Aç Sınıfın Laneti - Sam Shepard

Aç Sınıfın Laneti - Sam Shepard


KiŞiLER
Sahneye giriş sırasıyla
WESLEY
ELLA
EMMA
TAYLOR
WESTON
ELLIS
MALCOLM
EMERSON
SLATER
BİRİNCİ PERDE Sahne
Sahnenin gerisine doğru, ortada, üstü kırmızı muşamba ile örtülü çok basit bir yemek masası. Masanın dört yanında, birbirine benzemeyen dört metal sandalye. Sahnenin sağ ve sol yanında, havaya asılmış, kırmızı kareli, kırmalı, biraz solmuş mutfak perdeleri. Önde, sol köşede, çalışır durumda bir buzdolabı ve hemen yanında küçük bir havagazı fırını; sağ köşede ise bir yığın kırık tahta parçası, yırtılmış pencere teli vs. Bunlar kırılmış bir kapının artıklarıdır. Işıklar yandığında WESLEY, sırtında svetşört, blucin, ayağında kovboy çizmeleri, yerden döküntüleri kaldırıp eski bir bahçıvan arabasına doldurmaktadır. Bu bir süre devam eder. Derken WESLEY'in annesi ELLA ağır ağır soldan girer. Sır­tında eski püskü bir sabahlık, ayaklarında pembe tüylü terlikler, saçları bigudili, ufak tefek bir kadın­dır. Yeni uyanmaktadır. Elindeki çalar saati kurar­ken, uykulu gözlerle oğlunu seyreder. WESLEY dö­küntüleri temizlemeyi sürdürürken ona aldırmaz.
ELLA — (Bir süre sonra) O işi senin yapman gerek­mez.
WESLEY — Yapıyorum işte.
ELLA —    Ne diye sen uğraşacakmışsın ki? Bırak kendi yapsın. Kapıyı kıran o.
WESLEY —  Kendisi burada değil.
ELLA — Daha dönmedi mi?
WESLEY—  Hayır.
ELLA —    İyi ya, bırak, o dönünceye kadar öylece dursun.
WESLEY —   Bu arada, evin içinde yaşayacak olan biziz.
ELLA — Nasıl olsa gelecek. O zaman temizler.
(WESLEY kırık dökükleri toplayıp bahçıvan arabası­na doldurmayı sürdürür. ELLA saati kurduktan sonra fırının üstüne koyar.)
ELLA — (Saate bakarak) Ta sabahın beşine kadar gözüme uyku girmedi.
WESLEY —  Polisleri sen mi çağırdın?
ELLA—  Dün gece?
WESLEY— Evet.
ELLA — Elbette ben çağırdım. Dalga mı geçiyor­sun? Hayatım tehlikedeydi. Beni tehdit ediyor­du.
WESLEY —  Seni tehdit ettiği falan yoktu.
ELLA — Alay mı ediyorsun? Nah, işte, kapıyı kır­madı mı?
WESLEY — İçeri girebilmek için.
ELLA — Eve öyle mi girilir? Eve girmenin bir sürü yolu var. Pencereden tırmanıverseydi.
WESLEY— Sarhoştu.
ELLA —  Bana ne?
WESLEY — Kapıyı kilitleyen de sensin.
ELLA — Tabii kitlerim. Kapıyı kitleyeceğimi söyle­miştim. Dedim ki, bir daha böyle bir şey yapa­cak olursan, kapıyı kitlerim, sen de otelde ya­tarsın.
WESLEY — Yani, şimdi otelde mi?
ELLA — Ne bileyim nerde?
WESLEY —  Packard'a binip gitti herhalde.
ELLA — Baktın mı? Arabalardan hangisi yoksa, onu almıştır.
WESLEY — Ne diye polis çağırdın sanki?
ELLA — Korktum da ondan.
WESLEY—  Seni öldüreceğini mi sandın?
ELLA — Sandım ki... Kendi kendime dedim ki: 'Bu adam kimin nesi bilmiyorum. Kapıyı yıkmaya çalışan biri var, ama kim olduğunu nerden bile­yim? Herhangi bir kimse olabilir.'
WESLEY — Avaz kıyamet birbirinize bağırıyordunuz.
ELLA—  Doğru.
WESLEY — Öyleyse, kim olduğunu pekâlâ biliyor­dun.
ELLA — Emin değildim, diyorum. İşin en kötüsü oydu. Kokusunu kapının bu yanından duyabili­yordum.
WESLEY —  O kadar çok mu içmişti?
ELLA — İçki kokusu değil. Teninin kokusu.
WESLEY — Haaa.
ELLA —  (Birden neşeli} Kahvaltı ister misin?
WESLEY—  İstemem.
ELLA — (Buzdolabına gider) Ben birşeyler yiyece­ğim.
WESLEY — (Ortalığı toparlamayı sürdürür) İnsanın kendi evine aynasızların gelmesi pis bişey. Utanç verici. Sanki başka birileriymişiz gibi.
ELLA — (Buzdolabının içine bakarak) Yumurta yok. Sucukla ekmek var.
WESLEY — Çok kötü oldum. kendimi yapayalnız hissettim. Sanki başımız beladaymış gibi.
ELLA — (Hâlâ buzdolabının başında) Başımız bela­da değil. Onun başı belada, bizim değil.
WESLEY —  Polis çağırman şart mıydı?
ELLA — (Buzdolabının kapısını çarpar, elinde sucuk ve ekmek vardır) Beni az daha öldürecekti diyo­rum!
(Bir an karşılıklı bakışırlar. Önce ELLA kaçırır ba­kışlarını, sucukla ekmeği fırının üstüne koyar. WESLEY, döküntüleri toplamaya yeniden başlar. ELLA, fırının alt gözlerini karıştırıp, tava çıkarırken, sucu­ğu kızartırken, WESLEY konuşmayı sürdürür.)
WESLEY — (Tahta parçalarını bahçe arabasına atarken) Sırtüstü uzanmış yatıyordum. Avokado çiçeklerinin kokusu odaya dolmuştu. Çakalların sesini duyuyordum. Kulağıma, caddede vınla­yan davar kamyonlarının gürültüsü geliyordu. Yatağımda, odamda, bu evde, bu kasabada, bu eyalette, bu ülkede var olduğumu hissediyor­dum. Sanki kanımın, iliğimin bir parçasıymışcasına yakın hissediyordum ülkeyi. Dışardaki in­sanların varlığını da hissediyordum gecenin içinde, karanlıkta. Uyuyan insanları bile duya­biliyordum, hatta uyuyan hayvanları. Köpekler. Tavus kuşları. Boğalar. Nemli toprağın üstüne çökmüş, güneşin doğmasını bekleyen traktörler hatta. Yattığım yerde gözlerimi tavana dikmiş­tim. İncecik tellerle tavandan astığım model uçaklarımın hepsi hafif hafif sallanıyorlardı, biri üflemiş gibi. Salınıyorlardı sanki havada. Onlar­la birlikte örümcek ağları da kımıldanıyordu. Uçakların kanatları toz içinde. Kanatların üs­tündeki çıkartmalar soyulmaya başlamış. P-39
um. Messerschimitim. Japon Zerom. Altlarına serilmişim. Sanki ben okyanustaymışım, onlar da keşif uçuşuna çıkmış, üstümden uçuyorlar. Beni gözlüyorlar, salınıyorlar. Düşmanın resim­lerini çekiyorlar yukardan. Düşman da ben. Çevremdeki boşluğu içimde duyuyordum, koca­man, kapkara bir dünya gibi. Hayvanmışım gibi dinledim çevreyi. Korku içinde. Ses korkusu. Gerilmiştim. Sanki her an bir şey istila edecek beni. Bir yabancı. Tarifi imkânsız bir şey. Der­ken, Packard'ın tepeyi tırmanmaya başladığını işittim. Bir mil öteden anladım bizim Packard olduğunu, sübapların tıngırtısından. Amortisö­rün takırtısı da başka hiçbir şeye benzemez. Derken, babamı direksiyon başında gözümün önüne getirdim. Farkına varmadan vites değiştirişini... Tepenin son bölümünü almak için ikinci vitese geçiyor. Farların yaklaştığını hissediyo­rum. Korunun içinden geçiyor. Işık meyve ağaçlarını bir bir aydınlatıyor, sonra yeniden karan­lığa gömüyor. Kalbim güm güm atmaya başladı, sırf babam eve dönüyor diye. Derken el frenini çektiğini işittim. Işıklar söndü. Kontak anahtarı kapandı. Sonra uzun bir sessizlik. Orada araba­nın içinde oturuyor. Başka hiçbir şey yapmıyor. Yalnızca oturuyor. Onun, orada hiçbir şey yap­madan oturuşunu gözlerimin önüne getirebiliyordum. N'apıyor? Öylece oturuyor. Arabadan inmeden önce bekliyor. Ne bekliyor, neden bek­liyor? Körkütük sarhoş, yerinden kıpırdayamıyor. Körkütük sarhoş, kıpırdamak istemiyor. Uyuyakalıp bütün gece orada yatacak. Yapma­dığı iş değil. Daha önceleri de çiy yağarken uyandığı olmuştur. Buz kesmiş, baş ağrısı tut­muş, dişlerinin arasında fıstık kırıntıları. Der­ken, Packard'ın kapısının açıldığını işitiyorum. Yolun dibinde köpekler havlıyor. Kapı çarpılıyor.
Ayak sesleri. Koltuğunun altına sıkıştırdığı kesekâğıdının çıkardığı ses. Kesekâğıdının içinde Vahşi Gül viskisi. Kapıya yaklaşan ayak sesleri. Ayak seslerinin durması. Kalbimin güm güm at­ması. Kapının açılmama sesi. Kapıyı tekmeleyen ayak. Bir erkek sesi. Babamın sesi. Babam an­neme sesleniyor. Cevap yok. Ayak tekmeliyor. Ayak daha daha sertçe tekmeliyor. Tahta yarılı­yor. Erkek sesi. Gecenin karanlığında. Ayak, ka­pıyı kırarcasına tekmeliyor. Ayağın biri kapıyı delip geçiyor. Şişe düşüp parçalanıyor. Cam kı­rıkları. Yumruk da kapıyı delip geçiyor. Adam küfrediyor. Adam çıldırıyor. Kafa güm güm çar­pılıyor. Adam avaz avaz bağırıyor. Parçalayan bir omuz vuruşu. Paldır küldür yuvarlanan bir insan gövdesi. Bir kadın çığlığı. Annemin çığlığı. Çığlık çığlığa polis çağıran annem. Tahta parça­larını oraya buraya fırlatan bir adam. Kusan bir adam. Annem polis çağırıyor. Babam paldır kül­dür uzaklaşıyor. Doğru arabaya. Araba kapısı çarpılıyor. Kontak anahtarı cırlıyor. Tekerlekler avaz avaz. Birinci vites cartlıyor. Tekerlekler çığ­lıklar atarak yol alıyor tepeden aşağı. Packard yok oluyor. Sesler yok oluyor. Ses yok. Görüntü yok. Uçaklar hâlâ salınıyor. Yürek hâlâ güm güm atıyor. Ses yok. Annem usul usul ağlıyor. Usulcacık ağlama. Derken sessizlik. Derken usul usul ağlıyor. Derken evin içinde dolanıyor. Derken dolanmıyor. Derken usul usul ağlıyor. Derken susuyor. Duruyor. Derken uzaktan ses­ler geliyor. Otoyolun uğultusu....
(WESLEY, el arabasını bir ucundan tutup sağdan çıkmak üzere sürerken, otomobil sesleri çıkarır. ELLA ocağın başında yalnız, sucuğun pişmesini bek­lerken kendi kendine konuşur.)
ELLA — Şimdi, biliyorum, aklına ilk gelen şey... Yoksa bir yerimi mi incittim diye korkacaksın. Gayet normal. Sanki içinde, derinlerde bir yerde bi yara oluşmuş da ondan kanıyorsun sanacak­sın. Bundan daha normal bir tepki olamaz. Ama ben, senin gerçeği bilmeni istiyorum. Gidip bir sürü yalan dolanla kulağını doldurmana ka­tiyen izin verecek değilim. Her bir şeyin doğru­sunu anlatacağım sana. Şimdi, en önemlisi, bu iş başına geldi mi, yüzmek yok. Yasak. Yoksa kan kaybından ölürsün. Suya girdiğin anda, o su kanı bööööyle çeker içinden. Akar da akar. Durdurmanın imkânı yok!
(WESLEY'in kızkardeşi EMMA sağdan girer. Yaşı daha küçüktür ve sırtında yeşilli beyazlı bir 4-H for­ması vardır. Elinde, üstüne krokiler çizilmiş birkaç tabaka karton vardır. EMMA masanın üstüne koy­duğu kartonları bir sıraya sokmaya çalışırken, EL­LA onunla sanki normal bir konuşmayı sürdürürmüş gibi konuşur.)
EMMA — Ya biri davet ederse ne olacak? Thompson'ların yeni yüzme havuzunu görsen bayılır­sın. Sıcak sulu! Her tarafa mavi mavi ışıklar as­mışlar, geceleri yakıyorlar. Şahane! Aynı turistik otellerdeki gibi!
ELLA — (Sucuğu kızartmakla uğraşırken) Suya gir­mek yasak dedim, o kadar! Bu iş şakaya gel­mez. Bütün hayatın değişiyor. Ömür boyu cahil yaşamak istemezsin herhalde.
EMMA — İstemem.
ELLA — İyi. O zaman kulak ver. İkinci en önemli şey, sıhhi bağlar. Her önüne gelen yerden al­mak yok. Hele o içine para atılan makinelerden,
sakın haaa. Paketin üstünde "sıhhi" yazar ama, gerçekten sağlık koşullarına uygun olup olmadı­ğına bin şahit ister. Aslında kimbilir ne pistir. Aylardır o aletin içinde duruyor. O makinelere ne biçim insanlar para atar, bilemezsin. O bo­zuk paralar var ya, dünyanın mikrobunu taşır. Masum görünüşlü gümüş çeyrekler. Bir yüzün­de milli kurtarıcımız Washington'un yiğit profi­li... Gözler ileri, başlar yukarı! Öte yandan, o bağların üstüne saçtığı mikroplar! Evlerden ırak!
EMMA —   (Kartonları sıraya koyarken) Neden bağ diyorlar?
ELLA—  (Bir an durur) Ne?
EMMA — Adını nerden bağ koymuşlar?
ELLA — (Sucuk pişirmeyi sürdürür) Ne bileyim ben? Adını ben koymadım ya. Biri vaktiyle bağ de­miş, öyle kalmış.
EMMA—  Sıhhi bağ...
ELLA—  Öyle.
EMMA — Bi tuhaf, değil mi? İnsanın aklına hasta­ne geliyor.
ELLA — Doğrusu da o. Ama ne yazık ki gerçekte öyle değil. Yani, aslında hastanedeki kadar te­miz olmalı ama, nerdeeee? Oysa, orana soktu­ğun herhangi bir şeyin tertemiz olması gerekir.
EMMA — Nereme soktuğum?  
(ELLA, daha geride duran EMMA'ya döner, bir an durur, konuyu değiştirir.)
ELLA— Elindekiler ne?
EMMA — Uygulamalı konferansım için yaptığım çi­zimler.
ELLA — Ne konferansı?
EMMA — Kızartılacak tavuk nasıl parçalanır.
ELLA —  (Sucuğa döner) Haaa.
EMMA — Gençlik kulübünde. Biliyorsun. Panayır­da uygulamalı konferans vereceğim. Ta ne za­man söyledim ya sana. Benim tavuğun başına bir iş gelmemiştir umarım.
(EMMA buzdolabını açıp içerde tavuk arar.)
ELLA — Unutmuşum gitmiş. Birkaç ay sonrasına hazırlamıyor muydun o konuşmayı?
EMMA — Bu ay olacağını söylemiştim. Panayır, hep bu ay kurulur. Her yıl, bu ay.
ELLA — Unutmuşum.
EMMA — Tavuğum nerde?
ELLA —  (Masumane) Ne tavuğu?
EMMA — Kızartılmak üzere hazırlanmış bir tavuk koymuştum buraya. Kendim kestim, kendim te­mizledim. Her bir şeyi tamamdı.
ELLA — Orada öyle bir şey yok. Sucukla ekmekten başka bir şey yok.
EMMA — Daha dün koymuştum. Anne! Yoksa sen mi aldın?
ELLA — Ne diye alacakmışım?
EMMA — Çorba filan yapmak için.
ELLA — Kızartma tavuğundan çorba mı yapılırmış? Saçmalama.
EMMA — (Buzdolabının kapısını çarparak kapar) Peki, nereye gitti?
ELLA — Evin içinde bağırma! Bağıracaksan git dışarda bağır!
(EMMA sinir içinde sağdan çıkar. ELLA sucuğu ateşten alır. Kısa bir sessizlik. Derken EMMA'nın dı­şardan bağırdığı duyulur. ELLA tavaya iki dilim ek­mek koyup yağda kızartır.)
EMMA'nın SESİ — (Kulisten) O tavuk benimdi, sen­se utanmadan haşladın! BENİM TAVUĞUMU PİŞİRDİN! O TAVUĞU KULUÇKA MAKİNESİNDEN MEZARA KADAR BEN BÜYÜTTÜM. SENSE ALIP HERHANGİ BİR DONMUŞ ET PARÇASIYMIŞ Gİ­Bİ KAYNATTIN! VERDİĞİM ONCA EMEĞİ HİÇE SAYDIN! BEN O TAVUĞU BİR YIL BOYUNCA SABAH-AKŞAM MISIRLA BESLEDİM! SUYUNU TAZELEDİM! SONUNDA BALTAYLA BOYNUNU VURDUM! KARNINI YARIP MİDESİNİ BARSAĞI­NI SÖKTÜM! TÜM TÜYLERİNİ BİR BİR YOL­DUM! BÜTÜN BU İŞLERİ SEN HAYVANCIĞI ALIP PİŞİRESİN DİYE Mİ YAPTIM?!
(WESLEY soldan girer, sahne ortasına yürür.)
WESLEY —  Niye bağırıp duruyor bu?
ELLA —  Biri tavuğunu çalmış.
WESLEY—  Çalmış mı?
ELLA — Sonra da pişirmiş.
WESLEY — Sen pişirdin ya.
ELLA — Ona ait olduğunu nerden bileyim?
WESLEY — Üstüne adını yazmış mı?
ELLA — Tabii ki hayır.
WESLEY — O zaman, bağırıp çağırması anlamsız. (Kulise seslenir) KES SESİNİ! TAVUĞUNA KİM­SENİN DOKUNMASINI İSTEMİYORDUYSAN, ÜS­TÜNE ADINI YAZAYDIN!
EMMA'nın SESİ— (Dışardan) ÇORABIMI YE!
WESLEY — (Masaya yaklaşır) Şu konuşmaya bak! (masanın üstündeki kartonları görür) Bunlar ne böyle?
ELLA — Birşeyler çizmiş. Uygulamalı konferans verecekmiş.
WESLEY — Uygulamalı konferans mı? Ne hakkın­da?
ELLA — Kızartılacak tavuğun nasıl parçalanacağı hakkında.
(ELLA sucukla ekmeği bir tabağa koyar, masaya gelir, sol tarafta oturur.)
WESLEY — Tavuğun nasıl parçalanacağını bilme­yen mi var?
ELLA — İşte, bazı özel kemikleri kırmak gerekiyor­muş. Onu yapmanın da kendine göre usulleri varmış anlaşılan.
WESLEY — (Elinde kartonlar, sahnenin önüne doğ­ru yürür) Nesi önemliymiş bunun?
ELLA — (Yemeğini yerken) Anatomisi önemli. Tavu­ğun anatomisi, yani. Anatomiyi bildin mi, işi kı­vırıyorsun.
WESLEY — (Yüzü seyirciye dönük, kartonları yere koyar) Bi sürü kemik.
EMMA'nın SESİ — (Dışardan) Kimse kimseyi dü­şünmüyor! BEN BUZLUKTA TAVUK BULACAK OLSAM, PİŞİRMEYE KALKMADAN ÖNCE BİRİ­LERİNE SORARDIM!
ELLA — (Yemeyi sürdürerek haykırır) ACINDAN ÖLÜYOR OLSAYDIN SORMAZDIN!
(WESLEY pantolonunun önünü açar, pipisini çıka­rır, yerdeki kartonların üstüne işemeye başlar. Ye­meğe devam eden ELLA farkında değildir.)
EMMA'nın SESİ — (Dışardan) BU EVDE AÇLIKTAN ÖLEN YOK! ŞİMDİ BİLE TIKINIYORSUN!
ELLA — N'apalım yani?
EMMA'nın SESİ — (Dışardan) YANİ, KİMSENİN AÇ­LIKTAN ÖLDÜĞÜ YOK! AÇLAR SINIFINA DAHİL DEĞİLİZ BİZ!
ELLA — Bilir bilmez konuşmasana! Açlar sınıfı di­ye bir sınıf yok!
EMMA'nın SESİ — (Dışardan) TABİİ VAR! AÇLIK­TAN KIVRANAN İNSANLARIN OLUŞTURDUĞU BİR SINIF VAR AMA BİZ ONLARDAN DEĞİLİZ!
ELLA —  KARNIMIZ AÇ YA! YETMEZ Mİ?
EMMA'nın SESİ — (Dışardan) SEN ŞIMARIK PİÇİN BİRİSİN!
