA — Atıyorum bunları. Evde ağza atacak bir lokma yokken,
enginar alıp gelmek amma da akıl işi yani!
WESLEY — Çölde arazi satın aldığını nerden biliyorsun?
ELLA — Biliyorum işte.
WESLEY — Sana söylemiş miydi? Bana bişey dememişti.
ELLA — Beş yüz dolarını dolandırdıklarını biliyorum, yetmez mi? Gerisini
karıştırma. Çevirdiği müthiş işlerden biri!
WESLEY— Taylor!
ELLA— (WESLEY'e döner) Ne?
WESLEY — Orayı babama satan Taylor. Yalan mı?
ELLA — Saçmalama. (Buzdolabına döner)
WESLEY — Öyle olmasa sen nerden bileceksin?
ELLA — Emlak işleriyle uğraşan tek kişi o değil herhalde.
WESLEY — Aylardır sinsi sinsi dolanıyor buralarda.
ELLA — Sinsi sinsi dolanmak da ne demek? Katiyen öyle şey yapmaz.
Her seferinde doğruca ön kapıya gelir. Son derece kibar bir insan.
WESLEY— Zehirli bir yılan!
ELLA — Kıskanıyorsun onu. Uzatma.
WESLEY — Bana bak, ben bu numaraları yutmam. Taylor, o herifti,
değil mi? Elinde çantasıyla buralarda dolaştığını görmüştüm. Çok iyi
hatırlıyorum.
ELLA — Kendisi spekülatör. İşi o. Bu zamanda, toprağın gerçek
değerini doğru olarak bilen birini tanımak çok önemli. Gelecekteki değerini
şimdiden ölçebilecek biri.
(Kesekâğıdındaki
yiyecekleri dolaba aktarmaya başlar.)
WESLEY — Nedir bu herifin asıl işi? Avukat demiştin.
ELLA — Özel hayatına burnumu sokmuyorum.
WESLEY — Sokmuyorsun, demek?
ELLA — Neden durup dururken tersleniyorsun böyle?
WESLEY — Durup dururken
değil.
ELLA — Buradan ayrılmak senin de hoşuna gitmez mi? Seyahat etmek,
dünyanın başka yerlerini görmek fena bişey mi?
WESLEY — Ben buradan
ayrılmıyorum.
ELLA — Tabii ki ayrılıyorsun. Hepimiz gidiyoruz. Sözleşmeyi
hallettim. Bitek son imzayı basmak kaldı. Onun dışında her şey bitti. Her şey.
Kırık dökük otomobiller, paslanmış traktör, kurtlanmış meyveler, manyak at,
geri zekâlı koyunlar, tavuklar, bütün zamazingonun hepsi. Ne var ne yok, hepsi.
Gitti.
WESLEY — Böylece, sen de özgürlüğüne mi kavuşacaksın aklınca?
ELLA — İyi bildin.
WESLEY — O herifle mi
gideceksin?
ELLA — Burnunu çöplükten çıkarsana sen. Ben ne yapacağımı kendim
bilirim.
WESLEY — Bu yiyecekleri nerden buldun?
ELLA — Gelirken aldım.
WESLEY — (Bir sessizlikten sonra) Geç kaldın biliyor
musun? Bütün dalaverelerine, entrikalarına karşın, treni kaçırdın.
ELLA — (Buzdolabını kapayıp WESLEY'e döner) Ne demek
istiyorsun?
WESLEY — Babam zaten
satmış.
ELLA — Delirdin herhalde! O bir çöp bile satamaz. Şu haline bak!
Şurada zıbarmış yatan haline bak! Arazi gibi değerli bir mal satabilecek adama
benziyor mu? Kafası işleyen birine benziyor mu? İyice, yakından bak! Garibin
teki!
WESLEY — Uyandırmasan iyi
olur.
ELLA — Canımı yakamaz artık! Koruyucum var! Bi fiske dahi vuracak
olsun, lime lime doğrattırırım onu. İşi bitti.
WESLEY — Seni çoktan atlatmış ama, farkında bile değil.
ELLA — Aptal aptal
konuşma! Şu pisliği de al gö-
tür buradan. Ne zaman içeri girsem kapı kırıkları görmekten
bıktım.
WESLEY — Bu kapı yeni.
ELLA — AL GÖTÜR, DİYORUM!
WESLEY — (Alçak sesle) Söyledim sana, uyandırmasan
iyi olur.
ELLA — Yeter, her attığım adımdan korkmayacağım artık. Kendi
evimde, yabancı gibi, hırsız gibi dolaşmaktan bıktım usandım. Bitti artık. Ondan
korkmuyorum.
WESLEY — Korksan iyi edersin. Taylor'u öldürecek, haberin olsun.
ELLA — Adam öldürmek hep dilindedir onun. Her gün başka birini
öldürür!
WESLEY — Bu sefer niyeti
ciddi. Kaybedecek bir şeyi yok ki.
ELLA — Orası kesin.
WESLEY — Seni de öldürecek.
(ELLA bir süre sessiz kalır. Birbirlerine bakarlar.)
ELLA — Bu aslında ne, biliyor musun? Bir lanet! Çok iyi
hissediyorum. Gözle görülmüyor ama var. Hep var. Gecenin karanlığı gibi iniyor
üstümüze. Her gün hissediyorum. Her gün geldiğini görüyorum. Her zaman
geliyor. Kendi kendini yeniden yaratıyor. Gelmesini engellemek için elinden
geleni yapsan da geliyor. Değiştirmeye çalışsan da... Çünkü, derinliklerimize
sinmiş, minicik hücrelere, genlere. Atom parçacıklarına. Bizim haberimiz
olmadan kendi bildiklerini okuyan, kuyrukcuklarını savurarak yüzen, ana rahminde
gizli planlar kuran hayvancıklara dek
sinmiş. Hatta daha bile önce var. Soluduğumuz havada var. Her
yanımızı sarmış. Devletten de büyük bir şey. Yayılıyor hem de. Biz yayıyoruz.
Başkalarına geçiriyoruz. Kalıtım yoluyla bize geçiyor, biz de bizden
sonrakilere geçiriyoruz. Böylece, irademiz dışında, sanki biz yokmuşuz gibi
ürüyor, sürüp gidiyor.
(ELLIS-"Alibi Kulüp"ün sahibi- sağdan girer, onlara
gülümser. Sırtında sarı saten, parlak bir gömlek vardır, yakası açıktır,
boynunda kocaman altın bir haç asılıdır. Çok iri yarıdır, kollarında bir sürü
dövme vardır. Daracık pantolon, parıl parıl boyalı ayakkabılar giymiş, pek
çok yüzük takmıştır. Çevresine bakınır. Hâlâ masanın üstünde yatmakta olan
WESTON'u görür.)
ELLIS — Gene fazla kaçırmış anlaşılan. Hep söylüyorum, ağırdan al
diyorum ama, ha bu adama içme demişsin, ha fırtınada osurmuşsun! (kendi
espirisine güler) Siz ailesi ve çocuklarısınız herhalde. Ben, Ellis.
Kasabadaki "Alibi Kulüp"ü işletiyorum. Yerini bilirsiniz herhalde.
(ELLA ve WESLEY'den tepki gelmez.)
ELLIS — Neyse, pederiniz gayette iyi bilir. Merakınız olmasın.
Hemen hemen her gece gelir. Müdavimlerimizdendir. Nerde yatıp kalktığını hep
merak ederdim. Bu koku ne?
WESLEY— Enginar.
ELLIS — Enginar, ha? Bayat sidik gibi kokuyor. (kahkaha atar,
ötekilerde tepki yok) Şahsen sebze yemekleriyle hiç aram yoktur. Biftek
severim.
Etten şaşmayacaksın. Kanlı
canlı et! İnsanın kemiklerini fildişi
gibi sağlam yapar.
ELLA — Evimizin kapısı olmadığına göre, içeri dalmadan önce neden
kapıyı çalmadığınızı soracak değilim. Ama, başkalarının evinde, kendi tapulu
malınızmış gibi dolaşmak adetiniz midir?
ELLIS — Burası kendi tapulu malım, (sessizlik) Evet, öyle.
İmzası, mühürü, her birşeyi yerinde. Parayı da getirdim, (kemerinin altından
iki tomar para çıkarıp havada sallar) Bin beş yüz adet parıl parıl
yeşil pankanot!
WESLEY — Bin beş yüz dolar mı? (ELLA'ya bakar.)
ELLIS — Borcu o kadar. Bu fiyatta anlaştık. Bak, aslanım, keyfim
istemese parayı getirmeyebilirdim. Baban o kadar enayi ki, bir kuruş bile almadan
imzayı basıp her şeyi bana devretti. İstesem dolandırırdım onu. Neyse ki
şerefli bir insanım.
ELLA — (WESLEY'e) Kapı
dışarı et şunu.
ELLIS — (Soğuk bir sesle WESLEY'e) Aklın varsa böyle
bi şeye kalkışmazsın, aslanım.
(ELLIS ile WESLEY bakışırlar. ELLIS sırıtır.)
ELLIS — Zamanında pek çok kafalar kırmışlığım vardır, aslanım.
Kötü bi adam değilim ama gücüm kuvvetim fazla. Genç bi boğadan farksız. İşin
kötüsü kendi gücümü kendim bilmiyorum. O zaman, inan çok korkunç oluyor.
Farkında olmadan bi de bakıyorum ki, birinin canı yanmış. Adamın biri yerde
serilmiş yatıyor.
