ÜÇ KURUŞLUK OPERA - B. Brecht

ÜÇ KURUŞLUK OPERA
B. Brecht



KİŞİLER
Macheath, nam-ı diğer Sustalı Mackie
Jonathan
Jeremiah
Peachum,"Dilencinin Dostu" firması­nın sahibi
Celia Peachum, karısı
Polly Peachum, kızı
Brown, Londra'nın polis şefi
Lucy, kızı
izbelerin Jenny
Sinim
Rahip Kimball
Filen
Bir Panayır Şarkıcısı
Çete : Mangır Matthew
Çengel Parmak Jacob
Testere Robert
Ed
Jimmy
Salkım Söğüt Walker
Orospular:       Dolly
Betty
Marion
Suky Tawdry
Olimpia
Viksen
Edith
Dilenciler
Polisler

ÖN OYUN
SUSTALI MACKIE MORİTATI
(Soho'da panayır.)
(Dilenciler dilenmekte, hırsızlar hırsızla-makta, orospular orospuluk etmektedir. Bir panayır şarkıcısı şu baladı söyler.)
Ve köpek balığının dişleri vardır, dişlerini gösterir. Oysa Mackie bir bıçak taşır, kimse bilmez nendedir.
Ve köpekbalığı kan dökünce kızıla keser tüm deniz. Sustalı Mack eldivenli, iz bırakmaz, tertemiz.
Nehrin kuytu yerlerinde suda şişmiş cesetler yüzer. Ne vebadan, ne koleradan karanlıkta Mack gezer.
Güneşli güzel bir pazar günü orta yerde bir ölü. Sıvışır Mack gölge gibi arkasında kan gölü.
Schmul Meler nalları dikti, veda etti nice zengin hayata. Paraları Mack içetti Gel sıkıysa ispatla.
(Gezintiye çıkmış olan Peachum'ın karısı ve kızıyla soldan sağa geçtiği görülür.)
Rospik Jenny bulunmuştur göğsünde bir kamayla. Sustalı Mack keyfindedir, ilgilenmez olayla.
83
Arabacı Alfons Glitte göçtü gitti sebepsiz. Hiç boşuna Mack'e sorma, nasıl olsa habersiz.
Bir morukla beş suçsuz çocuk, yanmış gitmiş kül olmuş. Sanki her şeyden habersiz Sustalı Mack seyre durmuş.
Semtin en güzel gencecik kızı akşamüstü parktadır. Bir bakar ki, namus elden gitmiş; kimbilir Mack nerdedir?
(Orospular arasında bir gülüşme olur. Aralarından sıyrılan bir adam, meydanı boydan boya geçerek kaybolur.)
İZBELERİN JENNY: işte o giden Sustalı Mack'di!




BİRİNCİ PERDE l
insanların gittikçe acımasız-laşması karşısında, işadamı j. peachum, yoksulların en acı­masız yürekleri bile yumuşa­tacak kılıklara glrebllecekle-
Rl BiR iŞYERi AÇMIŞTI.
(JonathanJeremiah Peachum'un Dilenci Giyimevi)
PEACHUM'IN SABAH DUASI
Uyan ey aşağılık Hıristiyan! Başla günahkar hayatına! Yık kutsal ne varsa, dayan! Tanrı da gösterir sana. Sat kardeşini ey sefil!
Sat karını sen ey alçak! Sen tanrıyı gökte uyur bil! Mahşer günü gelsin de gör bak!
PEACHUM     : (Seyirciye) Bu işe bir çare bulmak lazım, işimiz çok güç. Çünkü işimiz, insanoğlu­nun acıma duygusunu uyandırmak. Gerçi insanların acıma duygusunu uyandırabile­cek bir kaç şey var, var da; işin kötüsü, bunları bir kaç kez kullandınız mı, hemen etkisini yitiriyor. Neden derseniz, insanoğ­lu istediği zaman taş yürekli olabiliyor. Ör­neğin: Sokağın köşesinde dikilen kolsuz bir adamı gördü diyelim, ilk defasında irki-lip on Penny verebilir, ikincisinde de belki beş Penny. Ama üçüncüsünde, soğukkanlı­lıkla tutup adamı polise teslim eder. Mane­vi değerler açısından da durum böyle. (Sahne yukarısından, üzerinde "Vermek al­maktan daha hayırlı" yazılı bir pankart iner.) istediği kadar gözalıcı, etkileyici ya­zılmış olsun; çabucak modası geçtikten sonra, bu öğütler neye yarar? Sözgelimi in­cil'de de insanın yüreğine dokunan üç-beş söz var. Ama bunları kullanıp bitirince, aç kalmak işten değil. Nah işte şu "Ver ki Tanrı da sana versin" sözü. Şuraya asalı daha üç hafta oldu, hemen bayatladı. Müş­teri yenilik ister. Dönüp yine incil'e baka­cağız ama, o da daha ne kadar işe yarar bi­linmez.
(Kapı çalınır. Peachum açar, içeri Filch adında genç bir adam girer.)
FILCH : Peachum ve Ortakları Ş irketi mi?
PEACHUM     : Peachum.
FILCH : "Dilencinin Dostu" firmasının sahibi siz misiniz? Beni size gönderdiler. Aa, çok gü­zel sözler doğrusu! Gerçek bir kapital bu! Kimbilir, sizde bir kütüphane dolusu vardır bu sözlerden, ha? Hayret bir buluş yani. Bizim gibi tahsil terbiye görmemiş adam­lar böyle fikirleri nasıl bulsun? E tabii o zaman sektörde de gelişme olmuyor.
PEACHUM     : Adınız?
FILCH : Bakın Bay Peachum, ben çocukluğumdan beri bahtsız bir hayat yaşadım. Anam alko­lik babam kumarbazdı. Hiç şefkat görme­dim. Bir annenin şefkat dolu elinden tuta­madığım için, büyük şehrin çamurlarına battım. Ne baba ilgisi, ne sıcak bir yuva ta­nıdım, işte şimdi de gördüğünüz gibi...
PEACHUM     : Evet, şimdi gördüğüm gibi?..
FILCH : (Şaşırır) ... yani fırtınaya kapılmış bir ka­zazede gibi.
PEACHUM     : Fırtınaya kapılmış bir kazazede gibi falan filan. Söyle bakalım zavallı kazazede, bu nakaratı hangi bölgede tekrarlıyorsun?
FILCH : Nasıl yani Bay Peachum?
PEACHUM     : Bu çocukça tekerlemeyi, yoldan gelip ge­çenlere tekrarlıyorsun herhalde?
FILCH : Ee şey, Bay Peachum, dün Highland Cad­desinde küçük bir tatsızlık oldu. Ben sessiz sedasız ve mahzun bir şekilde, şapkam elimde, her şeyden habersiz köşede duru­yordum...
PEACHUM     : (Bir not defterini karıştırır) Highland Caddesi. Evet, doğru. Honey ile Sam'in dün enseledikleri kerhaneci sensin demek. 10. Bölgede gelip geçenleri rahatsız ediyor-muşsun. Yaradanı bilmez allahhğın biri ol­duğunu düşündük de; bu defa bir temiz ıs­latmakla yetindik. Ama bir kere daha ortalıkta görünürsen, o zaman testere kulla­nırız, anlaşıldı mı?
FILCH : Lütfen Bay Peachum! Benim elimden ne gelir? O iki beyefendi yanımı yöremi bir güzel morarttıktan sonra sizin kartınızı ver­diler. Sırtımı bir görseniz; morina balığı sa­nırsınız.
PEACHUM     : Bak aslanım, eğer çağanoza benzetme-mişlerse; adamlarım dalga geçmişler de­mektir. Senin gibi çiçeği burnunda bir hı­yar çıkıp gelecek ve lüp diye avantaya konacak, öyle mi? Biri kalkıp da senin de­rendeki alabalıkları kepçelemeye kalksa, iyi mi?
FILCH : Evet işte Bay Peachum, benim avlanacak bir derem yok.
PEACHUM     : Bizde lisans sadece profesyonellere veri­lir. (Bir iş adamının alışkın hareketleriyle kent planını gösterir.) Londra 14 bölgeye ayrılır. Bu bölgelerden herhangi birinde di­lencilik yapmak için, Jonathan Jeremiah Peachum ve Ortakları Şirketinin lisansı ge­rekir. Yoksa önüne gelen, "anam sarhoş, babam kumarbaz" diye başlardı.
FILCH : Bay Peachum, iflasın eşiğindeyim, yalnız­ca birkaç Schilling'im var. Avucumdaki son iki Schilling'le bu işe bir çare bulmak zorundayım...
PEACHUM     : Yirmi Schillihg.
FILCH : Bay Peachum!
(Yakaran bakışlarla, asılı pankartlardan birini gösterir. "Yoksulun çağrısına kulak­larını tıkama!" Peachum da buna karşılık bir vitrinin perdesindeki yazıyı gösterir: "Ver ki Tanrı da sana versin!")
FILCH : On Schilling.
PEACHUM     : Haftalık kazancından yüzde elli alırım. Giyim kuşam dahil yüzde yetmiş.
FILCH : Affedersiniz, giyim kuşam nelerden olu­şuyor?
PEACHUM     : O konuda firma karar verir.
FILCH : Hangi bölgede başlayacağım?
PEACHUM     : Baker Caddesi, 2 ve 104 numaralar arası. O bölge daha ucuz. Giyim kuşam dahil yüzde elliye olur.
FILCH : Buyrun. (Parayı öder.)
PEACHUM     : Adınız?
FILCH : Charles Filch.
PEACHUM     : Tamam. (Seslenir) Bayan Peachum! (Ba­yan Peachum girer.) Bu Filch. 314 numa­ra. Bölge: Baker Caddesi. Kaydını ben ken­dim yaparım. Tabii, kraliçenin taç giyme törenlerinden önce işe girmeyi kim iste­mez. Hayatta üç beş kuruş tırtıklanabilecek ender fırsatlardan biri. Donanım C. (Bir vitrinin önündeki perdeyi açar. Beş manken görünmektedir.)
FILCH : Bunlar ne?
PEACHUM     : Bunlar yoksulluğun insanın yüreğine do­kunan beş temel tipi. Bu tiplerle karşılaş-
tıklan zaman, insanların ruhunda olağandı­şı bir titreşim olur ve acıyıp para verirler. Donanım A: Trafikteki gelişmenin kurba-• m. Sırıtkan yarım felçli. Sürekli güler, (Taklid eder) vurdumduymaz, neşeli, ifa­deyi çolak bir kolla perçinleriz. Donanım B: Savaş sanatının kurbanı. Tit­rek ve sarsak bir şekilde insanları rahatsız eder. Tiksinti uyandırarak amacına ulaşır. (Taklid eder) ifade, gerekirse savaş madal-yalanyla yumuşatılır.
Donanım C: Sanayi kalkınmasının kurbanı, insanın içini paralayan kör, ya da bir başka deyişle, akademik dilenme sanatı. ,(Filch'in üstüne üstüne yürüyerek taklid eder. Filch'e çarptığı anda, Filch korkuyla hay­kırır. Peachum derhal taklidi keser, şaşkın­lıkla Filch'i tepeden aşağı süzer ve aniden kükrer.) Acıyorsun! Hayatta dilenci ola­mazsın! Acımak sokaktan geçenlere düşer, sana değil! Buna ancak donanım D yakışır! Celia, yine içmişsin! Şaşı şaşı bakıyorsun. Yüzotuzaltı numara kıyafetinden şikayetçi. Kaç defa söyleyeceğim: Bir centilmen kirli elbiselerle dolaşmaz! Üstelik yüzotuzaltı numara pırıl pırıl bir kostümün parasını ödemiş. Acındırmak için yalnızca kandil yağını ütüyle yedirerek lekeler yapacaksın. Kafayı işlet biraz! Her şeyi ben mi düşüne­ceğim? (Filch'e) Çıkar üstündekileri, şun­ları giy. Ama iyi kullanacaksın ha!
FİLCH : Benim üstümdekiler ne olacak?
PEACHUM     : Onlar firmaya ait. Donanım E: Ömrü bo­yunca bu hallere düşeceğini aklından bile geçirmemiş, güngörmüş genç adam.
FİLCH : Ha, onları da kullanacaksınız demek? Pe­ki o iyi günler görmüş genç adam rolünü ben niye oynamıyorum?
PEACHUM     : Kimse insanın gerçek düşkünlüğüne inan­maz da ondan, evlat. Karnın ağnsa da söy­lesen yalnızca insanlarda tiksintiye yol açarsın. Ayrıca soru sormak sana düşmez. Giy şunları!
FİLCH : Biraz kirli değiller mi? (Peachum' m deli­ci bakışlarıyla karşı karşıya kalınca) Özür dilerim, özür dilerim.
BAYAN
PEACHUM     : Elini çabuk tut biraz aslanım, burada noel yortusuna kadar senin pantolonunu tutacak değilim.
FİLCH : (Birdenbire damarına basılmış gibi)
Ama çizmelerimi çıkarmam! Kesinlikle çı­karmam. Vazgeçerim daha iyi. Onlar bana zavallı annemin tek armağanı. Hayatta çı­karmam. Sürünsem, mahvolsam, ölsem...
BAYAN
PEACHUM     : Uzatma, ayaklarının kirli olduğunu anla­madım mı sanıyorsun?
FBLCH : Kış ortasında ayaklarımı nerede yıkasay-dımyani?! .
(Bayan Peachum, Filch'i bir kabine sokar, sonra sol yanda oturup bir giysiye ütüyle kandil yağı yedirmeye koyulur.)
PEACHUM     : Kızın nerde?
BAYAN
PEACHUM     : Polly? Yukarda!
PEACHUM     : O herif dün yine burada mıydı? Hani bo­yuna ben bir yere gidince gelen?
BAYAN
PEACHUM     : Bu kadar kuşkucu olma Jonathan. Reis, fevkalade centilmen bir adam ve kızımızla da çok ilgileniyor.
PEACHUM     : Demek öyle.
BAYAN
PEACHUM     : Üstelik eğer bende beş kuruşluk akıl var­sa; biliyorum ki, Polly de ondan hoşlanı­yor.
PEACHUM     : Celia, sanki milyonermişiz gibi harcıyor­sun kızı. Bir de evlenme falan çıkarma ba­şıma. Bu dükkânı seninle benim bacakları­mı seyrettirerek yürütemeyiz herhalde. Bir haftaya kalmaz müşteriler elini eteğini çe­ker bu berhaneden. Bir de damat çıkarma başımıza! Bir haftaya kalmaz bizi avucu-nun içine alır! Kızının yatakta ağzının sen­den daha sıkı olduğunu sanıyorsan, yanılır­sın!
BAYAN
PEACHUM     : Kızın hakkında düşündüklerin pek hoş doğrusu!
PEACHUM     : En kötüsü. En kötüden beter. Bir cinsellik ve duygusallık yığınından başka bir şey de­ğil!
BAYAN
PEACHUM     : Bu yönden sana çekmediği muhakkak.
PEACHUM     : Evlenmekmiş! Kızım, açlar için ekmek neyse, benim için odur. (İncil'in sayfaları­nı çevirir.) incil'de bile yeri var bunun. Evlenmek dediğin zaten bir ahlaksızlık. Ben onu evlilikten nasıl vazgeçireceğimi bilirim.
BAYAN
PEACHUM     : Jonathan, cahilin birisin sen.
PEACHUM     : Cahilmiş! Adı neymiş bu beyefendinin?
BAYAN
PEACHUM     : "Reis" diyorlar yalnızca.
PEACHUM     : Demek beyefendinin adını bile sormak aklınıza gelmedi? Oh, ne ala, ne ala!
BAYAN ı
PEACHUM     : Adamcağız tutmuş nezaket göstermiş bizi Ahtapot Oleli'nde dansa davet etmiş. He­men kafa kağıdını soracak kadar mağara değiliz herhalde.
PEACHUM     : Nereye?
BAYAN
PEACHUM     : Ahtapot Oteli'ne, dansa.
PEACHUM     : Reis? Ahtapot Oteli? Vay, vay, vay...
BAYAN
PEACHUM     : Kızıma da, bana da, yalnızca glase eldi­venle dokunuyor.
PEACHUM     : Glase eldiven mi?
BAYAN
PEACHUM     : Evet, her zaman glase eldivenler taşıyor. Beyaz glase eldivenler.
PEACHUM     : Beyaz eldivenler, fildişi saplı bir baston, tozluklu rugan iskarpinler, saygı uyandıran bir görünüş ve bir yara izi...