ELLA — (WESLEY"e döner) Duyuyor musun ne di­yor bana? (Oğlanın ne yaptığını farkeder, EMMA'ya seslenir) EMMMAAA!
EMMA'nın SESİ —   (Dışardan) NE VAR?
ELLA — AĞBİN SENİN KARTONLARIN ÜSTÜNE İŞİYOR! (Yemeğe devam eder.)
(EMMA hızla sağdan girer, WESLEY'in işini bitirip pantotonunun fermuarını çekmesini izler. İki kardeş bakışırlarken ELLA yemeğe devam eder.)
EMMA — Ne biçim aile bu?
ELLA — (Onlara bakmadan) Engel olmaya çalıştım ama dinlemedi.
EMMA — (WESLEY'e) O çizimler için ne kadar uğ­raştım, biliyor musun? Dünya kadar araştırma
yaptım. Kütüphaneye gittim, kitaplar aldım. Sa­atlerce vakit harcadım.
WESLEY —  Böyle aptalca şeylere vakit harcanmaz.
EMMA —  Bu evi terkediyorum! (Sağdan çıkar.)
ELLA — (Masadan kalkmadan arkasından seslenir) DAHA YAŞIN ÇOK KÜÇÜK! (WESLEY'e döner) Evi terk filan edemez, daha çok ufak. Saçmalık. Aslında haksız değil ama, yaşı çok küçük. Daha yeni aybaşı oldu. İlk kez.
WESLEY —  (Buzdolabına gider) Harika.
ELLA — Sen bu işleri bilmezsin. Çok zordur. Kızın durumunu daha da güçleştirmesen olmaz mı?
WESLEY — (Dolabın içine bakarken) Öyle bişey yaptığım yok. Önünde yeni ufuklar açıyorum. Şimdi başka bir şey yapmak zorunda kalacak, böylece belki hayatının yönü tümüyle değişecek. İlerde, geriye baktığında, kartonlarının üstüne ağbisinin işediği günü hayatının dönüm noktası olarak hatırlayacak!
ELLA — Anlamadım.
WESLEY — Baksana, evi terk etmeye karar verdi bile. Olumlu bir adım.
ELLA — (Birden ayağa kalkar) Daha çok küçük. Sen de o buzdolabından çık!
(Buzdolabına gider, kapısını çarparak kapar. WESLEY masaya gider, sağ tarafında oturur.)
ELLA —  Burnun her dakka bu dolabın içinde!
WESLEY —  Karnım acıktı.
ELLA — Senin karnın hep aç. Nasıl oluyor anlamı­yorum. Yoksul değiliz. Zengin değiliz ama yok­sul da değiliz.
WESLEY — Neyiz öyleyse?
ELLA — (Masaya gelir, WESLEY'in karşısına oturur) İkisi arası bir yerdeyiz. (Yeniden yemeğe başlar. Kısa sessizlik. WESLEY annesini seyreder) Ama zengin olacağız.
WESLEY— Nasıl yani?
ELLA — Yakında bol paramız olacak.
WESLEY — Ne diyorsun sen?
ELLA — Neyse, hiç karıştırma. Ama bekle görecek­sin. Çoook şaşıracaksın.
WESLEY —  Babam işten atıldı.
ELLA — Orası öyle. Bunun babanla ilgisi yok.
WESLEY —  Eeeee, sen mi iş buldun?
ELLA — Fazla karıştırma dedim ya. Vakti gelince her şeyi anlatırım. Ondan sonra da buradan çe­kip gideceğiz. Hiç dönmemecesine.
WESLEY — Nereye gideceğiz?
ELLA — Belki de Avrupa'ya. Avrupa'yı görmek iste­mez misin?
WESLEY— İstemem.
ELLA— Neden?
WESLEY —  Ne var Avrupa'da?
ELLA — Her şey var Avrupa'da. Sanatın âlâsı. Yağ­lıboya tablolar. Şatolar. Binalar. Şahane lokan­talar.
WESLEY — Hepsi burada da var.
ELLA — Büyükbaban gibi hassas biri olmanı ne kadar çok isterdim. Hep ona benzediğine inan­dım. Ama aslında benzemiyorsun ne yazık ki.
WESLEY—  Biliyorum.
ELLA — Neden benzemiyorsun? Sen de aynı onun gibi sünnetlisin. İkinizinki hemen hemen aynı.
WESLEY —  Büyükbabam öldü.
ELLA — Baktığımda sağdı tabii ki. Saçmalamasana.
WESLEY — N'aptın? Gizlice odasına falan mı gir­din?
ELLA —  Evimiz çok küçüktü.
EMMA'nın SESİ — (Dışardan) BİNİCİ PANTOLO­NUM NERDE?
ELLA —  (WESLEY'e) Ne diye bağırıyor gene?
WESLEY —  Binici pantolonunu soruyor.
ELLA —  (EMMA'ya seslenir) N'apıcaksın şimdi pan­tolonunu?
EMMA'nın SESİ —   (Dışardan) ATLA GİDİYORUM!
ELLA — SAÇMALIĞIN LÜZUMU YOK! O ATLA NE­REYE KADAR GİDEBİLİRSİN? NE SANDIN? PEK UZAĞA GİDEMEZSİN!
EMMA'nın SESİ — (Dışardan) İSTEDİĞİM YERE Gİ­DERİM!
ELLA —   ATLA GİDEMEZSİN!  (WESLEY'e) Koş, atı ahıra kilitle.
WESLEY—  Bırak gitsin.
ELLA — At üstünde olmaz. Deli misin sen? Otoyola çıktı mı ezilir.
WESLEY —  Otoyola çıkmaz nasıl olsa.
ELLA — O at kendi gölgesinden ürker. (EMMA'ya) EMMA, O ATA BİNMEYECEKSİN DİYORUM! (ce­vap alamaz) EMMA, DİYORUM! (WESLEY'e dö­ner) Koş bak bakalım, ahırların oraya mı gitmiş. O atla yola çıkması çok tehlikeli.
WESLEY—  Biniciliği iyidir.
ELLA—  Olsun!
WESLEY —  Git kendin bak, o zaman.
(Bir sessizlik. Kadın oğluna bakar.)
ELLA — Neyse, belki de başına bir şey gelmez.
WESLEY — Tabii gelmez. Bütün gece dağlarda atla dolaştığı olmuştur.
ELLA — Amma da sinirli bu kız.
WESLEY —  Şımarttınız da ondan.
ELLA — Hiç de değil. Hiçbir zaman kayırmadım onu. Asla fazladan bir şey vermedim. Her şeyin asgarisini verdim. O kadar.
WESLEY —  Babam şımartıyor.
ELLA — Ortalıkta göründüğü yok ki. Nerden şı­martacak?
WESLEY — Evde olduğunda şımartıyor.
ELLA — O at çok azgındır. Gidip bir baksan n'olur?
WESLEY —  Merak etme idare eder.
ELLA — O atı nallarlarken gördüm ben. Salağın te­ki. Her seferinde yere yatırmak zorunda kalıyor­lar.
WESLEY — Bırak şimdi. Para nerden geliyor, onu söyle.
ELLA — Ne parası?
WESLEY —  Bizi zengin edecek olan para.
ELLA — Evi satıyorum.
(Uzun sessizlik. WESLEY şaşkın şaşkın annesine bakar. ELLA ona sırtını döner.)
ELLA — Evi de satıyorum, araziyi de, koruyu da, traktörü de, hayvanları da. Her şeyi. Hepsi gide­cek.
WESLEY —  Senin değil ki.
ELLA — Onun olduğu kadar benim de.
WESLEY —  Kendisine söylemeyecek misin?

ELLA —   Hayır! Söylemeyeceğim. Sana da söylemeseydim keşke. Ağzından kaçırayım deme.
WESLEY —  Ama evi nasıl satarsın? Kanuna aykırı bir kere.
ELLA —    Tapuyu onun kadar ben de imzaladım. İkimiz de bastık imzayı.
WESLEY—  Öyleyse satış belgesinde de iki imza ge­rek. Yarı yarıya.
ELLA —  Avukata danıştım bile. Kanuna aykırı hiç­bir yanı yok.
WESLEY —  İpotekler ne olacak, peki? Daha taksit­ler bitmeden yeniden borca girdiniz.
ELLA —   Beni sorguya çekmeye kalkma. Bütün her şey ayarlandı, bitti.
WESLEY —  Kiminle ayarlandı?
ELLA —  Bir ahbabım var. Avukat.
WESLEY — Avukat ahbap mı?
ELLA —   Aynen. Çok başarılı biri. Her şeyi benim adıma o hallediyor.
WESLEY — Avukat mı tuttun?
ELLA —   Dedim ya, kendisi ahbabım oluyor. Dost­luk uğruna yapıyor her şeyi.
WESLEY — Yani, adama para vermiyor musun?
ELLA — Yüzdesini alacak. Çok küçük bir yüzde.
WESLEY —    Parayı ikiniz bölüşeceksiniz, kimseye de bir şey söylemeyeceksiniz, öyle mi?
ELLA —   Sana söyledim ya. Yetmez mi? Sen de be­nimle gelebilirsin.
WESLEY —  Ben bu evde oturuyorum.
ELLA — Amma da oturulacak ev! Kapısı bile yok artık. Yağmurdu, rüzgârdı, hepsi içeri girecek.
WESLEY — Bu evden eline geçecek parayla San Diego'ya bile gidemezsin. Her yanını tahtakurdu kemirmiş bir kere.
ELLA — Ama toprak değerli. Bu günlerde herkesin gözü arsa almakta.
WESLEY — Arsa mı?
ELLA — Geliştirilmeye çok uygun bir arazi burası. Bu günlerde toprak fiyatları ne kadar yüksek haberin var mı? En ufak bir fikrin var mı?
WESLEY— Yok.
ELLA — Çok, çok yüksek. Torbayla para veriyorlar. Senin benim gibi bir sürü insan, sırf bunun gibi bir yere sahip olabilmek için binlerce dolar ödü­yor. Bankalar sağa sola kredi açıyor. Aileler için, küçük küçük konut kredileri. Millet inşaa­ta vermiş kendini. Herkes bir karış toprağı ol­sun istiyor. Tek emin yatırım bu. Öyle otomobil­di, çamaşır makinesiydi gibi değer kaybetmesi söz konusu değil. Toprak değerleri on yılda iki kat artacak. Hatta daha bile çabuk. Her gün ar­tıyor.
WESLEY —  Delisin sen.
ELLA — Nedenmiş? Keriz olmadığım için mi? Bura­nın işlerini kim üstleniyor?
WESLEY—  Ben!
ELLA — Ha ha! Dalga mı geçiyorsun? Nedir yaptı­ğın? Bir iki koyunun yemini veriyorsun. Kırk yılda bir ağaçları buduyorsun. Bir de sulama. Başka?
WESLEY —  Her türlü bakımı yapıyorum.
ELLA — Kaba bakımdan söz etmiyorum ben. Düzeltmekten, onarmaktan, bir şeye benzetmekten söz ediyorum. Burada yaşayan birileri varmış gibi davranmaktan.. Nerdeee?
WESLEY—  Burada yaşayan var!
ELLA — Kim? Baban mı?
WESLEY —  Bir sürü iş görüyor. Sulama yapıyor.
ELLA — Ayakta durabildiği zamanlar. O da çok sık olmuyor, değil mi? Eve geliyor, sızıp üç gün yer­de yatıyor, sonra da bir hafta koydunsa bul. Ça­lışmak dediğin bu mu? Bu koca yerin yükünü tek başıma taşıyamam.
WESLEY — Taşı diyen mi var?
ELLA — Yok! Hiçbir şey diyen yok! Ben de satıyo­rum, işte o kadar! (Uzunca bir süre sessiz otu­rurlar. Derken WESLEY yerinden fırlar.)
ELLA — Nereye?
WESLEY —  Koyunları doyurmaya.
(Soldan çıkar. ELLA ardından seslenir.)
ELLA — Gitmişken Emma'ya da bir bak, olur mu Wesley? Tek başına oralarda dolanmasın. O at çok azgın.
WESLEY'in SESİ — (Dışardan) BABAM ÖĞRENDİ­ĞİNDE SENİ ÖLDÜRECEK!
ELLA — (Ayağa kalkıp kulise bağırır) HİÇBİR ŞEY ÖĞRENMEYECEK! (susar, cevap bekler, ses gel­meyince bağırır) KENDİNDEN BAŞKASINI ÖL­DÜRECEĞİ DE YOK!
(Bir sessizlik daha, oğlandan cevap bekler. Ses gel­mez. Masaya döner, tabağa bakar. Tabağı alıp oca-
ğa doğru ilerler. Tabağı ocağın üstüne koyar, bir sü­re ocağa bakar. Buzdolabına döner, buzdolabına bakar. Buzdolabına yaklaşır, kapısını açar, içine bakar.)
ELLA —  Bomboş.
(Buzdolabını kapar, gözlerini dolaptan ayırma­dan kendi kendine konuşur.)
ELLA — Beni öldüremez. İstersem satarım. Hak­kım. Tamamen hakkım. Yapabileceği hiçbir şey yok.
(Hâlâ buzdolabına bakmaktadır, derken kapısını yeniden açıp içine bakar. EMMA sağdan girer, bir elinde ipten bir yular vardır. Beyaz forması çamur içindedir. Buzdolabının içini seyreden ELLA'ya ba­kar bir süre.)
EMMA —  Orospu çocuğu az daha öldürecekti beni.
(ELLA dolabı kapayıp EMMA'ya döner.)
ELLA — Ne oldu?
EMMA — Ağılın bir ucundan öteki ucuna sürükle­di.
ELLA — O salak atla uğraşma demedim mi ben sa­na? Manyaktır o.
EMMA — Peki, buradan nasıl kurtulacağım?
ELLA —    Buradan kurtulamayacaksın. Daha çok küçüksün. Şimdi git, üstünü değiştir.
EMMA — Çocuk yapacak kadar büyüdüm ama, ya­lan mı?
ELLA — O da ne demek?
EMMA —    Altımın kanamasının sebebi o demek. Çocuk yapmak için.
ELLA —   Aptal aptal konuşma. Git, formanı değiş­tir.
EMMA — Bundan başka formam yok.
ELLA — O zaman başka bir şey giy.
EMMA — Ölünceye dek burada kalamam ya.
ELLA — Kimse ölene dek burada kalacak değil. He­pimiz gidiyoruz.
EMMA —  Öyle mi?
ELLA — Öyle. Avrupa'ya gidiyoruz.
EMMA—  Kim?
ELLA—  Hepimiz.
EMMA — Babam da geliyor mu?
ELLA — Yok. O herhalde gelmiyor.
EMMA —   Neden? O da görmek istemez mi Avru­pa'yı?
ELLA—  Bilmem.
EMMA — Yani, bi tek sen, ben, Wes, üçümüz gide­ceğiz, öyle mi? Ööööğ, felâket!
ELLA —   Nedenmiş? Nesi felâket? Tatil gibi bir şey olur.
EMMA — Burdan farklı olmaz ki.
ELLA —   Tabii olur. Bi kere orası Avrupa. Yepyeni bir yer.
EMMA — Gene de biz aynı insanlar olacağız.
ELLA —   Nen var senin? Neden böyle şeyler söylü­yorsun?
EMMA— Yalan mı?
ELLA —   Her şey düzelsin, iyi olsun diye elimden geleni yapıyorum. Birşeyleri değiştirmeye çabalı-
yorum. Hayatımıza biraz serüven katmaya çalı­şıyorum. Sense hepsini tuz buz ediyorsun.
EMMA — Zaten Avrupa'ya gidecek paramız yok.
ELLA — Git, üstünü değiştir.
EMMA — Gitmiyorum işte! (Masaya gider, sağ tara­fında oturur.)
ELLA — Baban burda olsaydı hemen dediğini ya­pardın.
EMMA — Babam burada değil.
ELLA — Birazcık laf dinlesen olmaz mı?
EMMA — Olmaz, çünkü söz dinlemek ölmek de­mek. Ölmeye başlamak demek.
ELLA —  Daha böyle konuşacak yaşa gelmedin.
EMMA — Yerde, çamurların içinde sürükleniyor­dum.
ELLA — Kendi kabahatin. Gitme diye o kadar söy­ledim.
EMMA — Birden her şey değişti. Artık aynı insan değildim. Koskoca bir hayvana bağlı, onun pe­şinden sürüklenen bir et yığınından başka bir şey değildim.
ELLA — Bu da sana bir ders olsun.
EMMA — Kafamda bütün yolculuğu tasarlamıştım. Doğru Baja'ya gidecektim.
ELLA — Meksika'ya mı?
EMMA — Balıkçı teknelerinde çalışacaktım. Derin denizlerde balık avlamak için tekne tutan iş­adamlarının koca koca kılıç balıklarını, barakudaları yakalamalarına yardım edecektim. Kıyı boyunca çalışarak ilerleyecektim. Bütün kıyı köylerine uğrayacaktım. İspanyolca konuşacak­tım. Sonra araba tamirciliği de öğrenecektim. Bozulan arazi vitesli araçları onaracaktım. Vites
kutularını. Her birşeyi tamir etmesini öğrenebi­lirdim. Sonra aşçılık da öğrenirdim. Bir yandan da roman yazardım. Mutfakta. Mutfak romanla­rı. Derken kitap yayınlanınca, Meksika'nın orta­sındaki vahşi ormanlarda kaybolacaktım. Aynı o adam gibi.
ELLA — Hangi adam?
EMMA — Sierra Madre'nin Definesi'ni yazan adam.
ELLA — Sen o filmi nerde gördün?
EMMA — Adamın adı yok, adının baş harfleri var yalnızca. Sonra kendi de yok olmuş. Kimse telif haklarının nereye gönderileceğini bilememiş. Kaçmış, kurtulmuş.
ELLA — Ne biçim konuşuyorsun? Sen o tür işler yapmak üzere yetiştirilmedin ki. Sana göre değil öyle şeyler.. Oturup güzel güzel nakış işlemek dururken ne diye tamirci olacakmışsın?
EMMA — Arabanın her türlüsü hoşuma gidiyor. Seyahat etmek istiyorum. Sonra, bi düşün, yol­da kalan insanlara yardım edebilecek tek kişi olmak ne güzel. Sanki büyücülük gibi bir şey. Kaputu açtığın gibi büyülü gücünü gösteriyor­sun.
ELLA — Ne diye hayal kuruyorsun?
EMMA — Şimdi hayal kurmuyorum. Demin kuru­yordum. En son, yuları taktığım ana kadar. Ama at birden fırlayınca...hayal mayal kalmadı. Kendimi çamurların içinde sürünürken gördüm,
ELLA — Git üstünü değiştir.
EMMA — Hep bu lafı tekrarlayıp durma. Sanki tek­rarladıkça sorumluluktan kurtulacaksın.
ELLA — Artık dediklerini doğru dürüst kavrayamı­yorum bile.
EMMA—  İyi.
ELLA— Nesi iyi?
EMMA — Kavrayabilseydin, o zaman beni anlamış olurdun.
(Sessizlik. ELLA döner, buzdolabının kapağını yeni­den açıp içine bakar.)
EMMA — Aç mısın?
ELLA— Yoo.
EMMA — Sırf alışkanlık, demek?
ELLA— Ne?
EMMA— Açmak... Kapamak...
(ELLA buzdolabını kapayıp EMMA'ya döner)
ELLA —    Hey allahım! Seninle nasıl başedeceğim, Emma?
EMMA —  Bırak gideyim.
ELLA —  (Bir süre susar) Daha çok küçüksün.
(ELLA soldan çıkar. EMMA masada otururken çev­resine bakınır, sonra ağır ağır kalkar, buzdolabına gider. Bir an önünde durur, sonra ağır hareketlerle kapısını açıp içine bakar. Buzdolabının içiyle konu­şur.)
EMMA — Merhabaaa! Kim var orada? Kimse yok mu? Meteliksiz değiliz, haberiniz olsun. Saklan­manıza gerek yok. Para geldiği gibi gidiyor, ama meteliksiz değiliz. Açlar sınıfına dahil değiliz.
(Avukat TAYLOR sağdan girer, buzdolabıyla konu­şan EMMA'yı seyreder. Orta yaşlı, şık giyimli bir
adamdır. Elinde evrak çantası vardır. Öylece durup kıza bakar.)
EMMA — (Buzdolabının içine doğru konuşur) Orada mısır ekmeği var mı? Huuuu huuuu! Sebze fa­lan bulunur mu? Şalgaaam? Başka kök sebze? Yok mu? Hiçbi şey yok mu? Neyse, üzülme. Utanılacak bişey değil. Daha kötüsünü de gör­müşüm ben. Okula beslenmemi gazete kâğıdına sarıp götürmüşlüğüm bile var. En kötüsü o. Hiç beslenme götürmemekten daha beter. Onun için üzülme. Yakında birtakım arkadaşlar gelir sana da. Kıyına köşene küçücük yumurtalar yerleşir. O kapaklarının altına sarı sarı margarinler otu­rur, buzluğuna ise donmuş bir tavuk — (bir an durur) Benim tavuğu gördün mü, onu söyle! Anasını sittiğimin orospu çocuğu!
(Dolabın kapağını çarparak kapatır, döner, TAYLOR'un orada dikildiğini görür. Bakışırlar. TAYLOR gülümser.)
TAYLOR — Anneniz evde mi?
EMMA—  Bilmem.
TAYLOR — Dışarda arabasını gördüm de, herhalde evdedir dedim.
EMMA — O annemin arabası değil.
TAYLOR —  Ben, onun sanıyordum.