ELLA — Çok komik doğrusu! Alkolik bi adamdan arazi satın
alamazsınız ki. Ne yaptığını biliyor mu bakalım?
ELLIS — Buranın sahibi
değil mi?
ELLA — BURANIN SAHİBİ
BENİM!
ELLIS — Bana öyle demedi.
ELLA — Sahibi benim ve arazi satıldı. Onun için defol git!
ELLIS — Bilmem ki, tapu bende, (tapuyu çıkarır) İşte
burada. İmzası, mühürü, herbir şeyi yerinde. Buna da bi diyeceğin var mı?
ELLA — Kanuna aykırı!
WESLEY — Babamın kime borcu
var?
ELLIS — Aslına bakarsan, ben üstüme vazife olmayan işlere burnunu
sokan biri değilim. Bitakım oldukça zorlu kişilere borcu olduğunu biliyorum, o
kadar.
WESLEY— Bin beş yüz kâğıt?
ELLIS — Üç aşağı beş
yukarı.
ELLA — Uyandır şunu! Bu işin aslını öğrenmemiz gerek.
WESLEY — (ELLA'ya) Deli misin? Seni görürse kudurur.
ELLA — (WESTON'un yanına gider, sarsmaya başlar) Ben
uyandırırım öyleyse!
WESLEY — Hey allahım!
(WESTON uyanmaz, ELLA onu şiddetle sarsmayı sürdürür.)
ELLA — Weston! Weston kalk! Weston!
ELLIS — Zamanında çok kötü vakalar gördüm ama, bunun gibisini
görmedim. Allahın emriymiş gibi içer... Tamamen sızmış.
WESLEY — O dediğiniz
adamlar....kabadayı mı? Neden borçlanmış?
ELLIS — Bak, aslanım, durmadan borç alır bu. Borç budalası.
Kimbilir ne için almıştır? Araba taksidi olabilir. Çölde arazi olabilir. Hiç
durmadan saçma sapan işlere girişiyor. Bu sefer arayı biraz fazla uzattı,
mesele bu kadar.
WESLEY — N'aparlar ona?
ELLIS — Artık bişey yapmazlar. Kellesini kurtardım. Aslında
ayaklarıma kapanmanız gerek.
ELLA —
WESTON! KALK!
(Kadın onu sarsmaktan yorulmaya başlar, WESTON
uyanmaz.)
WESLEY — Bin beş yüz kâğıt
için adam öldürürler mi?
ELLIS — Adam öldürmekten
söz eden oldu mu? Benim ağzımdan böyle bir şey çıktı mı?
WESLEY— Yooo.
ELLIS — Eee, o zaman kendi kendine masal uydurma. Sonra başın
belaya girer.
WESLEY — Parayı onlara siz
götürseniz?
ELLIS — Bana bak, benden bu kadar. Gerisini kendi halletsin artık. Babanın
fedaisi değilim.
WESLEY — Ya parayı alıp kaçarsa?
ELLIS — Kendi bileceği iş.
WESLEY— Bana verin.
ELLIS — Neyi?
WESLEY — Parayı. Ben
götürür veririm.
ELLA — (WESTON'u bırakır) Wesley, o paraya dokunma. Lekeli
o para! Elini sürme!
(ELLIS ile WESLEY bakışırlar.)
WESLEY — Tapuyu almışsınız. Ben, en büyük oğluyum.
ELLA — Sen, tek oğlusun!
WESLEY — Tamam. Verin bana işte. Ben bi çaresine bakarım.
ELLIS — (Parayı WESLEY'e verir) Al bakalım aslanım. Ama
şeytana uyayım deme. Senin yaşında delikanlıya bu kadar cep harçlığı biraz bol
gelir.
(WESLEY parayı alır.)
ELLA — Wesley, kanunsuz işler yapıyorsun! Suça yardım etmiş
oluyorsun!
WESLEY — (ELLIS'e) Bu adamları nerede bulabilirim?
ELLIS — Onun orasını kendin halledeceksin aslanım. Ben, mal
sahibiyim, o kadar.
(ELLIS ortalıkta dolaşıp etrafı inceler. WESLEY parayı sayarken
ELLA oğluna yaklaşır.)
ELLA — Wesley, ver o parayı bana! Sana ait değil. Bana ver,
diyorum!
AVESLEY — (Annesine soğuk soğuk bakar) Avrupa'ya gidecek
kadar para yok burada, anne.
ELLIS — Burayı bi et lokantası yapayım diyorum. Ne dersiniz? Bayağ
iyi bi et lokantası olmaz mı burası?
AVESLEY — (Parayı saymayı sürdürür) Tabii.
ELLIS — Otoyoldan geçen arabaların mola vereceği bir yer. Adam
gelir, bi bonfile yer, bi martini içer... Akşamüstü aperitifini alır. Vadiyi
seyre-
der. Sakin, rahat. Ön tarafa bir Japon bahçesi bile yapılabilir.
Bi küçük havuz, içinde kırmızı balıklar... Şu tarafa bi mini-golf sahası...
Potansiyeli olan bir yer...
ELLA — Wesley !
(Sağdan elinde evrak çantasıyla
TAYLOR girer. ELLA döner, onu görür. Wesley parayı saymayı sürdürür.)
TAYLOR — Aaaa, özür dilerim, misafiriniz olduğunu bilmiyordum. (ELLA'ya)
Sözleşmeyi son haliyle yazdırdım.
(TAYLOR masaya
doğru yürür. Orada yatan WESTONu görünce durur. Çantasını nereye koyacağını
bilemeden bakınır.)
ELLA — (TAYLOR'a) Artık çok geç.
TAYLOR — Efendim? Ne çok geç?
ELLA — Her şey! Weston satmış.
TAYLOR — Saçma. Sözleşme burada, benim çantada. Bi tek imza
atmanız kaldı.
ELLIS — Kim bu tip?
ELLA — (TAYLOR'a) Bin
beş yüz dolara satmış.
TAYLOR— (Güler) İmkânsız!
ELLA — İşte bak, para orda. Wesley'in elinde. Wesley aldı.
TAYLOR — Bu adam bu araziyi satamaz. Cezai ehliyeti yok. Bütün
bunları daha önce konuştuk.
ELLIS — (TAYLOR'a doğru ilerler) Bana bak, aslanım,
senin numaran ne bilmem ama, bir an ön-
ce kıçını toplayıp defolsan iyi olur. Çünkü bu işle ben
ilgileniyorum. Annadın mı? Bu, benim dümenim.
TAYLOR — (ELLA'ya) Kim
bu adam?
ELLA — Burayı satın almış.
WESLEY — (TAYLOR'a) Elini yeterince çabuk tutmadın, Taylor.
Burnunun dibinden malı götürdü, ne haber?
TAYLOR — Bu durumda mahkemeye başvurmaktan başka çare kalmıyor.
Hukuken hiçbir hakkı yok. Kanunen vesayet altında. Arazi satamaz.
ELLIS — (Tapuyu havada sallar) Bunu defterdarlıkta kontrol
ettirdim. Her birşeyi tamam.
TAYLOR — Bu işin tapuyla ilgisi yok. Cezai ehliyetten söz
ediyorum ben.
WESLEY — Satışta olduğu kadar alışta da geçerli mi bu hukuk?
TAYLOR — (ELLA'ya) Ne
diyor bu?
ELLA — Hiç! Wesley, o
parayı geri ver!
WESLEY — Çölün göbeğinde, en yakın benzin istasyonundan yüzlerce
kilometre uzakta, suyu olmayan kupkuru bir arazi satın almak söz konusu
olduğunda da geçerli mi bu hukuk?
TAYLOR — (WESLEY'e) Gördüğüm kadarıyla siz konuyu
dağıtmaya çalışıyorsunuz. Burada dikkate alınacak tek husus var, o da babanızın
psikolojik ve ruhsal açıdan, davranışlarının sorumluluğunu üstlenemeyecek
durumda olduğudur. Dolayısıyla, yaptığı veya yapacağı herhangi bir hukuki
işlemin kanuni hükmü yoktur. Bu, mahkemede kolayca ispat edilebilir. Sık sık
asabi krizler geçirdiğine dair kesin deliller, tanıklık edecek kişiler var
elimizde. Sürücü ehliyeti iptal edildiği halde araba kullanmaya devam ediyor.
Kimse onu sigorta etmiyor. Sürekli bir iş tutmaktan aciz.
Vaktinin yüzde doksanını evinden, ailesinden ayrı geçiriyor. Hapse girmiş
çıkmış... Tek celselik bir dava!
ELLIS — (TAYLOR'a) Sen neyin nesisin, be? Avukat falan
mısın? Benim evimde böyle ileri geri nasıl konuşuyorsun?
ELLA —
BURA SENİN EVİN DEĞİL! BİR SAATTİR ONU ANLATIYOR ADAM! DİNLESENE! ET KAFALI
MISIN, NESİN?
ELLIS — Bana bak, bayan. Ben bar işletirim. İnsan sarrafıyım,
senin anlayacağın. Bizim barda çook sapıtmış adam gördüm, ama ömrümde bu herif
kadar meymenetsizine rastlamadım... Hesabını göremeyeceğim birine de
rastlamadım.
WESLEY — Başına kötü bi iş gelmeden tabanları yağlamaya bak,
Taylor.
TAYLOR — Yeter artık! Gözümü korkutamazsınız. Bu proje
gerçekleşsin diye bir sürü rizikoya girmişim ben! Sizse, hepiniz karşı
koyuyorsunuz!
ELLA — Ben karşı koymuyorum.