BAYAN
PEACHUM     : Boynunda. Herkesi de nereden tanırsın bilmem ki? (Filen kabinden çıkar.)
FILCH : Bay Peachum, bana biraz da nasıl davran­mam gerektiğini açıklar mısınız? Ben ol­dum olası her şeyi sistemli yapmak istemi­şimdir, öyle gelişi güzel iş yapmak istemem.
BAYAN
PEACHUM     : Sistemim sevsinler!
PEACHUM     : Bundan olsa olsa geri zekalı dilenci olur. Akşam saat altıda gel, gerekli dersleri ala­caksın. Toz ol şimdi!
FILCH : Teşekkürler, Bay Peachum, binlerce te­şekkür. (Çıkar)
PEACHUM     : Yüzde elli! - Şimdi de sana bu eldivenli beyefendinin kim olduğunu söyleyeyim: Sustalı Mack!
(Merdivenlerden yukarıya, Polly'nin yatak odasına koşar.)
BAYAN
PEACHUM     : Aman Tannm! Sustalı Mack! Bütün aziz­ler yardımcımız olsun! - Polly! Polly nere­de? (Peachum ağır adımlarla döner.)
PEACHUM     : Polly mi? Polly eve dönmemiş. Yatağı bile bozulmamış.
BAYAN
PEACHUM     : Pamuk tüccanyla yemeğe çıkmıştır. Kalı­bımı basarım Jonathan!
PEACHUM     : Allah vere de, gerçekten pamuk tüccarı olsa!
(Bay ve Bayan Peachum, perdenin önüne çıkıp §arkıya başlarlar. Şarkı ışıklaması: Altın rengi. Org aydınlanır. Bir boruya asılı üç ışıldak yukardan aşağı iner ve ek­randa şarkının adı görünür.)
ASLINDA ŞARKISI I PEACHUM
Aslında, aslında,
evde yorganın sıcaklığı var.
Ama nerde? Ama nerde?
Sanki caddelerde hep çuvalla bok mu
dağıtıyorlar?
BAYAN PEACHUM
Hep o dolunayın işi:
"Duysan yüreğimin sesini" nağmeleri,
"Ve sen nereye gidersen elele" yalanları
Hep dolunayla altüst olur kişi.
II PEACHUM
Aslında, aslında
bir yararlı işle uğraşmak da var.
Ama nerde? Ama nerde?
Çaresiz sonunda burnuna kadar boka
batar. BiRLiKTE
Ve hani nerde dolunay?
Nerde "Yüreğimin atışı" nağmeleri?
Nerde "Nereye gitsek elele" yalanları?
Aşk bitince, dolunay olur yalınay!
2
SOHO'NUN DERİNLİKLERİNDE BiR YERDE, HAYDUT SUSTALI MACK, DİLENCİLER KRALININ KIZI POLLY PEACHUM ÎLE EVLiLiĞiN! KUTLU­YOR.
(Boş bir ahır)
MATTHIAS    : (Nam-ı diğer Mangır Matthias, bir elinde tabanca, bir elinde f ener, ahırı aydınlatır) Hey, eller yukan! Kimse varsa! (Macheath -Mac- girer, sahnenin önünden bir tur atar.)
MAC : Ee, kimse var mıymış?
MATTHIAS    : in cin top oynuyor. Düğünü burada rahat-, ça yapabiliriz.
POLLY : (Gelin giysisiyle girer) Ama burası bir ahır!
MAC : Şimdilik şu yemliğin üstüne otur Polly.
(Seyircilere) Şu gördüğünüz ahırda bugün, bundan sonraki hayatımı benimle paylaş­mak için ardım sıra gelen Bayan Polly Pe-achum ile düğünümüz kutlanacak.
MATTHIAS    : Bugün yine turnayı gözünden vurdun.
Bay Peachum'm biricik kızını kandınp ka­çırdığını duyunca bütün Londra'nın dudak­ları uçuklayacak.
MAC : Bay Peachum da kim? MATTHIAS    : Kendine sorsan, Londra'nın en yoksul in­sanı olduğunu söyler.
POLLY : Düğünümüzü burada kutlamayı düşünmü­yorsun herhalde? Basbayağı bir ahır burası! Papaz efendiyi buraya çağırmak olmaz ki. Üstelik kendi malımız bile değil. Yeni ha­yatımıza kanundışı bir davranışla başlama­yalım Mac. Bu en mutlu günümüz bizim. MAC         v     : Sevgili yavrucuğum, merak etme her şey istediğin gibi olacak. Elini sıcak sudan so­ğuk suya sokmayacaksın. Eşyalar yolda. MATTHIAS    : işte, mobilyalar geliyor?
(Büyük kamyonların yanaşıp durduğu işiti­lir. Yarını düzine adam, halılar, mobilya, sofra takımı ve benzeri eşyayı içeri taşıya­rak; ahırı aşırı süslü bir lokal kılığına so­karlar.)
JAKOB : (Nam-ı diğer Çengelparmak.)  Tebrikler! Ginger Caddesi 14 numaranın birinci katın­da oturanlar vardı. Önce yangın çıkarıp on­ları kışkışlamak zorunda kaldık. ROBERT         : (Nam-ı diğer Testere.) Tebrikler.
Strand'de yolumuza çıkan bir aynasızın işi bitik!
MAC : Amatör herifler. EDE                 : Elimizden geleni yaptık ama, Westend'de
üç kişi morto. Tebrikler. MAC : Acemi çaylaklar, leş kargaları! JIMMY            : Yalnızca ortayaşlı bir adama bir-iki delik açmak zorunda kaldık. Ama durumu pek ciddi değil. Tebrikler.
MAC : Ne emir vermiştim ben? Kan dökmekten kaçınılacak. Ay, düşündükçe içim bir fena oluyor. Siz hiç işadamı olamayacaksınız. Yamyam olabilirsiniz, ama işadamı asla! WALTER        : (Nam-ı diğer Gamlı Baykuş.) Tebrik ede­rim. Bu çembalo daha yanm saat önce So-mersetshire düşesine aitti, hanımefendi.
POLLY : Ne mobilyası bunlar? MAC              : Mobilyalar hoşuna gitti mi Polly? POLLY           : (Ağlar) Şu birkaç parça mobilya için, ya­zık değil mi zavallı insancıklara? MAC              : Hem de ne mobilya! Döküntü! Kızmakta çok haklısın Polly. Gülağacından bir çem-balo ile rönesans bir divan. Gaf üstüne gaf! Bir masa bari yok mu? WALTER       : Masa mı?
(Yemliklerin üzerine bir kaç lata yerleştire­rek bir masa yaparlar.)
POLLY : Ah Mac! Çok mutsuzum! Hiç değilse Pa­paz efendi gelmese bari.
MATTHIAS    : Kesin gelir. Yolu tıpı tıpına tarif ettik. WALTER        : (Masayı takdim eder) işte masa! MAC : (Polly'nin ağlamayı sürdürmesi üzerine) Karımın sinirlerini altüst ettiniz. Öteki is­kemleler nerede peki? Çembalo var, is­kemle yok! Hiç kafa yok mu sizde? Ben hayatımda kaç kere düğün töreni yapıyo­rum? Kapa çeneni Gamlı Baykuş? Diyo­rum ki hayatımda kaç kere size işim düştü? Onda da karımı daha şimdiden mutsuz etti­niz.
EDE : Sevgili Polly... MAC               : (Vurup kafasından şapkasını düşürür) "Sevgili Polly"miş! "Sevgili Polly" diye tepene binersem, kafanı bağırsaklarına so­karım, bok herif! Duyulmuş şey mi? "Sev­gili Polly"! Koynunda yatmışlığın mı var ulan?
POLLY : Ama Mac! EDE                : Yemin ederim ki... WALTER       : Sayın Bayan, eğer herhangi bir eşyanın eksikliğini hissediyorsanız, biz hemen bir parti daha... MAC               : Gülağacından çembalo var da, iskemle
yok. (Güler) Gelin olarak sen bu işe ne di­yorsun?
POLLY : Onun o kadar zararı yok canım. MAC              : iki iskemle, bir divan. Gelinle damat da
yere oturacaklar herhalde! POLLY : Bak bu iyi fikir!
MAC : (Sert) Şu çembalonun ayaklarını kesin! Çabuk! Çabuk!
DÖRT KiŞi     : (Çembalonun ayaklarını keserken şarkı söylerler)
Nazik Bili ile Erkek Mary Geçen Çarşamba evlendiler. Ayağına bas! Oh-oh-oh. Gelince kadın bir gelinlikle Damat şaştı kaldı gelinliğe. Gelinse bilmiyordu damadın adı ne? Ooo...
WALTER        : işte hanımefendi size bir kerevet. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine... MAC : Şimdi beylerden şu pılı pırtılarını çıkarıp efendi gibi bir şeyler giymelerini rica ede­bilir miyim? Bu da önünde sonunda her­hangi birinin nikâhı değil herhalde, değil mi? Polly, senden de şu yemek sepetleriyle ilgilenmeni rica edeyim.
POLLY : Düğün yemeği mi bu? Bunların hepsi ça­lıntı mı Mac?
MAC : Tabii yavrum, tabii. POLLY            : Şimdi kapı çalınsa da içeri şerif girse ne
yapardın, merak ediyorum. MAC : Görürsün bakalım, kocan o zaman neler
yaparmış.
MATTHIAS    : Bugün imkansız. Bütün atlı polisler Da-ventry'de. Kraliçeyi karşılamaya gittiler. Cuma günkü taç giyme töreni için. POLLY : iki bıçak, ondört çatal! Her iskemleye bir
bıçak.
MAC : Fiyasko! Profesyonellerin değil, acemile­rin işi bu! Hiç üslup diye bir şey duymadı­nız mı beyler? insan, Chippendale ile On-dördüncü Louis arasındaki farkı görebilmeli.
(Çete, şık gece elbiseleri içinde döner. An­cak davranış biçimleri, bu giysilere pek de uygun değildir.)
WALTER        : Aslında en değerli şeyleri getirelim dedik ama. Şu ahşaba bak! Birinci sınıf malze­me. MATTHIAS    : Psst! Psst! izin verirseniz Reis...
MAC : Polly, yanıma gel.
(Gelinle damat, tebrikleri kabul etmek için pozisyon alırlar.)
MATTHIAS    : izninizle Reis, size hayatınızın bu en mut­lu gününde, kariyerinizin baharında, yani demek istiyorum ki, bu dönüm noktasında, en samimi ve aynı zamanda en kalbi tebrik­lerimizi takdim etmek ve... Vay anasını, böyle yüksekten konuşunca adamın midesi bulanıyor yahu. Uzatmayalım (Mac'le to-kalaşır.) Kutlu olsun moruk!
MAC : Teşekkürler, bu çok nazik bir hareketti Matthias.
MATTH l AS    : (Duygulu bir biçimde, Mac' i kucakladık­tan sonra, Polly'le tokalaşır) içimden ge­leni söylüyorum be moruk! Başını dik tut arkadaşım! (Sırıtarak) Yani dikkat et düş­mesin demek istiyorum. (Çete mensupları gürültüyle gülerler. Mac birdenbire seri bir hareketle Matlhias'ı ye­re seriverir.)
MAC : Bir daha ağzını bozma, tamam mı? Bu pis şakaları senin o Kitty orospusunun yanında yaparsın.
POLLY : Mac, o nasıl konuşma öyle?
MATTHIAS    : Kitty'ye öyle demeni protesto ediyo­rum... (Zorlukla doğrulur.)
MAC : Ya, protesto ediyorsun demek?
MATTHIAS    : Ayrıca onun yanında hiç bir zaman pis şa­kalar yapmam. Kitty'ye değer veririm ben. Ama senin yapın bunu anlamaya müsait değil. Pis şakalara asıl ihtiyacı olan sensin. Lucy kendisine neler söylediğini bana an­latmadı mı sanıyorsun? Benim söylediğim, senin söylediklerinin yanında, çocuk oyun­cağı kalır. (Mac, Matthias' m yüzüne dik dik bakar.)
JAKOB : Hadi, yeter artık. Şimdiden düğünün içine ettiniz. (Araya girerler.)
MAC : Ne güzel düğün ha, Polly? Nikâh törenin­de bu sığırlarla birlikte olmak da varmış kaderinde. Arkadaşlarının kocanı böyle ke­paze edeceklerini hiç aklına getirir miydin? Al işte, sana bir ders olsun bu.
POLLY : Ben düğünümden hoşnutum.
ROBERT         : Saçmalama yahu, seni kepaze eden filan yok. Her zaman, her yerde bir anlaşmazlık olabilir, değil mi? Hem senin Kitty'nde herkes gibi saygıdeğer biri. Hadi Mangır, şu düğün armağanını çıkar ortaya.
HEPSi : Hadi, nazlanma hadi!
MATTHIAS    : (Kırgın) Nah işte, buyur.
POLLY : Ah, bir düğün hediyesi. Çok naziksiniz Bay Mangır Matthias. Baksana Mac, ne güzel bir gecelik.
MATTHIAS    : Pis bir şaka daha ha? Ne dersin Reis?
MAC : Tamam, tamam. Böyle bir günde kalbini kırmak istemezdim.
WALTER        : Buna ne buyrulur? Chippendale! (Dev bir Chippendale pandüllü çalar saatin üstün­deki örtüyü açar.)
MAC : Ondördüncü Louis!
POLLY : Dehşet! Öyle mutluyum ki, söyleyecek
söz bulamıyorum. Ne kadar düşüncelisiniz. Harika! Bunları koyacak bir evimizin ol­mayışı yazık ama, değil mi Mac?
MAC : Eh artık buna bir başlangıç olarak bak. Her işin başı zorluklarla doludur. Sana da teşekkürler Walter. Hadi şimdi şunları top­layın bakalım. Yemek!
JAKOB : (Diğerleri masayı hazırlarken) Tabii ben yine bir şey getiremedim. (Heyecanla Polly'e) inanın hanımefendi, gerçekten mahcubum.
POLLY : Aman Bay Çengelparmak, ne olacak ca­nım, sözü mü olur?
JAKOB : Ama işte bütün arkadaşlar hediyeler getir­di, ben hiçbir şey getiremedim. Kendinizi benim yerime koyun, durumumu anlarsı­nız. Ama benim başıma hep böyle işler ge­lir! Aslında bir araba hikaye anlatabilirim size bu konuda. Aklınız durur. Daha ge­çenlerde izbelerin Jenny'ye rastladım, "n'aber kızrospik" dememle... (Birdenbi­re ensesinde dikilmekte olan Mac'ifarke-der ve sözünü tamamlamadan bir kenara sıvışır) MAC               : (Polly'i yerine götürürken) Böyle iyi bir
yemeği bugüne bugün başka hiçbir yerde yiyemezsin Polly. Buyrun! (Herkes düğün yemeğine oturur)
EDE : (Sofra takımını göstererek) Güzel tabak­lar, Savoy Otelinden.
JAKOB : Mayonezli yumurtalar da Selfridge'den. Koca bir çanak kaz ciğeri ezmesi de vardı ama, Jimmy yolda tamamını işkembeye in­dirdi.
WALTER       : işkembe denmez, ayıp.
JIMMY : Yumurtaları öyle yutma Ede, böyle bu­günde ayıp yahu!
MAC : Bize şarkı söyleyecek biri yok mu? Şöyle ulvi, uhrevi bir şey?
MATTHİAS    : (Gülmekten lokması neredeyse gırtlağına kaçar) Ulvi, uhrevi bir şeymiş! Lafa bak süngüye davran! (Mac'in keskin bakışları karşısında süklüm püklüm yeniden oturur.)
MAC : (Birinin kesesini vurup elinden düşüre­rek) Hemen zıkkımlanmaya başlamasamz olmaz mı? Paldır küldür tıkınma faslına dalacağınıza, belki yemekten önce hoş bir şeyler yaparsınız diye düşünmüştüm. Baş­kaları böyle bir günde bu gibi şeyleri ihmal etmezler.
JAKOB : Ne gibi şeyleri?
MAC : Hepsini ben mi düşüneceğim be? Sizden kalkıp burada bir opera oynamanızı isteyen yok. Ama işkembenizi doldurmanın ve pis şakalar yapmanın dışında bir şeyler hazır­layabilirdiniz yani. insan, arkadaşlarının ne mal olduğunu böyle günde anlıyor.
POLLY : Som balığı harikulade, Mac.