EMMA — Araba, babamın.
TAYLOR— Ama anneniz kullanıyor.
EMMA — Ama satın alan babam.
TAYLOR — Yaa, demek öyle?
EMMA — Kaiser-Fraser marka.
TAYLOR— Yaaa?
EMMA —   Babam matrak arabaları sever. Bir tane de Packard'ı var.
TAYLOR— Yaa?
EMMA —  Babam diyor ki, bir tek onlar çelikten yapılmaymış.
TAYLOR— Yaaa?
EMMA —    Arabayı param parça etti,  sonra yeni baştan topladı, ama kimse anlamıyor.
TAYLOR — Packard'ı mı?
EMMA — Hayır, ötekini.
TAYLOR — Demek öyle?
EMMA — Peki, siz kimsiniz?
TAYLOR — Adım Taylor. Annenizin avukatıyım.
EMMA —  Başı dertte falan mı yoksa?
TAYLOR — Yoo. Hayır, kesinlikle öyle bir şey yok.
EMMA —  O zaman burada ne işiniz var?
TAYLOR — Annenle.... bir konuyu görüşecektik de.
EMMA — Amma ürkünç bi tipsin.
TAYLOR—  Sahi mi?
EMMA —    Evet, sahi. Tüylerimi ürperttin birden. Öcü görmüş gibi oldum.
TAYLOR — Annenizle görüşmeye gelmiştim.
EMMA —    Olabilir. Ama şu anda benimle görüş­mektesiniz.
TAYLOR —   Doğru. (Sessizlik. Rahatsız bir havayla etrafına bakar) Biri kapınızı kırmış galiba.
EMMA— Babam.
TAYLOR — Kazayla mı oldu?
EMMA —  Hayır, bile bile kırdı. Kafası bozuktu.
TAYLOR — Demek öyle? Kendisi çok asabi herhal­de.
EMMA — Ne istiyorsun sen?
TAYLOR—  Dedim ya...
EMMA — Dediğini duydum. Neden annemle konuş­mak istiyorsun?
TAYLOR —  Bir iş konusu görüşeceğiz.
EMMA — Annem iş kadını değil ki. İşten mişten hiç anlamaz.
TAYLOR—  Neden?
EMMA — Kerizin tekidir de ondan. Her lafa inanır.
TAYLOR — Bana son derece aklı başında biriymiş gibi geldi.
EMMA — Onu ne için kullandığına bağlı tabii.
(TAYLOR kıza bakar. Sessizlik.)
TAYLOR — Terbiyesizliğin lüzumu yok.
EMMA —  Kaybedecek bir şeyim de yok.
TAYLOR —  Sahiden kızısınız, değil mi?
EMMA — Sen ne iş yaparsın, ahbap?
TAYLOR —  Oturmamda bir sakınca var mı?
EMMA — Benim için hava hoş. Ama babamın ho­şuna gitmeyebilir.
TAYLOR —  Evde mi?
EMMA—  Her an gelebilir.
TAYLOR — (Oturmak üzere masaya doğru yürür­ken) Neyse, ben annenizi bekleyeceğim.
EMMA — İnanılmaz korkunç sinirlidir. Annemle birlikte yakaladığı bi herifi az daha öldürüyor­du.
TAYLOR — (Sağ taraftaki sandalyeye oturarak) Yanlış anlama var galiba. Ben, iş için bulunuyo­rum burada.
EMMA — Çok çabuk patlar. Bütün aile öyledir. Ba­bası da aynı onun gibiymiş, ondan önce büyük babası da... Wesley de aynı babam gibidir. Sıvı dinamit yani.
TAYLOR — (Evrak çantasını masanın üstüne ko­yar.) Sıvı dinamit mi?
EMMA — Aynen. Bir de adı vardı ama....neydi?
TAYLOR— Bilemeyeceğim.
EMMA — Kimyasal bi madde. İçki içmesinin sebebi de aynı. Kanında bir şey var. Irsiymiş. Son dere­ce patlayıcı.
TAYLOR — Tehlikeli, desene.
EMMA —  Hem de nasıl!
TAYLOR — Böylesi bir çevrede yaşamaktan kork­muyor musun?
EMMA — Yoo. Kanında o maddeyi taşıyanların içinde olur korku, taşımayanlarda olmaz. Bende yok.
TAYLOR— Ya?
EMMA — Nitrogliserin....tamam adı bu işte. Nitro­gliserin.
TAYLOR—  Nasıl yani?
EMMA — Kanında var. Nitrogliserin.
TAYLOR — Acaba annenizi çağırmanız mümkün mü?
EMMA —   (Gözlerini adamdan ayırmadan haykırır)
AAAAAAANNNNNNNNNEEEEE!
TAYLOR —  (Bir an sustuktan sonra) Teşekkürler.
EMMA — Annemden ne istiyorsun?
TAYLOR — (Sinirlenmeye başlayarak) Daha önce söyledim.
EMMA —  Onun da altı kanıyor mu?
TAYLOR—  Ne?
EMMA — Anlarsın ya... Ondan da kan geliyor mu?
TAYLOR — Bu konuşmayı sürdürmek istediğimi sanmıyorum.
EMMA —  İyi ya, pekâlâ.
(EMMA masaya gelip TAYLOR'un karşısına oturur, gözlerini adamdan ayırmaz. Bir süre sessiz oturur­lar. TAYLOR rahatsızlık içinde kıvranır. Evrak çan­tasının üstünde parmaklarıyla tempo tutar. EMMA sinir bozucu bir şekilde ona bakmayı sürdürür.)
TAYLOR — Bu ev harika. (Kız baktıkça bir an su­sar) Yani, yeri çok iyi demek istiyorum. Potansi­yeli olan bir arazi. (duraksar) Tabii, ucuz konut ihtiyacının karşılanması amacıyla tarımın gittik­çe geri plana itildiğini görmek çok acı, ama n'aparsınız? Çağın gereklerinden biri bu. Geze­genimiz üstündeki insanların sayısı çok arttı. Bütün mesele burada. Basit matematik hesabı. İnsanlar çoğaldıkça barınak gereksinmesi artı­yor. Barınaksa toprak istiyor. Basbayağı bir denklem işte. Konut sağlamamız gerek insanla­ra. Yeni insanlara. Ne mutlu bize ki bunu sağla­manın mümkün olduğu bir ülkede yaşamak şansına sahibiz. Bazı ülkelerde, örnekse Hindis­tan'da, böyle bir şey imkânsız. İnsanlar muz yaprakları altında barınıyorlar.
(WESLEY, elinde açılır kapanır parmaklıklı bir ka­fes taşıyarak girer. Sahnenin ortasına bu kafesi ku-
rar. Küçük diktörtgen biçiminde, bebeklerin oyun parkına benzeyen bir şeydir bu. Döner. TAYLOR'a bakar, sonra EMMA'ya döner.)
WESLEY —  (EMMA'ya) Bu kim?
EMMA — Avukatmış.
(TAYLOR geniş geniş sırıtarak ayağa kalkar, elini WESLEY'e uzatır. WESLEY eli sıkmaksızın adama bakar.)
TAYLOR —  Ben Taylor. Siz oğlu olmalısınız.
WESLEY— İyi bildin. Ben oğluyum.
(WESLEY sağdan çıkar. TAYLOR oturur, rahatsız bir yüzle EMMA'ya gülümsemeye çalışır. EMMA gözleri­ni ondan ayırmaz.)
TAYLOR —  Garip bir duygu.
EMMA—  Ne?
TAYLOR — Düşman topraklarındaymışım gibi his­sediyorum kendimi.
EMMA—  Doğru.
TAYLOR — Savaştan beri böyle bir duyguya kapıl­mamıştım.
EMMA — Ne savaşı?
(TAYLOR ona bakakalır. WESLEY sağdan girer, ku­cağında küçük, canlı bir kuzu vardır. Kuzuyu par­maklığın içine bırakır, hayvanın hareketlerini izle­meye koyulur.)
EMMA —  (WESLEY'e) Nesi var onun?
WESLEY —  (Kuzuya bakarak) Sürfe.
EMMA — Ne diye içeri getirdin öyleyse? Buraya mikrop saçacak.
WESLEY — (Kuzuyu seyreder) Annemden kapmış­sın.
EMMA— Neyi annemden kapmışım?
WESLEY — Mikrop! Mikrop fikrini yani. Gözle gö­rünmeyen ama havada esrarengiz bir şekilde uçuşan mikroplar! Her şey, kötü bir şey taşıyor olabilir.
TAYLOR — (WESLEY'e) Ama, yani bence de...eğer hayvanı sürfe sarmışsa, mutfakta bulunma­sı...yani yiyeceklerin yakınında...doğru olmaz.
WESLEY —  Bizde yiyecek bişey yok ki.
TAYLOR — Yaa? Ama gene de...yiyeceğiniz oldu­ğunda, burada pişiriyorsunuz herhalde?
EMMA — Bu da bişey mi? Ağbim mutfakta yerlere işer.
TAYLOR — Yabancılarla hep böyle mi konuşursu­nuz?
EMMA — Bak, işte o yerde gördüğün ne, biliyor musun? Benim kartonlarımın üstünde... Sidik!
WESLEY —  (TAYLOR'a) Sen burada ne arıyorsun?
TAYLOR — Kapıdan girdiğimden beri sorguya çeki­liyorum, ne bu? Annenizle buluşmaya geldim.
WESLEY —  Evi satmaya kalkan sen misin?
TAYLOR — Birtakım görüşmeler yapıyoruz, evet.
EMMA — (Ayağa fırlar) Ne? Hangi evi satmaya kal­kıyor? Bu evi mi?
TAYLOR —  (EMMA'ya) Söylemedi mi?
WESLEY—  Bana söyledi.
EMMA — Nerde oturacağız, peki?
WESLEY —  Sen zaten evi terk ediyorsun. Sana ne?
EMMA —  (Kulise seslenir) AAAANNNNNNEEEEE!
TAYLOR — (WESLEY'e) Kızcağızı sarsmak isteme­miştim.
WESLEY —  Babamla görüşmeyecek misin?
TAYLOR — Bu aşamada gerek yok.
WESLEY —  Dünyada satmaz, haberin olsun.
TAYLOR — Bakarsın satmak zorunda kalır. Anne­nizin dediğine göre pek çok borcu varmış.
EMMA — Kime? Kime borcu varmış?
TAYLOR — Herkese. Gırtlağına kadar borç içinde.
EMMA — Hiç de değil! Bi kuruş borcu yok! Her şe­yin parası ödendi.
WESLEY —  Kes sesini Emma. Git üstünü değiştir.
EMMA — Sen kes sesini! Bu herif adinin teki. Varı­mızı yoğumuzu elimizden alıp satacak. Köküne kadar üçkâğıtçı.
WESLEY—  Biliyorum, ama sesini kes. Tamam mı?
EMMA —  (TAYLOR'a) Babamın kimseye borcu yok!
TAYLOR — (WESLEY'e) Gerçekten çok üzüldüm. Anneniz söylemiştir sandım.
(ELLA soldan girer. Giyinmiş, çantasını, beyaz eldi­venlerini almıştır. TAYLOR onu görünce ayağa kal­kar.)
ELLA — Ne bağrışıyorsunuz öyle? Aaaaa, Bay Tay­lor. Sizi yarım saat sonra bekliyordum.
TAYLOR — Biliyorum. Ama arabayı dışarda görün­ce, daha erken geleyim dedim.
ELLA — Aman ne iyi ettiniz. Herkesle tanıştınız mı?
TAYLOR— Tanıştık.
ELLA — (Kuzuyu fark eder) Bu hayvanın burada ne işi var, Wesley?
WESLEY —  Sürfe sarmış.
ELLA —  Çıkar onu mutfaktan.
WESLEY — Ama evin en sıcak yeri burası.
ELLA — Dışarı çıkar, dedim!
EMMA — Anne, sen evi mi satıyorsun?
ELLA —  Kim söyledi buna?
TAYLOR —  Korkarım, ben ağzımdan kaçırdım.
ELLA — Şimdi bu konuyu tartışacak değilim, Em­ma. Git üstünü değiştir.
EMMA — (Soğuk) Evi satacak olursan bir daha yü­züne bakmam!
(EMMA soldan çıkar. TAYLOR bozuk bozuk gülüm­ser.)
TAYLOR — Kusura bakmayın, n'olur. Haberi var sanıyordum.
ELLA — Önemli değil. Kendisi burdan gidiyor nasıl olsa. Şimdi, bana bak, Wes, biz Bay Taylor ile öğlen yemeğine çıkıyoruz. İş görüşmesi yapaca­ğız. Döndüğümde o hayvanı mutfakta görmiyeyim.
TAYLOR — (WESLEY'e döner, elini uzatır) Tanıştığı­mıza çok memnun oldum.
(WESLEY elini uzatmaksızın ona bakar.)
ELLA — (TAYLOR'a) Tabiat itibariyle aksidir. Baba­sına çekmiş.
TAYLOR — Anlıyorum. (WESLEY'e) Sen de de nitro­gliserin var, ha? (Kendi kendine güler.)
(ELLA ile TAYLOR çıkmak üzere sağa yürürler. ELLA, WESLEY'e döner.)
ELLA — Emma'ya göz kulak ol, Wes. Daha yeni il­leti geldi. Kızlar için çok zordur ilk seferinde, bi­liyorsunuz.
(TAYLOR ile ELLA çıkarlar. WESLEY bir süre öylece durur. Döner, kuzuya bakar.)
WESLEY — (Kuzuya bakarak) "Amerikan kuzusu yiyin. Yirmi milyon çakalın bir bildiği olmalı!"
(Buzdolabının yanına gider, kapısını açıp içine ba­kar.)
WESLEY — Talihine küs. Noel Baba henüz gelme­miş.
(Dolabın kapısını çarparak kapar,  kuzuya döner, uzunca bakar.)
WESLEY — (Kuzuya) Sense talihlisin, çünkü açlık­tan gebermek üzere değilim. Evet, talihlisin, çünkü biz uygar bir aileyiz. Ya Kore'de olsay­dın? Mukavva duvarlardan içeri oluk oluk yağ­mur suyu akan bir yerde... Sense çamurlar için­de bir direğe bağlısın, iliklerine kadar ıslanmış­sın, sıskan çıkmış, açsın... Ama hiç farketmez, çünkü her zaman senden daha aç biri bulunur. Birisi açtır. O açlıkla eline bir bıçak alıp dışarı çıkar. Seni boğazlar, gırtlağını keser, çiğ çiğ yer. Onun açlığı seni yer. Oysa sen de açsındır. (Dışarda çöp bidonlarının devrildiğini belli eden bü­yük gürültü. WESLEY'in babası WESTON'un sağ­dan bağırdığı duyulur.)
WESTON'un SESİ — (Dışardan) ALLAHIN BELASI ÇÖP BİDONLARINI ALLAHIN BELASI KAPININ ÖNÜNE KİM KOYDU?
(WESLEY bir an dinler, koşarak soldan çıkar. Sağ taraftan, dışardan birtakım başka şeylerin devrilme sesleri. WESTON'dan küfürler. Derken içeri girer. İçi kirli çamaşır dolu torba tipi bir çanta ile çok büyük bir kesekâğıdı taşımaktadır. Çok iri yarı, orta yaşlı bir adamdır. Üstünde eski püskü bir siyah palto, başında mavi bir beyzbol kepi, ayaklarında lastik ayakkabılar vardır. Pantolonu bollanmış ve ütüsüz. Tıraş olmamış, biraz sarhoş. Bir iki adım atar. Ku­zuyu görünce şaşkın durur. Bir dakika kuzuya ba­kar. Masaya gidip kesekâğıdıyla torbayı koyar, tek­rar sahne ortasına dönüp kafes içindeki kuzuya ba­kar.)
WESTON — (Kuzuya) Sen ne arıyorsun burada? (çevresine bakar, kendi kendine konuşur) Burası içersi mi, dışarsı mı? İçersi... değil mi? Bura evin içi. Kapı olmasa bile gene de evin içi. (kuzu­ya) Tamam mı? (kendi kendine) Tamam. (kuzu­ya) O zaman sen ne bok yemeğe burada bulu­nuyorsun? (kendi kendine güler) Gülünecek bir şey yok.
(Buzdolabının yanına gidip kapısını açar)
WESTON — Harika! SIFIR! SIFIRA SIFIR ELDE VAR SIFIR! BOMBOŞ! TAMTAKIR! (genel olarak eve bağırır) BRAVO, GENE BECERDİK! GENE HER BİRŞEYİ PEDER BEYİN ÜSTÜNE YIKMAYI BAŞARDIK! HER TÜRLÜ BAKIM! İAŞE VE İBA­TE ONUN İŞİ! HARİKA!
(Dolabın kapağını çarparak kapatır, masaya gider.)
WESTON — Bu evde neden buzdolabı bulunduru­yoruz, aklım ermiyor. Kapağını çarpmaktan baş­ka bir işe yaradığı yok.
[Yiyecekle dolu kesekâğıdını alıp yeniden buzdola­bına doğru yürürken kendi kendine konuşur.)
WESTON — Sabahtan akşama, geceden sabaha çarpılır durur. KÜÜÜT! GÜÜÜM! KÜÜT! Herkes ne bekliyor acaba, mucize mi? HERKES MUCİ­ZE Mİ BEKLİYOR?
(Buzdolabının kapağını açar, kesekâğıdından engi­narlar çıkarıp içine doldurmaya başlar. Sağdan gir­miş olan WESLEY'e arkası dönüktür, onu görmez.)
WESTON — (Eve) ARTIK MUCİZE FALAN YOK! BU­GÜNDEN İTİBAREN MUCİZELER BİTTİ TÜKEN­Dİ! GELEN YALNIZCA BENİM! KARŞINIZDAKİ, BAY KÖLE'DEN BAŞKASI DEĞİL! BOŞALAN Kİ­LERİ DOLDURMAYA GELDİ!
WESLEY —  Ne diye bağırıyorsun? Evde kimse yok.
(WESTON hızla döner, oğluyla yüz yüze gelir, WESLEY kıpırdamaz.)
WESTON — Ne bok yemeğe öyle sinsi sinsi yaklaşı­yorsun? Ya seni gebertseydim?
WESLEY —  Kesekâğıdında ne var?
WESTON — Yiyecek! Başka ne olacak? Birinin bu evi doyurması gerek.
(WESTON buzdolabına dönüp enginarları yerleştir­meye devam eder.)
WESLEY— Yiyecek ne?
WESTON —  Enginar. Ne sandın?
WESLEY —  (Yaklaşır) Enginar mı?
WESTON — İyi bildin. Çöl enginarı, enginarın iyisi. Hot Springs'den yarı fiyatına aldım.
WESLEY — Enginar almak için ta oralara mı git­tin?
WESTON — Tabii ki hayır! Sen beni ne sanıyorsun, gerzek filan mı? Arazime bakmak için gitmiştim.
WESLEY —  Ne arazisi?
WESTON — Çöldeki arazim. Şimdi sesini kes! Sen gelinceye kadar her şey yolundaydı. Kendi ken­dime konuşuyordum, her şey tıkırındaydı.
(WESTON kesekâğıdındakileri dolaba boşaltır, kapı­sını çarparak kapar, kâğıdı buruşturur, masanın başına döner. Torbadan kirli çamaşırlarını çıkarta­rak masanın üstüne koymaya başlar. WESLEY buzdolabına gider, açar, enginarlara bakar. Bir ta­nesini eline alıp yakından bakar. Tekrar yerine ko­yar. Bütün bunları yaparlarken konuşmayı sürdü­rürler.)
WESLEY — Çölde arazin olduğunu hiç bilmiyor­dum.
WESTON — Elbette var. Altı dönüm arazim var orada.
WESLEY —  Bana hiç söylemedin.
WESTON — Neden sana söyleyecek mişim? Annene söyledim.
WESLEY —  O da bana birşey demedi.
WESTON — Eeeee, kes sesini.
WESLEY — Nasıl bir arazi?
WESTON — Hiç de tahmin ettiğim gibi değil, orası kesin.
WESLEY — Nasıl öyleyse?
WESTON — Tahmin ettiğim gibi değil, dedim ya. Herifin biri kapıya gelmiş satıyordu, ben de bi­raz aldım.
WESLEY— Nasıl bir herif?
WESTON — Öyle bir herif. Kalıbı kıyafeti yerindey­di. Ağzı da bayağ laf yapıyordu. İlersi için bir yatırım olur, dedi. Oralar gelişecekmiş, müthiş şeyler yapılacakmış. Golf alanları, alışveriş mer­kezleri, bankalar, saunalar. Öyle şeyler işte. Ben de arazi aldım.
WESLEY —  Kaç para ödedin?
WESTON — Yani, hepsini ödemedim. Biraz peşin verdim. Aptal değilim ya.
WESLEY — Ne kadar verdin?
WESTON — Sana ne diye söyleyecekmişim? Zaten borç aldım, onun için kaç para ödediğim senin üstüne vazife değil.
WESLEY —  Sonra fos çıktı, değil mi?
WESTON — Hem de nasıl! Sopalardan sopalara ge­rilmiş birtakım ipler yalnızca. Kertenkeleler cirit atıyor.
WESLEY —  Çevresinde birşeyler yok mu?
WESTON — Bi bok yok. Sırf çöl. Boktan araziye su götürmenin yolu bile yok. Üstüne bir karavan bile oturtamazsın.
WESLEY — Adam nerde peki?
WESTON — Ne bileyim ne cehennemde? Annen nerde peki?