TAYLOR — (WESLEY'e) Belki haberiniz yok ama, benim arkamda
büyük holdingler var. Üst. düzey yöneticiler! Nüfuzlu kişiler. Gelecek için yatırım
yapmanın önemini bilen görüş sahibi insanlar... Bu ülkeyi yıkmayı değil, imar
etmeyi kuran büyük adamlar. Sizler, dünya sizin küçücük, zavallı hayatınızın
çevresinde dönüyor sanıyorsunuz. Sanki herkes, her şey, soluğunu tutmuş, sizin
ne yapacağınızı bekliyor. Oysa kazın ayağı öyle değil. Kimsenin beklediği yok.
Her şey ilerliyor. Her şey siz olmadan ilerliyor. Tekerlekler dönüp duruyor.
Geri çevirmek için yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Yapabileceğiniz tek şey,
bizimle işbirliğine razı olmak. Bu kervana
katılmak! Bizden biri olmak. Bu yüce ülkenin geleceği için yatırım
yapmak. Yoksa yandınız. Yoksa geride kalacaksınız. Hepiniz. Açıkta kalacaksınız.
O zaman sizleri hiçbir şey kurtaramaz. Hiçbir şey, hiç kimse.
(Sağdan, üniformalı bir trajik polisi girer.)
ÇAVUŞ MALCOLM — Pardon,
özür dilerim, Bayan Tate'i arıyorum.
ELLA— Evet.
MALCOLM — Bayan Tate, siz misiniz?
ELLA — Evet, benim.
MALCOLM — Özür dilerim.
Kapıyı çalacaktım ama, kapınız yok.
ELLA — Önemli değil.
(TAYLOR, korkuyla sola doğru yürür, WESLEY gözünü ondan ayırmaz.)
MALCOLM — Ben, Çavuş
Malcolm. Otoyol Polisi.
ELLA — Peki, ne
istiyorsunuz?
MALCOLM — Emma Tate adında bir kızınız var mı?
ELLA — Var. Ne oldu?
MALCOLM — Gözaltına alındı.
ELLA — Ne için?
MALCOLM — Kasabada bir bara at sırtında dalmış. Tüfeği de varmış.
Ateş açmış, her tarafı delik deşik etmiş.
ELLA— Ne?
ELLIS — Hangi bar?
MALCOLM — "Alibi
Kulüp" diye bir yer. Ben o sırada orada değildim. Kızınızı karakola
getirdiler.
ELLIS — Benim kulübüm!
MALCOLM — (ELLIS'e) Sahibi
siz misiniz?
ELLIS — ORASI BENİM
KULÜBÜM!
MALCOLM — Siz Bay Ellis
misiniz?
ELLIS — Zarar ziyan çok mu?
MALCOLM — Kesin hesabı
yapılmadı daha ama, oldukça kötü. Ateş
etmedik yer bırakmamış. Neyse ki,
içerde kimse yokmuş.
ELLIS — (WESLEY'e) Ver
paramı!
(ELLIS parayı WESLEY'in elinden kapar. TAYLOR çaktırmadan soldan
çıkar.)
WESLEY — (Polise) Hey,
kaçıyor! O adam dolandıncı!
MALCOLM — Hangi adam?
WESLEY — (Sola ilerler) O adam! Şimdi koşarak çıktı ya, o
adam! Hırsız! Dolandırıcı! Ne dersen de! Babama sahte toprak sattı.
MALCOLM — O tür işler selahiyetim dahilinde değil.
ELLIS — (ELLA'ya) Kızı oraya kocan gönderdi! Çocuk
değilim ben, annadın mı? Böyle bir zorbalığı bana yutturabileceğini sanıyorsa
aklını kaçırmış! Kendini ne sanıyor, ha? Ben adamı mahkeme mahkeme süründürmez
miyim? Kıçından donunu bile alırım. Bir de iyilik etmeye çalıştım serseriye.
Onun yüzünden kendimi tehlikeye attım. Görür o! Ayıldığında söyle, daha bu
bişey değil, belanın âlâsını görecek. Böylece
söyle ona. (çıkmaya başlar) Buranın bana ait olduğunu da
unutma. Burası benim. Onun için yeni bi numara çevirmeye kalkma. Benim de
yüksek yerde dostlarım var. Direkt iş gördüğüm insanlar. Yalan mı, Çavuş?
MALCOLM — Onun orasını
bilmem. Buraya başka bir mesele yüzünden geldim.
ELLIS — (ELLA'ya) Sen
aynen söyle kocana. Bana bulaşmanın ne olduğunu gösteririm.
ELLIS sağdan çıkar.
ELLA — (Polise) Paramızı
aldı, gidiyor.
MALCOLM — Bakın bayan, kızınız hapiste. Gerisi beni ilgilendirmez.
Buraya kızınız yüzünden geldim.
(WESLEY koşarak sağdan çıkar, ELLA ardından seslenir.)
ELLA — WESLEY! NEREYE GİDİYORSUN?
WESLEY'in SESİ — (Dışardan)
PARAYI GERİ ALACAĞIM!
ELLA — O PARA
SENİN DEĞİL! BURAYA GEL! WESLEY! (susar, MALCOLM'a
bakar) Herkes kaçıyor. Bay Taylor bile. Benimle nasıl konuştuğu nu
duydunuz mu? Çok farklı konuşuyordu, eskisinden çok farklı. Kibarlığı yok
oluverdi.
MALCOLM — Bayan Tate, kızınız konusunda ne yapacağız?
ELLA — Bilmem. Ne yapmamız gerek?
MALCOLM — Bir gece içerde yatması şart. Sonra eve getirmek
istemiyorsanız, çocuk mahkemesine çıkarırız.
ELLA — İyi ama, biz hepimiz buradan ayrılıyoruz. Herkes gidecek.
Eve gelemez ki. Burada kimse olmayacak.
MALCOLM — O zaman bir belge imzalayacaksınız.
ELLA— Ne belgesi?
MALCOLM — Mahkemeye çıkarılmasına izin verdiğinize dair.
ELLA— Peki.
MALCOLM — Kendi arabanız yoksa benimle geleceksiniz.
ELLA — Arabam var. (susar) Herkes kaçtı, gitti.
MALCOLM — Tek başınıza idare edebilecek misiniz?
ELLA — Tek başıma kaldım.
MALCOLM — Evet. İdare edebilecek misiniz? İsterseniz ekip
otosuyla gelin.
ELLA — İdare ederim.
MALCOLM — O zaman karakolda
görüşürüz.
(MALCOLM çıkar. ELLA öylece durur.)
ELLA — (Kendi kendine) Herkes kaçtı.
WESTON birden uyanarak aniden masanın üstünde doğrulur. ELLA
durduğu yerde sıçrar. Bir an bakışırlar. ELLA koşarak çıkar. WESTON bir süre
masanın üstünde oturur kalır, etrafına bakınır. Masadan iner, ayakta düzgün
durmaya çalışır. Buzdolabına doğru yürür. Yerdeki enginarlara tekme savurur.
Buzdolabını açıp içine bakar. WESTON orada durmuş buzdolabının içine bakarken ışıklar yavaş yavaş söner.
ÜÇÜNCÜ PERDE
Sahne
Aynı dekor. Tahta parçaları, marangozluk gereçleri ve enginarlar
sahneden temizlenmiş. Sahnenin ortasında parmaklıklı kafes ve içinde kuzu bulunmakta.
Taze yapılmış kahve ateşte kaynamakta. Bütün çamaşırlar yıkanmış. WESTON,
masanın başında, sol tarafında durmuş, bunları düzgünce katlayıp üst üste
yerleştirmekte. Paltosunu, beyzbol kepini, tenis ayakkabılarını çıkarmış. Temiz
bir gömlek, yeni pantolon, yeni boyanmış ayakkabılar giymiş. Tıraş olmuş. İyice
ayılmış ve daha önceki perdelere oranla çok daha keyifli görünüyor. Karanlıkta
kuzunun 'me'lemesi duyulur. Sahne, masa başındaki WESTON'dan başlamak üzere yavaş yavaş aydınlanır.
WESTON — (Giysileri katlarken kuzuyla konuşur) Hayatta
sürfeden daha kötü şeyler var, biliyor musun? Çok daha kötü şeyler. Doğru
dürüst tedavi edilirsen sürfeden kurtulursun. Vaktini esirgemeyen biri olacak
tabii. Belirtileri tanıyacak biri. Seni soğuk, nemli çayırlardan alıp içeri
getirecek, böyle kıyak bi yere oturtacak biri... Dünyanın en talihli kuzususun.
Bura sıcacık. Yeni kapıyı taktığımdan beri kurander kalmadı. Haşarat yok. Çakal
yok. Kartal yok. Sonra... (kuzuya bakar) Sana bi kartal hikâyesi anlata-
yım mı? Gerçek bir öykü. Olmuş bir olay. Bi tarihte, tarlada yavru koçları
iğdiş ediyordum. Eee, yapmasan
olmaz. Hayatta en sevdiğim iş değil ama, yapılması gereken bir iş. Aşağıda, sundurmanın gölgeliğinin
oradaydım. Derme çatma bi çatı altında, elimde en
keskin bıçağım, yanımda kaynar su,
bi de yaraları dağlamak için
kızgın demir. Neresinden
bakarsan bak, kanlı iştir. Neyse,
bir düzine kadar yavru koçu halletmem
gerekiyordu. Kuzuları koyunlardan ayırıp bir araya toplamıştım,
senin şu kafesin gibi bi yere. Parmaklık filan aynı, hatta. Serin, parıl parıl
bir sabahtı. Hava nasıl açık, nasıl tertemiz... Uçsuz
bucaksız çayırlar serilmişti önüme. Sabahın çiyi otların
üstünde hâlâ duruyordu yer yer. Havada bir iki karga, yerde bebeleri için
sızlanan koyunlar... Başka hiç ses yoktu. Neyse, işime dalmış çalışıyordum. Birden, tepemden geçen bir gölge hissettim.