EDE : Evet, böylesini hiç bir yerde peyleyemez-siniz. Ama Mac'in sofrasında her gün bu­lunur. Nasıl turnayı gözünden vurduğunu­zu anlıyor musunuz? Her zaman söylerim: Mac, gözü yukarda bir kız için bulunmaz Hint kumaşıdır. Daha dün aynı şeyi Lucy'ye söyledim.
POLLY : Lucy mi? Lucy kim Mac?
JAKOB -.(Sıkıntılı) Haa Lucy mi? Pek öyle ciddi­ye alınacak biri değil canım.
l
(Matthias ayağa kalkmış, Jakob'u sustur­mak amacıyla Polly'nin arkasından el kol hareketleri yapmaktadır.)
POLLY : (Onu görür) Bir şey mi aradınız? Tuz mu...? Evet, ne diyordunuz Bay Jakob?
JAKOB : A, şey, hiç, hiçbir şey. Aslında ben hiçbir şey söylemek istememiştim. Hm, lafımı se­veyim.
MAC : O elindeki ne Jakob?
JAKOB : Bıçak, Reis.
MAC : Tabağındaki ne Jakob?
JAKOB : Alabalık, Reis.
MAC : Evet, demek bıçakla alabalık yiyorsun ha? Jakob, alem adamsın. Görüyor musun Polly? Bıçakla balık yiyor! Senin bu yaptı­ğına ne derler biliyor musun? Hırtlık der­ler! Anlıyor musun beni Jakob? Bak işte gör Polly, bu ayıları adam kılığına sokmak için bayağı zorlanacaksın. Adam olmaya hiç niyetiniz yok mu sizin ha?
WALTER        : Biz kadınlara niyetliyiz.
POLLY : Ne ayıp, Bay VValter!
MAC : Demek şarkı markı yok? Şu günü biraz güzelleştirecek bir şey yok? Her zamanki gibi sıradan, kasvetli, boktan bir gün olarak geçecek? Kapıda bir gözcü var mı bari? Yoksa onu da ben mi düşüneceğim? ister­seniz siz burda benim sırtımdan rahatça tı-kıriabilesiniz diye; ben gidip kapıda nöbet tutayım, ha?
WALTER        : (Bozulmuştur) Ne demek "benim sırtım­dan"?
JIMMY : Bırak Walter'cığım! Ben giderim. Zaten buraya kim gelir ki? (Çıkar)
JAKOB : Düğün şenliğinde bütün misafirler nallan dikerse, amma matrak olur ha!
JIMMY : (Koşarak girer) Aman Reis, aynasızlar!
WALTER        : Şerif kaplan Brown!
MATTHİAS    : Saçmalamayın, bu Rahip Kimball. (Rahip Kimball girer)
HEPSÎ : (Bağıra bağıra) iyi akşamlar Rahip Kim­ball!
KİMBALL      : Gördünüz mü işte, buldum sizi. Gerçi kü-
çük bir kulübecik ama, ne demişler: iki gö­nül bir olunca, samanlık seyran olur. Hiç değilse kendi malınız ya, ona bakın.
MAC : Evet, Devonshire düşesinin.
POLLY : tyi günler aziz peder. Bu mutlu günümüz­de gelişinize o kadar...
MAC : Hadi çocuklar, aziz pederin şerefine bir şarkı parlatın bakalım.
MATTHIAS    : "Bili Lavvgen ile Mary Syer" nasıl olur?
JAKOB : Aa, gayet uygun olur bence.
K1MB ALL      : Eh bir şarkı, hiç fena olmaz çocuklar!
MATTHIAS    : Başlıyoruz beyler.
(Üç kişi ayağa kalkıp, biraz kuru, biraz mat ve biraz da tereddütle söylerler)
yoksul insanların düğün şar­kısı
Nazik Bili ile Erkek Mary Geçen Çarşamba evlendiler. Ayağına bas! Oh, oh, oh. Gelince kadın bir gelinlikle Damat şaştı kaldı gelinliğe. Gelinse bilmiyordu damadın adı ne? Ooo...
Ne iş yapar kız bilir misin? Yooo! Ona sadık kalacak mısın? Yooo! Ayağına bas! Oh, oh, oh! Nazik Billy ne dese iyi: Karımın yeter bana oracığı! Köpoğlu! Ooooh!
MAC : Hepsi bu mu? Pek banal!
MATTHIAS    :(Yine tıkımrken boğulacak gibi olur) Ba­nal! Lafa bak! Tam manasıyla öyle beyler, banal.
MAC : Kes!
MATTHIAS    : Hayır, demek istiyorum ki, ruhsuz. Böy­le... sanki ateşi sönmüş falan gibi.
POLLY : Beyler, madem kimse bir şey söylemek istemiyor; o zaman becerebildiğim kada-
rıyla ben bir şarkı söyleyeyim. Sizlere So-ho'nun pespaye tektekçi barlarından birin­de gördüğüm bir kızın taklidini yapacağım. Yalnız şunu bilmeniz gerek: Bu kız orada bulaşıkçılık yapardı. Müşteriler sık sık laf atıp alay ederler; o da birazdan duyacağı­nız şekilde cevap verirdi. Şurası küçük bar tezgâhı olsun. Ama çok pis olduğunu düşü­nün. Kız sabah akşam bu barın arkasında dururdu. Şu bulaşık kovası olsun, bu da bardakları kuruladığı çaput. Sizin oturdu­ğunuz yerde de onu alaya alan erkekler otururdu, isterseniz gerçeğe uygun olsun diye siz de gülebilirsiniz. Ama beceremem diyorsanız, şart değil. (Bardak yıkar gibi yapar ve kendi kendine bazı şeyler mırılda­nır) Şimdi içinizden biri şöyle diyecek (Walter' i gösterir) mesela siz: "Ee, senin gemi ne zaman geliyor, Jenny?"
\VALTER        : Ee, senin gemi ne zaman geliyor, Jenny? POLLY : Şimdi bir başkası, mesela siz: "Korsanın sevgilisi Jenny, hâlâ bulaşık mı yıkıyor­sun?" diyorsunuz. MATTHIAS    : "Korsanın sevgilisi Jenny, hâlâ bulaşık
mı yıkıyorsun?" POLLY : Evet, şimdi de ben başlıyorum.
(Şarkı ışıklaması: Altın rengi. Org aydınla­nır. Bir boruya asılı üç ışıldak yukardan aşağı iner ve ekranda şarkının adı görü­nür.)
KORSAN JENNY
&
Efendiler görün burda beni
hep müşteriye yatak yaparken
ve üç kuruş verirsiniz
teşekkür ederim üstümde pis önlüğümle
bu döküntü otelde.
Ve hiç bilemezsiniz ki ben kimim
ve hiç bilmezsiniz ki
ben kimim.
Ama bir gün kopacak Umandan
çığlıklar
Sorarlar: Ne bu bağrışma?
Bir gülme bende
kadehleri yıkarken
Sorarlar: Ne gülüp durur bu?
Bir gemi,
sekiz yelken,
elli dev topuyla
girer limana.
2
Ve diyeceksiniz:
Şen işine baksana!
Önüme üç kuruş atacaksınız
ve üç kuruş alınacak
ve yataklar yapılacak.
Oysa
bu yataklarda kimse yatmayacak.
Hâlâ anlamayacaksınız
ben kimim,
hâlâ anlamayacaksınız
ben kimim.
Ama o gün kopacak limanda
kıyamet.
Sorarlar: Ne bu gümbürtü?
Bir gülme bende pencereden bakarken.
Sararlar: Ne bu sinsi gülüş?
Bir gemi,
sekiz yelken,
elli dev topuyla
topa tutarken.
3
«Efendiler yüzünüzde donacak gülüş Duvarlar çöktüğü zaman Taş kalmadı taşüstü, kentin işi pek bitik. Yalnız bir tapon otel ayakta hâlâ dim­dik.
Sorarlar kim diye burada oturan? Bütün gece çığlıklar çevresinde otelin. Ne bu sır? Bir bu otel kaldı niye? Erkenden eşikte görünce beni, Şaşmayın «turan buymuş diye.
Bir gemi sekiz yelken Dev gibi elli topuyla Donanır bütün.»
4
Öğlen üstü korsan çıkacak karaya
ve oturacaklar
bir gölgede
ve herkesi tek tek getirecekler önüme
ve zincire vurup önümde diz çöktüre-
cekler
ve soracaklar: Hangisi gebersin?
Ve soracaklar:
Hangisi gebersin?
Ve o öğle vakti
susacak liman.
Sorduklarında: Kimler gebersin?
Birden benim sesim duyulacak: Hepsi!
Ve tek tek keller uçarken havada
diyeceğim ki: Oh ya!
Ve gemi
gün batarken
elli koca topuyla
alır götürür beni.
MATTHIAS    : Pek hoş, eğlenceli. Yani hanımefendi bu­nu nasıl böyle şeyediyor, bravo doğrusu.
MAC : Ne demek istiyorsun yani "hoş" demek­le? Buna "hoş" demezler, "sanat" derler, salak! Hoşmuş. Çok güzel canlandırdın Polly. Ama bu hayvanlara değmez. Affe­dersiniz aziz peder, sizi kastetmiyorum. (Polly'ye yavaş sesle) Ayrıca senin böyle ortaya çıkıp artistlik etmenden hiç hoşlan­madım. Bir daha böyle şeyler istemem. (Masadan kahkahalar yükselir. Çete üyele­ri, papazla alay etmektedir.) Elinizde ne var, aziz peder?
JAKOB : iki bıçak, Reis!
MAC : Tabağınızda ne var, aziz peder?
KIMBALL      : Som balığı sanınm.
MAC : Demek bıçakla som balığı yiyorsunuz, ha?
JAKOB : Hiç böyle şey gördünüz mü? Bıçakla ba­lık yiyor! Bunu yapana ne derler biliyor musunuz?
MAC : Hırt derler! Anlıyor musun beni Jakob? Bu da sana bir ders olsun.
JMMY : (Koşarak girer) Hey, Reis, aynasızlar! Şerifin ta kendisi.
WALTER        : Brovvn, Kaplan Brown!
MAC : Evet, doğru, Kaplan Brown. Şu anda rei­siniz Macheath'in fakirhanesini şereflendi­recek olan Kaplan Brovvn, Londra'nın po­lis şefi, Old Bailey'nin temel direği. Bakın da bir şeyler öğrenin! (Çete üyeleri, bir yerlere pısıp saklanmaya çabalarlar.)
JAKOB : Bu sefer sağlam darağacını bulduk! (Brovvn girer.)
MAC : Selam, Jackie!
BROWN : Selam, Mac! Hemen kaçacağım, vaktim dar. Bu işin ille de başkasına ait bir ahırda olması mı gerekiyordu? Mülke tecavüz bu!
MAC : Yakın olduğu için kolayıma geldi Jackie. Eski dostun Mac'in düğün törenine gelme­ne sevindim. Sana eşimi takdim edeyim. Kızlık adı Peachum. Polly, bu da Kaplan Brovvn. Ee, ihtiyar? (Omuzuna vurur) Bunlar da arkadaşlarım Jackie. Herhalde hepsini gözün ısırıyordur.
BROWN : (Sıkıntılı) Burada görevli olarak bulun­muyorum Mac.
MAC : Onlar da. (Seslenir. Hepsi eller yukarda gelirler.) Hey, Jakob!
BROWN : Aa, bu Çengelparmak Jakob, madrabazın tekidir.
MAC : Hey Jimmy! Robert! VValter!
BRONVN : Neyse, bugünlük üstüne bir sünger çeke­lim.
MAC : Hey Ede! Matthias!
BROWN : Oturun beyler, oturun!
HEPSi : Teşekkür ederiz efendim!
BROVVN : Eski arkadaşım Mac'in sevimli eşiyle ta­nışmaktan memnun oldum.
POLLY : Teşekkür ederim efendim.
MAC : Otur bakalım moruk, otur da viski şişesin­de bir yelken açalım! Sevgili Polly, arka­daşlar! Bugün burada aramızda, krallığın mutlak otoritesinin, soydaşlarının başına getirdiği bir insanı görüyorsunuz. Ama ha­yatın bütün yokuş ve inişleri, bütün fırtına­lar, aramızdaki dostluğu bozamamıştır. Öy­le bir şeyler işte. Kimi kastettiğimi hepiniz anlıyorsunuz. Ah Jackie, Hindistan'daki as­kerlik günlerimizi hatırlar mısın? Gel şu bi­zim topların türküsünü bir söyleyelim ha? (Mac ve Brown masanın üzerine oturur­lar.)
(Şarkı ışıklaması: Altın rengi. Org aydınla­nır. Bir boruya asılı üç ışıldak yukardan aşağı iner ve ekranda şarkının adı görü­nür:)
TOPLARIN TÜRKÜSÜ
l
John önümdeydi, Jim yanımda
ve Georgie de çavuş çıkmıştı.
Ve kimseye sormadılar adını
koştuk cepheye, mevsim de kıştı.
Askerin ömrü
toplar üstünde
çöllerden kutba kadar.
Yağmurlar yağarken
rastgelseler birden
rengi bozuk ırklara,
ister sarı ister kara,
anam avradım olsun ki onları çiğ çiğ
yerler.
Jonn derdi "Viski sıcak" ve Jimmy geceleri titrerdi. Ama Georgie "Esas duruş" der ve her fırsatta fırça çekerdi. Askerin ömrü toplar üstünde
çöllerden kutba kadar.
Yağmurlar yağarken
rastgelseler birden
rengi bozuk ırklara,
ister sarı ister kara,
anam avradım olsun ki onları çiğ çiğ
yerler.
3
John öldü gitti, Jim vuruldu ve Georg devrildi durduk yerde. Daha kanları kurumadan yenileri savaşacak cephelerde! (Oturdukları yerde ayaklarıyla yürüyor gi­bi yaparak) Askerin ömrü toplar üstünde çöllerden kutba kadar. Yağmurlar yağarken rastgelseler birden rengi bozuk ırklara, ister sarı ister kara, anam avradım olsun ki onları çiğ çiğ yerler.
MAC : Hayatın dalgalan, biz iki gençlik arkada­şını ayrı yönlere sürüklemiş olsa da; mes­lekteki yollarımız değişik, hatta belki de karşıt gibi görünse de; dostluğumuz bütün bunların üstünde kalmayı bildi. Bakın da bir şeyler öğrenin! Kastor'la Pollux, Hek-tor'la Andromache gibi bir şeyler işte. Be­nim, basit bir sokak soyguncusu olarak, dostum Brown'a hatırı sayılır bir pay ayırmadan, herhangi bir iş yaptığım çok enderdir. Sarsılmaz bağlılığı­mın işareti ve kanıtı olarak. Onun da, kud­retli polis şefi olarak, -bıçağı ağzından çek Jakob-, eski arkadaşına bir sinyal verme­den, herhangi bir baskın hazırladığı çok en­derdir. Bu gibi bir şeyler işte. Bu karşılıklı bir dayanışma tabii. Açın gözünüzü de bi­raz bir şeyler öğrenin. (Brown' in koluna girer) Ee, arslan Jackie, geldiğine sevin-
dim. Gerçek dostluk diye buna derim ben işte. (Sessizlik. Brovvn'ın yerdeki bir halıyı kaygıyla incelediğini görünce) Hakiki Şi-raz.
BROWN : Orient Halıcılık Şirketi'nden. MAC               : Eyet, halılarımızı hep oradan alırız. Bu­gün beni ziyaret etmen benim için şarttı bi­liyor musun Jackie. Umarım görevin bakı­mından seni zora sokmuş olmadım. BROWN         : Biliyorsun ki, seni kıramam. Ama şimdi gitmem gerek, işim başımdan aşkın. Krali­çenin taç giyme töreninde en ufak bir ak­saklık olursa...
MAC : Ha, Jackie, şu benim kayınpeder... inatçı katırın biri. Olur ya, herhangi bir pislik yapmaya kalkarsa; Scotland Yard dosyala­rında bana karşı bir şey var mı? BROWN          : Scotland Yard'da sana karşı en ufak bir
şey bile yok.
MAC : Tabiatiyle. BROWN          : Hepsini ben kendi elimle ayarladım, iyi
geceler.
MAC : Ayağa kalksanıza ulan! BROWN          : (Polly'ye) iyi şanslar! (Mac, Brown'ı
uğurlar.)
JAKOB : (Gözucuyla Matthias ve Walter'e baka­rak) Doğrusu ya, Kaplan Brown'ın geldi­ğini duyunca, birazcık endişelenmedim de­sem, yalan olur.