WESLEY —  Dışarı çıktı.
WESTON — O kadarını anladık. Araba da yok. Ne­reye gitti?
WESLEY—  Bilmem.
WESTON — (Boşalmış kirli torbasını katlayıp koltu­ğunun altına sıkıştırır) İyi, döndüğünde söyle şu çamaşırları yıkayıversin. Çoraplardan başka hiçbir şeye çamaşır suyu koymasın, tamam mı? Gömlek yakalarına da kola istemez. Aklında tu­tabilecek misin?
WESLEY — Eh, herhalde. Çamaşır suyu istemez. Kola istemez.
WESTON — Tamam. İyi anlamışsın. Unutma ama.
(Sağ çıkışa yönelir.)
WESLEY —  Nereye gidiyorsun?
WESTON — Seni ilgilendirmez. Nereye gideceğimi ben bilirim, (durur, kuzuya bakar) Bu kuzunun nesi var?
WESLEY—  Sürfe.
WESTON — Vah hayvancık.. Mavi bi bok vardı ya, ondan sür. Bir şeyciği kalmaz. Şişedeki mavi suyu biliyorsun ya?
WESLEY—  Biliyorum.
WESTON — İşte. Ondan sür. (bir an durur, çevresi­ne bakar) Biliyor musun? Burayı satmayı geçiri­yorum aklımdan.
WESLEY —  Öyle mi?
WESTON —  Öyle. Annene bişey söyleme.
WESLEY—  Söylemem.
WESTON — Bankadan yakamı bırakmazlar herhal-
de ama... Gene de satsam, Meksika'da bir yer alsam diyordum.
WESLEY — Taa oralarda mı? Neden?
WESTON — İyidir oralar, severim ben. (yeniden ku­zuya bakar) O mavi ilacı unutma, emi? Kuzuları feda edecek halimiz yok. Bu yıl iki çift ikizden başka bişey doğmadı.
WESLEY — Üç çift.
WESTON — Üç olsun. Gene az.
WESTON sağdan çıkar.
WESLEY kuzuya bakar.
Işıklar yavaş yavaş söner.
İKİNCİ PERDE
Sahne
Aynı dekor. Karanlıkta çekiç, testere, vs. sesleri duyulur. Işıklar yavaş yavaş aydınlandığında, sah­nenin ortasında yeni bir kapı yapmakta olan WESLEY görülür. Çevresinde, tahta parçaları, çiviler, çe­kiçler, testere, yerde odun kırpıntıları. Parmaklıklı kafes ile kuzu görünürde yoktur. Ocakta, kocaman bir tencerenin içinde enginarlar kaynamakta. WESTON'un kirli çamaşırları hâlâ yığınlar halinde masa­nın üstünde durmakta. EMMA, masanın sol tarafın­da oturmuş, önünde birkaç tabaka büyük karton, magic-markerler, vs. uygulamalı konferansı için ye­ni çizimler yapmakta. Ayağında binici pantolonu, kovboy çizmeler, sırtında kareli kovboy gömleği. Işıklar tümüyle yanar. Her ikisi de kendi işlerine dalmışlardır. WESLEY bir tahta parçasını mezüra ile ölçer, derken sandalyelerden birine dayayarak testere ile keser. Parçaları birbirine çiviler. Bir süre sonra, yaptıkları işlere devam ederek konuşmaya başlarlar.
EMMA — Sence o adamla yatıyor mu?
WESLEY — Taylor'la mı? Ne bileyim ben?
EMMA —  Bence yatıyor. Herifin parasının peşinde.
WESLEY —   Herif bizim paramızın peşinde. Annem onun parasını ne yapsın?
EMMA — "Bizim" paramız mı?
WESLEY — Elimize geçecek olan para.
EMMA — Burası o kadar değerli değil ki.
WESLEY —   Bu haliyle değil tabii. Ama bölecekler. Küçük küçük arsalara ayıracaklar.
EMMA — Annem daha fazlasını istiyor.
WESLEY — Neyin fazlasını?
EMMA — Paradan öte bir şey. Aslında saygınlık pe­şinde.
WESLEY — Taylor da amma saygın!
EMMA — O adam sayesinde amacına kolay ulaşa­cağını sanıyor, ömrü billah burada tıkılıp kal­mak istemiyor.
WESLEY — Onun orasını çok önceden düşünseymiş.
EMMA — Düşünememiş. Babamla birlikteyken. Düşünmesine fırsat bırakmazdı ki. Öylece sü­rüklenip gitmiş.
WESLEY — Annem düşünmekten acizdir. Babam da öyle.
EMMA — Ne kadar insafsızsın.
WESLEY — Her dakka didindikleri halde hiçbir ye­re varamayan insanlar düşünemezler ki. Vakit­leri olmaz bi kere.
EMMA — Dün akşam babam geldiğinde neden ba­na haber vermedin?
WESLEY— Bilmem.
EMMA — Bi sesleniverseydin.
WESLEY — Geldiği gibi gitti. Kirli çamaşırlarını bı­raktı.
EMMA — Yiyecek de getirmiş.
WESLEY— Enginar.
EMMA — Hiç yoktan iyidir. (Sessizlik. İkisi de işle­rine devam ederler) Meksika'nın yarı yolunu bulmuşlardır şimdiye dek.
WESLEY —  Kimler?
EMMA — Adama sokuluyor, kıkırdıyor, radyonun düğmesine uzanıyor. Herifin koltukları kabarı­yor. Böbürleniyor, ona sosisli sandviçler alıyor, işi konusunda palavralar sıkıyor.
WESLEY —  Nasıl olsa dönecek.
EMMA — Bizim hakkımızda bi sürü şey anlatıyor. Nasıl babam deliymiş de ikide bir onu öldürme­ye kalkarmış. Yollara düşmüş olmaktan çok memnun, keyfine diyecek yok. Bi sürü yepyeni yerden hızla geçiyorlar. Sonra hududu aşıyor­lar, kumar oynuyorlar. Doğruca Baja'ya kumsa­la gidiyorlar, denize giriyorlar. Akşam ateş yakıp balık kızartıyorlar. Sabah gene yola koyuluyor­lar. Ama, Los Cerridos diye bir yerin yakınında arabaları bozuluyor. Kasabaya varmak için tam beş mil yürümeleri gerek. Eski püskü, tek pom­palı bir benzin istasyonu çıkıyor karşılarına. Bir de üç bacaklı bi köpek. Bütün kasabada bi tek araba tamircisi varmış, o da benmişim. Beni gö­rünce tanımıyorlar ama. Acaba "oto" larını ona­rabilir miyim diye soruyorlar. Ben İspanyolcadan başka dil konuşmuyorum. Bu arada İngilizceyi unutmuşum. Gene de ne istediklerini anlıyorum. Benim de baştan aşağı kendi topla­dığım arazi vitesli International kamyonetim var. Onları arabama alıp, yolda kaldıkları yere geri götürüyorum. Atlayıp kaputu açıyorum. Bir de bakıyorum ki, ola ola distribütörün içindeki rotor kırılmış. Ama onlara çaktırmıyorum duru­mu. Jeneratörün, bobinlerin, platinlerin, bujile­rin toptan değişmesi gerektiğini, ayrıca karbüra-
törün de bakım istediğini söylüyorum. Öyle ko­lay bir iş değil, gece kalmaları şart. İşçilik için de ayrıca para alacağım. Neyse, garajda bi kamp yatağı kuruyorum onlara, iyice uykuya daldıklarında motoru olduğu gibi çıkarıp yerine kötü bir Volkswagen motoru takıyorum. Sabah­leyin, işçilik ücretinin iki katını alıp yolcu ediyo­rum kerizleri.. Motorlarını satıp anormal para kazanıyorum.
WESLEY —    Başka işin yoksa şu enginarlara bir bakar mısın?
EMMA — Başka işim var.
WESLEY— Neymiş?
EMMA — Çizimlerimi baştan yapıyorum.
WESLEY —    Ne diye o saçmalıkla vakit harcıyor­sun? Daha önemli şeylerle uğraşsana.
EMMA — Enginarlara bakmak gibi!
WESLEY— İyi bildin.
EMMA — Enginarlara kendin bak. Benim işim var.
WESLEY —  Senin aybaşın var!
EMMA —  Özel hayatımı karıştırma. Hiç de hoş de­ğil. Çok anlayışsızsın.
WESLEY — Tencereye biraz su ekleyiver. Yoksa di­bi tutacak.
(EMMA, magic marketini atıp kalkar, enginar tence­resinin oraya gider, içine bir bakar, gene yerine dö­ner ve kartonlarıyla uğraşmayı sürdürür.)
WESLEY— Nasıl?
EMMA —   Harika. Tencerede takır takır kaynayan bir cennet adeta. Sen ne yapıyorsun, peki?
WESLEY — Yeni kapıyı. Neye benziyor?
EMMA — Testereyle kesilmiş bi sürü tahta parçası­na.
WESLEY — Hiç değilse yararlı bir iş.
EMMA — Kapısız da pekâlâ idare ediyorduk. Üste­lik, muhtemel müşterileri de kaçırabilirdik, fena mı? Bu haliyle ev, tavuk kümesine benziyor. (Tavuğunu hatırlar) Aaaah, tavuğum! Annemi o an öldürebilirdim!
WESLEY — Neler dönüyor hâlâ anlayamadın, değil mi?
EMMA — Nerde, neler dönüyor?
WESLEY — Burada. Evi ideal bir çift satın alacak sanıyorsun. Bay ve Bayan Amerika! Ama kazın ayağı öyle değil. Taylor alacak.
EMMA — O adam avukat.
WESLEY — Emlakçılarla birlikte çalışıyor. Bakir topraklara göz diken spekülatörlerle.
EMMA— N'olacak?
WESLEY — Olacağı şu: yalnızca evimizi elden çı­karmıyoruz, ülkemizi de yitiriyoruz.
EMMA —  Sanki bi istila varmış gibi konuşuyorsun.
WESLEY — Var da ondan. Zombilerin istilası. Tay­lor, baş zombi. Öteki zombilerin öncüsü. Öteki zombilerin de yolda olduklarının habercisi yal­nızca. Yakında hepsi bu kapıdan girip gelecek.
EMMA — Önce sen kapıyı bitirip yerine tak da...
WESLEY — Buldozerler gelip avokado ağaçlarını yerle bir edecek. Dev çelik toplar duvarları yıka­cak. Ellerinde ozalit planlarla dolaşan, kolları sıvalı ustabaşları gelecek. Dönümlerce araziyi çelikten çatı tabanları kaplayacak. Çimento yı­ğınları. Prefabrike duvarlar. Zombi mimarisi.
Gözle görünmeyen zombilerin sahip olduğu. Bü­tün öteki zombilerin rahatı için zombilerin inşa ettiği. Bir zombi kenti kurulacak. Burada hem de. Tam bizim şimdi yaşadığımız yerde.
EMMA — Biz de işgal ederiz burayı. Babamın ta­bancası var.
WESLEY — Japon tabancası.
EMMA — İşliyor ama. Bi keresinde bir tavus kuşu vurdu babam.
WESLEY — Tavus kuşu mu?
EMMA — Bi vurdu, tuz buz etti hayvanı. Orada, ceviz ağacının tepesindeydi. Bütün gece car car bağırmıştı.
WESLEY —  Çiftleşme zamanıydı herhalde.
EMMA — (Uzun bir sessizlikten sonra) Geri döner­ler mi dersin?
WESLEY—  Kimler?
EMMA— Anamız....babamız.
WESLEY — Yani....günün birinde mi?
EMMA —  Hııı. Belki de hiç dönmezler, bütün bura­lar bize kalır. Biz burayı adam edebiliriz.
WESLEY — Ömür boyu burada kalacak değilim.
EMMA — Nereye gideceksin?
WESLEY —  Bilmem. Alaska'ya belki.
EMMA — Alaska'ya mı?
WESLEY — Tabii. Olamaz mı?
EMMA— Ne var Alaska'da?
WESLEY— Yeni ufuklar.
EMMA — Aklını mı kaçırdın sen? Orada her yer buzla, bir de ırz düşmanlarıyla dolu.
WESLEY — İmkânlarla dolu. Keşfedilmemiş bir belde.
EMMA —  Bi sürü buzdağını keşfedip de ne olacak?
(Birden WESTON sağdan, yuvarlanmasına girer. Geçen seferkinden epeyce daha sarhoştur. EMMA ayağa fırlar, masanın başında, gitsin mi kalsın mı bilemeyerek öylece durur. WESTON kızına bakar.)
WESTON — (EMMA'ya) Korkma. Korkma, diyorum! Gelen, babacığından başkası değil. Otur!
(EMMA oturur. WESLEY rahatsız, olduğu yerde dur­maktadır. WESTON yerdeki tahta parçalarına ba­kar.)
WESTON — Bu boktan mezbele ne böyle? Evin içinde ahır mı inşa ediyorsunuz.
WESLEY — Yeni bi kapı.
WESTON — Ne? Öyle ağzının içinde konuşmasana geviş getirir gibi. Ağzını aç da öyle konuş. Ko­nuş!
WESLEY —  Konuşuyorum.
WESTON — İyi. Şimdi sorduğuma cevap ver. Nedir bu?
WESLEY— Yeni kapı.
WESTON — Ne demek, yeni kapı? Eskisine ne ol­du?
WESLEY—  Eskisi yok.
(WESTON hafifçe sallanarak döner, sahnenin sağın­dan dışarı bakar.)
WESTON — Haaaa. (WESLEY'e döner) Nereye gitti?
WESLEY—  Sen yıktın.
WESTON —  Yaaa? (masaya doğru bakar) Çamaşır­larım yıkandı mı?
EMMA — Daha dönmedi.
WESTON — Kim daha dönmedi?
EMMA — Annem.
WESTON — Annen daha dönmedi mi? Bütün bi ge­ce geçti aradan. Bütün bi gece geçmedi mi?
EMMA—  Evet.
V/ESTON —    Bu boktan gezegenin üstüne güneş doğup sonra da tekrar batmadı mı?
EMMA—  Evet.
WESTON —    (WESLEY'e döner) Peki,  nerde kaldı bu?
WESLEY—  Bilmem.
WESTON — Numara yapma. Bana numara yapma!
(WESLEY'in üstüne yürümeye başlar. Çocuk acele geriler. WESTON durur, olduğu yerde sallanır.)
WESLEY—  Bilmiyorum. Sahiden.
WESTON —    Onu korumaya çalışma! Artık koru­mak yok! Annadın mı? Yok! Artık işi tamam.
WESLEY — Nereye gittiğini bümiyorum.
EMMA — Bi avukatla birlikte gitti.
(WESTON ağır ağır EMMA'ya döner.)
WESTON— Neyle?
EMMA — Bi avukatla.
WESTON — Avukat ne demek? Kanun adamı mı? Bir kanun kişisi mi? (birden haykırır) AVUKAT NE DEMEK?
EMMA — Taylor adında bir adam.
(Uzun sessizlik. WESTON, kızın ne dediğini anlama­ya çalışarak, sarhoş bakışlarla onu süzer. WESLEY'e döner.)
WESTON — (WESLEY'e) Taylor? Sen biliyor muy­dun?
WESLEY — Şimdiye kadar döner sanıyordum. İş görüşmek için öğlen yemeğine çıkıyoruz, dedi.
WESTON— Sen biliyordun!
EMMA —  Belki kaza geçirmişlerdir.
WESTON — (EMMA'ya) Benim arabamla! Benim Kaiser-Fraser'ımla! Kafasını kırarım o sittiri boktan herifin!
WESLEY — Belki sahiden kaza geçirmişlerdir. Has­taneleri arayayım.
WESTON — KİMSEYİ ARAMA! (daha sakin) Kimse­yi arama. (sessizlik) O araba antikaydı. Dünya­nın parası eder.
EMMA — (Uzun bir sessizlikten sonra) Baba? Otur­mak ister misin?
WESTON — Ayakta iyiyim. Bu koku ne böyle? Bu koku ne diyorum!
WESLEY—  Enginar.
WESTON —  Enginar böyle mi kokar?
WESLEY—  Kaynatıyoruz.
WESTON — O zaman kaynatmayın! Kesin kaynat­mayı, yoksa taşar.
(WESLEY ocağa gidip altını söndürür.)
WESTON — Eve aldığın o şaşkaloz kuzu nereye git­ti? Bunu onun için mi yapıyorsun yoksa? Kuzu­ya ağıl mı yapıyorsun?
WESLEY—  Kapı.
WESTON —  (Sallanır) Oturayım bari.
(WESTON paldır küldür masaya gider, sağ tarafına oturur. EMMA ayağa kalkar.)
WESTON — (EMMA'ya) Otur yerine. Otur diyorum. Şu enginarın altını söndür.
WESLEY —  Ben söndürdüm.
WESTON — (Kirli çamaşırları bir yana iter) Bunla­rın hiçbirini yıkamamış. Aynı getirdiğim gibi du­ruyor. Elini sürmemiş.
EMMA — Ben yıkarım.
WESTON — Hayır, sen yıkamazsın. Bırak kendi yı­kasın, çünkü onun işi. Başka ne işi var? N'apıyor? Bütün gün ne yapıyor? Bi kadın n'apar?
EMMA— Bilmem.
WESTON —  Sen neden okula gitmedin?
EMMA — Ben yıkasam da olur. Yıkayıveririm, n'olucak?
WESTON — YIKAMAYACAKSIN! (uzun sessizlik) Bu­rayı nasıl buluyorsun?
EMMA —  Evi mi?
WESTON — Hepsini. Bütün zımbırtıyı. Meyve ağaç­larını! Havayı! Geceleyin gökyüzünü!
EMMA— İyidir.
WESTON —  (WESLEY'e) Sen nasıl buluyorsun?
WESLEY —  Ben olsam satmazdım.
WESTON — Sen olsan satmazdın. Zaten satamaz­dın! Çünkü senin değil.
WESLEY — Biliyorum. Ama, benim olsa satmaz­dım.
WESTON — Nedenmiş? Neye yarıyor? Ne işe yarı­yor?
WESLEY — Burda duruyor işte. Biz de buradayız. Satılırsa biz burada olamayız.
WESTON — Çok sağlam bir muhakeme. Çoook sağlam. (EMMA'ya) Ağbin kafa bakımından pek parlak değildir, biliyor musun? Akıllı olan sen­sin. Ve de ukala. Bütün derslerin pekiyi, değil mi?
EMMA—  Evet.
WESLEY — Bütün derslerin pekiyi, ama bu boktan yerde küfleniyorsun. Hayatta ne yapmaya niyet­lisin?
EMMA—  Bilmem.
WESTON — Bilmiyorsun, demek? Acilen bir karara varsan iyi olur, çünkü buraya alıcı buldum. (sessizlik) Peşin para verecek birini buldum. Na­kit para! (elini masaya vurur. Uzun sessizlik.)
(EMMA kalkar, soldan çıkar.)
WESTON— Nesi var bunun?
WESLEY —  Bilmem. İlk kez aybaşı oldu.
WESTON — Ne oldu? Daha çok ufak. Öyle şeyler bu yaşta olmaz ki. Bununki erken olmuş.
WESLEY —  Olmuş işte.
WESTON — Ben yokken n'apıyorsunuz siz burada? Karşılıklı oturup aybaşlarınızı mı konuşuyorsu­nuz? Ayıp derler bişey var bi kere. Kız kardeşin aybaşı olduğunda senin bilmemen gerekir. Böy­le şeyler kadınlar arasında mahremdir. Gizlidir, senin anlayacağın.
WESLEY — "Mahrem" ne demek, biliyorum.
WESTON— Aferin.
WESLEY — Sen gidip yatsana... Ben de şu kapıyı bitireyim.
WESTON — Ne diye uğraşıyorsun? Satıcam burayı dedim ya. Yeni kapıymış! Parayı sokağa atma­nın lüzumu yok.
WESLEY — Ben hâlâ burada yaşıyorum. Ayrılaca­ğım ana kadar da burada yaşayacağım!
WESTON — Ne kadar cesur! Son derece yiğitçe bir yaklaşım. İnan gıpta ediyorum.
WESLEY—  Sahi mi?
WESTON — Tabii! Elbette! Yaklaşımdan başka ne­ye gıpta edebilir insan? Benimkine bak. Benim yaklaşımıma bir bak. Gıpta etmiyorsun herhal­de?
WESLEY— Etmiyorum.
WESTON — Çünküüüü, zehir dolu. Mikrop dolu. Sense zehir nedir anlıyorsun, değil mi? Gördü­ğün anda tanıyor musun?
WESLEY—  Evet.
WESTON — Evet, tanıyorsun. Açıkça anlaşılıyor. Benim zehrimden korkuyorsun.
WESLEY—  Korkmuyorum.
WESTON—  Sahi?
WESLEY—  Sahi.
WESTON — İyi. Büyüyorsun. Ben kendi babamın zehrini gördüğümde senden çok daha büyük­tüm. Çok daha büyük. O zaman da nasıl tanı­dım, biliyor musun?
WESLEY— Nasıl?
WESTON — Çünkü bana da bulaşmış olduğunu gördüm. Aynen öyle. Onun zehrini taşıdığımı fark ettim. Benim gövdemde babamın zehri. Sence haksızlık değil mi?
WESLEY—  Bilmem.
WESTON — Ne yani, ne sanıyorsun? Ben kendim mi istedim?
WESLEY— Yok.
WESTON —  O zaman, haksızlık. Değil mi?