Daha yere vurmadan hissettim gölgeyi. Hani, güneş buluta girdiğinde nasıl olur,
aynı öyle bi duygu. Kocaman, kapkara, ürpertici bişey. Kafamı kaldırıp baktım.
Ya şahindir ya akbaba diyordum. Bir de ne göreyim? Dev bi kartal! Şimdi, ben
pilotluk yapmış adamım, ne uçuş numaraları gördüm, ama bu sersem gerçekten
ölümcül dalışlar yapıyordu. Sanki
konacakmış gibi iyice alçalıyor, alçalıyor sonra fikrini değiştirip büyük bir
hızla yeniden gökyüzüne fırlıyor. Uzaklaşmasını, havada küçülmesini bir süre
seyrettim, sonra işime devam ettim. Bir iki kuzu daha halletmiştim ki, seninki gene göründü. Aynı numara. Ama bu kez
daha da alçaldı. Kanatları nerdeyse sırtıma değecekti. Sesini açık seçik
işitebiliyordum. Dev bi kuş! Kanatları çatırdıyor. Derken yeniden yükselip
uzaklaştı. Bu kez uzunca bi süre seyrettim onu, niyetinin ne olduğunu anlamaya
çalışıyordum. Sonunda meseleyi çaktım. Kestiğim koç yumurtalarının peşindeydi.
O minik, taze erkeklik artıklarını istiyordu. Bu kez ona bi iyilik yapayım,
dedim. Birkaç tanesini sundurmanın damına attım. Yeniden işimin başına döndüm,
dalgınmışım gibi yaptım. Ama bu kez bekliyordum onu. Arkamdan geleceğini bildiğimden
kulağımı dört açmıştım. Karaltısını görebileyim diye gözümü yerden
ayırmıyordum. Önce bişey olmadı. Daha üç kuzu filan yaptım, birden geldi. Gök
gürültüsü gibi. GÜÜÜÜM! Sundurmanın damına öyle bir iniş indi ki, pençeleriyle
çatı üstündeki ziftin yarısını sıyırıp götürdü, kanatları rüzgârda kırbaç gibi
şaklıyor. Azgın bi kısrak gibi haykırıyor. Sonra yeniden gökyüzüne tırmanıyor.
Dayanamadım, ayağa fırladım, avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Neden
olduğunu ben de anlamadım ama, işte, sırtımdan soğuk terler iniyordu ve ben
manyaklar gibi haykırıyordum. Yaşasın Kartal! B-49 uçağını ilk kez kullandığım
günden bu yana böyle bi duyguya kapılmamıştım. Biraz sonra oturdum, yeniden
işe koyuldum. Kestiğim kuzu taşaklarını sundurmanın damına fırlatıyordum. Ve
her seferinde kartal, bi bombardıman uçağı gibi dalış yapıyordu çatıya. Ve her
seferinde ben aynı duyguyu yaşıyordum.
(WESLEY, eli yüzü kan içinde sağdan girer.)
WESLEY— Sonra?
WESTON — Beni mi
dinliyordun?
"VVESLEY — Sonra ne
oldu?
WESTON — Kuzuya anlatıyordum!
WESLEY— Bana anlat.
WESTON — Sen daha önce çok
dinledin. Yüzüne ne oldu?
WESLEY — Düz duvara
çarptım.
WESTON— Git yıka.
WESLEY — Sonra ne oldu?
WESTON — Yeniden anlatacak değilim.
WESLEY — Ben de elimi yüzümü yıkamıyorum.
WESTON — Nen var senin? Sarhoş filan mısın yoksa?
WESLEY — Paranı geri almaya çalıştım.
WESTON — Ne parası?
WESLEY— Ellis'ten.
WESTON — Ha, o pezevenk
mi? Boşuna uğraşma. Dolandırıcı pezevengin biridir.
WESLEY — Paranı aldı kaçtı.
Artık ev de onun.
WESTON — Ev benim! Kalmaya karar verdim.
WESLEY— Ne?
WESTON — Burada kalıyorum. Yeni kapıyı bitirdim. Görmedin mi?
WESLEY — Yoo.
WESTON — Görmen gerekirdi. O kapıdan girdin. Kör müsün? Bütün her yanı
onaracağım. Karar verdim.
WESLEY— Onaracak mısın?
WESTON — Elbette. Şimdi ne dedim? Şaşılacak ne var? Biri emek
verecek olsa, dehşet bi yer olur burası. Hadi, biraz kahve iç de üstünü başını
temizle. Bok çukuruna düşmüşe dönmüşsün. Hadi, durma. Ateşte taze kahve var.
(WESLEY ağır ağır ocağa yaklaşır, kahveye bakar.)
WESTON — Kalktım, şööyle bi dolaştım. Sabah erkenden. Araziyi
baştan aşağı dolaşmayalı birkaç yıl olmuş galiba. Dolaştıkça dolaştıkça, içimde
garip bişeyler olmaya başladı.
WESLEY — (Kahveye
bakarak) Ne gibi?
WESTON — Sabahın altı buçuğunda, koruda, ağaçların arasında
dolaşan adam kim ola diye bir soru takıldı kafama. Ben değildim sanki. Sırtında
koyu renk paltosu, ayağında lastik ayakkabıları, kafasında beyzbol şapkası,
suratında bir karış sakalı olan herifin biri... Bu adam, nerden bu kadar esaslı
bi arazinin sahibi olabilirdi ki? Derken, sahibi kim acaba, dedim. Yani, ben,
kendimi buranın sahibine benzetemiyorsam, kimdir gerçek sahibi? Sahici sahibi
birden karşıma çıkar da, arazisine izinsiz girdiğim için beynimi dağıtmaya
kalkar mı? Kaçmam, bir yerlere saklanmam gerekiyormuş gibi geldi. Sanki böyle
bir çevrede bulunmam gerçeğe aykırıymış. Öyle aman aman bir yer olduğundan
değil ama....sakin. Huzurlu. Aslında buralar bayağ huzurlu. Özellikle sabahın o
saatinde. Derken, birden kafama dank etti: Buranın sahici sahibi benim. Nasıl
olmuşsa olmuş, benmişim ve de kendi öz topraklarımda dolaşıyormuşum. İşte o
zaman, öyle bi keyiflendim ki, sorma!
WESLEY— Sahi?
WESTON — Evet, sahi. Sonra içeri geldim, ilk iş bütün
üstümdekileri çıkardım, çırılçıplak kaldım. Bütün evi, baştan aşağı, anadan
doğma dolaştım. Kendi evimde dolaşanın sahiden kendim olduğuna inandırmaya
çalıştım kendimi. Bi başka insanı yavaş yavaş soymak gibiydi. Bir yabancıyı.
Sonra doğruca banyoya girip küveti sıcak suyla doldurdum. Çok sıcaktı. Zar zor
da-
yanabileceğim kadar sıcak. Suyun içine kaydım. Gömüldüm. Bıraktım
su tenimin derinliklerine işlesin. Bıraktım pencerelerin ve de ilaç dolabının
camını buğu sarsın. Sonra tıkacı çektim, bıraktım su boşalsın. Sonra yeniden
doldurdum, ama bu kez buz gibi suyla. Öylece oturdum. Bıraktım soğuk su her
yanımı yavaş yavaş sarmalasın, boynuma dek yükselsin. Sonunda sudan çıktım,
tıraş oldum, giyecek temiz bişeyler buldum. Sonra buraya gelip kendime güzel
bir kahvaltı hazırladım. Jambonlu yumurta.
WESLEY — Jambonlu yumurta mı?
WESTON — Yaaa. Biri buzdolabını yiyecekle doldurmuş. Sanki Noel
gecesi. Sanki biri, bu sabah benim yeniden doğacağımı biliyormuş. Gözlerime
inanamadım.
(WESLEY buzdolabına gidip içine bakar.)
WESTON — Sonra kahve pişirdim. Bi de baktım, eskiden yaptığım bi
sürü şeyi yapmaya koyulmuşum. Sanki uzun süre ayrı kaldıktan sonra yeniden
yaşama, dönüyormuşum gibi oldum.
WESLEY — (Buzdolabının içine bakarak) Annem getirdi
bunları.
WESTON — Derken çamaşırları yıkamaya başladım. Bütün çamaşırları.
Evi dolaştım, bulabildiğim bütün kirlileri topladım. Emma'nınkiler,
Ella'nınkiler, hatta seninkiler. Çoraplarını buldum. Herkesin kirlilerini
buldum. Birinin bir şeyini almak için her yere eğilişimde, sanki o kişi
odadaymış gibi geliyordu. Sanki giysiler, ait oldukları kişinin üstündeymişler
hâlâ. Hepinize ayrı ayrı çok yakınmışım gibi geldi. Her birinize. Sanki
kanınıza canınıza dokunabilirmişim gibi.
Sanki gövdelerimiz arasında bağlar varmış ve bunlardan
kurtulamazmışız gibi. Ben kurtulmak istemiyordum zaten. Ne kadar iyi bişey, dedim.
İnsanların kan bağıyla birbirlerine bağlı olmaları. Aile yalnızca toplumsal
bir olay değil, yani. Hayvansal bir olay. Hepimizin aynı çatı altında olmamız
tesadüf değil, doğa gereği. Hep bir arada olmak zorunluluk değil belki, ama doğal.