MATTHİAS    : Biliyor musunuz bilmem ama hanımefen­di, bizim en yüksek katlarla bile bir takım ilişkilerimiz vardır.
WALTER        : Evet, bizim hiç hesabedemediğimiz za­manlar bile, Mac'in elinde hep umulmadık bir koz vardır. Ama bizim de ufak bir ko­zumuz var. Beyler, saat dokuzbuçuk oldu. MATTHİAS    : Ve işte şimdi en büyük numara.
(Hep birlikte, asılı duran bir halının arka­sına geçerler. Mac girer.) MAC : Ne oldu? MATTHİAS    : Küçük bir sürprizimiz daha var, Reis.
(Halının arkasında, "Bili Lavvgen" şarkısı­nı pek duygulu ve hafif sesle söylerler.
"Gelin bilmiyordu damadın adı ne" dize-siyle birlikte Matthias halıyı birden çekip indirir. Hepsi birlikte halının arkasında du­ran yatağa vura vura, avaz avaz şarkıya devam ederler.)
MAC : Teşekkürler dostlar, teşekkürler.
WALTER        : Hadi bakalım çocuklar, sıvışma zamanı. (Hepsi çıkarlar.)
MAC : işte şimdi duygulu olmanın zamanı. Yok­sa insan dediğin mahlukun dolap beygirin­den farkı kalmaz. Otur, Polly. (Müzik)
MAC : Soho'nun üstünde dolunayı görüyor mu­sun?
POLLY : Görüyorum sevgilim. Kalbimin atışını du­yuyor musun, aşkım?
MAC : Duyuyorum, aşkım.
POLLY : Sen nereye gidersen, ben de oraya gitmek istiyorum.
MAC : Sen neredeysen, ben de orada olmak isti­yorum. (Müzik metni olarak varyantı)
MAC : Soho'nun üstünde dolunayı görüyor mu­sun?
POLLY : Gökte bizim dolunayımızı görüyorum.
MAC : Ama incelmiş, yalınay olmuş.
POLLY : Beni, gittiğin ırak kentlerde unutma Mac.
MAC : Seni hiç bir zaman unutmayacağım. Öp beni Polly.
POLLY : Adieu, Mac.
MAC : Adieu, Polly!
BiRLiKTE
Olsa da bir, olmasa da nikâh, mihrap çiçekle dolmasa da, hiç bilmesek de gelinliğim nerden, tül duvak hiç olmasa da. Yediğin çanağa bakıp da kalma! At hemen, fırlat elinden! Aşk bir varmış, bir yokmuş, dön bak ki gitmiş elden.
3
DÜNYANIN NE ACIMASIZ OLDUĞU­NU ÇOK ÎYİ BiLEN PEACHUM iÇiN, KIZINI KAYBETMEK, İFLAS ETMEK­TEN FARKSIZDIR.
(Peachum' in Dilenci Giyimevi) (Sağda Peachum ve Bayan Peachum. Ka­pıda, elinde küçük bir valiz olmak üzere palto ve şapkasıyla Polly.)
BAYAN
PEACHUM     : Evlendin ha? Sen kalk kızım tepeden tır­nağa şapkalar, elbiseler, şemsiyeler, eldi­venlerle donat; tam bir yelkenli gemi kadar masraf yapmışken; o gitsin, tohuma kaç­mış salatalık gibi kendini çöpe atsın. Ger­çekten gidip evlendin mi kız? (Şarkı ışıklaması: Altın rengi. Org aydınla­nır, bir boruya asılı üç ışıldak yukardan aşağı iner ve ekranda şu sözler görünür:)
POLLY, HAYDUT MACHEATH'LE EV-LENMÎŞ OLDUĞUNU, ANNESÎYLE BABASINA BiR KÜÇÜK ŞARKI ARA­CILIĞIYLA ANLATIYOR:
l
«Saf mı saf bir kızdım ben bir zaman. Saftım ya sen gibi küçükken, Derdim ki, "Gün gelir kısmet çıkar, Düşünmek gerekli şimdiden": Bol parası varsa, iyiyse hoşsa. İşde bile yaka kar beyaz, Görgülüyse hele bayanlara karşı, Burun kırar derim: "Olmaz." Kendini pahalı satmalı Umursamaz görünüp. Elbet ay gökte testekerlek Elbet açılır kayık çifte kürek. Ama burda biter iş. Ya ne sandın, koynuna mı girseydik? Ya ne sandın bu kalb yanılmaz.
Yoksa neler neler olurdu. Ama cevabım hep: "Olmaz."»
2
«tik çıkan kısmet kentden bir adam
Gerekli her şeyi tastamam.
İkincinin limanda üç gemisi,
Üçüncü gözlerimin delisi.
Hepsi Harun gibi, hepsi efendi.
İş günü yakalar kar beyaz
Görgü yerinde, hele bayanlara karşı.
Burun kırıp dedim, "Olmaz."
Kendini pahalı satmalı
Umursamaz görünüp.
Elbet'ay gökte testekerlek
Elbet açılır kayık çifte kürek.
Ama burda biter iş.
Ya ne sandın, koynuna mı girseydik?
Ya ne sandın bu kalb yanılmaz.
Yoksa neler neler olurdu.
Ama cevabım hep: "Olmaz."»
3
Güzel bir gündü, çıkıp geliverdi selamsız sabahsız birden. Odama giriverdi, astı şapkasını çiviye, adam etti beni aklımdan. Cebi deliğin biri, imansızın teki.
Kravat takmaz bayram günü bile. Görgü hele, hak getire bayanlara karşı. Bunu reddetmek olmaz. Nasıl reddedebilirdim onu? Dayanamaz ki insan. Yine ay gökte yusyuvarlak, ama kimde hal var kürek çekecek? Besbelli neye varır sonu. Ya ne sandın? Koynuna giriverdim. Ya ne sandın? Hep buz gibi durulmaz. Sonra neler neler oldu, ah! Hiç der miyim artık: "Olmaz."
PEACHUM     : Ya, o hergelenin aşnafışnası olacaksın de­mek? Pekâlâ doğrusu. Pek hoş.
BAYAN
PEACHUM     : Hadi ahlaksızlığı evlenmeye kadar vardır­dın diyelim; bir çapulcuyu, bir haramiyi seçmen şart mıydı? Bu sana çok tuzluya patlayacak, görürsün! Bunun böyle olacağı­nı bilmem gerekirdi. Bunun daha çocuk­ken, burnu kaf dağındaydı; sanırsın ingilte­re Kraliçesi!
PEACHUM     : Yahu sahiden evlenmiş bu!
BAYAN
PEACHUM     : Evet, dün akşam saat beşte.
PEACHUM     : Uslanmaz bir sabıkalıyla. Düşünüyorum da herifınki de büyük cüret doğrusu. Yaşlı­lığımın tek sigortası olan kızımı, hem de yok pahasına elden çıkarırsam; benim ha­lim ne olur? Ocağım söner. Köpekler bile güler halime. Açlıktan ölmemek için tırna­ğımızın kirini yeriz namussuzum. Bir çı­rayla koca bir kış geçer mi? Geçmez.
BAYAN
PEACHUM     : Kendini ne sanıyorsun sen kız? Onca
emeklerimizin karşılığı bu mu olacaktı, Jo-nathan? Ay, deli olacağım! Başım dönüyor. Bayılıyorum galiba. Ayyh! (Bayılırken) Bir bardak Cordial Medoc konyak.
PEACHUM     : Nah işte bak, anneni ne hallere soktun. Çabuk! Hergeleninmantonitosu... Pekâlâ doğrusu, pek hoş. Zavallı kadına inme ine­cek nerdeyse. (Polfy bir fişe Cordial Me­doc ile gelir.) Başka neyle avunsun kadın­cağız?
POLLY : Öd bardak ver. Fenalaşınca duble duble
içer. Bu onu kendine getirir. (PoHy'nin, bü­tün bu sahne boyunca yüzünden mutluluk okunacaktır.)
BAYAN
PEACHUM     : (Ayılır) Görüyor musun, ne kadar yapma­cık bir ilgi gösteriyor! (içeri beş dilenci girer.)
DtLENCl         : Rezalet bu kardeşim! Bu ne biçim mües­sese? Şu takma bacağa bakın. Takma bacak değil, süpürge sopası! O kadar para veriyo­ruz biz buna. Sokaktan mı topluyoruz bu parayı?
PEACHUM     : Nesi varmış? Bu da diğerleri gibi gayet güzel bir takma bacak! Ama sen kullanma­sını bilmiyorsun.
DÎLENCl        : Peki öyleyse ben ne diye diğerleri kadar kazanamıyorum? Yok arkadaş, ben böyle hikâyeye gelemem. (Takma bacağı yere fırlatır.) Bu külüstürü kullanacağıma, ken­di bacağımı kestirsem daha iyi!
PEACHUM     : Ne istiyorsun be adam? insanların kalbi kaldırım taşına dönmüşse, ben ne yapa­yım? Sana beş tane takma bacak takacak halim yok ya! Karşıma kimi getirirsen ge­tir; beş dakika içinde öyle acınaklı bir hale sokarım ki; sokak köpekleri bile karşısına geçip ağlamaya başlar. Ama insanlar ağla­mıyorsa, ben ne yapayım? Al, bir tanesi yetmiyorsa; sana bir takma bacak daha! Ama verdiğim eşyayı temiz kullan, anlaşıl­dı mı?
DİLENCİ        : Hah, bak, bu daha iyi galiba.
PEACHUM     : (Bir diğerinin protezini kontrol eder.)
Deri işe yaramıyor Celia, lastik kulan, da­ha çok tiksinti veriyor. (Üçüncüye) Bu şiş­lik inmeye başlamış. Daha yeni yaptık hal­buki. Yeniden şişirmek lazım. (Dördüncüyü kontrol eder.) Bu sun'i yara­lar hiç bir zaman hakikisinin yerini tutmu­yor. (Beşinciye) Bu ne hal be? Sen yine yemek yemişsin! Ben sana gösteririm ye­mek yemek nasıl oluyormuş! Diğerlerine de örnek olsun.
DlLENCl        : Bay Peachum, inanın ki hiçbir şey yemi­yorum. Ama işte su içsem yarıyor. Elim­den ne gelir ki?
PEACHUM     : Benim de elimden bir şey gelmez. Kovul­dun! (Tekrar ikinci dilenciye) insanların "yüreğini kaldırmak"la "canını sıkmak" arasında büyük bir fark vardır, aslanım. Bana sanatçılar lazım, sanatçılar! Bugünkü günde yalnızca gerçek sanatçılar insanların yüreğini kaldırabiliyor. Oynadığımız rolün hakkım tam olarak verebilseniz, halk durur sizi alkışlar be! Ama nerde sende o akıl?
Böyle devam ederseniz, anlaşmanızı yeni-leyemem, haberiniz olsun, ramam mı? (Dilenciler çıkarlar.)
POLLY : Tamam, belki yakışıklı değil. Ama kazan­cı yerinde. Bana gelecek vaadediyor! Bi­rinci sınıf usta bir hırsız. Uzakgöriişlü ve deneyimli bir soyguncu. Birikmiş parası var, biliyorum; ne kadar olduğunu söyle­sem şaşarsın. Birkaç tane daha iyi iş çevir­dik mi, şehir dışında bir villaya çekilebili­riz. Hani babamın pek beğendiği Bay Shakespearegibi...
PEACHUM     : B ak kızım, bu iş aslında çok basit. Ta­mam, evlendin, insan evlenince ne yapar, bir düşün? Boşanır, değil mi? Bunu bilmek bu kadar zor mu?
POLLY : Bak bunu anlamadım işte.
PEACHUM     : Boşan diyorum!
POLLY : Ama onu seviyorum. Boşanmayı nasıl dü­şünebilirim?
BAYAN
PEACHUM     : Buraya baksana Polly, hiç utanman yok mu senin?
POLLY : Anne, eğer yani sen de hiç sevdinse...
BAYAN
PEACHUM     : Sevmekmiş! Hep okuduğun o saçma sa­pan kitaplar yüzünden. Polly, herkes ayrılı­yor yavrum! Kural bu.
POLLY : iyi ya ben de kural dışı olurum.
BAYAN
PEACHUM     : Kıçına .sopayı yersen görürsün kural dışı­nı!
POLLY : Bütün anneler öyle yapınca bir işe yanya-cak sanıyorlar. Ama yanılıyorsun. Çünkü kalbim kıçımdan daha önemli.
BAYAN
PEACHUM     : Polly, benim sabnmı taşırma.
POLLY : Aşkımı ketenpereye getirtmem.
BAYAN
PEACHUM     : Bir kelime daha, ağzının ortasına tokadı yersin!
POLLY : Ama aşk, hayatta her şeyin üstündedir an­ne!
BAYAN
PEACHUM     : Herifin kimbilir kaç tane karısı var, kız! Asıldığı zaman darağacında yaran düzine dul bekler. Çocuklusu, emziklisi de caba! Ah, Jonathan.
PEACHUM     : Darağacı? Aklınla bin yaşa. Bak bu iyi fi­kir. Polly, sen biraz dışarı çık bakayım. (Polly çıkar.) Doğru ya. Bu işin 40 pound-luk değeri var.
BAYAN
PEACHUM     : Anladım. Şerife ihbar edeceksin.
PEACHUM     : Evet. Ayrıca asılısı da bize bedavaya ge­lir. .. Bir Usla iki kuş. Yeter ki nerede sak­landığını öğrenelim.
BAYAN
PEACHUM     : Nerede olacak? Orospuların koynunda.
PEACHUM     : Ama ele vermezler ki.
BAYAN
PEACHUM     : O işi bana bırak. Paranın açmadığı kapı var mı? Hemen Turnbridge'e gider, kızlar­la konuşurum. Sıkıysa bundan sonra bir te-kiyle, şöyle iki saatliğine bir buluşsun ba­kalım. Yakayı ele verdiğinin resmidir.
POLLY : (Kapının arkasında dinlemiştir.) Hiç zah­met etme anneciğim. Çünkü benden sana garanti: Mac bundan sonra o kadınlardan biriyle buluşmaktansa, kendiliğinden Old Bailey Cezaevine gider daha iyi. Hadi diye­lim ki Old bailey Cezaevine gitti: Ne ola­cak? Şerif önce ona bir kokteyl ikram ede­cek. Sonra karşılıka purolarını tellendirirken de, bu sokakta karanlık bazı işler çevrilen bir firmadan söz edecekler. Çünkü sevgili babacığım, Şerif, düğünü­müzün en keyifli konuklarından biriydi.
PEACHUM     : Adı neydi?
POLLY : Brown. Ama sen onu Kaplan Brown na-mıyla tanırsın. Çünkü bütün suçlular ona Kaplan Brown diyor. Ama benim kocam, ne hikmetse, Jackie diyor ona. Çocukluk arkadaşıymışlar.
PEACHUM     : Yaa, arkadaşlar demek. Haydutlar şahı ile şerif arkadaş... Zaten böyle bir şehirde, ol­sa olsa o ikisi dost olabilir.
POLLY : (Neredeyse şiir söyler gibi) Ne zaman karşılıklı bir kokteyl içseler; birbirlerinin yanağından birer makas alıp şöyle derler­miş: "Sen bir tane daha yuvarlarsan, ben de bir tane daha yuvarlayacağım." Ne za­man birisi dışarı çıksa, ötekinin gözleri ya-garır şöyle dermiş: "S«B nereye gidersen, ben de gideceğim." Ajstıca Mac'in Scot-land Y ard'daki dosyası tertemiz.
PEACHUM     : Görürüz. Çok karılı bir hayat yaşayan bu. Bay Macheath, salı aksamından perşembe sabahına, kızım Polly'i evlenme vaadiyle kandırıp kaçırdı. Nah i$e şuraya yazıyo­rum, hafta sonuna varmadan, layığını bula­cak ve darağaeım boylayacak. "Bay Mac­heath, bir zamanlar beytz glase eldivenler, fildişi saplı bir baston W boynunuzda bir yara iziyle Ahtapot OteM'ne girip çıkardı­nız. Şimdi bütün o işaretlerden geriye bir tek boynunuzdaki yara izi kaldı. En önem­sizi. Ve artık kodestesiniz. Ve pek yakında artık hiçbir yerde olmayacaksınız..." BAYAN
PEACHUM     : Ah Jonathan, korkarını bunu başaramaya­caksın. Karşındaki adam, Londra'nın en azılı katili Sustalı Mack. Adam kafasına koyduğunu elde ediyor. PEACHUM     : Sustalı Mack de kim oluyormuş?! Sen,
hazırlan, şerife gidiyoruz. Sen de Tumbrid-
; ge'e.
i      BAYAN
j      PEACHUM     : Orospulara.