WESLEY —  Bilmem ki... Olacağı varmış.
WESTON — Ben istemediğim halde, bana da geçti.
WESLEY —  Peki ama, aslında nedir?
WESTON — Ne demek aslında nedir? Görmüyor musun?
WESLEY — Var olduğunu biliyorum ama, ne oldu­ğunu bilmiyorum.
WESTON— Öğrenirsin.
WESLEY—  Nasıl?
WESTON — Çakalları nasıl zehirlerler?
WESLEY— Strikninle.
WESTON — Nasıl diye sordum! Neyle değil.
WESLEY — Ölmüş bi kuzunun karnına koyarsın zehiri.
WESTON — Tamam. Şimdi anladın mı?
WESLEY—  (Biraz susar) Hayır.
WESTON —   Kalın kafalısın, biliyor musun? Sahi-
den kalın kafalısın, (bir süre susar) Babamın her hareketini izlerdim. Bir odadan bir odaya gezinirdi, traktör kullanırdı, beyzbol seyrederdi, hiçbir şeye karışmazdı. Anneme karışmazdı. Ağabeylerime de. Hep kenarda kıyıda kalışını iz­lerdim. Benden başka kimse görmezdi onu. Her­kes oradaydı ama, babamı benden başkası gör­mezdi. Ayrı yaşıyordu. Her şeyin ortasındaydı ama ayrı yaşıyordu. Benden başka kimse fark etmedi.
(Uzun sessizlik)
WESLEY —  Enginar yer misin?
WESTON— İstemem.
WESLEY — Alıcı kim?
WESTON — Adamın biri. Kasabadaki "Alibi Kulüp"ün sahibi. Nakit para verecek.
WESLEY — Ne kadar?
WESTON — Meksika'ya gidecek kadar. Orada bana dokunamazlar.
WESLEY—  Kimler?
WESTON — Senin üstüne vazife değil, sersem he­rif! Ne zaman eve gelsem tepemi attırıyorsun. Nasıl beceriyorsun?
WESLEY—  Geçinemiyoruz.
WESTON — Amma akıllısın, ha! Müthiş bir gözlem! Sahi, nen var senin? Ne arıyorsun burada?
WESLEY —  Evlatlarından biriyim.
WESTON — Hey yarabbim! Sen adamı deli edersin! Teşkilat casusu gibi peşimi bırakmıyorsun. Ne diye hep gözetliyorsun beni?
(WESTON oğluna bakar. Bir an bakışırlar.)
WESTON — Eeeeh, istediğin kadar gözetle. Bir şey öğrenecek değilsin nasıl olsa.
WESLEY — Avukat herif o işte. Annem onun aracı­lığıyla satıyor.
(WESTON ayaklanır. Nerdeyse yere yuvarlanır.)
WESTON — ÖLDÜRÜRÜM ONU! İKİSİNİ DE ÖLDÜ­RÜRÜM! Tabancam nerde? Burada tabancam vardı. Savaş yağması tabancam!
WESLEY — Sinirlenme.
WESTON — Sinirlenmeymiş! Bu kez fazla ileri gitti­niz. Koynumda ne yılanlar beslemişim. Ve de bi dolu casus! Arkamı döner dönmez gizli ortaklık­lar kuruyorsunuz! HER BİRİNİZ AYRI DOLAN­DIRIYOR BENİ! Çalışan benim! Eve ekmek geti­ren benim! BU EV BENİM! BU EVİ BEN SATIN ALDIM! VE DE BEN SATACAĞIM! BÜTÜN PA­RAYI DA BEN ALACAĞIM ÇÜNKÜ BANA BORÇ­LUSUNUZ! HEPİNİZ AYRI AYRI BORÇLUSUNUZ! O KARI EVİ BENDEN ÇALAMAZ! BURASI BE­NİM!
(Masanın üstüne kapaklanır, yere düşmemeye çalı­şır. WESLEY ona yaklaşır.)
WESTON    —    DUR!    YAKLAŞMA!    ÖLMÜYORUM, UZAK DUR BENDEN!
(Masaya tırmanmaya uğraşır, kirli çamaşırları, EMMA'nın kartonlarını yere döker.)
WESTON — Yatak matak istemez. Senden de bişey
istediğim yok! Burası iyi. KİMSE BENİ KIMIL­DATMAYA KALKMASIN! KİMSE! Ben burada ka­lıyorum.
(Sonunda masaya tırmanıp üstüne sırtüstü yatar, sızmaya başlar. WESLEY, babasının ulaşamayaca­ğı bir uzaklıkta durup ona bakar.)
WESLEY — (Olduğu yerde durmuş babasına bakar­ken) EMMA! (cevap yok) Allah kahretsin. Sızma şimdi. Baba?
(Babasına doğru yavaş yavaş, korkarak yaklaşır. WESTON birden ayılır gibi olur, ama hâlâ yatmak­tadır.)
WESTON — FAZLA YAKLAŞMA!
(WESLEY geriye sıçrar.)
WESLEY — Yatağa yatsan daha iyi değil mi?
WESTON — Rahatım gayet yerinde. Uyuştum. Hiç bişey hissetmiyorum. Uyuşmak çok güzel.
WESLEY — Aslında satmak zorunda değiliz. Ona­rabiliriz burayı.
WESTON — Artık çok geç. Çok borçlandım.
WESLEY —  Ben işe girerim.
WESTON — İşe girmek zorunda kalacaksın zaten.
WESLEY — Tamam, girerim. Ama....elbirliğiyle bu­rayı kurtarsak?
WESTON — Olacak iş değil, saçmalama. Hayatımı­zı kazanmamıza yetecek kadar ağaç yok.
WESLEY —    Hani, Kaliforniya Avokado Birliği var ya... Oraya üye olsak? O zaman kazanabiliriz.
WESTON — Defol! Hadi, çekil başımdan!
WESLEY — Sen imzayı basmazsan Taylor burayı satın alamaz!
WESTON — Öldürecem o herifi! O uğurda gerekir­se kendimi de öldürürüm. Arabayla üstüne gi­der, ezerim. Packard'ı doğruca üstüne sürerim. Nasıl bi herif? Neye benziyor? (Oğlan cevap ver­mez) NEYE BENZİYOR, DİYORUM!
WESLEY— Hiiiiç... Kaypak suratlı...
WESTON — (Hâlâ masanın üstünde yatmaktadır) Bulucam onu. Sonra bana çöldeki o boktan ara­ziyi satan pezevengi de bulucam. Hepsinin izle­rini sürücem, her birinin ayrı ayrı. Annenin de. İzini bulucam. Onları yataklarında vurucam. Otel odasındaki yataklarında. Beyinlerini dağı­tacağım o vibratörlü yatağın üstüne. Herifi tut­tuğum gibi otelin lobisine sürükleyip gırtlağını kesicem. Ben, savaş görmüş adamım. Öldürme­sini bilirim. Ta nerelere savaşa gittim ben, nasıl yapılacağını öğrendim. Yapmadığım şey değil za­ten. Öyle zor bi şey de değil. Hepsi hepsi, küçük bir ayarlama gerekiyor. Yaptığının doğru oldu­ğuna inandırıyorsun kendini. O kadar. Kolay. Ondan sonra hepsini gebertiyorsun. Kolay.
WESLEY — Onu öldürmen şart değil ki. Yaptığı iş kanunsuz bi kere.
WESTON — KARIMLA BİRLİKTE ŞİMDİ! TABİİ KA­NUNSUZ!
WESLEY — Annem döner.
WESTON — O herif başına ne işler açtığını bilmi­yor. Sanıyor ki ben de aynı kendisi gibiyim. Kor­kağın biri. Mıymıntının teki. Sürüngen. Damar-
larımda akan kanda ne bulunduğundan haber­siz. Ne kadar patlayıcı bir madde olduğumu kavrayamıyor. Biz ikimiz, aynı sınıfa dahil deği­liz. Onu da kavrayamıyor. Habersiz. Aklımı kul­lanacağımı sanıyor. Sanıyor ki karşılıklı oturup konuyu görüşeceğiz. Sohbet edeceğiz, öğlenleyin bir iş yemeğine çıkıp konuşacağız. Cinayet işleneceğinden habersiz! Cinayete kurban gide­ceği aklının ucundan bile geçmiyor.
WESLEY — Sinirlenme, baba. Hadi, n'olur, biraz uyumaya çalış.
WESTON — Uyuyorum zaten. Burada uyuyorum, başka yerde değil. Dalıyoruuum. Ben pilottum, biliyorsun.
WESLEY—  Biliyorum.
WESTON — Dev uçaklar uçurdum havada! Dev gi­bi bombardıman uçakları! Ne görüntüydü ama! İtalya üstünde. Pasifik Okyanusunda. Adalar. Devler. Okyanuslar. Masmavi okyanuslar.
(WESTON yavaş yavaş yeniden sızar, WESLEY onun masanın üstünde yatışına bakar. Derken bi­raz yaklaşır.)
WESLEY — Baba? (biraz daha yaklaşır) Uyudun mu?
(Sahnenin önüne doğru döner, tahta parçalarına, marangozluk edevatına bakar. Buzdolabına bakar. ELLA sağdan girer, elinde büyük bir yiyecek kese­kâğıdı vardır. WESLEY'i görünce duraklar. WESLEY annesine bakar. Kadın, masanın üstünde yatan WESTON'a bakar)
ELLA — Geleli çok oldu mu?
WESLEY —  Daha yeni geldi. Sen nerdeydin?
ELLA —  (Buzdolabına doğru yürür) Dışarda.
WESLEY —  Dostun nerde?
ELLA — Terbiyeni takın, (buzdolabını açar) Bu en­ginarları kim doldurdu buraya? N'oluyoruz.?
WESLEY — Babam. Çölden almış.
ELLA — Ne çölü?
WESLEY —  Hot Springs.
ELLA — Haa. O beş para etmez arazisine bakmaya gitmişti herhalde.
(ELLA kesekâğıdını ocağın üstüne koyar, enginarla­rı dolaptan alıp yere atmaya başlar.)
WESLEY— N'apıyorsun?
ELLA — Atıyorum bunları. Evde ağza atacak bir lokma yokken, enginar alıp gelmek amma da akıl işi yani!
WESLEY — Çölde arazi satın aldığını nerden bili­yorsun?
ELLA — Biliyorum işte.
WESLEY — Sana söylemiş miydi? Bana bişey de­memişti.
ELLA — Beş yüz dolarını dolandırdıklarını biliyo­rum, yetmez mi? Gerisini karıştırma. Çevirdiği müthiş işlerden biri!
WESLEY— Taylor!
ELLA—  (WESLEY'e döner) Ne?
WESLEY — Orayı babama satan Taylor. Yalan mı?
ELLA — Saçmalama. (Buzdolabına döner)
WESLEY — Öyle olmasa sen nerden bileceksin?
ELLA — Emlak işleriyle uğraşan tek kişi o değil herhalde.
WESLEY — Aylardır sinsi sinsi dolanıyor buralar­da.
ELLA — Sinsi sinsi dolanmak da ne demek? Kati­yen öyle şey yapmaz. Her seferinde doğruca ön kapıya gelir. Son derece kibar bir insan.
WESLEY— Zehirli bir yılan!
ELLA — Kıskanıyorsun onu. Uzatma.
WESLEY — Bana bak, ben bu numaraları yut­mam. Taylor, o herifti, değil mi? Elinde çanta­sıyla buralarda dolaştığını görmüştüm. Çok iyi hatırlıyorum.
ELLA — Kendisi spekülatör. İşi o. Bu zamanda, toprağın gerçek değerini doğru olarak bilen biri­ni tanımak çok önemli. Gelecekteki değerini şimdiden ölçebilecek biri.
(Kesekâğıdındaki   yiyecekleri   dolaba   aktarmaya başlar.)
WESLEY — Nedir bu herifin asıl işi? Avukat demiş­tin.
ELLA — Özel hayatına burnumu sokmuyorum.
WESLEY —  Sokmuyorsun, demek?
ELLA — Neden durup dururken tersleniyorsun böyle?
WESLEY —  Durup dururken değil.
ELLA — Buradan ayrılmak senin de hoşuna gitmez mi? Seyahat etmek, dünyanın başka yerlerini görmek fena bişey mi?
WESLEY —  Ben buradan ayrılmıyorum.
ELLA — Tabii ki ayrılıyorsun. Hepimiz gidiyoruz. Sözleşmeyi hallettim. Bitek son imzayı basmak kaldı. Onun dışında her şey bitti. Her şey. Kırık dökük otomobiller, paslanmış traktör, kurtlan­mış meyveler, manyak at, geri zekâlı koyunlar, tavuklar, bütün zamazingonun hepsi. Ne var ne yok, hepsi. Gitti.
WESLEY — Böylece, sen de özgürlüğüne mi kavu­şacaksın aklınca?
ELLA —  İyi bildin.
WESLEY —  O herifle mi gideceksin?
ELLA — Burnunu çöplükten çıkarsana sen. Ben ne yapacağımı kendim bilirim.
WESLEY — Bu yiyecekleri nerden buldun?
ELLA —  Gelirken aldım.
WESLEY — (Bir sessizlikten sonra) Geç kaldın bili­yor musun? Bütün dalaverelerine, entrikalarına karşın, treni kaçırdın.
ELLA — (Buzdolabını kapayıp WESLEY'e döner) Ne demek istiyorsun?
WESLEY —  Babam zaten satmış.
ELLA — Delirdin herhalde! O bir çöp bile satamaz. Şu haline bak! Şurada zıbarmış yatan haline bak! Arazi gibi değerli bir mal satabilecek ada­ma benziyor mu? Kafası işleyen birine benziyor mu? İyice, yakından bak! Garibin teki!
WESLEY —  Uyandırmasan iyi olur.
ELLA — Canımı yakamaz artık! Koruyucum var! Bi fiske dahi vuracak olsun, lime lime doğrattırı­rım onu. İşi bitti.
WESLEY — Seni çoktan atlatmış ama, farkında bi­le değil.
ELLA —   Aptal aptal konuşma! Şu pisliği de al gö-
tür buradan. Ne zaman içeri girsem kapı kırık­ları görmekten bıktım.
WESLEY —  Bu kapı yeni.
ELLA — AL GÖTÜR, DİYORUM!
WESLEY — (Alçak sesle) Söyledim sana, uyandırmasan iyi olur.
ELLA — Yeter, her attığım adımdan korkmayaca­ğım artık. Kendi evimde, yabancı gibi, hırsız gibi dolaşmaktan bıktım usandım. Bitti artık. On­dan korkmuyorum.
WESLEY — Korksan iyi edersin. Taylor'u öldürecek, haberin olsun.
ELLA — Adam öldürmek hep dilindedir onun. Her gün başka birini öldürür!
WESLEY —   Bu sefer niyeti ciddi. Kaybedecek bir şeyi yok ki.
ELLA — Orası kesin.
WESLEY — Seni de öldürecek.
(ELLA bir süre sessiz kalır. Birbirlerine bakarlar.)
ELLA — Bu aslında ne, biliyor musun? Bir lanet! Çok iyi hissediyorum. Gözle görülmüyor ama var. Hep var. Gecenin karanlığı gibi iniyor üstü­müze. Her gün hissediyorum. Her gün geldiğini görüyorum. Her zaman geliyor. Kendi kendini yeniden yaratıyor. Gelmesini engellemek için elinden geleni yapsan da geliyor. Değiştirmeye çalışsan da... Çünkü, derinliklerimize sinmiş, minicik hücrelere, genlere. Atom parçacıklarına. Bizim haberimiz olmadan kendi bildiklerini oku­yan, kuyrukcuklarını savurarak yüzen, ana rah­minde gizli planlar kuran hayvancıklara dek
sinmiş. Hatta daha bile önce var. Soluduğumuz havada var. Her yanımızı sarmış. Devletten de büyük bir şey. Yayılıyor hem de. Biz yayıyoruz. Başkalarına geçiriyoruz. Kalıtım yoluyla bize ge­çiyor, biz de bizden sonrakilere geçiriyoruz. Böy­lece, irademiz dışında, sanki biz yokmuşuz gibi ürüyor, sürüp gidiyor.
(ELLIS-"Alibi Kulüp"ün sahibi- sağdan girer, onlara gülümser. Sırtında sarı saten, parlak bir gömlek vardır, yakası açıktır, boynunda kocaman altın bir haç asılıdır. Çok iri yarıdır, kollarında bir sürü döv­me vardır. Daracık pantolon, parıl parıl boyalı ayak­kabılar giymiş, pek çok yüzük takmıştır. Çevresine bakınır. Hâlâ masanın üstünde yatmakta olan WESTON'u görür.)
ELLIS — Gene fazla kaçırmış anlaşılan. Hep söylü­yorum, ağırdan al diyorum ama, ha bu adama içme demişsin, ha fırtınada osurmuşsun! (kendi espirisine güler) Siz ailesi ve çocuklarısınız her­halde. Ben, Ellis. Kasabadaki "Alibi Kulüp"ü iş­letiyorum. Yerini bilirsiniz herhalde.
(ELLA ve WESLEY'den tepki gelmez.)
ELLIS — Neyse, pederiniz gayette iyi bilir. Merakı­nız olmasın. Hemen hemen her gece gelir. Müdavimlerimizdendir. Nerde yatıp kalktığını hep merak ederdim. Bu koku ne?
WESLEY—  Enginar.
ELLIS — Enginar, ha? Bayat sidik gibi kokuyor. (kahkaha atar, ötekilerde tepki yok) Şahsen seb­ze yemekleriyle hiç aram yoktur. Biftek severim.
Etten şaşmayacaksın.  Kanlı canlı et!  İnsanın kemiklerini fildişi gibi sağlam yapar.
ELLA — Evimizin kapısı olmadığına göre, içeri dal­madan önce neden kapıyı çalmadığınızı soracak değilim. Ama, başkalarının evinde, kendi tapulu malınızmış gibi dolaşmak adetiniz midir?
ELLIS — Burası kendi tapulu malım, (sessizlik) Evet, öyle. İmzası, mühürü, her birşeyi yerinde. Parayı da getirdim, (kemerinin altından iki tomar para çıkarıp havada sallar) Bin beş yüz adet pa­rıl parıl yeşil pankanot!
WESLEY — Bin beş yüz dolar mı? (ELLA'ya bakar.)
ELLIS — Borcu o kadar. Bu fiyatta anlaştık. Bak, aslanım, keyfim istemese parayı getirmeyebilir­dim. Baban o kadar enayi ki, bir kuruş bile al­madan imzayı basıp her şeyi bana devretti. İste­sem dolandırırdım onu. Neyse ki şerefli bir insanım.
ELLA —   (WESLEY'e) Kapı dışarı et şunu.
ELLIS — (Soğuk bir sesle WESLEY'e) Aklın varsa böyle bi şeye kalkışmazsın, aslanım.
(ELLIS ile WESLEY bakışırlar. ELLIS sırıtır.)
ELLIS — Zamanında pek çok kafalar kırmışlığım vardır, aslanım. Kötü bi adam değilim ama gü­cüm kuvvetim fazla. Genç bi boğadan farksız. İşin kötüsü kendi gücümü kendim bilmiyorum. O zaman, inan çok korkunç oluyor. Farkında ol­madan bi de bakıyorum ki, birinin canı yanmış. Adamın biri yerde serilmiş yatıyor.
ELLA — Çok komik doğrusu! Alkolik bi adamdan arazi satın alamazsınız ki. Ne yaptığını biliyor mu bakalım?
ELLIS —  Buranın sahibi değil mi?
ELLA —   BURANIN SAHİBİ BENİM!
ELLIS —  Bana öyle demedi.
ELLA — Sahibi benim ve arazi satıldı. Onun için defol git!
ELLIS — Bilmem ki, tapu bende, (tapuyu çıkarır) İşte burada. İmzası, mühürü, herbir şeyi yerin­de. Buna da bi diyeceğin var mı?
ELLA —  Kanuna aykırı!
WESLEY —  Babamın kime borcu var?
ELLIS — Aslına bakarsan, ben üstüme vazife olma­yan işlere burnunu sokan biri değilim. Bitakım oldukça zorlu kişilere borcu olduğunu biliyo­rum, o kadar.
WESLEY—  Bin beş yüz kâğıt?
ELLIS —  Üç aşağı beş yukarı.
ELLA — Uyandır şunu! Bu işin aslını öğrenmemiz gerek.
WESLEY — (ELLA'ya) Deli misin? Seni görürse kudurur.
ELLA — (WESTON'un yanına gider, sarsmaya baş­lar) Ben uyandırırım öyleyse!
WESLEY —  Hey allahım!
(WESTON uyanmaz, ELLA onu şiddetle sarsmayı sürdürür.)
ELLA — Weston! Weston kalk! Weston!
ELLIS —     Zamanında  çok kötü vakalar gördüm ama, bunun gibisini görmedim. Allahın emriymiş gibi içer... Tamamen sızmış.
WESLEY —    O dediğiniz adamlar....kabadayı mı? Neden borçlanmış?
ELLIS — Bak, aslanım, durmadan borç alır bu. Borç budalası. Kimbilir ne için almıştır? Araba taksidi olabilir. Çölde arazi olabilir. Hiç durma­dan saçma sapan işlere girişiyor. Bu sefer arayı biraz fazla uzattı, mesele bu kadar.
WESLEY — N'aparlar ona?
ELLIS — Artık bişey yapmazlar. Kellesini kurtar­dım. Aslında ayaklarıma kapanmanız gerek.
ELLA — WESTON! KALK!