Bütün bunlar çok hoşuma gitti. Birden içim umutla doldu.
WESLEY — (Gözlerini buzdolabından ayırmadan) Ben açlıktan
ölüyorum.
WESTON — Öyleyse git bi banyo yap, yüzündeki o pisliği temizle.
Ben de sana Jambonlu yumurta pişireyim. Sahi, nedir o pislik?
WESLEY— Kan.
WESTON — Suratına bir iki yumruk patlattı, demek? Hadi, git yıka.
Sonra da buraya gel. Hadi!
WESLEY — (WESTON'a döner) Parayı alamadım. Vermedi.
WESTON — Vermezse vermesin! Geri zekâlının biri zaten. Basbayağ
kuşbeyinli. Hadi git üstüne başına çeki düzen ver. Yoksa bir iki tane de ben
patlatırım.
(WESLEY soldan çıkar. WESTON buzdolabından jambon ve yumurta
çıkararak, ocağın başında pişirmeye başlar. Dışarda olan WESLEY'e seslenirken
işine devam eder.)
WESTON — (Bağırarak) Hani, sen o avokado işinden söz
ediyordun ya, düşündüm, olabilir. Hani, o "Üreticiler Birliği"ne
katılmak filan. Bayağ aklım yattı. Meksikalı ırgat tutmamıza filan da
gerek yok! Meyveleri kendimiz toplarız, doğrudan şirkete satarız.
Hiç de fena bi fikir değil! Hemen hemen hiç masrafımız olmazl Traktör hâlâ
çalışıyor, değil mi? Yani, motorunda bişey yok. Sulama için desen, basınç çok
iyi. Daha bu sabah kontrol ettim. Borulardan gürül gürül su akıyor. İşleri
yeniden yola koymak için çok para da gerekmez. Aldığım o araziyi satarım!
Böylece işe yatıracak hazır paramız olur. Çölde iyi bir araziye sahip olmak
isteyen biri çıkar mutlaka. Şimdilik gelişmemiş gerçi ama, yeri harika! Palm
Springs'ten hepsi hepsi üç saat uzaklıkta. Çok bişey değil. Orası cüzdanı
şişkinlerle doludur. Birinden birinin sokağa atacak parası vardır nasıl olsa!
(ELLA sağdan girer. Bitkin görünmektedir. Öylece durup yumurta kızartan WESTON'a bakar. Derken kuzuya
bakar. WESTON onun geldiğinin farkındadır ama, dönüp bakmaz.)
ELLA — (Bir sessizlikten sonra) Gene ne işi var bu kuzunun
burada?
WESTON — Tedavi ettim hayvancığı. Bir ara ha gitti ha gidiyordu.
Kurtaramayacağım diye korktum. Taa ince barsağına kadar sürfe sarmış.
ELLA — (Masaya gelir) Rica etsem, ayrıntılara girmesen.
(Beyaz eldivenlerini çıkarır, yorgun argın sağdaki iskemleye
oturur. Katlanmış temiz çamaşırlara bakar.)
WESTON — (Pişirmeye devamla) Peki, sen nerelerdeydin?
ELLA— Hapiste.
WESTON — Yaa, demek sonunda yakalandın! (Kendi kendine güler.)
ELLA — Ne kadar komik.
WESTON — Kahvaltı ister misin? Oğlana birşeyler hazırlıyorum.
ELLA — Sen mi yemek
pişiriyorsun?
WESTON — Bildin. N'apıyora
benziyorum?
ELLA — Bu kadar çamaşırı kim yıkadı?
WESTON — Bendeniz kulunuz.
ELLA— Hasta filan mısın?
WESTON — N'olmuş? İnsan kendi çamaşırını yıkayamaz mı?
ELLA — Bildiğim kadarıyla yıkar.
WESTON — Seninkileri bile
yıkadım.
ELLA — Eksik olma.
WESTON — Eeee, sizinkileri bıraksa mıydım yani? Bi yığın kendi
çamaşırımı yıkıyordum, sizinkileri de atıverdim içine.
ELLA — Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.
WESTON — Peki, nerdeydin? O züppe avukatla mıydın?
ELLA — Dedim ya,
hapisteydim.
WESTON — Hadi, hadi... Ziyarete mi gittin, yoksa sarhoş koğuşuna
mı tıktılar? Anlat, hadi.
ELLA— Kızınızı ziyaret ettim.
WESTON — Sahi? Onu neden enselemişler?
ELLA — Ruhsatsız silah taşımak. Özel mülke tecavüz. Gasp.
Saldırı. Binicilik kurallarını ihlal. Ne istersen.
WESTON — Eeee, öteden beri kanı kaynayan bir çocuktur.
ELLA — Yani, kanında var, öyle mi?
WESTON — Çok doğru.
Babasının dölü!
ELLA — Utanç verici bir durumu bir gurur vesilesine dönüştürmeyi
başardığın için tebrik ederim.
WESTON — Utanılacak ne varmış? Bu kadar suçu bir arada işlemek
kolay değil. Onun yaşında kaç kişi bu kadar sabıkaya sahip olmayı başarabilir?
ELLA — Hiç kimse!
WESTON — Sen becerebilir
miydin?
ELLA — Saçmalama! Ben sizler gibi kendi canıma susamış değilim.
Benim ailemde yoktur öyle şeyler.
WESTON — Doğru ya. Bak bu hiç aklıma gelmemişti. Bi tek senin
kanında yok. Bizimkinde var.
ELLA — Yaa, demek şimdi ben yabancı oldum!
WESTON — Yalan mı? Sen başka bi sınıfın mensubusun! Kibar
insanlar. Sanatçılar. Hepsi sanatçıydı, değil mi?
ELLA — Büyükbabam
eczacıydı.
WESTON — Peki, bilim adamı olsunlar. Mesleği olan kişiler. Hepsi
meslek sahibi. Bağırıp çağırmayan tipler.
ELLA — Kötü bişey mi?
WESTON — Yoo. Yalnızca farklı. O kadar. Bizden farklı.
ELLA — N'oluyor? Birdenbire ocak başı feylezofu mu kesildik? En
son numaramız bu mu? Akşam sızmıştık ama sabah ayıldık, öyle mi? Gözlerimizi
yepyeni bir güne açtık! Yemem ben bu havaları, anlıyor musun? Bütün gece
cehennemin dibinde Emma ile uğraşmışım, canım burnumdan gelmiş, eve bi
dönüyorum ki, bildiğimiz
şeytanın yerini bi melek almış. Bay Melek! Kendi günahlarını
kendi affetmiş, bir de çalım satıyor! Boşuna nefesini tüketme. Bu palavraları
bana yutturamazsın!
WESTON — Kahve ister misin?
ELLA —
LANET OLSUN! KAHVE MAHVE İSTEMEM! ŞU BOK HAYVANI DA MUTFAĞIMDAN DEFET!
WESTON — Argoyu doğru kapmışsın da....vurgulaman yanlış!
ELLA— Nesi yanlışmış?
WESTON — Ne bileyim, inandırıcı değil. Sesinin derinlerinde bir
yerde... Yani, işin özünde bir sahtelik var.
ELLA — Sahtelikmiş, bu da iyi! Senin ölçülerine ulaşamıyorum, öyle
mi? Şunu söyleyene bak! İşi bitmiş bir serseri!
WESTON — Ölçülerle ilgisi yok dediğimin. Daha çok, kader gibi...
ELLA — Ööööf, bırak artık,
yeter! Bitkinim zaten.
WESTON — Masa işini görebilir. Sert ama rahat, İnan, ilaç gibi
gelecek.
ELLA — (Birden yumuşar) Masa
mı?
WESTON — Tabii ya. Öylece uzan. Şaşarsın. Yataktan çok daha iyi. (ELLA
bir an masaya bakar. Temiz çamaşırları yere itmeye koyulur. Sonra masanın
üstüne tırmanıp uzanır. WESTON ona arkasını dönüp yemek pişirmeye devam eder.
Kadın uzandığı yerden onu seyreder.)
WESTON — Uyandığında müthiş bir kahvaltı hazırlayacağım sana.
Jambon, yumurta, ne istersen. Kendini o kadar iyi hissedeceksin ki, masa burada
durup dururken neden yıllar yılı yatakta
yattığına sen de şaşacaksın. O masa senin kurtarıcın olacak.
(WESLEY soldan girer. Çırılçıplaktır, saçları ıslaktır.
Sersemlemiş gibi dalgın yürümektedir. WESTON oğluna bakmaksızın konuşmaya,
kahvaltı hazırlamaya devam eder. WESLEY sahnenin gerisine doğru yürüyüp
ELLA'ya bakar. Kadın da ona bakar ama hiçbir tepki göstermez. WESLEY ön tarafa
dönüp WESTON'a bakar. Derken kuzuyu görür, hayvana doğru yürür, eğilip kuzuyu
kafesin içinden alır. Sağdan çıkar. WESTON işini ve konuşmayı sürdürür. ELLA
hâlâ masanın üstündedir.)
WESTON — Fazla rahata alışmanın en kötü yanı ne, biliyor musun?
Kökenlerini unutuyor insan. Bağlantıyı koparıyor. Bir yerlere varıyorum sanıyorsun,
ama hep kaybediyorsun. Her an biraz daha geride kalıyorsun. Üstüne ölü toprağı
serpilmiş gibi oluyorsun. İpnotize edilmiş gibi. Vücudun uyuşuyor. Derken
komaya giriyorsun. Onun için, geri dönebilmen için, arada bir sert bi masada
yatmanın yararı var. İyice sert bi masa, insanı yaşama döndürür.