PEACHUM     : Dünyada kötülük öyle başını alıp gitti ki; kıçını kaldırıp koşmazsan, ayağındaki do­nu bile çalarlar.
POLLY : Ben de Bay Brovvn'ın bir kez daha elini sıkmaktan memnun olacağım baba. (Üçü birden öne çıkarak, şarkı ışıklaması
\ içinde, birinci perde finalini söylerler. Ek-
l randa şu yazı görülür:)
büüncî perde fînalî
insan ilişkilerinin güvensizliği üzerine
POLLY Bu dilek çok mu sizce?
Mutsuz ömrümde tek istek, kendimi kocama vermek. Bu amaç pek mi yüce? Bu amaç pek mi yüce?
PEACHUM     (Elinde incil'le)
Hakkıdır tüm insanların gerçekten kısa hayatında mutlu olmak, tüm zevkleri çalabilmek felekten, önünde taş toprak değil, ekmek bulmak. Temel haktır inanırım yürekten. Gel gör ki bu olacak iş değildir. Hakkın verilsin, nerde o bolluk? Hak eşitlik dediğin bir deyimdir. İnanmak bunlara soytarılık.
BAYAN PEACHUM
Hep peşinde koşardım her istediğini verirdim. Mutluluk hakkındır derdim, el üstünde tutardım. El üstünde tutardım.
PEACHUM     Peygamber olmayı kim istemez? Sevaptır yoksulları beslemek. Cennete konmayı kim istemez? Melek gibi olmak, insan sevmek, Cennette bir köşküm olsun demek. Gel gör ki dünyanın gerçeği başka: Koşullar kötü, insanlar alık! Yer yoktur ne barışa ne de aşka. Yeltenmek bunlara, şarlatanlık!
POLLY VE BAYAN PEACHUM Bu değişmez ne yaparsan: Yalan dünya, kötü insan!
PEACHUM     Bu değişmez ne yaparsan: Yalan dünya, kötü insan! Dünya cennet olsun, kim istemez? Bakalım, koşullar elverir mi? Nah! Bu koşullar elvermez! Sofradaki yiyecek kıtsa, canın kardeşin de olsa, iner yumruğu ensene: Buna kardeşlik desene! Sevgili karın isterse, sevgine para yetmezse, basar kıçına tekmeyi: Öğren kocalık etmeyi! O gün evde ekmek yoksa, canın evladın da olsa, yersin ağzına tokadı: insanlık mı bunun adı?
POLLY VE BAYAN PEACHUM
Hayat böyle ne yazık: Koskoca bir tatsızlık. Yalan dünya, kötü insan. Bu değişmez ne yaparsan.
PEACHUM     Bu değişmez ne yaparsan: • Yalan dünya, kötü insan. Ne yumurta, ne de folluk: tnanmak bunlara, saftaronluk!
ÜÇÜ BiRDEN Altta kalma, çalmana bak, köşeyi dön, dalgana bak!
PEACHUM     Yalan dünya, kötü insan! Bu değişmez, ne yaparsan!
ÜÇÜ BlRDENHayat böyle ne yazık: koskoca bir hırsızlık! Altta kalma, çalmana bak! köşeyi dön, dalgana bak!
İKİNCİ PERDE l
PERŞEMBE GÜNÜ, ÖĞLEDEN SON­RA. SUSTALI MAC, KAYINPEDERİN­DEN KURTULMAK iÇiN, HIGHGATE BATAKLIĞI ÜZERiNDEN KAÇACAK­TIR. KARISINA VEDA EDER.
(Ahır)
POLLY : (Girer) Mac! Mac, korkma, benim!
MAC : (Yatağa uzanmıştır) Ne oluyor yahu? Bu halin ne Polly?
POLLY : Babamla birlikte Brovvn'a gitmek zorun­da kaldım. Babam bazı tehditlerde pulun­du; Brown önce senin tarafını tutup «layattı anıa, sonunda dayanamadı. Seni yakalaya­caklar. Onun için Brown diyor ki; bk süre içi0 ortadan kaybolmalıymışsın. Hemen to­parlan Mac.
MAC : Saçmalama PoMy, ne toparlanması» Şöyle yanıma gel de biraz dağıtalım.
POLLY : Şimdi olmaz Mac. Öyle korktum ki. Bo­yuna darağacından söz edip durdular.
MAC : Bak, bana böyle naz yapmandan hoşlan­mıyorum Polly. Scotland Yard'da bana karşı en ufak bir şey yok.
POLLY : Evet, dün belki. Ama bugün birden bire sürüsüne bereket, işte, dosyaları getirdim. Öyle uzun bir liste ki, şaşarsın: iki tüccarın katli, otuzu aşkın hırsızlık, yirmiüç soy­gun, bir yığın kundaklama olayı, taammü-dea cinayet, evrak sahtekârlığı, yalan yere yemin... Hepsi birbuçuk yıl içinde. Mac, korkunç bir herifsin. Winchester'da da yaşı küçük iki kızkardeşin ırzına geçmişsin!
MAC : Bana yirminin üstünde olduklarını söyle­mişlerdi. Peki Brovvn ne dedi? (Yavaşça kalkar ve ıslık çalarak önden sağa doğru, ilerler.)
POLLY : Besni koridorda yakalayıp, artık senin için bir şey yapamayacağını söyledi. Ah, Mac! (M'dc'in boynuna atılır.)
MAC : Pekâlâ, madem ki benim bir süre ayrıl­mam gerekiyor, o zaman işlerimizi sen yö­neteceksin.
POLLY : Bırak ne olur, şu anda iş konuşulur mu
Mac? Şimdi lütfen sevgili Polly'ni bir kere daha öp ve onu bir daha hiç hiç aldatmaya­cağına...
(Mac, hoyratça bir hareketle Polly'nin sö­züne keser ve onu masaya sürükleyip bir iskemleye oturtur.)
MAC : işte şunlar kayıt defterleri, iyi dinle. Bu personel listesi. (Okur) Sözgelimi Çengel-parmak Jakob. Birbuçuk yıldır şirkette. Ba­kalım ne getirmiş: Bir, iki, üç, dört, beş adet altın saat. Çok sayılmaz ama temiz iş. Kucağıma oturma şimdi havamda değilim. Şu da Walter, nam-ı diğer Gamlı Baykuş, güvenilmez herifin teki. Sık sık kendi adı­na iş yapmaya kalkar. Üç hafta dener, dü-zelmezse sepetlersin. Brown'a bir haber ulaştır yeter.
POLLY : (Hıçkırarak) Brown'a bir haber ulaştıra­cağım yeter.
MAC : Jimmy II, arsız kerata. Yararlı ama ahlak­sız. Sosyete kanlarının kıçının altından çarşafını bile çekip alır, ruhu duymaz. Ona biraz avans ver.
POLLY : Ona biraz avans vereceğim.
MAC : Testere Robert, zekadan yoksun, küçük
işlerin adamı. Darağacma gitmez ama, diri­si de pek bir işe yaramaz.
POLLY : Dirisi de pek bir işe yaramaz.
MAC : Bunun dışında her şeyi şimdiye kadar ol­duğu gibi yaparsın. Sabah yedide kalkar, yıkanırsın falan.
POLLY : Haklısın. Yüreğime taş basıp şirketle ilgi­lenmem gerekiyor. Nen var nen yok, şimdi hepsi benim, değil mi Mac? Peki, kiralık odaların ne olacak Mac? Onlardan vazge­çeyim mi? Kiraları çok fazla tutuyor zaten!
MAC : Hayır, onlara daha ihtiyacım var.
POLLY : Ama neden? Yalnızca bize masraf çıkarı­yor Mac!
MAC : Ne o, hiç geri gelmeyecekmişim gibi ko­nuşuyorsun?
POLLY : Neden? O zaman yine tutarsın! Mac...
Mac, bu şeklide yapamam. Ağzının oynadı­ğını görüyorum ama söylediğin şeyi işitmi­yorum. Beni aldatmayacaksın, değil mi Mac?
MAC : Tabii ki seni aldatmayacağım. Sen bana
nasıl davranırsan, ben de sana öyle davranı­rım. Seni sevmediğimi mi sanıyorsun? Yal­nızca ben daha uzak görüşlüyüm.
POLLY : Teşekkür ederim Mac. Hepsi kuduz kö­pekler gibi senin peşinde, ama sen beni dü­şünüyorsun. ..
(Mac, "kuduz köpekler" lafını duyuca irki-lir, kalkıp sağa doğru gider, ceketini çıka­rıp ellerini yıkamaya başlar.)
MAC : (Aceleyle) Kazancımızı, eskisi gibi
Manchester'deki Jack Poole Bankasına ya­tırırsın. Aramızda kalsın, zaten birkaç hafta içinde bankacılığa başlayacağım. Hem da­ha güvenli, hem de daha kazançlı. En geç iki hafta içinde, şirketin parasını dışarıya akıtır; sonra da Brown'a gidip şirket ele­manlarını ihbar edersin. Çok çok bir ay sonra da, bu insan müsveddeleri, Old Bai-ley zindanında yokolup giderler.
POLLY : Ama Mac, onları böyle darağacına gönde-receksen, bir daha nasıl yüzlerine bakarsın? Nasıl ellerini sıkarsın?
MAC : Kimin? Testere Robert, Mangır Matthias, Çengelparmak Jakob'un mu? Bu darağacı kaçkınlarının? (Çete mensupları girer.)
MAC : Aa beyler, ne iyi ettiniz de geldiniz.
POLLY : Günaydın, beyler.
MATTHİAS    : Reis, taç giyme törenlerinin listesini getir­dim. Galiba önümüzdeki birkaç gün çok ağır geçecek. Yarım saat sonra Canterbury Başpiskoposu geliyor.
MAC : Ne zaman?
MATTHİAS    : Beşbuçukta. Hemen harekete geçmeliyiz, Reis.
MAC : Evet, hemen harekete geçmelisiniz.
ROBERT         : Ne demek, "harekete geçmelisiniz"? MAC : Benim maalesef küçük bir seyahata çık­mam gerekecek.
ROBERT         : Vay anasını! Peşinizdeler mi? MATTHİAS    : Tam da taç giyme törenlerinden önce! Siz
olmadan bu iş kaşıksız lapaya benzer. MAC : Kapa çeneni! îşte bu yüzden, şirketin yö­netimini bir süre için karım Polly'ye bıra­kıyorum. (Polly'yi öne sürüp kendisi arka­ya gider ve oradan izler.)
POLLY : Çocuklar, öyle sanıyorum ki, Reisimiz gözü arkada kalmadan gidebilir. Biz duru­ma vaziyet ederiz icabında. Hem de birinci sınıf, ne dersiniz çocuklar? MATTHİAS    : Gerçi bu konuda bana pek laf düşmez
ama, bilmem ki böyle bir zamanda bir ka­dınla. .. Yani lafım size değil hanımefendi ama...
MAC : (Arkadan) Buna ne dersin Polly? POLLY            : Ulan hergele iyi başladık doğrusu! (Bağı­rır) Tabii ki bana değil o laf! Yoksa şu beyler çoktan pantolonunu indirip, kıçını nasır tutasıya morartmışlardı. Öyle değil mi lan?
(Kısa bir sessizlik, sonra hepsi birden çıl­gınca alkışlarlar.) JAKOB : Doğru. Sıkı oturttu. WALTER        : Bravo! Reis hanımefendi lafım oturtmayı
iyi biliyor. Yaşa Polly! HEPSi : Yaşa! Bravo!
MAC : Canımı sıkan tek şey, taç giyme töreninde bulunamayışım. Sağlam iş çünkü. Gündüz­leri bütün evlerde cinler cirit oynayacak. Geceleri de kalburüstü kim varsa, burnu­nun ucunu göremeyecek kadar sarhoş ola­cak. Ha, aklıma gelmişken söyleyeyim; sen çok içiyorsun Matthias. Geçen hafta Gre-envvich'deki çocuk hastahanesini senin kundakladığın gibisinden bir laf dolaşmış ortalıkta. Tekrarı halinde, kapının önünde bulursun kendini, ona göre! Çocuk hasta­hanesini kim kundakladı bakayım? MATTHİAS    : Ben. MAC      '         : (Diğerlerine) Kim kundakladı ulan?
HEPSÎ : Siz. Reis.
MAC : Kimmiş?
MATTHIAS    -.(Hoşnutsuz) Siz, Bay Macheath. Bu şe­kilde biz hiç yükselemeyiz tabii.
MAC : (Boynuna ilmik geçirilmesini kastederek) Yükselirsin, Böyle! Benimle yanşa kalkı­şırsan, yükselirsin. Oxford'lu bir profesör, bilimsel yanılgıların altına asistanının im­zasını attırsın; duyulmuş şey mi? Tabii ki kendi imzasını atacak.
ROBERT         : Hanımefendi, beyefendinin yokluğunda kesin emrinizdeyiz. Her perşembe hesap günüdür hanımefendi.
POLLY : Her perşembe, çocuklar. (Çete mensupları çıkar.)
MAC : Artık hoşçakal sevgilim, kendine iyi bak ve her gün sanki ben buradaymışım gibi makyaj yapmayı unutma. Bu çok önemli Polly.
POLLY : Sen de hemen buradan ayrılacağına ve
başka hiç bir kadını görmeyeceğine söz ve­rir misin Mac? inan bana sevgili Polly'n bunu kıskançlıktan söylemiyor. Bu çok önemli bir şey, Mac.
MAC : Ama Polly, birtakım çürük kanlarla ne di­ye ilgilenecekmişim? Biliyorsun ki yalnız­ca seni seviyorum. Ortalık yeteri kadar ka­rarınca, ahırlardan birinden bir kısrak kaptığım gibi; sen daha ayışığmı pencere­nin önünde görmeden, Highgate bataklığı­nı aşmış olacağım.
POLLY : Ah, Mac, canevimden yüreğimi kopanp götürme. Burada benimle kal, mutlu ola­lım.
MAC : Kendi yüreğimi canevinden kopanp git­mem gerekiyor. Kimbilir bir daha ne za­man döneceğim?
POLLY : Çok kısa sürdü, Mac.
MAC : Bitiyor mu ki?
POLLY : Dün bir düş gördüm. Pencerenin önünde­yim, sokakta bir gülme işitiyorum. Bir de bakıyorum ki, gülen aymış meğer. Bizim ayımız. Ama öyle incelmiş ki, aşınmış bir
kuruş gibi duruyor. Gideceğin yabancı yer­lerde beni unutma Mac.
MAC : Unutmam, Polly. Öp beni, Polly. POLLY            : Adieu, Mac. MAC                : Adieu, Polly. (Çıkarken)
Aşk bir varmış, bir yokmuş,
dön bak ki gitmiş elden. POLLY : (Yalnız) Geri gelmeyecek. (Şarkı söyler)
Ne kadar hoştu,
ama bitti artık.
Taş bas bağrına,
elveda de aşka!
Yakınmak boşuna,
yakarmak para etmez.
Annem demişti bana:
"Budur senin sonun"
(Çanlar çalmaya başlar.) POLLY : işte Kraliçe Londra'ya geliyor. Kraliçenin
taç giyme gününde biz nerede olacağız
kimbilir?
ARAOYUN
(Bayan Peachum ile izbelerin Jenny perde­nin önünde görünürler.)
BAYAN
PEACHUM     : Sustalı Mack'i gören olursa, en yakın po­lise haber versin; size on Schilling müka­fat.
JENNY : Polisler peşinde olduğuna göre; biz onu
nerden görelim? Av köpekleri ardından ko­şarken, adamın bizimle oyalanacak hali yok ya.
BAYAN
PEACHUM     : Sen beni dinle Jenny: Macheath, bütün Londra peşine düşse; alışkanlıklarından vazgeçecek adam değildir. (Şarkı söyler.)
CiNSEL TUTSAKLIĞIN ŞARKISI
1
«İşte bakın şeytanın ta kendisi Kasap herif, koyun bilir herkesi Orospu dölü, her itliği basardın Ama hakkından gelir, senin kadın Gerçek bu ne kadar karşı dursak, Çare yok, insanoğlu cinsel tutsak. Ne kutsal kitabı dinler, ne takar yasala­rı,'
Sıkılmaz, bencilim der açıkça Herşey biter kadın bir bakınca tyisi mi der gördiiğUnde kaçmalı Gün boyunca iyi dayanır ancak, Cup birinin koynunda gün batınca.»