(Kadın onu sarsmaktan yorulmaya başlar,  WESTON uyanmaz.)
WESLEY —  Bin beş yüz kâğıt için adam öldürürler mi?
ELLIS —   Adam öldürmekten söz eden oldu mu? Benim ağzımdan böyle bir şey çıktı mı?
WESLEY— Yooo.
ELLIS — Eee, o zaman kendi kendine masal uy­durma. Sonra başın belaya girer.
WESLEY —  Parayı onlara siz götürseniz?
ELLIS —    Bana bak,  benden bu kadar.  Gerisini kendi halletsin artık. Babanın fedaisi değilim.
WESLEY — Ya parayı alıp kaçarsa?
ELLIS — Kendi bileceği iş.
WESLEY—  Bana verin.
ELLIS — Neyi?
WESLEY —  Parayı. Ben götürür veririm.
ELLA — (WESTON'u bırakır) Wesley, o paraya do­kunma. Lekeli o para! Elini sürme!
(ELLIS ile WESLEY bakışırlar.)
WESLEY — Tapuyu almışsınız. Ben, en büyük oğ­luyum.
ELLA — Sen, tek oğlusun!
WESLEY — Tamam. Verin bana işte. Ben bi çaresi­ne bakarım.
ELLIS — (Parayı WESLEY'e verir) Al bakalım asla­nım. Ama şeytana uyayım deme. Senin yaşında delikanlıya bu kadar cep harçlığı biraz bol gelir.
(WESLEY parayı alır.)
ELLA — Wesley, kanunsuz işler yapıyorsun! Suça yardım etmiş oluyorsun!
WESLEY — (ELLIS'e) Bu adamları nerede bulabili­rim?
ELLIS — Onun orasını kendin halledeceksin asla­nım. Ben, mal sahibiyim, o kadar.
(ELLIS ortalıkta dolaşıp etrafı inceler. WESLEY pa­rayı sayarken ELLA oğluna yaklaşır.)
ELLA — Wesley, ver o parayı bana! Sana ait değil. Bana ver, diyorum!
AVESLEY — (Annesine soğuk soğuk bakar) Avru­pa'ya gidecek kadar para yok burada, anne.
ELLIS — Burayı bi et lokantası yapayım diyorum. Ne dersiniz? Bayağ iyi bi et lokantası olmaz mı burası?
AVESLEY — (Parayı saymayı sürdürür) Tabii.
ELLIS — Otoyoldan geçen arabaların mola vereceği bir yer. Adam gelir, bi bonfile yer, bi martini içer... Akşamüstü aperitifini alır. Vadiyi seyre-
der. Sakin, rahat. Ön tarafa bir Japon bahçesi bile yapılabilir. Bi küçük havuz, içinde kırmızı balıklar... Şu tarafa bi mini-golf sahası... Potan­siyeli olan bir yer...
ELLA — Wesley !
(Sağdan elinde evrak çantasıyla TAYLOR girer. EL­LA döner, onu görür. Wesley parayı saymayı sürdü­rür.)
TAYLOR — Aaaa, özür dilerim, misafiriniz olduğu­nu bilmiyordum. (ELLA'ya) Sözleşmeyi son ha­liyle yazdırdım.
(TAYLOR masaya doğru yürür. Orada yatan WESTONu görünce durur. Çantasını nereye koyacağını bilemeden bakınır.)
ELLA — (TAYLOR'a) Artık çok geç.
TAYLOR — Efendim? Ne çok geç?
ELLA — Her şey! Weston satmış.
TAYLOR — Saçma. Sözleşme burada, benim çanta­da. Bi tek imza atmanız kaldı.
ELLIS —  Kim bu tip?
ELLA —  (TAYLOR'a) Bin beş yüz dolara satmış.
TAYLOR—  (Güler) İmkânsız!
ELLA — İşte bak, para orda. Wesley'in elinde. Wesley aldı.
TAYLOR — Bu adam bu araziyi satamaz. Cezai ehli­yeti yok. Bütün bunları daha önce konuştuk.
ELLIS — (TAYLOR'a doğru ilerler) Bana bak, asla­nım, senin numaran ne bilmem ama, bir an ön-
ce kıçını toplayıp defolsan iyi olur. Çünkü bu iş­le ben ilgileniyorum. Annadın mı? Bu, benim dümenim.
TAYLOR —   (ELLA'ya) Kim bu adam?
ELLA —  Burayı satın almış.
WESLEY — (TAYLOR'a) Elini yeterince çabuk tut­madın, Taylor. Burnunun dibinden malı götür­dü, ne haber?
TAYLOR — Bu durumda mahkemeye başvurmak­tan başka çare kalmıyor. Hukuken hiçbir hakkı yok. Kanunen vesayet altında. Arazi satamaz.
ELLIS — (Tapuyu havada sallar) Bunu defterdarlık­ta kontrol ettirdim. Her birşeyi tamam.
TAYLOR — Bu işin tapuyla ilgisi yok. Cezai ehliyet­ten söz ediyorum ben.
WESLEY — Satışta olduğu kadar alışta da geçerli mi bu hukuk?
TAYLOR —   (ELLA'ya) Ne diyor bu?
ELLA —  Hiç! Wesley, o parayı geri ver!
WESLEY — Çölün göbeğinde, en yakın benzin is­tasyonundan yüzlerce kilometre uzakta, suyu olmayan kupkuru bir arazi satın almak söz ko­nusu olduğunda da geçerli mi bu hukuk?
TAYLOR — (WESLEY'e) Gördüğüm kadarıyla siz ko­nuyu dağıtmaya çalışıyorsunuz. Burada dikkate alınacak tek husus var, o da babanızın psikolo­jik ve ruhsal açıdan, davranışlarının sorumlulu­ğunu üstlenemeyecek durumda olduğudur. Do­layısıyla, yaptığı veya yapacağı herhangi bir hukuki işlemin kanuni hükmü yoktur. Bu, mahkemede kolayca ispat edilebilir. Sık sık asa­bi krizler geçirdiğine dair kesin deliller, tanıklık edecek kişiler var elimizde. Sürücü ehliyeti iptal edildiği halde araba kullanmaya devam ediyor.
Kimse onu sigorta etmiyor. Sürekli bir iş tut­maktan aciz. Vaktinin yüzde doksanını evinden, ailesinden ayrı geçiriyor. Hapse girmiş çıkmış... Tek celselik bir dava!
ELLIS — (TAYLOR'a) Sen neyin nesisin, be? Avukat falan mısın? Benim evimde böyle ileri geri nasıl konuşuyorsun?
ELLA — BURA SENİN EVİN DEĞİL! BİR SAATTİR ONU ANLATIYOR ADAM! DİNLESENE! ET KA­FALI MISIN, NESİN?
ELLIS — Bana bak, bayan. Ben bar işletirim. İnsan sarrafıyım, senin anlayacağın. Bizim barda çook sapıtmış adam gördüm, ama ömrümde bu herif kadar meymenetsizine rastlamadım... Hesabını göremeyeceğim birine de rastlamadım.
WESLEY — Başına kötü bi iş gelmeden tabanları yağlamaya bak, Taylor.
TAYLOR — Yeter artık! Gözümü korkutamazsınız. Bu proje gerçekleşsin diye bir sürü rizikoya gir­mişim ben! Sizse, hepiniz karşı koyuyorsunuz!
ELLA — Ben karşı koymuyorum.
TAYLOR — (WESLEY'e) Belki haberiniz yok ama, benim arkamda büyük holdingler var. Üst. dü­zey yöneticiler! Nüfuzlu kişiler. Gelecek için ya­tırım yapmanın önemini bilen görüş sahibi in­sanlar... Bu ülkeyi yıkmayı değil, imar etmeyi kuran büyük adamlar. Sizler, dünya sizin küçü­cük, zavallı hayatınızın çevresinde dönüyor sa­nıyorsunuz. Sanki herkes, her şey, soluğunu tutmuş, sizin ne yapacağınızı bekliyor. Oysa ka­zın ayağı öyle değil. Kimsenin beklediği yok. Her şey ilerliyor. Her şey siz olmadan ilerliyor. Te­kerlekler dönüp duruyor. Geri çevirmek için ya­pabileceğiniz hiçbir şey yok. Yapabileceğiniz tek şey, bizimle işbirliğine razı olmak. Bu kervana
katılmak! Bizden biri olmak. Bu yüce ülkenin geleceği için yatırım yapmak. Yoksa yandınız. Yoksa geride kalacaksınız. Hepiniz. Açıkta kala­caksınız. O zaman sizleri hiçbir şey kurtaramaz. Hiçbir şey, hiç kimse.
(Sağdan, üniformalı bir trajik polisi girer.)
ÇAVUŞ MALCOLM —   Pardon, özür dilerim, Bayan Tate'i arıyorum.
ELLA—  Evet.
MALCOLM — Bayan Tate, siz misiniz?
ELLA —  Evet, benim.
MALCOLM —  Özür dilerim. Kapıyı çalacaktım ama, kapınız yok.
ELLA —  Önemli değil.
(TAYLOR, korkuyla sola doğru yürür, WESLEY gö­zünü ondan ayırmaz.)
MALCOLM —  Ben, Çavuş Malcolm. Otoyol Polisi.
ELLA —  Peki, ne istiyorsunuz?
MALCOLM — Emma Tate adında bir kızınız var mı?
ELLA — Var. Ne oldu?
MALCOLM —  Gözaltına alındı.
ELLA — Ne için?
MALCOLM — Kasabada bir bara at sırtında dal­mış. Tüfeği de varmış. Ateş açmış, her tarafı de­lik deşik etmiş.
ELLA—  Ne?
ELLIS —  Hangi bar?
MALCOLM —  "Alibi Kulüp" diye bir yer. Ben o sıra­da orada değildim. Kızınızı karakola getirdiler.
ELLIS —  Benim kulübüm!
MALCOLM —   (ELLIS'e) Sahibi siz misiniz?
ELLIS —   ORASI BENİM KULÜBÜM!
MALCOLM —  Siz Bay Ellis misiniz?
ELLIS — Zarar ziyan çok mu?
MALCOLM —    Kesin hesabı yapılmadı daha ama, oldukça  kötü.  Ateş  etmedik yer  bırakmamış. Neyse ki, içerde kimse yokmuş.
ELLIS —   (WESLEY'e) Ver paramı!
(ELLIS parayı WESLEY'in elinden kapar. TAYLOR çaktırmadan soldan çıkar.)
WESLEY —  (Polise) Hey, kaçıyor! O adam dolandıncı!
MALCOLM —  Hangi adam?
WESLEY — (Sola ilerler) O adam! Şimdi koşarak çıktı ya, o adam! Hırsız! Dolandırıcı! Ne dersen de! Babama sahte toprak sattı.
MALCOLM — O tür işler selahiyetim dahilinde de­ğil.
ELLIS — (ELLA'ya) Kızı oraya kocan gönderdi! Ço­cuk değilim ben, annadın mı? Böyle bir zorbalı­ğı bana yutturabileceğini sanıyorsa aklını kaçır­mış! Kendini ne sanıyor, ha? Ben adamı mahkeme mahkeme süründürmez miyim? Kı­çından donunu bile alırım. Bir de iyilik etmeye çalıştım serseriye. Onun yüzünden kendimi teh­likeye attım. Görür o! Ayıldığında söyle, daha bu bişey değil, belanın âlâsını görecek. Böylece
söyle ona. (çıkmaya başlar) Buranın bana ait ol­duğunu da unutma. Burası benim. Onun için yeni bi numara çevirmeye kalkma. Benim de yüksek yerde dostlarım var. Direkt iş gördüğüm insanlar. Yalan mı, Çavuş?
MALCOLM —   Onun orasını bilmem. Buraya başka bir mesele yüzünden geldim.
ELLIS —   (ELLA'ya) Sen aynen söyle kocana. Bana bulaşmanın ne olduğunu gösteririm.
ELLIS sağdan çıkar.
ELLA —  (Polise) Paramızı aldı, gidiyor.
MALCOLM — Bakın bayan, kızınız hapiste. Gerisi beni ilgilendirmez. Buraya kızınız yüzünden gel­dim.
(WESLEY koşarak sağdan çıkar, ELLA ardından seslenir.)
ELLA — WESLEY! NEREYE GİDİYORSUN?
WESLEY'in SESİ —   (Dışardan) PARAYI GERİ ALA­CAĞIM!
ELLA —     O   PARA  SENİN  DEĞİL!   BURAYA GEL! WESLEY! (susar, MALCOLM'a bakar) Herkes ka­çıyor. Bay Taylor bile. Benimle nasıl konuştuğu nu duydunuz mu? Çok farklı konuşuyordu, es­kisinden çok farklı. Kibarlığı yok oluverdi.
MALCOLM — Bayan Tate, kızınız konusunda ne yapacağız?
ELLA — Bilmem. Ne yapmamız gerek?
MALCOLM — Bir gece içerde yatması şart. Sonra eve getirmek istemiyorsanız, çocuk mahkemesi­ne çıkarırız.
ELLA — İyi ama, biz hepimiz buradan ayrılıyoruz. Herkes gidecek. Eve gelemez ki. Burada kimse olmayacak.
MALCOLM — O zaman bir belge imzalayacaksınız.
ELLA— Ne belgesi?
MALCOLM — Mahkemeye çıkarılmasına izin verdi­ğinize dair.
ELLA— Peki.
MALCOLM — Kendi arabanız yoksa benimle gele­ceksiniz.
ELLA — Arabam var. (susar) Herkes kaçtı, gitti.
MALCOLM — Tek başınıza idare edebilecek misiniz?
ELLA — Tek başıma kaldım.
MALCOLM — Evet. İdare edebilecek misiniz? İster­seniz ekip otosuyla gelin.
ELLA — İdare ederim.
MALCOLM —  O zaman karakolda görüşürüz.
(MALCOLM çıkar. ELLA öylece durur.)
ELLA — (Kendi kendine) Herkes kaçtı.
WESTON birden uyanarak aniden masanın üstün­de doğrulur. ELLA durduğu yerde sıçrar. Bir an ba­kışırlar. ELLA koşarak çıkar. WESTON bir süre ma­sanın üstünde oturur kalır, etrafına bakınır. Masadan iner, ayakta düzgün durmaya çalışır. Buzdolabına doğru yürür. Yerdeki enginarlara tek­me savurur. Buzdolabını açıp içine bakar. WESTON orada durmuş buzdolabının içine bakarken ışıklar yavaş yavaş söner.
ÜÇÜNCÜ PERDE
Sahne
Aynı dekor. Tahta parçaları, marangozluk gereç­leri ve enginarlar sahneden temizlenmiş. Sahnenin ortasında parmaklıklı kafes ve içinde kuzu bulun­makta. Taze yapılmış kahve ateşte kaynamakta. Bütün çamaşırlar yıkanmış. WESTON, masanın ba­şında, sol tarafında durmuş, bunları düzgünce kat­layıp üst üste yerleştirmekte. Paltosunu, beyzbol kepini, tenis ayakkabılarını çıkarmış. Temiz bir gömlek, yeni pantolon, yeni boyanmış ayakkabılar giymiş. Tıraş olmuş. İyice ayılmış ve daha önceki perdelere oranla çok daha keyifli görünüyor. Karan­lıkta kuzunun 'me'lemesi duyulur. Sahne, masa ba­şındaki WESTON'dan başlamak üzere yavaş yavaş aydınlanır.
WESTON — (Giysileri katlarken kuzuyla konuşur) Hayatta sürfeden daha kötü şeyler var, biliyor musun? Çok daha kötü şeyler. Doğru dürüst te­davi edilirsen sürfeden kurtulursun. Vaktini esirgemeyen biri olacak tabii. Belirtileri tanıya­cak biri. Seni soğuk, nemli çayırlardan alıp içeri getirecek, böyle kıyak bi yere oturtacak biri... Dünyanın en talihli kuzususun. Bura sıcacık. Yeni kapıyı taktığımdan beri kurander kalmadı. Haşarat yok. Çakal yok. Kartal yok. Sonra... (kuzuya bakar) Sana bi kartal hikâyesi anlata-
yım mı? Gerçek bir öykü. Olmuş bir olay. Bi ta­rihte,   tarlada yavru  koçları  iğdiş  ediyordum. Eee, yapmasan olmaz. Hayatta en sevdiğim iş değil ama, yapılması gereken bir iş.  Aşağıda, sundurmanın   gölgeliğinin   oradaydım.    Derme çatma bi çatı altında, elimde en keskin bıçağım, yanımda kaynar su,  bi  de yaraları  dağlamak için  kızgın  demir.   Neresinden  bakarsan  bak, kanlı iştir. Neyse, bir düzine kadar yavru koçu halletmem  gerekiyordu.   Kuzuları  koyunlardan ayırıp bir araya toplamıştım, senin şu kafesin gibi bi yere. Parmaklık filan aynı, hatta. Serin, parıl parıl bir sabahtı.  Hava nasıl açık,  nasıl tertemiz...   Uçsuz   bucaksız   çayırlar   serilmişti önüme. Sabahın çiyi otların üstünde hâlâ duru­yordu yer yer. Havada bir iki karga, yerde bebe­leri için sızlanan koyunlar... Başka hiç ses yok­tu. Neyse,  işime dalmış çalışıyordum.  Birden, tepemden geçen bir gölge hissettim. Daha yere vurmadan hissettim gölgeyi. Hani, güneş buluta girdiğinde nasıl olur, aynı öyle bi duygu. Koca­man, kapkara, ürpertici bişey. Kafamı kaldırıp baktım. Ya şahindir ya akbaba diyordum. Bir de ne göreyim? Dev bi kartal! Şimdi, ben pilot­luk yapmış adamım, ne uçuş numaraları gör­düm, ama bu sersem gerçekten ölümcül dalışlar yapıyordu.  Sanki konacakmış gibi iyice alçalı­yor, alçalıyor sonra fikrini değiştirip büyük bir hızla yeniden gökyüzüne fırlıyor. Uzaklaşmasını, havada küçülmesini bir süre seyrettim, sonra işime devam ettim. Bir iki kuzu daha halletmiş­tim ki,  seninki gene göründü. Aynı numara. Ama bu kez daha da alçaldı. Kanatları nerdeyse sırtıma değecekti. Sesini açık seçik işitebiliyor­dum. Dev bi kuş! Kanatları çatırdıyor. Derken yeniden yükselip uzaklaştı. Bu kez uzunca bi süre seyrettim onu, niyetinin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sonunda meseleyi çaktım. Kestiğim koç yumurtalarının peşindeydi. O mi­nik, taze erkeklik artıklarını istiyordu. Bu kez ona bi iyilik yapayım, dedim. Birkaç tanesini sundurmanın damına attım. Yeniden işimin ba­şına döndüm, dalgınmışım gibi yaptım. Ama bu kez bekliyordum onu. Arkamdan geleceğini bil­diğimden kulağımı dört açmıştım. Karaltısını gö­rebileyim diye gözümü yerden ayırmıyordum. Önce bişey olmadı. Daha üç kuzu filan yaptım, birden geldi. Gök gürültüsü gibi. GÜÜÜÜM! Sundurmanın damına öyle bir iniş indi ki, pen­çeleriyle çatı üstündeki ziftin yarısını sıyırıp gö­türdü, kanatları rüzgârda kırbaç gibi şaklıyor. Azgın bi kısrak gibi haykırıyor. Sonra yeniden gökyüzüne tırmanıyor. Dayanamadım, ayağa fır­ladım, avazım çıktığı kadar bağırmaya başla­dım. Neden olduğunu ben de anlamadım ama, işte, sırtımdan soğuk terler iniyordu ve ben manyaklar gibi haykırıyordum. Yaşasın Kartal! B-49 uçağını ilk kez kullandığım günden bu ya­na böyle bi duyguya kapılmamıştım. Biraz son­ra oturdum, yeniden işe koyuldum. Kestiğim kuzu taşaklarını sundurmanın damına fırlatı­yordum. Ve her seferinde kartal, bi bombardı­man uçağı gibi dalış yapıyordu çatıya. Ve her seferinde ben aynı duyguyu yaşıyordum.
(WESLEY, eli yüzü kan içinde sağdan girer.)
WESLEY—  Sonra?
WESTON —  Beni mi dinliyordun?
"VVESLEY —  Sonra ne oldu?
WESTON — Kuzuya anlatıyordum!
WESLEY—  Bana anlat.
WESTON —   Sen daha önce çok dinledin. Yüzüne ne oldu?
WESLEY —  Düz duvara çarptım.
WESTON— Git yıka.
WESLEY —  Sonra ne oldu?
WESTON — Yeniden anlatacak değilim.
WESLEY — Ben de elimi yüzümü yıkamıyorum.
WESTON — Nen var senin? Sarhoş filan mısın yok­sa?
WESLEY — Paranı geri almaya çalıştım.
WESTON — Ne parası?
WESLEY—  Ellis'ten.
WESTON —   Ha, o pezevenk mi? Boşuna uğraşma. Dolandırıcı pezevengin biridir.
WESLEY —  Paranı aldı kaçtı. Artık ev de onun.
WESTON — Ev benim! Kalmaya karar verdim.
WESLEY—  Ne?
WESTON — Burada kalıyorum. Yeni kapıyı bitir­dim. Görmedin mi?
WESLEY — Yoo.
WESTON — Görmen gerekirdi. O kapıdan girdin. Kör müsün? Bütün her yanı onaracağım. Karar verdim.
WESLEY— Onaracak mısın?