ELLA — (Uykulu bir sesle, masanın üstünden) Sen, hatip
olmalıymışsın.
WESTON — öyle mi dersin?
ELLA— Sesin çok etkili. Kalın. Yankılı...
WESTON — (Yumurtaları tabağa geçirir) Şöhret meraklısı
değilim ben.
ELLA — öyle yorgunum ki...
WESTON — İyi ya, uyu işte.
ELLA — O hapisanenin halini bir görseydin, Weston.
WESTON— Çok gördüm.
ELLA — Doğru ya. Öyle bir
yerde nasıl uyur insan?
WESTON — Yeterince uyuşmuşsan hiçbi şey hissetmezsin, (dışarı
seslenir) WES! KAHVALTIN HAZIR!
ELLA — Şimdi çıktı.
WESTON— Ne?
ELLA — Demin buradan geçip gitti. Çırılçıplak. Kucağında da kuzu.
(WESTON kafese bakar, kuzunun olmadığını görür. Elinde tabağı
tutmaktadır hâlâ.)
WESTON — Nereye gitti?
ELLA — Dışarı çıktı.
WESTON — (Elinde tabak, sağa yürür) WES! NERDESİN?
KAHVALTIN HAZIR!
(WESTON, elinde tabak sağdan çıkar. ELLA. hâlâ masanın üstündedir.
Gözlerini açık tutmaya çalışır.)
ELLA — (Kendi kendine) Artık hiçbir şey şaşırtmıyor
beni.
(Masanın üstünde yavaş yavaş uykuya dalar, bir süre hiçbir şey
olmaz. Derken WESTON elinde tabakla döner. ELLA masanın üstünde uykuya dalmıştır.)
WESTON — (Ocağa yürür) Görünürde yok. Al işte, hep böyle
olur. Tam kahvaltı hazırken çekmiş gitmiş. (ELLA'ya döner) Kuzuyu neden
götürdü?
O hayvanın sıcak yerde durması lazım. (EL-LA'nın uyuduğunu fark
eder) Harika! (döner, tabağı ocağın üstüne koyar, yiyeceklere bakar) Bari
kendim yiyeyim. Çifte kahvaltı. Olsun, (yemeğe başlar, kendi kendine
konuşur) Sıcak yerde tutmazsan iyileşemez ki. (dönüp yeniden uyuyan
ELLA'ya bakar, önüne dönüp yemeğe koyulur) Kendi kendime konuşmakta üstüme
yoktur. En iyisi de odur zaten. Daha iyisi olamaz. Hiç değilse insan yalnızlık
çekmez.
(WESLEY sağdan
girer. WESTON'un eski giysilerini -palto, beyzbol şapkası, lastik ayakkabılar,
vs. -- giymiştir. Öylece durur. WESTON ona bakar. ELLA uyur.)
WESTON — Bu ne hal? Hangi cehennemdeydin? Demin avaz avaz
seslendim. Duymadın mı?
WESLEY — (Gözünü WESTON'dan ayırmaz) Duymadım.
WESTON — Kahvaltını hazır etmiştim. Ama soğudu. Yarısını yedim
bile. Nerdeyse yarısı bitti.
WESLEY— (Dalgın) Hepsini
ye.
WESTON — Bu kılığın ne,
peki?
WESLEY — Dışarda buldum.
WESTON — Ben atmıştım! Ne oldu sana böyle? Gidip banyo yapıyorsun,
sonra da bu pimpis şeyleri giyiyorsun. Ne içine işemediğim kalmış, ne üstüne
kusmadığım, ne de....kimbilir neler.
WESLEY — Hepsi bana uyuyor.
WESTON — Seni anlayamadan öleceğim, orası kesin. Kuzuyu ne
yaptın?
WESLEY — Gırtlağını kestim.
WESTON — (Midesi bulanmışcasına arkasını döner) Hey
yarabbim! (biraz susar, sonra WESLEY'e döner) NE DİYE KIYDIN ZAVALLI
HAYVANIN CANINA?
WESLEY — Eve yiyecek lazım.
WESTON —
BUZDOLABI AĞZINA KADAR YİYECEK DOLU!
(WESLEY hızla buzdolabına yürür, açar, içinden her türlü yiyecek
çıkararak aç kurtlar gibi yemeye koyulur. WESTON şaşkınlık, biraz da korkuyla
bakar oğluna.)
WESTON — NE DİYE KESTİN HAYVANI? TAM İYİLEŞİYORDU! (Oğlanın
deli gibi yemek yiyişini seyreder) Oğlum, nen var senin? Bak, ne güzel
kahvaltı hazırlamıştım. Onu yiyeceğine... Nen var?
(WESTON, korkulu ve temkinli bir havayla sağa doğru gerileyerek
WESLEY'den uzaklaşır. WESLEY yemeye devam eder. Yarı yarıya yenmiş birtakım
şeyleri bir yana atıp dolabın içinden yenilerini çıkarıp yer. Hafifçe inlemektedir.)
WESTON — (WESLEY'e) Bak, bu evde yapmam gereken birtakım
şeyleri ihmal ettim, biliyorum, Bi sürü işi benim yerime sen yaptın, kabul. Ama
ben de, gelirken enginar getirmedim mi? Getirmedim mi, söyle. Mecbur değildim
ki. Yolumu uzattım. Otoyolda giderken tabelayı gördüm, sırf sizlere enginar
almak için saptım, yolumu iki mil uzattım. (Susar. Yemeyi sürdüren WESLEY'i
seyreder, korkuyla ELLA'ya göz atar,
gene WESLEY'e bakar.) Bu kadar da aç olamazsın! Allah kahretsin, durumumuz o kadar kötü
değil! Ben zamanında açlıktan kıvranan adamlar gördüm, biz o kadar çaresiz
değiliz. (Susar, deli gibi yemeye devam eden WESLEY'den tepki gelmez.) Senin
asıl derdin ne, biliyor musun? Şımarıksın. Evet, şımardın. Bi delikanlı için
cennet burası. Senin yaşında nice çocuk vardır ki, böyle bir çevrede
yetişebilmek için canını vermeye razıdır! Neyin eksik? Her bişeyin tamam.
Fırsatları değerlendirmesini bilsen, sonsuz olanaklar var burada! (ELLA'ya
döner) ELLA! ELLA! KALKSANA! (ELLA'dan ses çıkmaz, hâlâ atıştıran WESLEY'e
döner) Bu yaptığın sözüm ona beni suçlamaksa, boşuna uğraşma. Boşuna
uğraşma, çünkü artık geçmişimin günahını ödemek zorunda değilim. Artık bitti!
O defter bu sabah kapandı. Hepsi geride kaldı. ANLIYOR MUSUN BENİ? HEPSİ BİTTİ
GİTTİ ÇÜNKÜ BEN YENİDEN DOĞDUM! YEPYENİ, BAMBAŞKA BİR İNSANIM ARTIK! Yepyeni,
bambaşka bir insanım.
(WESLEY birden
yemeyi bırakır, WESTON"a döner.)
WESLEY — (Soğuk) Seni
öldürecekler.
WESTON — (Duralar) Kim öldürecekmiş beni? Neler
sayıklıyorsun? Kimse beni öldürecek değil.
WESLEY — Parayı alamadım.
WESTON — Ne parası?
WESLEY— Ellis.
WESTON— N'olmuş?
WESLEY — Borçlanmışsın.
WESTON — Kime borçlanmışım? Ben bişey hatırlamıyorum. Onların
hepsi bitti gitti.
WESLEY — Bitip gittiği yok. Öylece duruyor. Sen değiştin belki
ama, gene de o adamlara borcun var.
WESTON — Hatırlamıyorum. Arabanın taksidi için bişeyler almışımdır
belki. Unutmuşum.
WESLEY — Onlar unutmamış.
WESTON — Eeee, n'apalım. öderiz. O kadar korkunç bişey değil.
WESLEY — Nasıl ödeyeceksin? Artık ev de, her şey de Ellis'in.
WESTON — Ev nerden onun oluyormuş? Burası benim evim!
WESLEY — İmzayı basıp devretmişsin!
WESTON — İmza mimza basmadım ben!
WESLEY — Sarhoşken
imzalamışsın.
WESTON — KES SESİNİ!
WESLEY — Nasıl ödeyeceksin?
WESTON — (Duraksar) O
araziyi satarım.
AVESLEY — O arazi beş para etmez. Adam da Meksika'ya kaçtı.
WESTON— Hangi adam?
WESLEY — Taylor. Avukat. Annemin avukat dostu.
WESTON — (Duralar, uyuyan ELLA'ya, sonra WESLEY'e bakar) Aynı
herif mi?
WESLEY — Aynı herif. Hepimizi soydu.
WESTON — Olmaz. Böyle haksızlık olmaz. Yepyeni bir yola girmiştim.
Her şeyin üstesinden gelecektim.
WESLEY — Onların dünyasıyla başa çıkamazsın.
WESTON — Yepyeni bir atılıma hazırlanmıştım. Haksızlık!
WESLEY — Gizli bir illet gibi, çaktırmadan içimize işlediler.
Farkında bile olmadık.
WESTON — Yeni kapıyı da takmıştım. Bütün çamaşırları yıkadım.
Yerleri süpürdüm, enginarları attım. Yaşama yeniden başlamıştım.
WESLEY — Daha fazla oyalanma. Kaç!