2
«Gördünüz kaç kişinin .batışını Çoğunun yosmalar yedi başını Görüp de tövbe etmek neye yarar Mezarınızı kazar sizin de orospular. Ellerindeyiz ne kadar dayatsak Çare yok, insanlar cinsel tutsak. Kimi yasalar kınar, kimi tapar incile Sofusu var, bozguncusu var. Kimi sıkı perhizle gününe başlar. Öğle olur düşer ülküler peşine, Akşam oldu mu yücelik yolunda Ama gece bir kaltağın koynunda.»
5
KRALİÇENİN TAÇ GlYME TÖRENlNl MÜJDELEYEN ÇAN SESLERi DAHA SONA ERMEDEN, SUSTALI MACK, TURNBRIDGE'DEKI OROSPULARIN ARASINDADIR! OROSPULAR ONU ELE VERiRLER. PERŞEMBE AKŞAMI
(Turnbridge1de orospülarevi.)
(Sıradan bir öğleden sonra: Orospular, çc
ğu içgömleğiyle, çamaşır ütülemekte, yi-
kanmakta ya da dama oynamaktadırlar: Sanki özlenen sakin burjuva cenneti. Çen-gelparmak Jakob, ayak altında oturmasına rağmen, varlığıyla yokluğu bir, gazete oku­maktadır.)
JAKOB : Bugün gelmez.
OROSPU         : Öyle mi?
JAKOB : Hatta bence hiç gelmez.
OROSPU         : Yazık.
JAKOB : Yazık mı? Onu tanıdığım kadarıyla, çok­tan kirişi kırmıştır bile. Bu defa başka çare­si yok!
(Macheath girer, şapkasını bir çiviye asar, masanın ardındaki divana oturur.)
MAC : Kahvem!
VIXEN : (Şaşkınlıkla tekrarlar) "Kahvem!"
JAKOB : (Korkuyla) Senin Highgate'de olman ge­rekmiyor muydu?
MAC : Unuttun mu, bugün benim perşembe gü­nüm. Böyle abuk sabuk işler için alışkan­lıklarımdan vazgeçecek değilim ya. ("Aranıyor" ilanını yere fırlatır.) Ayrıca dışarda yağmur yağıyor.
JENNY : ("Aranıyor" ilanını okur.) "Kraliçe adı­na Reis Macheath hakkında suç duyuru­su..."
JAKOB : (Jenny'nin elinden kapar.) Benim adım da geçiyor mu?
MAC : Tabii, bütün personel.
JENNY : (Bir başka orospuya) Bak, suç duyurusu. (Sessizlik) Mac, şu elini ver bakayım. (Mac elini uzatır.)
DOLLY : Evet Jenny, bir falına bak bakalım. Sen çok güzel anlıyorsun bu fal bakma dalga­sından. (Daha iyi aydınlatmak için bir pet­rol lambası tutar.)
MAC : Yüklü bir miras mı var bari?
JENNY : Yo, yüklü miras yok!
BETTY : Aman kız, o nasıl bakış, Jenny? Adamın sırtından soğuk terler boşanacak.
MAC : Kısa vadede uzun seyahat?
JENNY : Yok, uzun seyahat de yok.
VKEN : E, ne görüyorsun peki?
MAC : Ama lütfen iyi şeyleri söyle, kötüler kal­sın!
JENNY : Hayret, dar karanlık bir yer görüyorum. Azıcık ışık sızıyor. Bir de kocaman bir K harfi. Kadın kalleşliği demek bu. Efendime söyleyeyim...
MAC : Bir dakika. Bu dar ışıksız yer ve kalleş kadın hakkında biraz daha bir şeyler bil­mek isterim. Kadının adını mesela.
JENNY : Yalnızca baş harfini görüyorum. J ile baş­lıyor.
MAC : Şiştin işte. P ile başlıyor.
JENNY : Mac, Westminster katedralinin çanları taç giyme töreni için çalmaya başladığında, kötü bir dönem geçireceksin!
MAC : Daha neler? Sonra? (Jakob kahkaha ile güler.) Ne oldu? (Jakob'un yanına gider, okuduğu ilana bir göz atar.) Yanlış! Üç olacak.
JAKOB : (Güler) Tabii yahu!
MAC : Bunlar ne güzel çamaşırlar böyle.
OROSPU         : Beşikten mezara en önemli şey, çamaşır!
YAŞLI
OROSPU         : Ben hiç ipek kullanmam. Müşteriler has­talıklı sanırlar. (Jenny kimseye farkettirme-den kapıya yaklaşır.)
2. OROSPU     : (Jenny'ye) Nereye Jenny?
JENNY : Görürsünüz. (Çıkar.)
MOLLY : Ama patiska çamaşır da itici oluyor yani.
YAŞLI
OROSPU         : Ben patiska çamaşırla her zaman çok iyi sonuç almışımdır.
VIXEN : Öyle ya, müşteri kendini hemen evinde sanır.
MAC : (Betty'ye) Hala siyah uçkur mu kullanı­yorsun?
BETTY : Siyah uçkurdan şaşmam.
MAC : Sen ne çamaşır kullanıyorsun bakalım?
2. OROSPU     : Hiç kullanmam. Teyzem erkek düşkünü olduğu için, odama hiç müşteri getiremiyo­rum. Hep kapı aralıklarında falan. O yüz­den çamaşır kullanmıyorum. (Jakob güler.)
MAC : Bitirdin mi?
JAKOB : Yok, daha ırza geçme faslındayım.
MAC : (Divana döner) Jenny nerde? Sevgili ba­yanlar, talihim, bu şehrin üstünde bir yıldız gibi parlamazdan önce...
VIXEN : "Talihim, bu şehrin üstünde bir yıldız gi­bi parlamazdan önce..."
MAC : ... aranızdan biriyle yoksul koşullar içinde yaşardım. Ama bugün şans yüzüme güldü ve Sustalı Mackie oldum diye; o zor gün­lerdeki dostlarımı hiç bir zaman unutmam sevgili bayanlar. Özellikle bütün kızların arasında en
çok sevdiğim Jenny'yi. Dinleyin bakın! (Mac şarkısını söylerken, pencerenin altın­da Jenny görünür ve polis memuru Smith'e işaret eder. Daha sonra Bayan Peachum da onlara katılır. Üçü, sokak lambasının altında durup evi, gözlerler.)
PEZEVENGİN ŞARKISI
1
MAC : Geçmiş günler artık uzak bi/e; beraberce yaşardık, o ve ben: Yöneten başla çalışan gövde. Korurdum onu, o beslerdi beni. Türlü iş vardır, bizimki de böyle. Müşteri gelince, çıkardım koynundan, kibarca karşılar, sıvışırdım ordan. Kasada parayı alırken acele "Yine bekleriz beyim" derdim, "rastge-le!"
Mutlu geçti şu son iki sene dükkânımız olan kerhanede. (Jenny kapıda görünür. Arkasında polis memuru Smith.)
2
JENNY : Geçmiş günler artık uzak bize. Kazancımın hepsini o yerdi. Para az gelse haslardı üstelik, "Donuna kadar satarım bak" derdi. Don dediğin ne ki? tki metelik! Bazan tepem atar, ona diklenirdim, açar ağzımı bir güzel yüklenirdim. Coşar, tekme-tokat girişirdi o da; hastanelik olurdum ben de sonunda. Mutlu geçti şu son iki sene dükkânımız olan kerhanede.
3
BiRLiKTE      : Geçmiş günler artık uzak bize. MAC : O günler böyle puslu değildi JENNY           : Yalnız gündüzleri aşk yapsak da. MAC              : Öyle ya, geceleri o hep meşguldü!
(Normalde gece yatılır ama, gündüz de
pekala olur!)
JENNY : Bir gün de gebe kalmıştım senden. MAC              : Ama o zaman ben alta yatmıştım. JENNY           : Çocuğu ana karnında boğmak istemedi MAC              : Ama çocuk yine de ayvayı yedi.
Ne çabuk geçti şu son iki sene
Ekmek kapımız o kerhanede.
(Dans. Mac sustalı bastonunu alır, Jenny ona şapkasını uzatır. Mac dansederken; Smith elini omuzuna koyar.)
SMITH : Evet, gidelim artık!
MAC : Bu kerhanenin hâlâ tek çıkışı mı var?
(Smith Mac'e kelepçe takmak isterken; Mac onu göğsünden iter. Smith yalpalayın­ca fırlayıp kendini pencereden dışarı atar. Ama aşağıda Bayan Peachum polislerle beklemektedir.)
MAC : (Hiç bir şey olmamış gibi, kibar) iyi gün­ler, hanımefendi.
BAYAN
PEACHUM     : Sevgili Bay Macheath. Kocam der ki, in­sanlık tarihinin en büyük kahramanları, hep bu eşikte tökezlemişler.
MAC : Eşiniz nasıllar?
BAYAN
PEACHUM     : Şimdi daha iyi. Ne yazık ki şu dilber ba­yanlara veda etmeniz gerekiyor. Memur bey, beyefendiyi yeni evine götürür müsü­nüz lütfen. (Polisler Mac'i götürür. Beyan
Peachum pencereden içeri) Tatlı bayanlar, kendisini ziyaret etmek isterseniz, artık hep evde bulacaksınız. Beyefendi bundan böyle Old Bailey'de oturacak. Orospularından vazgeçmeyeceğini biliyordum. Hesabınız için bana uğrayın. Hoşçakalm bayanlar. (Çıkar.)
JENNY : Jakob neler oldu bir bilsen!
JAKOB : (Okumaya öyle dalmıştır ki, olan bitenin farkında değildir.) Mac nerde yahu?
JENNY : Polisler geldi!
JAKOB : Vay anasını, ben de burda okumaya bir dalmışım, pir dalmışım! Vay anasını, vay anası m! (Çıkar.)
6
OROSPULAR TARAFINDAN ELE VE­RiLEN MACHEATH, BiR BAŞKA KA­DININ SEVGİSİ SAYESiNDE HAPlS-TEN KURTULUYOR.
(Old Bailey'deki hapishanede bir kafes.) BROWN : (Girer.) Allah vere de adamlarım onu ya-kalayamasa. Tanrım, lütfen Highgate ba­taklığını aşmış ve uzaklarda dostu Jackie'yi düşünüyor olsun, n'olur. Ama bütün büyük adamlar gibi, o da tedbirsiz. Eğer şimdi onu getirirler de, o da dostça bakışlarını gözlerime dikerse, ne halt edeceğim? Ney­se ki ayışığı var. Eğer bataklıkta at sürüyor­sa, yolu kaybetmez. (Arkadan bir ses duyu­lur.) O ne? Aman tanrım, onu getiriyorlar. MAC               : (Altı polisin eşliğinde, kalın iplerle bağ­lanmış olarak ve mağrur bir biçimde gi­rer.) Ee, şamdan kafalar? Nihayet bizim eski villaya geldik desenize. (Hücrenin en uzak köşesine kaçmış olan Brovvn'ı farke-der.)
BROWN : (Eski arkadaşının ezici bakışları altında geçen uzun bir sessizlikten sonra) Ha, Mac, benim... elimden gelen her şeyi yap-
tim aslında... bana öyle bakma Mac... da­yanamıyorum. .. Böyle susman çok kötü. (Polislerden birine kükrer.) ipi çekip dur­ma, hayvan! Bir şey söyle, Mac... Zavallı dostun Jackie'ye bir şey söyle... Karanlık dünyasını aydınlatacak bir şey... (Başını hücrenin duvarına dayayıp ağlar.) Bana bir tek söz söylemeye bile tenezzül etmi­yor. (Çıkar.)
MAC : Aşağılık kerata. Vicdan azabı çekiyor.
Bir de emniyet amiri olacak, iyi ki suratına bağırmadım. Önce niyetlendim ama; sonra düşündüm ki, şöyle derinden etkileyici bir bakış, onu azrail yoklamış gibi sarsar, iyi oturdu. Bir bakış baktım, yana yakıla ağla­maya başladı. Bu hileyi incil'de okumuş­tum. (Smith kelepçelerle girer.)
MAC : Ne o, bekçibaşı? Daha ağırı yok muydu? Müsaade buyurursanız, biraz daha rahat bir şey istirham edecektim. (Çek defterinin çı­karır.)
SMITH : Aman ne demek Reis Bey, her türlüsü bu­lunur. Yeter ki siz fiyatını belirleyin. Bir Guinee'dan on Guinee'ye kadar.
MAC : Hiç takmamak kaça patlar?
SMITH : Elli.
MAC : (Bir çek yazar) işin kötüsü, Lucy hikaye­si ortaya çıkarsa, hapı yutarız. Eğer Brovvn arkadaş ayağına yatıp kızını baştan çıkardı­ğımı duyarsa; işte o zaman tam kaplan ke­silir.
SMITH : Ee, ne demişler: Rüzgâr eken fırtına bi-çermiş.
MAC : Şıllık mutlaka kapıda bekliyordun Dara-ğacına gidinceye kadar neşeli günler geçi­receğim galiba.
Beyler, siz söyleyin, hayat mı bu? Adam gibi bir şeye benziyor mu? Küçücükken öğrendim herkese inat: Cebi dolu olan yaşar rahat!
(Sahne ışıklaması: Altınsı ışık. Org aydın-
lanır. Yukardan bir boru üzerinde üç ışıl­dak iner. Ekranda şarkının adı okunur.)
RAHAT YAŞAMANIN ŞARKISI
1
Büyük adamları anlatırlar ya:
Aç acına kitapla yaşarlarmış,
varlık bilmezler, yokluk çekerlermiş...
Boş ver arkadaşım, bunlar palavra!
Uzak olsun benden istemem aman!
Böylesi kel başa şimşir tarak.
Karnın doymaz havaya bakarak.
Buna katlananın hali yaman.
Özgürlük neymiş? Külahıma anlat!
Cebi dolu olan yaşar rahat!
2
«Yiğit olan savunsun gerçekleri Hak bildiği yolda kelleyi koşun. Cici beyler akşamları okusun Tatlı tatlı "hop" etsin yürekleri. Soğuk eşleriyle soğuk bir gece Yatakta görün kahramanları Uzak öyküler bekler kulakları Yarını gözlerler ümitsizce. Yiğit olanın değil bu hayat, Cebin doluysa yaşamak rahat.»
3
Zaman oldu, öyle yaşarım sandım: Dahi, yoksul, bilgin ve kahramanca! Gel gör ki dönüp yakından bakınca, bir çimdik attım kendime uyandım. Uzak olsun benden, istemem aman! Sıkıntısı çoktur yoksul hayatın. Ahkâm kesmekle doymaz ki karnın, dönmez ki bir daha geçen zaman. Uzaksan dertlerden tatlıdır hayat! Cebi dolu olan yaşar rahat!
(Lucy girer.)
LUCY : Seni alçak köpek seni! Bütün bu olanlar dan sonra nasıl yüzüme bakacaksın ha?
MAC : Lucy, kocanı şu vaziyette görüyorsun da; hiç mi kalbin sızlamıyor?
LUCY : Kocammış! Hayvan! Şu Bayan Peac-
hum'la hikâyeni bilmiyor muyum sanıyor­sun? Gözlerini oyacağım senin!
MAC : Lucy, allahaşkına, Polly'yi kıskanacak kadar akılsız değilsin herhalde!
LUCY : Onunla evlenmedin mi, domuz?
MAC : Evlenmek mi? Bunu da nerden çıkardın? Evlerine gidip geliyordum, sadece görüşü­yordum. Arada sırada masum bir öpücük konduruyordum. Ama salak şırfıntı kalk­mış, dünya aleme benimle evlendi diye tel­lal çıkartmış. Sevgili Lucy, senin huzurun için her şeyi yaparım, bilirsin. Ama onunla evlendiğimi düşünebiliyorsan; pekâlâ, ne diyeyim? Bir centilmen, böyle bir konuda ne diyebilir ki zaten? Hiç.
LUCY : Mac, ben yalnızca namuslu bir kadın ol­mak istiyorum.
MAC : Tamam, benimle evlenerek namuslu bir kadın olacağını düşünüyorsan; pekâlâ, ne diyeyim? Bir centilmen böyle bir konuda ne diyebilir ki zaten? Hiç! (Polly girer.)
POLLY : Kocam nerde? Ah, Mac, neyse burday-
mışsm. Gözlerini benden kaçırma sevgilim. Benden utanmana gerek yok. Önü sonu ka­rınım senin.