WESTON — Elbette. Şimdi ne dedim? Şaşılacak ne var? Biri emek verecek olsa, dehşet bi yer olur burası. Hadi, biraz kahve iç de üstünü başını temizle. Bok çukuruna düşmüşe dönmüşsün. Hadi, durma. Ateşte taze kahve var.
(WESLEY ağır ağır ocağa yaklaşır, kahveye bakar.)
WESTON — Kalktım, şööyle bi dolaştım. Sabah er­kenden. Araziyi baştan aşağı dolaşmayalı birkaç yıl olmuş galiba. Dolaştıkça dolaştıkça, içimde garip bişeyler olmaya başladı.
WESLEY —  (Kahveye bakarak) Ne gibi?
WESTON — Sabahın altı buçuğunda, koruda, ağaç­ların arasında dolaşan adam kim ola diye bir soru takıldı kafama. Ben değildim sanki. Sırtın­da koyu renk paltosu, ayağında lastik ayakkabı­ları, kafasında beyzbol şapkası, suratında bir karış sakalı olan herifin biri... Bu adam, nerden bu kadar esaslı bi arazinin sahibi olabilirdi ki? Derken, sahibi kim acaba, dedim. Yani, ben, kendimi buranın sahibine benzetemiyorsam, kimdir gerçek sahibi? Sahici sahibi birden kar­şıma çıkar da, arazisine izinsiz girdiğim için beynimi dağıtmaya kalkar mı? Kaçmam, bir yer­lere saklanmam gerekiyormuş gibi geldi. Sanki böyle bir çevrede bulunmam gerçeğe aykırıymış. Öyle aman aman bir yer olduğundan değil ama....sakin. Huzurlu. Aslında buralar bayağ huzurlu. Özellikle sabahın o saatinde. Derken, birden kafama dank etti: Buranın sahici sahibi benim. Nasıl olmuşsa olmuş, benmişim ve de kendi öz topraklarımda dolaşıyormuşum. İşte o zaman, öyle bi keyiflendim ki, sorma!
WESLEY—  Sahi?
WESTON — Evet, sahi. Sonra içeri geldim, ilk iş bütün üstümdekileri çıkardım, çırılçıplak kaldım. Bütün evi, baştan aşağı, anadan doğma dolaştım. Kendi evimde dolaşanın sahiden ken­dim olduğuna inandırmaya çalıştım kendimi. Bi başka insanı yavaş yavaş soymak gibiydi. Bir yabancıyı. Sonra doğruca banyoya girip küveti sıcak suyla doldurdum. Çok sıcaktı. Zar zor da-
yanabileceğim kadar sıcak. Suyun içine kaydım. Gömüldüm. Bıraktım su tenimin derinliklerine işlesin. Bıraktım pencerelerin ve de ilaç dolabı­nın camını buğu sarsın. Sonra tıkacı çektim, bıraktım su boşalsın. Sonra yeniden doldurdum, ama bu kez buz gibi suyla. Öylece oturdum. Bı­raktım soğuk su her yanımı yavaş yavaş sarma­lasın, boynuma dek yükselsin. Sonunda sudan çıktım, tıraş oldum, giyecek temiz bişeyler bul­dum. Sonra buraya gelip kendime güzel bir kahvaltı hazırladım. Jambonlu yumurta.
WESLEY — Jambonlu yumurta mı?
WESTON — Yaaa. Biri buzdolabını yiyecekle dol­durmuş. Sanki Noel gecesi. Sanki biri, bu sa­bah benim yeniden doğacağımı biliyormuş. Göz­lerime inanamadım.
(WESLEY buzdolabına gidip içine bakar.)
WESTON — Sonra kahve pişirdim. Bi de baktım, eskiden yaptığım bi sürü şeyi yapmaya koyul­muşum. Sanki uzun süre ayrı kaldıktan sonra yeniden yaşama, dönüyormuşum gibi oldum.
WESLEY — (Buzdolabının içine bakarak) Annem ge­tirdi bunları.
WESTON — Derken çamaşırları yıkamaya başla­dım. Bütün çamaşırları. Evi dolaştım, bulabildi­ğim bütün kirlileri topladım. Emma'nınkiler, Ella'nınkiler, hatta seninkiler. Çoraplarını buldum. Herkesin kirlilerini buldum. Birinin bir şe­yini almak için her yere eğilişimde, sanki o kişi odadaymış gibi geliyordu. Sanki giysiler, ait ol­dukları kişinin üstündeymişler hâlâ. Hepinize ayrı ayrı çok yakınmışım gibi geldi. Her birinize. Sanki kanınıza canınıza dokunabilirmişim gibi.
Sanki gövdelerimiz arasında bağlar varmış ve bunlardan kurtulamazmışız gibi. Ben kurtul­mak istemiyordum zaten. Ne kadar iyi bişey, de­dim. İnsanların kan bağıyla birbirlerine bağlı ol­maları. Aile yalnızca toplumsal bir olay değil, yani. Hayvansal bir olay. Hepimizin aynı çatı al­tında olmamız tesadüf değil, doğa gereği. Hep bir arada olmak zorunluluk değil belki, ama do­ğal. Bütün bunlar çok hoşuma gitti. Birden içim umutla doldu.
WESLEY — (Gözlerini buzdolabından ayırmadan) Ben açlıktan ölüyorum.
WESTON — Öyleyse git bi banyo yap, yüzündeki o pisliği temizle. Ben de sana Jambonlu yumurta pişireyim. Sahi, nedir o pislik?
WESLEY—  Kan.
WESTON — Suratına bir iki yumruk patlattı, de­mek? Hadi, git yıka. Sonra da buraya gel. Hadi!
WESLEY — (WESTON'a döner) Parayı alamadım. Vermedi.
WESTON — Vermezse vermesin! Geri zekâlının biri zaten. Basbayağ kuşbeyinli. Hadi git üstüne ba­şına çeki düzen ver. Yoksa bir iki tane de ben patlatırım.
(WESLEY soldan çıkar. WESTON buzdolabından jambon ve yumurta çıkararak, ocağın başında pişir­meye başlar. Dışarda olan WESLEY'e seslenirken işine devam eder.)
WESTON — (Bağırarak) Hani, sen o avokado işin­den söz ediyordun ya, düşündüm, olabilir. Ha­ni, o "Üreticiler Birliği"ne katılmak filan. Bayağ aklım yattı. Meksikalı ırgat tutmamıza filan da
gerek yok! Meyveleri kendimiz toplarız, doğru­dan şirkete satarız. Hiç de fena bi fikir değil! Hemen hemen hiç masrafımız olmazl Traktör hâlâ çalışıyor, değil mi? Yani, motorunda bişey yok. Sulama için desen, basınç çok iyi. Daha bu sabah kontrol ettim. Borulardan gürül gürül su akıyor. İşleri yeniden yola koymak için çok para da gerekmez. Aldığım o araziyi satarım! Böylece işe yatıracak hazır paramız olur. Çölde iyi bir araziye sahip olmak isteyen biri çıkar mutlaka. Şimdilik gelişmemiş gerçi ama, yeri harika! Palm Springs'ten hepsi hepsi üç saat uzaklıkta. Çok bişey değil. Orası cüzdanı şişkinlerle dolu­dur. Birinden birinin sokağa atacak parası var­dır nasıl olsa!
(ELLA sağdan girer. Bitkin görünmektedir. Öylece durup yumurta kızartan WESTON'a bakar. Derken kuzuya bakar. WESTON onun geldiğinin farkında­dır ama, dönüp bakmaz.)
ELLA — (Bir sessizlikten sonra) Gene ne işi var bu kuzunun burada?
WESTON — Tedavi ettim hayvancığı. Bir ara ha gitti ha gidiyordu. Kurtaramayacağım diye kork­tum. Taa ince barsağına kadar sürfe sarmış.
ELLA — (Masaya gelir) Rica etsem, ayrıntılara girmesen.
(Beyaz eldivenlerini çıkarır, yorgun argın sağdaki iskemleye oturur. Katlanmış temiz çamaşırlara ba­kar.)
WESTON — (Pişirmeye devamla) Peki, sen nereler­deydin?
ELLA— Hapiste.
WESTON — Yaa, demek sonunda yakalandın! (Ken­di kendine güler.)
ELLA — Ne kadar komik.
WESTON — Kahvaltı ister misin? Oğlana birşeyler hazırlıyorum.
ELLA —  Sen mi yemek pişiriyorsun?
WESTON —  Bildin. N'apıyora benziyorum?
ELLA — Bu kadar çamaşırı kim yıkadı?
WESTON —  Bendeniz kulunuz.
ELLA— Hasta filan mısın?
WESTON — N'olmuş? İnsan kendi çamaşırını yıkayamaz mı?
ELLA — Bildiğim kadarıyla yıkar.
WESTON —  Seninkileri bile yıkadım.
ELLA — Eksik olma.
WESTON — Eeee, sizinkileri bıraksa mıydım yani? Bi yığın kendi çamaşırımı yıkıyordum, sizinkile­ri de atıverdim içine.
ELLA — Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.
WESTON — Peki, nerdeydin? O züppe avukatla mıydın?
ELLA —  Dedim ya, hapisteydim.
WESTON — Hadi, hadi... Ziyarete mi gittin, yoksa sarhoş koğuşuna mı tıktılar? Anlat, hadi.
ELLA— Kızınızı ziyaret ettim.
WESTON — Sahi? Onu neden enselemişler?
ELLA — Ruhsatsız silah taşımak. Özel mülke teca­vüz. Gasp. Saldırı. Binicilik kurallarını ihlal. Ne istersen.
WESTON — Eeee, öteden beri kanı kaynayan bir çocuktur.
ELLA — Yani, kanında var, öyle mi?
WESTON —  Çok doğru. Babasının dölü!
ELLA — Utanç verici bir durumu bir gurur vesilesi­ne dönüştürmeyi başardığın için tebrik ederim.
WESTON — Utanılacak ne varmış? Bu kadar suçu bir arada işlemek kolay değil. Onun yaşında kaç kişi bu kadar sabıkaya sahip olmayı başarabilir?
ELLA —  Hiç kimse!
WESTON —  Sen becerebilir miydin?
ELLA — Saçmalama! Ben sizler gibi kendi canıma susamış değilim. Benim ailemde yoktur öyle şeyler.
WESTON — Doğru ya. Bak bu hiç aklıma gelme­mişti. Bi tek senin kanında yok. Bizimkinde var.
ELLA — Yaa, demek şimdi ben yabancı oldum!
WESTON — Yalan mı? Sen başka bi sınıfın mensu­busun! Kibar insanlar. Sanatçılar. Hepsi sanat­çıydı, değil mi?
ELLA —  Büyükbabam eczacıydı.
WESTON — Peki, bilim adamı olsunlar. Mesleği olan kişiler. Hepsi meslek sahibi. Bağırıp çağır­mayan tipler.
ELLA —  Kötü bişey mi?
WESTON — Yoo. Yalnızca farklı. O kadar. Bizden farklı.
ELLA — N'oluyor? Birdenbire ocak başı feylezofu mu kesildik? En son numaramız bu mu? Ak­şam sızmıştık ama sabah ayıldık, öyle mi? Göz­lerimizi yepyeni bir güne açtık! Yemem ben bu havaları, anlıyor musun? Bütün gece cehenne­min dibinde Emma ile uğraşmışım, canım bur­numdan gelmiş, eve bi dönüyorum ki, bildiğimiz
şeytanın yerini bi melek almış. Bay Melek! Ken­di günahlarını kendi affetmiş, bir de çalım satı­yor! Boşuna nefesini tüketme. Bu palavraları bana yutturamazsın!
WESTON —  Kahve ister misin?
ELLA — LANET OLSUN! KAHVE MAHVE İSTE­MEM! ŞU BOK HAYVANI DA MUTFAĞIMDAN DEFET!
WESTON — Argoyu doğru kapmışsın da....vurgula­man yanlış!
ELLA— Nesi yanlışmış?
WESTON — Ne bileyim, inandırıcı değil. Sesinin derinlerinde bir yerde... Yani, işin özünde bir sahtelik var.
ELLA — Sahtelikmiş, bu da iyi! Senin ölçülerine ulaşamıyorum, öyle mi? Şunu söyleyene bak! İşi bitmiş bir serseri!
WESTON — Ölçülerle ilgisi yok dediğimin. Daha çok, kader gibi...
ELLA —  Ööööf, bırak artık, yeter! Bitkinim zaten.
WESTON — Masa işini görebilir. Sert ama rahat, İnan, ilaç gibi gelecek.
ELLA —  (Birden yumuşar) Masa mı?
WESTON — Tabii ya. Öylece uzan. Şaşarsın. Ya­taktan çok daha iyi. (ELLA bir an masaya ba­kar. Temiz çamaşırları yere itmeye koyulur. Son­ra masanın üstüne tırmanıp uzanır. WESTON ona arkasını dönüp yemek pişirmeye devam eder. Kadın uzandığı yerden onu seyreder.)
WESTON — Uyandığında müthiş bir kahvaltı hazır­layacağım sana. Jambon, yumurta, ne istersen. Kendini o kadar iyi hissedeceksin ki, masa bu­rada durup dururken neden yıllar yılı yatakta
yattığına sen de şaşacaksın. O masa senin kur­tarıcın olacak.
(WESLEY soldan girer. Çırılçıplaktır, saçları ıslaktır. Sersemlemiş gibi dalgın yürümektedir. WESTON oğ­luna bakmaksızın konuşmaya, kahvaltı hazırlama­ya devam eder. WESLEY sahnenin gerisine doğru yürüyüp ELLA'ya bakar. Kadın da ona bakar ama hiçbir tepki göstermez. WESLEY ön tarafa dönüp WESTON'a bakar. Derken kuzuyu görür, hayvana doğru yürür, eğilip kuzuyu kafesin içinden alır. Sağ­dan çıkar. WESTON işini ve konuşmayı sürdürür. ELLA hâlâ masanın üstündedir.)
WESTON — Fazla rahata alışmanın en kötü yanı ne, biliyor musun? Kökenlerini unutuyor insan. Bağlantıyı koparıyor. Bir yerlere varıyorum sanı­yorsun, ama hep kaybediyorsun. Her an biraz daha geride kalıyorsun. Üstüne ölü toprağı ser­pilmiş gibi oluyorsun. İpnotize edilmiş gibi. Vü­cudun uyuşuyor. Derken komaya giriyorsun. Onun için, geri dönebilmen için, arada bir sert bi masada yatmanın yararı var. İyice sert bi ma­sa, insanı yaşama döndürür.
ELLA — (Uykulu bir sesle, masanın üstünden) Sen, hatip olmalıymışsın.
WESTON — öyle mi dersin?
ELLA— Sesin çok etkili. Kalın. Yankılı...
WESTON — (Yumurtaları tabağa geçirir) Şöhret me­raklısı değilim ben.
ELLA — öyle yorgunum ki...
WESTON — İyi ya, uyu işte.
ELLA — O hapisanenin halini bir görseydin, Weston.
WESTON—  Çok gördüm.
ELLA —  Doğru ya. Öyle bir yerde nasıl uyur insan?
WESTON — Yeterince uyuşmuşsan hiçbi şey his­setmezsin, (dışarı seslenir) WES! KAHVALTIN HAZIR!
ELLA —  Şimdi çıktı.
WESTON—  Ne?
ELLA — Demin buradan geçip gitti. Çırılçıplak. Ku­cağında da kuzu.
(WESTON kafese bakar, kuzunun olmadığını görür. Elinde tabağı tutmaktadır hâlâ.)
WESTON — Nereye gitti?
ELLA —  Dışarı çıktı.
WESTON — (Elinde tabak, sağa yürür) WES! NERDESİN? KAHVALTIN HAZIR!
(WESTON, elinde tabak sağdan çıkar. ELLA. hâlâ masanın üstündedir. Gözlerini açık tutmaya çalışır.)
ELLA — (Kendi kendine) Artık hiçbir şey şaşırtmı­yor beni.
(Masanın üstünde yavaş yavaş uykuya dalar, bir süre hiçbir şey olmaz. Derken WESTON elinde ta­bakla döner. ELLA masanın üstünde uykuya dal­mıştır.)
WESTON — (Ocağa yürür) Görünürde yok. Al işte, hep böyle olur. Tam kahvaltı hazırken çekmiş gitmiş. (ELLA'ya döner) Kuzuyu neden götürdü?
O hayvanın sıcak yerde durması lazım. (EL-LA'nın uyuduğunu fark eder) Harika! (döner, ta­bağı ocağın üstüne koyar, yiyeceklere bakar) Ba­ri kendim yiyeyim. Çifte kahvaltı. Olsun, (yeme­ğe başlar, kendi kendine konuşur) Sıcak yerde tutmazsan iyileşemez ki. (dönüp yeniden uyu­yan ELLA'ya bakar, önüne dönüp yemeğe koyu­lur) Kendi kendime konuşmakta üstüme yoktur. En iyisi de odur zaten. Daha iyisi olamaz. Hiç değilse insan yalnızlık çekmez.
(WESLEY sağdan girer. WESTON'un eski giysilerini -palto, beyzbol şapkası, lastik ayakkabılar, vs. -- giymiştir. Öylece durur. WESTON ona bakar. ELLA uyur.)
WESTON — Bu ne hal? Hangi cehennemdeydin? Demin avaz avaz seslendim. Duymadın mı?
WESLEY — (Gözünü WESTON'dan ayırmaz) Duy­madım.
WESTON — Kahvaltını hazır etmiştim. Ama soğudu. Yarısını yedim bile. Nerdeyse yarısı bitti.
WESLEY—  (Dalgın) Hepsini ye.
WESTON —  Bu kılığın ne, peki?
WESLEY —  Dışarda buldum.
WESTON — Ben atmıştım! Ne oldu sana böyle? Gi­dip banyo yapıyorsun, sonra da bu pimpis şey­leri giyiyorsun. Ne içine işemediğim kalmış, ne üstüne kusmadığım, ne de....kimbilir neler.
WESLEY —  Hepsi bana uyuyor.
WESTON — Seni anlayamadan öleceğim, orası ke­sin. Kuzuyu ne yaptın?
WESLEY — Gırtlağını kestim.
WESTON — (Midesi bulanmışcasına arkasını döner) Hey yarabbim! (biraz susar, sonra WESLEY'e dö­ner) NE DİYE KIYDIN ZAVALLI HAYVANIN CANI­NA?
WESLEY —  Eve yiyecek lazım.
WESTON — BUZDOLABI AĞZINA KADAR YİYECEK DOLU!
(WESLEY hızla buzdolabına yürür, açar, içinden her türlü yiyecek çıkararak aç kurtlar gibi yemeye koyulur. WESTON şaşkınlık, biraz da korkuyla ba­kar oğluna.)
WESTON — NE DİYE KESTİN HAYVANI? TAM İYİ­LEŞİYORDU! (Oğlanın deli gibi yemek yiyişini seyreder) Oğlum, nen var senin? Bak, ne güzel kahvaltı hazırlamıştım. Onu yiyeceğine... Nen var?
(WESTON, korkulu ve temkinli bir havayla sağa doğru gerileyerek WESLEY'den uzaklaşır. WESLEY yemeye devam eder. Yarı yarıya yenmiş birtakım şeyleri bir yana atıp dolabın içinden yenilerini çıka­rıp yer. Hafifçe inlemektedir.)
WESTON — (WESLEY'e) Bak, bu evde yapmam ge­reken birtakım şeyleri ihmal ettim, biliyorum, Bi sürü işi benim yerime sen yaptın, kabul. Ama ben de, gelirken enginar getirmedim mi? Getirmedim mi, söyle. Mecbur değildim ki. Yolu­mu uzattım. Otoyolda giderken tabelayı gör­düm, sırf sizlere enginar almak için saptım, yo­lumu iki mil uzattım. (Susar. Yemeyi sürdüren WESLEY'i seyreder, korkuyla ELLA'ya göz atar,
gene WESLEY'e bakar.) Bu kadar da aç olamaz­sın! Allah kahretsin, durumumuz o kadar kötü değil! Ben zamanında açlıktan kıvranan adam­lar gördüm, biz o kadar çaresiz değiliz. (Susar, deli gibi yemeye devam eden WESLEY'den tepki gelmez.) Senin asıl derdin ne, biliyor musun? Şımarıksın. Evet, şımardın. Bi delikanlı için cennet burası. Senin yaşında nice çocuk vardır ki, böyle bir çevrede yetişebilmek için canını vermeye razıdır! Neyin eksik? Her bişeyin ta­mam. Fırsatları değerlendirmesini bilsen, son­suz olanaklar var burada! (ELLA'ya döner) ELLA! ELLA! KALKSANA! (ELLA'dan ses çıkmaz, hâlâ atıştıran WESLEY'e döner) Bu yaptığın sözüm ona beni suçlamaksa, boşuna uğraşma. Boşuna uğraşma, çünkü artık geçmişimin günahını öde­mek zorunda değilim. Artık bitti! O defter bu sa­bah kapandı. Hepsi geride kaldı. ANLIYOR MUSUN BENİ? HEPSİ BİTTİ GİTTİ ÇÜNKÜ BEN YE­NİDEN DOĞDUM! YEPYENİ, BAMBAŞKA BİR İNSANIM ARTIK! Yepyeni, bambaşka bir insa­nım.
(WESLEY birden yemeyi bırakır, WESTON"a döner.)
WESLEY —  (Soğuk) Seni öldürecekler.
WESTON — (Duralar) Kim öldürecekmiş beni? Ne­ler sayıklıyorsun? Kimse beni öldürecek değil.