WESTON — Kaçmak mı? Ne
demek kaçmak? Kaçamam!
WESLEY — Arabaya atla, çek git!
WESTON — Her şeyi bırakıp kaçamam.
WESLEY— Neden?
WESTON — ÇÜNKÜ BEN
BURAYA YERLEŞTİM! ÇÜNKÜ
BURASI YOLUN SONU!
ÖTESİ YOK! BURAYA GÖÇTÜM, BU
NOKTAYA GELDİM! BAŞKA GİDECEK
YERİM YOK! BURA SON!
WESLEY — Atla arabaya, git.
(WESTON bir an öylece, durur, çevresine bakar. Bir kurtuluş arar.)
WESTON — (Bir süre sonra) Hatırlıyorum şimdi. Borçlandım,
evet. Gırtlağıma kadar borca girdim. Gelecekten ümidim vardı, annadın mı? Geleceğe
güvendim. Her şeyin düzeleceğine inanıyordum. İşler daha kötüye gidemezdi,
demek ki düzelecekti. Durmadan bişeyler satıyorlar, demek ki işler düzelecek.
Buzdolabı alın. Araba alın. Ev alın. Arsa alın, yatırım yapın. Ergeç
ödeneceğini hesaba katmasalar, bu kadar cömert olurlar mı? Birgün mutlaka
ödenecek. Ben de katıldım kervana. Madem işler böyle yürüyor, neden
borçlanmayayım? Ben de şurdan burdan bişeyler koparayım. Zaten herkes borçlanmanı
istiyor. Bankalar, taksitli satışlar, yatı-
rımcılar... Bütün her şey, gözle görünmeyen para üstüne dönüyor.
Artık hiçbir yerde para sesi duyulmuyor. Her şey krediyle. Her şey insanların
kafasında. Madem öyle. dedim, ben de payıma düşeni alayım. Yalnızca rakamlar
söz konusu olduktan sonra, ben de birkaç bin borçlansam ne çıkar? Madem her
şey afakî ve elle tutulur hiç bişey yok, o zaman bana da bi hisse düşsün.
Sürüklendim peşlerinden, kervana katıldım.
WESLEY — Hadi, durma, git artık.
(Bir sessizlik. WESTON uyuyan ELLA'ya bakar.)
WESTON — Aynı herifti, demek? Bu da biliyordu. Başımı alıp gittim
sanmıştı herhalde.
(WESTON dönüp WESLEY'e bakar.)
WESLEY — Başını alıp
gittindi.
WESTON — Gittimse, birkaç günlüğüne. Arada bir. Burada
bunalıyordum. Hiçbir şeyin değişmediğini, değişmeyeceğini gördükçe
bunalıyordum. Her sabah, her şey, hep aynı. Dışarlarda bir şey bulacağıma
inanmıştım. Parçalardan bir bütün kurmaya çalıştım hep. Geçişler var ya...
Geçişleri kavrayamadım bir türlü. Doğuyorsun, büyüyorsun, bombalar atıyorsun,
çocukların oluyor, barlara dadanıyorsun....sonra da bu. Bi yerde her şey üstüme
üstüme geldi. Hepsi üstüme yıkıldı. Hep dışarlarda aradım. Aslında aradığım
şey burada, bu evdeymiş.
WESLEY — Buraya gelecekler. Nerde oturduğunu da öğrendiler artık.
WESTON — Nereye gitsem?
WESLEY— Meksika?
WESTON — Meksika mı? Doğru ya, herkesin kaçtığı yer orası. Kaçaklarla
dolu bir ülke. Oraya gidip izimi kaybettirebilirim. Yok olurum. Yepyeni bir
yaşama başlayabilirim.
WESLEY— Belki.
WESTON — O herifi bulup paramı geri alırım. O emlakçi herif. Neydi
adı?
WESLEY— Taylor.
WESTON — Tamam, Taylor. O da oraya kaçtı değil mi? Bulabilirim
onu.
WESLEY— Belki.
WESTON — (ELLA'ya bakar) Aynı herif olduğunu bile bile
koynuna girdiğine inanamıyorum. Beni öldü filan sandı herhalde. Bir daha hiç
dönmeyeceğim sandı.
(WESTON, ELLA'ya doğru bir-iki adım atar. Durur. WESLEY'e bakar,
döner, sağdan çıkar. WESLEY bir an öylece durur. WESLEY eğilip yerden yiyecek artıkları alır,
ağır ağır yemeye koyulur. Boşalmış olan kuzu kafesine bakar. EMMA soldan girer.
İkinci Perde'deki gibi giyinmiştir. Sahnenin ortasına doğru yürürken WESTON'un çıktığı
yöne bakar. WESLEY ağzına attıklarını ağır ağır çiğnerken dalgın, sersemlemiş
gibidir. ELLA hâlâ masanın üstünde uyumakta. EMMA'nın elinde bir binici
kamçısı vardır. Sağdaki çıkışa bakarken bacağına bununla hafif hafif vurur.)
EMMA — Meksika yolcusu, ha? Bi gün bile sağ kalamaz orada, hemen
yakalarlar. Meksika'ya gitmek aptallık. İlk bakacakları yer orasıdır. (WESLEY'e)
Ne yiyorsun?
WESLEY— Yiyecek.
EMMA — Hem de yerden topluyor! Senin sonun da babam gibi olacak.
Hastalıklı.
WESLEY— (Dalgın) Açım.
EMMA — Hastasın! Ne diye onun paçavralarını giydin? Sözde aile
reisi sen misin şimdi? Büyük reis! Baba aslan!
WESLEY — Babamın bulduğu
çare bana yaramadı.
EMMA — Babam çare mi
bulmuş?
WESLEY — (Kendi kendine konuşur gibi) Önce çok sıcak suyla
dolu banyoya girdim. Zar zor dayanabileceğim kadar sıcaktı. Üstüne buz gibi bi
banyo daha. Sonra çırılçıplak dolaştım. Ama işe yaramadı. Hiçbir şey olmadı.
Bişeyler olsun diye bekledim. Dışarı çıktım. Hava çok soğuk. Dondum. Sırtıma
giyecek birşeyler aradım. Çöplüğün oraları karıştırmaya başladım. Bunları buldum.
EMMA — Çöplüğü mü
karıştırdın?
WESLEY — Kuzunun kanı ellerimden, dirseklerimden akıyordu. Önce
kendim sandım. Akan kan kendi kanım sandım.
EMMA — Çok iğrençsin! Babamdan bile iğrençsin....ki o da az
iğrenç değildir, (hâlâ uyuyan ELLA'ya bakar) Bu n'apıyor?
WESLEY — Onun attıklarını giyinmeye başladım. Beyzbol kepi, lastik
ayakkabıları, paltosu. Her giydiğim şeyle birlikte babamın bir parçası üstüme
yapışıyordu sanki. Beni yavaş yavaş devraldığını hissettim.
EMMA — (Kamçısını bacağına vurarak masaya yürür) N'apıyor
bu? Uyuyor mu yoksa? (kamçıyı ELLA'nın kıçına vurur) KALKSANA! (ELLA
uyumayı sürdürür.)
WESLEY — Kendimin geri geri çekildiğini hissettim. O içime
giriyor, bense içimden çıkıyordum. Sanki bi nöbet değişimi.
EMMA — Neyse, üzme tatlı canını. Elinden geleni yapmışsın.
WESLEY — Hiç bişey
yapmadım.
EMMA — Ben de onu diyorum ya.
WESLEY — Yaptığım tek şey, burada doğup büyümek.
EMMA— (WESLEY'in yanına
gelir) Paran var mı?
(WESLEY paltosunun ceplerini karıştırır.)
EMMA — O ceplere ne bakıyorsun? Babamın paltosu!
WESLEY — Hani sen güya
hapisteydin?
EMMA — (Tekrar masaya
doğru yürür) Tabii.
WESLEY — Ne oldu?
EMMA — (ELLA'nın çantasını alıp karıştırmaya başlar) İnce
yeteneklerimi kullandım. Benim zekâm doğuştan suç işlemeye yatkınmış. Yeni
anladım. (Çantanın içindekileri bir bir yere atar.)
WESLEY — Ne yaptın?
EMMA— Kurtuldum.
WESLEY — Görüyorum. Ama
nasıl?
EMMA — Çavuşa cinsel yaklaşımlarda bulundum, tamam mı? Çok kolay
oldu. (çantadan bir tomar para ile araba anahtarları çıkarır. Çantayı yere
fırlatır. Parayı kaldırıp gösterir) Suç hayatına atılıyorum. Günümüzde kâr
getiren tek meslek!
WESLEY — (EMMA'nın elindeki paralara bakar) Nerden bulmuş o
parayı?
EMMA — Bil bakalım nerden!
EMMA — En güvenilir kişisel girişim, suç işlemek. Tavsiye mektubu
istemez. Diploma istemez. Masrafın yok, amortisman hesapların yok. Doğrudan
doğruya kâra geçiyorsun.
WESLEY — Peki, ben neden hep geri geri gidiyorum?
EMMA — (WESLEY'e doğru yürüyerek) Çünkü ileriyi
göremiyorsun da ondan. Dünyanın kaç bucak olduğundan haberin yok. Bitakım
şeyleri öğrenmek gerek, Wes. Yoksa adamın canına okurlar. İnsanlar gözünün
içine baktıklarında, kanmayacaksın. Arkalarında ne var, ona bakacaksın. Neyin
önünde duruyorlar, neyi saklıyorlar, onu göreceksin. Herkes kendini gizliyor,
Wes, herkes. Hiç kimse göründüğü gibi değil.