LUCY : Namussuz köpek!
POLLY : Mac, şu hücre hiç yakıştı mı yani sana şimdi? Neden bataklığı dörtnala aşıp da uzaklaşmadın? Bana bir daha kadınlara git­meyeceğini söylemiştin. Seni ele verecek­lerini biliyordum. Ama sana söylemedim, çünkü sana inandım. Mac, merak etme ben yanındayım. Ölüme kadar. Bir tek sözcük bile yok mu? Bir bakış? Polly'ciğinin seni böyle görmekten ne kadar üzüldüğünü dü­şün.
LUCY : Hadi ordan, şıllık! POLLY           : Bu da ne demek oluyor, Mac, kim bu?
Hiç değilse ona benim kim olduğumu söy­le. Karın olduğumu söyle. Ben senin karın
değil miyim Mac? Yüzüme bak! Karın de­ğil miyim? LUCY : Sahtekâr haydut! iki karın var, değil mi,
namussuz herif?
POLLY : Söyle Mac, ben senin karın değil miyim? Senin için her şeyi yapmadım mı? Evlendi­ğimizde kızoğlankızdım, bunu sen de bili­yorsun. Şebekeyi bana emanet ettin, ben de her şeyi konuştuğumuz gibi yaptım. Ayrıca Jakob haber gönderdi, diyor ki... MAC               : iki dakikacık çenenizi tutsanız, işin aslını
anlayacaksınız.
LUCY : Hayır efendim, çenemi tutmayacağım. Buna katlanamam. Etten kemikten bir in­san bu kadarına dayanamaz.
POLLY : Tabii sevgilim, tabii ki insanın karısı... LUCY              : Karısı mı!! POLLY            : ... insanın karısı her zaman önce gelir.
Hiç değilse dışarıya karşı. Bu kadar şamata insanda akıl mı bırakır?
LUCY : Şamata öyle mi? Bula bula bu şeftaliyi mi buldun beni aldatacak? Büyük aşkın buy­muş demek? Soho'dan bulduğun yosma bu demek?
(Şarkı ışıklaması. Altınsı ışık. Org aydınla­nır. Yukardan bir boru, üzerinde üç ışıldak iner. Ekranda şarkının adı okunur.)
KISKANÇLIK DÜETİ
l
LUCY : Şeftali Polly derler sana,
görelim tüylerin yerinde mi?
POLLY : Terbiyesiz!
LUCCY : Bacakların bakalım güzel mi? Çarşı dilberi, şeftali Polly!
POLLY : Çıfıt karı!
LUCY : Sensin! Pasaklı!
Hiç akla gelir mi, Mac başkasına kapıl­sın?
POLLY : Yok canım, yok canım!
LUCY : Ay aman aman güliym ben bari!
POLLY : Gül hadi, gül hadi!
LUCY : Aman canım ne komik! POLLY           : Hadi camm pek komik! LUCY            : Sanki sana bakar da? POLLY           : N'olmuş bana bakarsa? LUCY            : Ha, ha, ha, ha, ha, pisi pisi,
kime yarar sen gibisi? • POLLY : Hele bekle görürüz! LUCY             : Beklerim ya görürüz!
Haha, haha, haha, hahaaaaa... BiRLiKTE      : Mackie'yle ben kumrular gibiydik.
Benimdir o, sen nerden çıktın rospik?
İnsan katlanamaz buna
geniş mezhepli de olsa.
Nerden çıktı bu şıllık?
Ne komik!
2 POLLY : Güzeller güzeli benim ya!
Şu bacaklara bir bakın hele. LUCY : Şırfıntı! POLLY           : Ender rastlanır böyle güzele.
İşte gör de nisbet olsun sana! LUCY : Boklu dilber! POLLY           : Sana benzer!
Hiç akla gelir mi, Mac başkasına kapıl­sın?
LUCY : Yok canım, yok canım! POLLY           : Ay aman aman güliym ben bari! LUCY             : Gül hadi, gül hadi! POLLY           : Aman canım ne komik! LUCY             : Haydi canım pek komik! POLLY           : Sanki sana bakar da? LUCY             : N'olmuş bana bakarsa? POLLY           : Ha, ha, ha, ha, ha, mart kedisi!
Mahallenin delisi! LUCY : Hele bekle görürüz! POLLY           : Beklerim ya görürüz!
Haha, haha, haha, hahaaaaaa... BiRLiKTE      : Mackie'yle ben kumrular gibiydik.
Benimdir o, sen nerden çıktın rospik?
İnsan katlanamaz buna
geniş mezhepli de olsa.
Nerden çıktı bu şıllık?
Ne komik!
MAC : Sevgili Lucy, lütfen sakin ol, tamam mı? Bu Polly'nin bizi ayırmak için uydurduğu beylik bir numara! Ben asılınca dul karım rolünde etrafa hava basmak istiyor da on­dan. Lütfen Polly, bırak şu oyunu, şimdi zamanı değil.
POLLY : Beni yalancı çıkarmaya yüreğin nasıl el­veriyor?
MAC : E senin bana kocam diye iftira atmaya yü­reğin nasıl elveriyor ama! Polly, neden acı­larımı daha da arttırmak istiyorsun? (Uya­rıcı bir biçimde başını sallar) Polly, Polly! LUCY              : Gerçekten Bayan Peachum, burada yal­nızca kendinizi küçük düşürüyorsunuz. Böyle zor durumdaki bir beyi bu kadar si­nirlendirmeniz de caba!
POLLY : Küçük hanım, en basit adab-ı muaşeret ki­tabı bile, bir erkeğe eşinin yanında daha dikkatli davranılması gerektiğim size öğre­tecektir sanırım. MAC                : Ama ciddi söylüyorum Polly, bu şakayı
fazla uzattın artık yeter ama.
LUCY : Kusura bakmayın ama, eğer bu hapishane köşesinde rezalet çıkarmak istiyorsanız; si­ze kapıyı gösterecek olan gardiyanı çağır­masını bilirim Bayan Peachum! POLLY            : Bayan Macheath!! lan verirseniz şunu
ekleyeyim: Kendinize vermeye çalıştığınız bu havalar, size hiç yakışmıyor. Görevim, kocamın yanında kalmaktır.
LUCY : Laftan anlamaz mısın sen? Gitmeyecek-miş! Kovuyoruz, gitmiyor! Başka türlü mü anlatayım bilmem ki? POLLY            : Bana bak, küçük hanım, o gaganı kapa,
yoksa yamultuveririm, anlaşıldı mı? LUCY : Şirret kan, kovuldun, anlamıyor musun? Kibarlıktan anlamıyorsan, seninle başka dilden konuşmak gerekecek!
POLLY : Başlarım şimdi senin kibarlığından ha! Aman, ne diye senin seviyene düşüyorum ben sanki? Kendime yakıştıramam bile böyle bir şeyi. (Ağlamaya başlar.) LUCY             : Şu karnıma bir baksana, kırık! Temiz ha-
va, oksijenle nü oldu sanıyorsun? Jetonun düştü bakıyorum, ha?
POLLY : Ooo! Üstelik gebesin ha? Hiç umutlanma yavrum. Üstüne tünemesine izin vermesey-din, kibar müsveddesi! MAC               : Polly! POLLY            : (Ağlayarak) Bu kadarı fazla ama. Mac,
bunu yapmamalıydın. Ne yapacağımı şaşır­dım.
(Bayan Peachum girer.) BAYAN
PEACHUM     : Biliyordum. Herifin yanına koşturacağını biliyordum. Bana bak ahlaksız, çabuk bu­raya gel. Asmaya götürdüklerinde, sen de git beraber asıl, e mi? Zavallı anacığın seni hapishane köşelerinden mi toplayacaktı böyle? Şuraya bak, hemen iki tane birden peylemiş! Neron bozuntusu! POLLY : Anne lütfen burada kalayım. Bilmiyorsun
ama. BAYAN
PEACHUM     : Düş önüme. Çabuk eve! LUCY : Gördünüz mü? Anneniz haklı! BAYAN
PEACHUM     : Marş, marş!
POLLY : Şimdi. Yalnız... Yalnız ona bir şey söyle­mem gerekiyor... Bir dakika... Çok önem­li.
BAYAN PEACHUM     : (Bir tokat aşkeder) Al bakalım! Bu daha
önemli. Marş!
POLLY : Ah, Mac! (Sürüklenerek çıkarılır.) MAC               : Bravo Lucy, kahramanca mücadele ettin. Tabii biraz da acıdım kadıncağıza. O yüz­den gerekli dersi veremedim. Ama ilk anda söylediklerinin doğru olduğuna inandın. Haksız mıyım?
LUCY : Evet sevgilim, bir an için. MAC               : Doğru olsa, annesi beni buraya tıktırır mıydı hiç? Hakkımda neler söyledi, duy­dun, insan damadına böyle davranır mı? Olsa olsa bir zamparaya böyle davranır. LUCY              : Benimle böyle yürekten konuştuğun za-
man ne kadar mutluyum bilsen, Seni öyle seviyorum ki; bir başkasının kollarında görmektense, darağacında göreyim daha iyi. Tuhaf, değil mi?
MAC : Lucy, hayatımı sana borçlu olmayı ister­dim.
LUCY : Böyle söylemen çok güzel. Bir daha söy­le n'olur.
MAC : Lucy, hayatımı sana borçlu olmayı ister­dim.
LUCY : Seninle kaçayım mı sevgilim? MAC               : Tabii ama, birlikte kaçarsak, saklanma­mız zor olur. Beni aramaktan vazgeçtikleri anda, seni yanıma aldıracağım. Hem de ekspres! Tahmin edersin. LUCY              : Sana nasıl yardım edebilirim? MAC               : Şapkamla bastonumu getir!
(Lucy, Mac'in şapkasıyla bastonunu getirir ve hücreye atar.)
MAC : Lucy, kalbinin altında taşıdığın aşkımızın meyvası, bizi sonsuza kadar birbirimize bağlayacak. (Lucy çıkar.)
SMITH : (Girer, kafese yaklaşır.) O bastonu verin çabuk.
(Smith elinde bir iskemle ve demir çubukla Mac'i fırdolayı kovalar. Mac bu arada ka­festen dışarı atlayıp kaçmayı başarır. Po­lisler peşine düşerler. Brovvn'ın sesi duyu­lur.)
BROWN : (Sesi duyulur.) Heey, Mac!... Mac, lüt­fen cevap ver, ben Jackie. Mac, lütfen kır­ma beni ve cevap ver, dayanamayacağım artık. (Girer.) Mackie! Bu da nesi? Kaç­mış! Yaşasın! (Hücredeki kerevete oturur.) (Peachum girer.)
PEACHUM     : (Smith''e) Adım Peachum. Haydut Mac-heath'i yakalatana vaadedilen 40 Pfund'u almaya geldim. (Hücrenin önüne gelir.) Heey! Bay Macheath? (Brown susar.) Oo? Pek hoş! Öteki beyefendi gezintiye çıktı herhalde? Bir suçluyu ziyaret etmek üzere geliyorum. Bir de ne göreyim? Kafeste Bay Brown oturuyor! Kaplan Brown kafes-
te oturuyor, ama dostu Macheath kafesten uçmuş.
BROWN : (inler gibi) Bay Peachum, benim suçum değil.
PEACHUM     : Tabii canım, neden sizin suçunuz olsun? Başınıza ne belalar açacağınızı bir düşünür­seniz... Tabii ki bilerek yapmış olamazsı­nız.
BROWN : Bay Peachum, çok şaşkın bir durumda­yım.
PEACHUM     : inanırım. Kendinizi berbat hissediyor ol­malısınız.
BROWN : Evet. Bu çaresizlik insanı felç ediyor. Bu herifler akıllarına geleni yapıyorlar. Reza­let, rezalet.
PEACHUM     : Şöyle biraz uzanın. Kapayın gözlerinizi ve hiçbir şey olmamış gibi düşünün. Yem-şeyil, sakin bir çayırlıktasınız, gökyüzünde beyaz bulutlar salınıyor... Bu tatsız şeyleri silin aklınızdan. Olanları da, olacakları da.
JJRÖVVN : (Huysuzlanır) Ne demek istiyorsunuz?
PEACHUM     : Yine de çok iyisiniz yani. Ben sizin yeri­nizde olsam, çoktan yorganın altına saklan­mış, sıcak çay içiyor olurdum. Birisi tatlı tatlı alnımı okşasa diye dua ederdim.
BROWN : Allah kahretsin, herif kaçtıysa ben ne ya­payım? Polisin elinden ne gelir?
PEACHUM     : Doğru ya, polisin elinden ne gelir? Bu­nunla, Bay Macheath'i bir daha burada gö­remeyeceğimizi söylemek istiyorsunuz her­halde. (Brown omuz silker.) Ama size çok yazık olacak o zaman. Herkes diyecek ki, polis adamı elinden kaçırmamalıydı. Şu şa­şaalı taç giyme törenini gözümün önüne getiriyorum da.
BRCAVN : O da ne demek?
PEACHUM     : Size tarihi bir olayı anlatayım. Zamanın­da, isa'dan önce bindörtyüz yılında cere­yan ettiğinde, çok yankılar uyandırmış ama, şimdilerde pek hatırlanmıyor. Mısır firavunlarından ikinci Ramses öldüğü za­man; Ninive kentinin, yani bugünkü Kahi­re'nin polis şefi, aşağı tabakadan birtakım
adamlara karşı bazı ufak tefek suçlar işle­miş. Ama bunun sonuçlan çok ağır olmuş. Tarih kitaplarının yazdığına göre, tahta çı­kacak olan Kraliçe Semiramis'in taç giyme töreni, "aşağı tabakadan insanların ateşli taşkınlıkları yüzünden, bir dizi felakete dö­nüşmüş"... Tarihçiler, Semiramis'in polis şefini nasıl gaddarca cezalandırdığına şaşı­yorlar. Şöyle hayal-meyal hatırlıyorum da; göğsüne doğru yaklaşan yılanlar falan var­dı.
BROWN         : Sahi mi?
PEACHUM     : Tanrı yardımcınız olsun, Brovra. (Çıkar.) BROWN : Artık yumruğu masaya vurmanın zamanı geldi. Arkadaşlar, toplantı! Alarm! (Perde. Macheath ve izbelerin Jenny, per­denin önüne çıkarlar ve şarkı ışıklaması içinde söylerler:)
İKİNCİ PERDE FİNALİ
İNSAN NEYLE YAŞAR?
l
MAC : Şu dünyada öğütlerden geçilmez: "Aman günah, ayıp, kötü, yanlış!" Karnın açsa kuru öğüt çekilmez Önce doyur da ardından konuş. Nedense hep size göbek, bize ahlak. Unutma, kulak ver de dinle bak, ister böyle düşün, ister başka türlü: Önce ekmek gelir, ardından ahlak! Dünya nimetleri bir koca etmek, yoksullara da birer lokma gerek.
BiR SES : (Perde arkasından) İnsan neyle yaşar?
MAC
İnsan neyle yaşar? Ezmektir işin; insanı vurup, soyup, dövüp gırtlakla­mak!
Bu diinyada rahat yaşamak için: Şart insana insanlıktan çıkmak! KORO
İnsan bu gerçekten kaçınamaz: Kötülük yapmadan yaşanamaz!
2
JENNY
"Ayıp" derler kadın işe çıkınca "Hayat kadınlığı günah, yasak" Önümüze bir lokma atın önce; öğüt dinlerim, doymuşsam ancak. Bize "utan" deyip keyfimizi süren, aklında yer eder versen kulak, gerçek aynı ne yanını çevirsen: Önce ekmek gelir, ardından ahlak! dünya nimetleri bir koca ekmek, yoksullara da birer lokma gerek.
BÎR SES
(Perde arkasından) insan neyle yaşar?
JENNY
İnsan neyle yaşar? Ezmektir işin; insanı vurup, soyup, dövüp gırtlakla­mak!
Bu dünyada rahat yaşamak için: Şart insana insanlıktan çıkmak!
KORO
İnsan bu gerçekten kaçınamaz: Kötülük yapmadan yaşanamaz!
ÜÇÜNCÜ PERDE
7
AYNI GECE, PEACHUM HAREKETE GEÇMEYE KARAR VERiYOR. YOK­SULLARI SOKAĞA DÖKÜP, TAÇ GlY-ME TÖRENİNİN TADINI KAÇIRACAK.