WESLEY — Parayı alamadım.
WESTON — Ne parası?
WESLEY—  Ellis.
WESTON— N'olmuş?
WESLEY —  Borçlanmışsın.
WESTON — Kime borçlanmışım? Ben bişey hatırla­mıyorum. Onların hepsi bitti gitti.
WESLEY — Bitip gittiği yok. Öylece duruyor. Sen değiştin belki ama, gene de o adamlara borcun var.
WESTON — Hatırlamıyorum. Arabanın taksidi için bişeyler almışımdır belki. Unutmuşum.
WESLEY —  Onlar unutmamış.
WESTON — Eeee, n'apalım. öderiz. O kadar kor­kunç bişey değil.
WESLEY — Nasıl ödeyeceksin? Artık ev de, her şey de Ellis'in.
WESTON — Ev nerden onun oluyormuş? Burası benim evim!
WESLEY — İmzayı basıp devretmişsin!
WESTON — İmza mimza basmadım ben!
WESLEY —  Sarhoşken imzalamışsın.
WESTON —  KES SESİNİ!
WESLEY —  Nasıl ödeyeceksin?
WESTON —  (Duraksar) O araziyi satarım.
AVESLEY — O arazi beş para etmez. Adam da Mek­sika'ya kaçtı.
WESTON—  Hangi adam?
WESLEY — Taylor. Avukat. Annemin avukat dos­tu.
WESTON — (Duralar, uyuyan ELLA'ya, sonra WESLEY'e bakar) Aynı herif mi?
WESLEY — Aynı herif. Hepimizi soydu.
WESTON — Olmaz. Böyle haksızlık olmaz. Yepyeni bir yola girmiştim. Her şeyin üstesinden gele­cektim.
WESLEY — Onların dünyasıyla başa çıkamazsın.
WESTON — Yepyeni bir atılıma hazırlanmıştım. Haksızlık!
WESLEY — Gizli bir illet gibi, çaktırmadan içimize işlediler. Farkında bile olmadık.
WESTON — Yeni kapıyı da takmıştım. Bütün ça­maşırları yıkadım. Yerleri süpürdüm, enginarla­rı attım. Yaşama yeniden başlamıştım.
WESLEY — Daha fazla oyalanma. Kaç!
WESTON —  Kaçmak mı? Ne demek kaçmak? Kaçamam!
WESLEY — Arabaya atla, çek git!
WESTON — Her şeyi bırakıp kaçamam.
WESLEY— Neden?
WESTON —     ÇÜNKÜ  BEN  BURAYA YERLEŞTİM! ÇÜNKÜ   BURASI   YOLUN   SONU!   ÖTESİ   YOK! BURAYA   GÖÇTÜM,    BU   NOKTAYA   GELDİM! BAŞKA GİDECEK YERİM YOK! BURA SON!
WESLEY — Atla arabaya, git.
(WESTON bir an öylece, durur, çevresine bakar. Bir kurtuluş arar.)
WESTON — (Bir süre sonra) Hatırlıyorum şimdi. Borçlandım, evet. Gırtlağıma kadar borca gir­dim. Gelecekten ümidim vardı, annadın mı? Ge­leceğe güvendim. Her şeyin düzeleceğine inanı­yordum. İşler daha kötüye gidemezdi, demek ki düzelecekti. Durmadan bişeyler satıyorlar, de­mek ki işler düzelecek. Buzdolabı alın. Araba alın. Ev alın. Arsa alın, yatırım yapın. Ergeç ödeneceğini hesaba katmasalar, bu kadar cö­mert olurlar mı? Birgün mutlaka ödenecek. Ben de katıldım kervana. Madem işler böyle yürü­yor, neden borçlanmayayım? Ben de şurdan burdan bişeyler koparayım. Zaten herkes borç­lanmanı istiyor. Bankalar, taksitli satışlar, yatı-
rımcılar... Bütün her şey, gözle görünmeyen pa­ra üstüne dönüyor. Artık hiçbir yerde para sesi duyulmuyor. Her şey krediyle. Her şey insanla­rın kafasında. Madem öyle. dedim, ben de payı­ma düşeni alayım. Yalnızca rakamlar söz konu­su olduktan sonra, ben de birkaç bin borçlansam ne çıkar? Madem her şey afakî ve elle tutu­lur hiç bişey yok, o zaman bana da bi hisse düşsün. Sürüklendim peşlerinden, kervana ka­tıldım.
WESLEY — Hadi, durma, git artık.
(Bir sessizlik. WESTON uyuyan ELLA'ya bakar.)
WESTON — Aynı herifti, demek? Bu da biliyordu. Başımı alıp gittim sanmıştı herhalde.
(WESTON dönüp WESLEY'e bakar.)
WESLEY —  Başını alıp gittindi.
WESTON — Gittimse, birkaç günlüğüne. Arada bir. Burada bunalıyordum. Hiçbir şeyin değişmedi­ğini, değişmeyeceğini gördükçe bunalıyordum. Her sabah, her şey, hep aynı. Dışarlarda bir şey bulacağıma inanmıştım. Parçalardan bir bütün kurmaya çalıştım hep. Geçişler var ya... Geçişle­ri kavrayamadım bir türlü. Doğuyorsun, büyüyorsun, bombalar atıyorsun, çocukların oluyor, barlara dadanıyorsun....sonra da bu. Bi yerde her şey üstüme üstüme geldi. Hepsi üstüme yı­kıldı. Hep dışarlarda aradım. Aslında aradığım şey burada, bu evdeymiş.
WESLEY — Buraya gelecekler. Nerde oturduğunu da öğrendiler artık.
WESTON — Nereye gitsem?
WESLEY—  Meksika?
WESTON — Meksika mı? Doğru ya, herkesin kaçtı­ğı yer orası. Kaçaklarla dolu bir ülke. Oraya gi­dip izimi kaybettirebilirim. Yok olurum. Yepyeni bir yaşama başlayabilirim.
WESLEY—  Belki.
WESTON — O herifi bulup paramı geri alırım. O emlakçi herif. Neydi adı?
WESLEY— Taylor.
WESTON — Tamam, Taylor. O da oraya kaçtı değil mi? Bulabilirim onu.
WESLEY—  Belki.
WESTON — (ELLA'ya bakar) Aynı herif olduğunu bile bile koynuna girdiğine inanamıyorum. Beni öldü filan sandı herhalde. Bir daha hiç dönme­yeceğim sandı.
(WESTON, ELLA'ya doğru bir-iki adım atar. Durur. WESLEY'e bakar, döner, sağdan çıkar. WESLEY bir an öylece durur. WESLEY eğilip yerden yiyecek ar­tıkları alır, ağır ağır yemeye koyulur. Boşalmış olan kuzu kafesine bakar. EMMA soldan girer. İkinci Perde'deki gibi giyinmiştir. Sahnenin ortasına doğru yürürken WESTON'un çıktığı yöne bakar. WESLEY ağzına attıklarını ağır ağır çiğnerken dalgın, ser­semlemiş gibidir. ELLA hâlâ masanın üstünde uyu­makta. EMMA'nın elinde bir binici kamçısı vardır. Sağdaki çıkışa bakarken bacağına bununla hafif hafif vurur.)
EMMA — Meksika yolcusu, ha? Bi gün bile sağ ka­lamaz orada, hemen yakalarlar. Meksika'ya git­mek aptallık. İlk bakacakları yer orasıdır. (WESLEY'e) Ne yiyorsun?
WESLEY— Yiyecek.
EMMA — Hem de yerden topluyor! Senin sonun da babam gibi olacak. Hastalıklı.
WESLEY— (Dalgın) Açım.
EMMA — Hastasın! Ne diye onun paçavralarını giy­din? Sözde aile reisi sen misin şimdi? Büyük re­is! Baba aslan!
WESLEY —  Babamın bulduğu çare bana yaramadı.
EMMA —  Babam çare mi bulmuş?
WESLEY — (Kendi kendine konuşur gibi) Önce çok sıcak suyla dolu banyoya girdim. Zar zor daya­nabileceğim kadar sıcaktı. Üstüne buz gibi bi banyo daha. Sonra çırılçıplak dolaştım. Ama işe yaramadı. Hiçbir şey olmadı. Bişeyler olsun diye bekledim. Dışarı çıktım. Hava çok soğuk. Don­dum. Sırtıma giyecek birşeyler aradım. Çöplü­ğün oraları karıştırmaya başladım. Bunları bul­dum.
EMMA —  Çöplüğü mü karıştırdın?
WESLEY — Kuzunun kanı ellerimden, dirseklerim­den akıyordu. Önce kendim sandım. Akan kan kendi kanım sandım.
EMMA — Çok iğrençsin! Babamdan bile iğrenç­sin....ki o da az iğrenç değildir, (hâlâ uyuyan ELLA'ya bakar) Bu n'apıyor?
WESLEY — Onun attıklarını giyinmeye başladım. Beyzbol kepi, lastik ayakkabıları, paltosu. Her giydiğim şeyle birlikte babamın bir parçası üs­tüme yapışıyordu sanki. Beni yavaş yavaş dev­raldığını hissettim.
EMMA — (Kamçısını bacağına vurarak masaya yü­rür) N'apıyor bu? Uyuyor mu yoksa? (kamçıyı ELLA'nın kıçına vurur) KALKSANA! (ELLA uyuma­yı sürdürür.)
WESLEY — Kendimin geri geri çekildiğini hisset­tim. O içime giriyor, bense içimden çıkıyordum. Sanki bi nöbet değişimi.
EMMA — Neyse, üzme tatlı canını. Elinden geleni yapmışsın.
WESLEY —  Hiç bişey yapmadım.
EMMA — Ben de onu diyorum ya.
WESLEY — Yaptığım tek şey, burada doğup büyü­mek.
EMMA—  (WESLEY'in yanına gelir) Paran var mı?
(WESLEY paltosunun ceplerini karıştırır.)
EMMA — O ceplere ne bakıyorsun? Babamın palto­su!
WESLEY —  Hani sen güya hapisteydin?
EMMA —  (Tekrar masaya doğru yürür) Tabii.
WESLEY —  Ne oldu?
EMMA — (ELLA'nın çantasını alıp karıştırmaya baş­lar) İnce yeteneklerimi kullandım. Benim zekâm doğuştan suç işlemeye yatkınmış. Yeni anladım. (Çantanın içindekileri bir bir yere atar.)
WESLEY — Ne yaptın?
EMMA—  Kurtuldum.
WESLEY —  Görüyorum. Ama nasıl?
EMMA — Çavuşa cinsel yaklaşımlarda bulundum, tamam mı? Çok kolay oldu. (çantadan bir tomar para ile araba anahtarları çıkarır. Çantayı yere fırlatır. Parayı kaldırıp gösterir) Suç hayatına atı­lıyorum. Günümüzde kâr getiren tek meslek!
WESLEY — (EMMA'nın elindeki paralara bakar) Nerden bulmuş o parayı?
EMMA — Bil bakalım nerden!
WESLEY — Annemin arabasıyla mı gideceksin?
EMMA — En güvenilir kişisel girişim, suç işlemek. Tavsiye mektubu istemez. Diploma istemez. Masrafın yok, amortisman hesapların yok. Doğ­rudan doğruya kâra geçiyorsun.
WESLEY — Peki, ben neden hep geri geri gidiyo­rum?
EMMA — (WESLEY'e doğru yürüyerek) Çünkü ileri­yi göremiyorsun da ondan. Dünyanın kaç bucak olduğundan haberin yok. Bitakım şeyleri öğren­mek gerek, Wes. Yoksa adamın canına okurlar. İnsanlar gözünün içine baktıklarında, kanmaya­caksın. Arkalarında ne var, ona bakacaksın. Ne­yin önünde duruyorlar, neyi saklıyorlar, onu gö­receksin. Herkes kendini gizliyor, Wes, herkes. Hiç kimse göründüğü gibi değil.
WESLEY—  Peki, ya sen?..
EMMA — (Geri geri uzaklaşarak) Ben yokum artık. Gidiyorum. Hiç dönmeyeceğim.
(ELLA birden uyanır, masanın üstünde dik oturur.)
ELLA —  (Kötü bir rüyadan uyanmışcasına) EMMA!!
(EMMA bir an ona bakar, koşarak soldan çıkar. EL­LA masanın üstünde oturmuş, dehşet içinde WESLEY'e bakar. Onu tanımaz.)
ELLA —  (WESLEY'e) Weston! Emma mıydı o?
WESLEY —  Benim, anne.
ELLA — (Masadan inmeden sahne dışına bağırır) EMMA! (masadan atlayıp giyecek palto arar) Ça-
buk, yetişmemiz gerek. Böyle fırlayıp gidemez. O at onu öldürür! Paltom nerde? (WESLEY'e) PAL­TOM NERDE?
WESLEY — Palto giymemiştin ki.
ELLA — (WESLEY'e) Koş, yetiş ona, Weston! Kendi öz kızın! Kaçmaya kalkıyor!
WESLEY —  Bırak gitsin.
ELLA — Bırakamam. O çocuk benim sorumlulu­ğum.
(Sahne dışında muazzam bir patlama. Şimşek çak­masını andıran bir ışık. Sonra sessizlik. WESLEY ile ELLA şaşkın şaşkın öylece dururlar. EMERSON, kı­kır kıkır gülerek sağdan girer, takım elbise giymiş ufak tefek bir adamdır.)
EMERSON — Hey yavrum hey! Amma da gümledi. Helal olsun, (kıkırdar WESLEY ile ELLA ona ba­karlar) Bizim Slater dinamiti ağzına kadar dol­durmuş besbelli. Kendimi bildim bileli böyle gümbürtü duymamıştım.
(Ortağı SLATER, elinde derisi yüzülmüş kuzu leşiyle sağdan girer. EMERSON'dan daha uzun boyludur, o da takım elbise giymiştir. İkisi de bayramda çata­pat patlatıp birilerini korkutmuş çocuklar gibi kıkır kıkır gülüp dururlar.)
SLATER — Şuna bi baksana, Emerson. (kıkırdar) Şunu gördün mü? (WESLEY'e) ne bu? Derisi yü­zülmüş keçi mi?
WESLEY —   (Bomboş) Kuzu.
SLATER —   H-aaa, kuzu demek? (gülerler) Bana so-
rarsan bi karının kürtaj artığına benziyor. (Deli­ler gibi gülerler.)
WESLEY —  O gümleme neydi?
(Gülmeyi bırakıp WESLEY'e bakarlar. Tekrar güler­ler. Birden susarlar.)
EMERSON — Gümleme mi? Ne gümlemesi?
WESLEY —  O patlama.
EMERSON — Haaaaa, o muuu? Küçücük bir hatır­latma. Nasıl derler, hipnotik telkin! (Gülerler.)
ELLA —  Kim bu adamlar, Weston?
EMERSON — (WESLEY'e) Weston? Weston sen mi­sin?
WESLEY—  Babam.
SLATER — (Kuzu ölüsünü kafesin içine atar) Karı bu Weston'dur diyorsa, bu Weston'dur.
ELLA — Bu adamlar ne arıyor burada? (Adamlar­dan uzaklaşır.)
EMERSON — (WESLEY'e) Demek Weston sensin? Biz seni başka türlü bi tip sanıyorduk. Büsbü­tün başka türlü bi tip.
WESLEY —  Demin dışarda patlayan neydi?
EMERSON — Taksitleri ödenmemiş bişey. Epeydir ödenmemiş.
SLATER —  Çoktandır ödenmemiş.
WESLEY— Araba! Arabayı havaya uçurdunuz!
EMERSON—  Bravo!
(Kahkahadan yıkılırlar. WESLEY sahnenin arka ta­rafına yürür, dışarsını görmeye çalışıyormuş gibi bakar.)
ELLA — Bu adamları çıkar buradan, Weston. Mut­fağımda ne işleri var?
SLATER — (Etrafına bakınır) Amma da döküntü yer, ha... Üstüne para verseler böyle bi pislikte oturmam.
EMERSON — Eeee, faturaları ödememenin sonu budur. Bişey ihmal edersin, sonra bişey daha. Bi de bakmışın ki, her şey çığrından çıkmış. Yu­varlanıp gidersin ondan sonra. Böyle bi çöplük­te bulursun kendini.
WESLEY — (Sahnenin en gerisinde, dışarı bakar) Dışarda yangın var.
SLATER — Kendi kendine söner. Jelatinli dinamit­le nitro karışımı. Uzun süre yanmaz. Çimlere zarar verebilir biraz ama, geçicidir.
WESLEY — (Hâlâ dışarı bakarak, duygusuz bir ses­le) Araba uçmuş! Tek parçası kalmamış. .
SLATER — Kalır mı? Çok etkili bi maddedir. İrlan­dalılar geliştirmiş. Dünya güzeli bi bok. Anında gümleyip gidiyorsun.
EMERSON  — (WESLEY'e) Neyse, biz kaçıyoruz, Weston. Durum vaziyetini çaktın herhalde, (çık­maya başlarlar, EMERSON durur) Bu arada pe­derini görecek olursan, kendisini de haberdar et. Bi işi on defa yapmak hiç hoşumuza gitmez. İlk seferinde keyifli oluyor ama, sonra insanın canı sıkılmaya başlıyor.
SLATER — (WESLEY'e) Şu kuzucuğa da biraz süt verin. Bi deri bi kemik kalmış.
(İkisi de kahkahalar atarak çıkarlar. ELLA sahne­nin ön tarafına, içinde kuzu ölüsü duran kafese bakmaktadır. WESLEY, sırtı ona dönük olarak sah­nenin arka tarafında durur. Dışarı bakar. Sessiz­lik.)
ELLA — (Gözlerim kuzudan ayırmadan) Bütün gün uyumuşum galiba. Ne kadar uyudum?
(Birbirlerinden ters yönlere bakarak aynı durumda kalırlar)
WESLEY —  Çok değil.
ELLA — Ve Emma gitti. Gerçekten de o ata binip gitti. Hiç sanmıyordum gideceğini. Rüyamda git­tiğini gördüm. Onun için uyandım.
WESLEY —  Biraz önce buradaydı. Bu mutfakta.
ELLA — Her şey ben uyurken olup bitmiş. Hiçbi şey duymamışım. (Sessizlik. Kuzu ölüsüne bak­maya devam eder.) Aaaah! Ne oldu biliyor mu­sun, Wes?
WESLEY—  Ne?
ELLA — Birden bişey içimi delip geçti. Şu kuzuya bakarken...
WESLEY—  Ne?
ELLA — Hani, baban bi kartal hikâyesi anlatırdı. Hatırlıyor musun?
WESLEY—   Evet.
ELLA — Ben unutmuşum. Hayal meyal hatırlıyo­rum. Ama şu anda içimi delip geçti.
WESLEY—  Ya?
ELLA — (Bir sessizlikten sonra) Kartal ikide bir ge­liyor, sundurmanın damına konuyor, sonra ye­niden havalanıyor. O kadarını hatırlıyorum.
WESLEY—  Evet.
ELLA—  Sonra?
WESLEY—  Bilmiyorum.
ELLA —  Hatırlıyorsun! Sonra ne oluyor?
WESLEY —  Bi kedi geliyor.
ELLA — Tamam. Azman bi kedi geliyor. Ta tarlala­rın oraya. Damın üstüne sıçrıyor. Orda hayvan­ların barsakları mı, ne vardıysa işte, onları kok­lamaya.
WESLEY — (Hâlâ sırtı annesine dönük) Sonra kar­tal bi dalış daha yapıyor. Kediyi pençeleri arası­na aldığı gibi, çığlık çığlığa gökyüzüne uçuyor.
ELLA — (Kuzuya bakarak) Tamam. Sonra dövüşü­yorlar. Gökyüzünün ortasında deliler gibi dövü­şüyorlar. Kedi kartalın bağrını deşiyor. Kartal kediyi atmaya uğraşıyor, ama kedi bırakmıyor. Çünkü düşerse öleceğini biliyor.
WESLEY — Ve kartal havada parçalanmakta. Kar­tal kendini kediden kurtarmaya çabalıyor, ama kedi bırakmıyor.
ELLA — Ve çırpınarak gökten inip yere çakılıyorlar. İkisi birden yere çakılıyor. İkisi tek canmış gibi.
(Oldukları gibi kalırlar. WESLEY sahnenin arka tarafinda, dışarı bakmakta, sırtı ELLA'ya dönük. EL­LA sahnenin ön tarafında, kuzuya bakmakta. Işıklar çok ağır ağır söner.)
 

Yorumlar

  1. Ödenmemiş faturalarınız var mı? Temizlemek istediğiniz borcunuz var mı? Sen
    mali açıdan aşağı ve bir iş kurmanız mı gerekiyor? Banka var mı
    Kötü kredinizin bir sonucu olarak sizi reddetti mi? Artık endişelenmeyin
    Finansal Gelişme Hizmetleri size düşük bir kredi vermek istiyor
    Kredi teklifimizle ilgileniyorsanız ve
    bir kredi başvurusunda bulunun, bu mesajı yanıtlayarak bugün bize ulaşın veya
    bize şu adresten bir e-posta gönderebilirsiniz: mrsmartinaloanfirm01@outlook.com ayrıca whatsapp numarasından +919538413928 numaralı telefondan bize ulaşabilirsiniz.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SATICININ ÖLÜMÜ - ARTHUR MILLER

YEDİ KOCALI HÜRMÜZ

VİŞNE BAHÇESİ - ANTON ÇEHOV