WESLEY— Peki, ya sen?..
EMMA — (Geri geri uzaklaşarak) Ben yokum artık. Gidiyorum.
Hiç dönmeyeceğim.
(ELLA birden uyanır, masanın üstünde dik oturur.)
ELLA — (Kötü bir rüyadan
uyanmışcasına) EMMA!!
(EMMA bir an ona bakar, koşarak soldan çıkar. ELLA masanın üstünde oturmuş, dehşet içinde
WESLEY'e bakar. Onu tanımaz.)
ELLA — (WESLEY'e) Weston!
Emma mıydı o?
WESLEY — Benim, anne.
ELLA — (Masadan inmeden sahne dışına bağırır) EMMA! (masadan
atlayıp giyecek palto arar) Ça-
buk, yetişmemiz gerek. Böyle fırlayıp gidemez. O at onu öldürür!
Paltom nerde? (WESLEY'e) PALTOM NERDE?
WESLEY — Palto giymemiştin ki.
ELLA — (WESLEY'e) Koş, yetiş ona, Weston! Kendi öz kızın!
Kaçmaya kalkıyor!
WESLEY — Bırak gitsin.
ELLA — Bırakamam. O çocuk benim sorumluluğum.
(Sahne dışında muazzam bir patlama. Şimşek çakmasını andıran bir
ışık. Sonra sessizlik. WESLEY ile ELLA şaşkın şaşkın öylece dururlar. EMERSON,
kıkır kıkır gülerek sağdan girer, takım elbise giymiş ufak tefek bir adamdır.)
EMERSON — Hey yavrum hey! Amma da gümledi. Helal olsun, (kıkırdar
WESLEY ile ELLA ona bakarlar) Bizim Slater dinamiti ağzına kadar doldurmuş
besbelli. Kendimi bildim bileli böyle gümbürtü duymamıştım.
(Ortağı SLATER, elinde derisi yüzülmüş kuzu leşiyle sağdan girer.
EMERSON'dan daha uzun boyludur, o da takım elbise giymiştir. İkisi de bayramda
çatapat patlatıp birilerini korkutmuş çocuklar gibi kıkır kıkır gülüp
dururlar.)
SLATER — Şuna bi baksana, Emerson. (kıkırdar) Şunu gördün
mü? (WESLEY'e) ne bu? Derisi yüzülmüş keçi mi?
WESLEY — (Bomboş) Kuzu.
SLATER — H-aaa, kuzu
demek? (gülerler) Bana so-
rarsan bi karının kürtaj artığına benziyor. (Deliler gibi
gülerler.)
WESLEY — O gümleme neydi?
(Gülmeyi bırakıp WESLEY'e bakarlar. Tekrar gülerler. Birden
susarlar.)
EMERSON — Gümleme mi? Ne gümlemesi?
WESLEY — O patlama.
EMERSON — Haaaaa, o muuu? Küçücük bir hatırlatma. Nasıl derler,
hipnotik telkin! (Gülerler.)
ELLA — Kim bu adamlar,
Weston?
EMERSON — (WESLEY'e) Weston? Weston sen misin?
WESLEY— Babam.
SLATER — (Kuzu ölüsünü kafesin içine atar) Karı bu
Weston'dur diyorsa, bu Weston'dur.
ELLA — Bu adamlar ne arıyor burada? (Adamlardan uzaklaşır.)
EMERSON — (WESLEY'e) Demek Weston sensin? Biz seni başka
türlü bi tip sanıyorduk. Büsbütün başka türlü bi tip.
WESLEY — Demin dışarda
patlayan neydi?
EMERSON — Taksitleri ödenmemiş bişey. Epeydir ödenmemiş.
SLATER — Çoktandır
ödenmemiş.
WESLEY— Araba! Arabayı havaya uçurdunuz!
EMERSON— Bravo!
(Kahkahadan yıkılırlar. WESLEY sahnenin arka tarafına yürür,
dışarsını görmeye çalışıyormuş gibi bakar.)
ELLA — Bu adamları çıkar buradan, Weston. Mutfağımda ne işleri
var?
SLATER — (Etrafına bakınır) Amma da döküntü yer, ha...
Üstüne para verseler böyle bi pislikte oturmam.
EMERSON — Eeee, faturaları ödememenin sonu budur. Bişey ihmal
edersin, sonra bişey daha. Bi de bakmışın ki, her şey çığrından çıkmış. Yuvarlanıp
gidersin ondan sonra. Böyle bi çöplükte bulursun kendini.
WESLEY — (Sahnenin en gerisinde, dışarı bakar) Dışarda
yangın var.
SLATER — Kendi kendine söner. Jelatinli dinamitle nitro karışımı.
Uzun süre yanmaz. Çimlere zarar verebilir biraz ama, geçicidir.
WESLEY — (Hâlâ dışarı bakarak, duygusuz bir sesle) Araba
uçmuş! Tek parçası kalmamış. .
SLATER — Kalır mı? Çok etkili bi maddedir. İrlandalılar
geliştirmiş. Dünya güzeli bi bok. Anında gümleyip gidiyorsun.
EMERSON — (WESLEY'e) Neyse,
biz kaçıyoruz, Weston. Durum vaziyetini çaktın herhalde, (çıkmaya
başlarlar, EMERSON durur) Bu arada pederini görecek olursan, kendisini de
haberdar et. Bi işi on defa yapmak hiç hoşumuza gitmez. İlk seferinde keyifli
oluyor ama, sonra insanın canı sıkılmaya başlıyor.
SLATER — (WESLEY'e) Şu kuzucuğa da biraz süt verin. Bi deri
bi kemik kalmış.
(İkisi de kahkahalar atarak çıkarlar. ELLA sahnenin ön tarafına,
içinde kuzu ölüsü duran kafese bakmaktadır. WESLEY, sırtı ona dönük olarak sahnenin
arka tarafında durur. Dışarı bakar. Sessizlik.)
ELLA — (Gözlerim kuzudan ayırmadan) Bütün gün uyumuşum
galiba. Ne kadar uyudum?
(Birbirlerinden ters yönlere bakarak aynı durumda kalırlar)
WESLEY — Çok değil.
ELLA — Ve Emma gitti. Gerçekten de o ata binip gitti. Hiç
sanmıyordum gideceğini. Rüyamda gittiğini gördüm. Onun için uyandım.
WESLEY — Biraz önce
buradaydı. Bu mutfakta.
ELLA — Her şey ben uyurken olup bitmiş. Hiçbi şey duymamışım. (Sessizlik.
Kuzu ölüsüne bakmaya devam eder.) Aaaah! Ne oldu biliyor musun, Wes?
WESLEY— Ne?
ELLA — Birden bişey içimi delip geçti. Şu kuzuya bakarken...
WESLEY— Ne?
ELLA — Hani, baban bi kartal hikâyesi anlatırdı. Hatırlıyor musun?
WESLEY— Evet.
ELLA — Ben unutmuşum. Hayal meyal hatırlıyorum. Ama şu anda içimi
delip geçti.
WESLEY— Ya?
ELLA — (Bir sessizlikten sonra) Kartal ikide bir geliyor,
sundurmanın damına konuyor, sonra yeniden havalanıyor. O kadarını
hatırlıyorum.
WESLEY— Evet.
ELLA— Sonra?
WESLEY— Bilmiyorum.
ELLA — Hatırlıyorsun! Sonra
ne oluyor?
WESLEY — Bi kedi geliyor.
ELLA — Tamam. Azman bi kedi geliyor. Ta tarlaların oraya. Damın
üstüne sıçrıyor. Orda hayvanların barsakları mı, ne vardıysa işte, onları koklamaya.
WESLEY — (Hâlâ sırtı annesine dönük) Sonra kartal bi dalış
daha yapıyor. Kediyi pençeleri arasına aldığı gibi, çığlık çığlığa gökyüzüne
uçuyor.
ELLA — (Kuzuya bakarak) Tamam. Sonra dövüşüyorlar.
Gökyüzünün ortasında deliler gibi dövüşüyorlar. Kedi kartalın bağrını deşiyor.
Kartal kediyi atmaya uğraşıyor, ama kedi bırakmıyor. Çünkü düşerse öleceğini
biliyor.
WESLEY — Ve kartal havada parçalanmakta. Kartal kendini kediden
kurtarmaya çabalıyor, ama kedi bırakmıyor.
ELLA — Ve çırpınarak gökten inip yere çakılıyorlar. İkisi birden
yere çakılıyor. İkisi tek canmış gibi.
(Oldukları gibi kalırlar. WESLEY sahnenin arka tarafinda, dışarı
bakmakta, sırtı ELLA'ya dönük. ELLA sahnenin ön tarafında, kuzuya bakmakta.
Işıklar çok ağır ağır söner.)
Ödenmemiş faturalarınız var mı? Temizlemek istediğiniz borcunuz var mı? Sen
YanıtlaSilmali açıdan aşağı ve bir iş kurmanız mı gerekiyor? Banka var mı
Kötü kredinizin bir sonucu olarak sizi reddetti mi? Artık endişelenmeyin
Finansal Gelişme Hizmetleri size düşük bir kredi vermek istiyor
Kredi teklifimizle ilgileniyorsanız ve
bir kredi başvurusunda bulunun, bu mesajı yanıtlayarak bugün bize ulaşın veya
bize şu adresten bir e-posta gönderebilirsiniz: mrsmartinaloanfirm01@outlook.com ayrıca whatsapp numarasından +919538413928 numaralı telefondan bize ulaşabilirsiniz.