(Peachum'ın Dilenciler Giyimevi.) (Dilenciler yerlere yayılmış, "Gözümü Kral için verdim" gibisinden pankartlar yazmaya çalışır ve benzeri hazırlıklar ya­parlar.)
PEACHUM     : Efendiler, şu anda Drury Lane'den Tum-bridge'e kadar onbir şubemizde, 1432 ele­manımız, sizin gibi pankartlar yazıp hazır­lık yapmaktalar. Her şey Kraliçenin taç giyme töreni için.
BAYAN
PEACHUM     : Sallanmayın, elinizi çabuk tutun biraz!
Öyle tembel tembel oturup, dilencilik ede­bileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ulan, sözüm ona kör olacaksın; daha bir K harfini bile doğru dürüst yazamıyorsun be! Al bakalım! Bunu da sözüm ona çocuk yazmış olacak ama, beni bir ihtiyar yazdı diye bas bas bağırıyor! (Trampet ya da davulların tremola yaptığı duyulur.)
DİLENCİ        : Taç giyme töreni için, muhafız alayı ha­zırlık yapıyor! Nerden bilsinler ki, askerlik hayatının bu en mutlu gününde çanlarına ot tıkayacağız.
FBLCH : (Rapor vermek üzere girer) Bayan Peac-hum, sabahı zor etmiş bir düzine tavuk, ti-pil tipil buraya doğru geliyor. Alacakları mı varmış ne?! (Orospular girer.)
JENNY : Hanımefendi...
BAYAN
PEACHUM     : Ne o? Hepinizin sıfırı tüketmiş gibi bir
hali var? A, bakın onu hemen söyleyeyim: Eğer Macheath'e ödenecek para için gel-diyseniz; avucunuzu yalarsınız, anlaşıldı mı?
JENNY : Bunu nasıl anlayalım, Madam?
BAYAN
PEACHUM     : Geceyarısı evime baskın yapmak da ne oluyormuş? Gecenin saat üçünde namuslu bir aile evinde ne işiniz var sizin? Yatıp da günlük muamelelerinizin yorgunluğunu çı­karsanız a! Şu suratlara bak, bozuk süt kus­muğu gibi!
JENNY : Ne yani? Bay Macheath'i ispiyonladığı-mız için sözleşmeyle hakkettiğimiz para­mızı alamayacak mıyız?
BAYAN
PEACHUM     : Üstüne bastın! Bokumu bile alamazsınız; kalleşliğiniz de yanınıza kâr kaldı.
JENNY : Nedenmiş, sayın bayan?
BAYAN
PEACHUM     : Tokmakçınız Bay Macheath yine sırra ka­dem bastı da ondan yavrum. Hadi şimdi bu namuslu evi soldan sırayla terkedin baka­lım, bayancıklar!
JENNY : Bu kadarı fazla ama. Bu numaralar bize sökmez. Bak o kadar söylüyorum; bize sökmez.
BAYAN
PEACHUM     : Fileri, bayanlar yolu göstermeni istiyorlar. (Filch yanına yaklaşınca Jenny onu itek­ler.)
JENNY : Gaganızı kapatmazsanız, başka şeyler de olacak, ona göre... (Peachum girer.)
PEACHUM     : Ne oluyor? Para mara vermedin, değil
mi? Ne var hanımefendiler? Bay Macheath şu anda kafeste mi, değil mi?
JENNY : Siz bir kere bu Macheath lafını bir kenara' bırakın. Onun eline su dökemezsiniz. Öyle bir centilmeni sizin gibilere sattğım için bütün gece ağladım. Müşteri bile almadım. Ama bu sabah ne oldu biliyor musunuz? Bir saat kadar önce, ağlamaktan yorgun
düşüp uykuya dalmışım; birden bir ıslık se­si duydum. Bakınca ne göreyim? Uğruna ağladığım beyefendi aşağıda duruyor ve anahtarı atmamı istiyor. Kendisine ettiğim kalleşliğin acısını, beni kollarına alıp unut­turmak istemiş. Londra'da ondan başka centilmen kalmadı hanımlar. Eğer meslek-daşımız Suky Tawdry şu anda aramızda bulunmuyorsa; bu beyefendi benden sonra onu da avutmak istedi de; onun içindir.
PEACHUM     : (Kendi kendine) Suky Tawdry...
JENNY : Şimdi anladınız mı, neden onun eline su dökemezsiniz? Fitneci herif!
PEACHUM     : Filch, çabuk fırla, en yakın karakola. Bay Macheath, Suky Tavvdry'nin yanındaymış. (Filch çıkar.) Aman sevgili bayanlar, bu tartışmaya ne gerek var? Paranız tabii ki ödenecek. Sevgili Celia, burada durup ha­nımefendilere çemkireceğine, gidip onlara kahve hazırlar mısın.
BAYAN
PEACHUM     -.(Çıkarken) Suky Tavvdry! (Cinsel Tut­saklık Şarkısı'nın üçüncü bölümünü söy­ler:)
«Adamın tepesinde darağacı Çukurunu kazdı bile mezarcı Pamuk ipliğine bağlı dakkalar Aklından geçen ne dersiniz, kızlar Aklımız orda sehpada da olsak Çare yok insanlar cinsel tutsak. Ciğerine kadar sattılar onu Kalleşlik bedeli kadın da çıkınca, Bekli o zaman anladı anca Kadın onun gerçek çukuru. Ağlaman saçını yolman boşuna Gece yine gireceksin koynuna.»
PEACHUM     : Hadi, hadi, çabuk olun. Eğer ben uykusuz gecelerimde, sizin yoksulluğunuzun nasıl para edeceğini keşfetmiş olmasam, hepiniz Tumbridge'in lağımlarında çürüyor ola­caktınız. Ama ben şunu keşfettim ki: Var­lıklılar şu dünyada yoksulluğa yol açmayı
pekâlâ beceriyorlar da, yoksulluğun yüzüne bakmayı beceremiyorlar. Çünkü onlar da sizin gibi aptal ve zayıf! Ömürlerinin sonu­na kadar yiyecekleri vardır. Hatta sofradan düşen kırıntılar bile yağlansın diye, yerlere tereyağı sürebilecek durumdadırlar. Gelge-lelim açlıktan düşüp bayılan birini görmeye dayanamazlar. Tabii kendi evlerinin önün­de düşüp bayılması şartıyla. (Bayan Peachum kahve fincanlarıy la dolu bir tepsi ile gelir.)
BAYAN
PEACHUM     : Yarın mağazaya uğrayıp paranızı alabilir­siniz şekerim. Ama taç giyme töreninden sonra.
JENNY : Bayan Peachum, ne diyeceğimi şaşırdım!
PEACHUM     : Dikkat! Bir saat sonra Buckingham Sara-yı'nın önünde toplanılacak. Marş marş! (Dilenciler sıraya girer.)
FILCH : (içeri dalar) Aynasızlar! Karakola var­maya fırsat kalmadı. Aynasızlar buraya ge­liyor!
PEACHUM     : Saklanın! (Bayan Peachum'a) Fırla he­men orkestrayı hazırla. "Zararsız" dediğim zaman, anlıyor musun, "zararsız" lafıyla...
BAYAN
PEACHUM     : Zararsız mı? Anlamadım.
PEACHUM     : Tabii anlamazsın. Ben "zarar­sız" dey ince... (Kapı çalınır.) Neyse ki anahtar bende. Parola "zararsız". Ben "za­rarsız" deyince herhangi bir müziğe başla­yacaksınız. Hadi!
(Bayan Peachum dilencilerle birlikte kay­bolur. "Askeri yönetimin kurbanı" yazılı pankartı taşıyan kız dışında bütün dilenci­ler, sağdaki dolu elbise askılarının arkası­na saklanırlar. Brown ve polisler girer.)
BROWN : Evet, şu meseleye ciddiyetle el koyalım bakalım, bay dilenci dostu. Önce kelepçe tak, Smith. Aa, bu ne tatlı bir pankart böy­le? (Dilenci kıza) "Askeri yönetimin kur­banı". .. sen misin bu?
PEACHUM     : Günaydın Brown, günaydın, iyi uyudunuz mu?
BROWN : Ha?
PEACHUM     : Günaydın Brown.
BROWN : Bana mı diyor? Aranızda bir tanıdığı mı var bunun? Seninle tanışmak mutluluğuna erdiğimi sanmıyorum.
PEACHUM     : Tanımıyorsunuz öyle mi? Günaydın Brown.
BROWN : Çıkartıp atın şunun şapkasını başından!
(Smith, Peachum'un şapkasını başından çı­karıp yere atar.)
PEACHUM     : Bakın Brovvn, madem yolunuz rastgele buradan geçti, bakın özellikle rastgele di­yorum; şu mahut Macheath'i yakalayıp tu­tuklamanızı rica edebilir miyim?
BROWN : Adam deli mi ne? Gülmeyin Smith. Söy­ler misiniz Smith, böyle kaşerlenmiş bir sa­bıkalı, nasıl oluyor da hâlâ ortalıkta dolaşı­yor?
PEACHUM     : Arkadaşınız olduğu için Brown.
BROVVN : Kim?
PEACHUM     : Sustalı Mack. Ben değil herhalde. Çünkü ben suçlu sabıkalı falan değilim. Yalnızca zavallı bir insanım. Ama bana kötü davra­namazsınız Brovvn. Çünkü şu sırada haya­tınızın en zor anlarım yaşıyorsunuz. Kahve alır mıydınız? (Orospulara) Ne ayıp ço­cuklar, emniyet müdürümüze kahvenizden bir yudum versenize. Şunun şurasında iyi geçinmek zorundayız. Ve yasalar karşısın­da boynumuz kıldan ince! Yasalar, yalnız­ca onları anlamayanları ve zorunluluk yü­zünden uyamayanları sömürmek için yapılmıştır. Ve her kim ki bu sömürüden pay almak ister; yasalara milimi milimine uymalıdır. BROWN : Demek yargıçlarımızın rüşvet aldığını
söylemek istiyorsunuz?
PEACHUM     : Tam tersine efendim, tam tersine! Yargıç­larımız imkanı yok rüşvet müşvet almaz­lar: Onlara doğruyu söyletecek parayı kim bulabilir?
(Davulların ya da trampetlerin ikinci tre-molası duyulur.)
PEACHUM     : Tören kıtasının hareketi için ikinci işaret. Ama yoksulların en yoksullarının hareketi de yarım saat sonra.
BROWN         : Doğru Bay Peachum. Yoksulların en yok­sulları, yarım saat içinde hareket edecekler. Kışlık karargâhlarına, Old Bailey hapisha­nesine! (Polislere) Çocuklar, kim var kim yok toparlayın bakalım. Yakaladığımız bü­tün vatanseverleri götüreceksiniz. (Dilenci­lere) Kaplan Brown adını duydunuz mu hiç? Bu gece formülü buldum ve böylece bir arkadaşımı da ölümden kurtarmış ol­dum Peachum. Bu dilenci yatağını ateşe vereceğim. Hepinizi de içeri tıkacağım. Hangi gerekçeyle acaba? Dilencilikten! Böyle bir günde dilencileri benim ve krali­çenin başına bela edebileceğinizi ima et­miştiniz ya! işte ben de bu dilencileri içeri tıkıyorum. Aç gözünü de öğren!
PEACHUM     : iyi güzel de, ne dilencisi?
BROWN         : Buradaki bütün üçkağıtçıları. Smith, her­kesi toplayıp götürüyoruz.
PEACHUM     : Ben yine sizi uyarmış olayım Brown;
bence pek aceleci davranmayın. Bakın, bu­radaki üç beş kişiyi tutuklayabilirsiniz ama; bunlar gerçekten zararsız insanlar, za­rarsız. ..
(Müzik başlar, "insan Çabasının Yetersiz­liği" sarkışından bir kaç mezür işitilir.)
BROWN         : Ne oluyor?
PEACHUM     : Müzik. Becerebildikleri kadar çalıyorlar, insan çabasının yetersizliği üstüne bir şar­kı. Dinleyin, siz de bir şeyler öğrenebilirsi­niz.
(Şarkı ışıklaması: Altın rengi. Bir boruya asıllı üç ışıldak yukardan aşağı iner ve ek­randa şarkının adı görünür:)
İNSAN ÇABASININ YETERSiZLiĞi ÜZERiNE ŞARKI
1
Kafayla yaşamak yaşamak mı insansa? Böyle kafada dön bak bir bit yaşar anca. Şu dünyaya azdır ne kadar alçak olsan. İnsan madrabazdır: Hep yalan dolan.
2
Kur kafanda planlar, ışık tut herkese. Kafandaki saraylar dönüşür kümese! Şu dünyaya azdır ne kadar kötü olsan. Sivrisinek sazdır yükselme çaban.
3
Kısmet peşinde koş, kendini yormadan. Zaten ne yapsan da boş: İstim gelir arkadan. Şu dünyaya azdır ne kadar kalender olsan. İnsan düzenbazdır: Kendini aldatan.
PEACHUM     : Planınız dahiyaneydi Brown, ama uygula­nabilir değildi. Burada tutuklamak istedik­leriniz, kraliçenin taç giyme töreni onuru­na, sevinçten küçük bir maskeli balo düzenlemiş olan birkaç genç. Asıl yoksul­lar gelince, ki burada öylesi yok, onbinler-cesi bir arada gelirler, işte olayın püf nok­tası burada: Yoksulların sayısının insana ürküntü verecek kadar çok olduğunu unut-
tunuz, Brovvn. Törende kilisenin önünde dikildikleri zaman, bu hiç de törensel bir manzara olmayacak tabii. Çünkü yoksulla­rın görünüşü hiç de içaçıcı değildir. Yılan­cık hastalığı nedir, bilir misiniz Brown? Yılancık hastalığıyla yüzü berbat olmuş yüzyirmi kişiyi bir düşünün. Yalancıktan yılancık olmaz Brown. Sonra kilise kapısı­na birikmiş kolu bacağı olmayan sakatlar. Bunu istemezsiniz değil mi Brown? Diye­ceksiniz ki, polis bunlarla başa çıkar. Ama bu söylediğinize kendiniz bile inanmaya­caksınız. Bir düşünün, taç giyme töreninde polisler, altıyüz kadar sakatı coplarla dö­verse, bu nasıl bir manzara oluşturur? Çir­kin bir manzara! insanın midesi bulanır, içi kalkar. Düşündükçe fena oluyorum Brovvn. Küçük bir iskemle lütfen!
BROWN         : (Smith'e) Tehdit bu. Buna şantaj derler. Ama adama yapacak bir şey yok. Yani ka­mu yararı düşünülünce, adama bir şey ya­pamayız. Olacak şey değil, başıma bu da mı gelecekti?
PEACHUM     : Geleceği varmış. Size bir şey söyleyeyim mi? ingiltere kraliçesine karşı dilediğiniz gibi davranabilirsiniz; bir şey yazmaz. Ama Londra'nın en yoksul adamının nası­rına bastınız mı, hapı yuttunuz demektir Brovvn.
BROWN         : Yani Sustalı Mac'i tutuklamam gereki­yor? Tutuklamak? Söylemesi kolay. Tutuk­lamak için önce nerede olduğunu bilmek gerekiyor.
PEACHUM     : Doğru söze ne denir? Adamın nerede ol­duğunu ben size bulabilirim belki. Bakalım ahlak tamamiyle silinmiş mi yeryüzünden? Jenny, Bay Macheath şu anda nerede bulu­nuyor?
JENNY : Oxford Caddesi 21 numarada, Suky Tavvdry'nin yanında.
BROWN         : Smith, derhal Oxford Caddesi 21 numara­ya gidiyorsunuz, Bay Macheath'i tutukla­yıp Old Bailey Hapishanesine götürüyorsu-
nuz. Benim gidip tören üniformamı giy­mem gerekiyor. Böyle bir günde tören üni­forması!
PEACHUM     : Brown, eğer saat altıda asılmış olmazsa...
BROWN : Ah, Mac, başka çarem yoktu. (Polislerle çıkar.)
PEACHUM     : (Ardından seslenir) Fena mı, bir şey da­ha öğrendiniz, Brown! (Üçüncü tremola işitilir.)
PEACHUM     : Üçüncü çağrı. Gösteri yürüyüşü planını değiştiriyoruz. Yeni istikamet: Old Bailey Hapishanesi. Marş. (Dilenciler çıkarlar.)
PEACHUM     : ( "insan Çabasının Yetersizli­ği" şarkısının dördüncü bülümünü söyler.) iyi değil insan ama dayak düşkünü. Bir güzel pataklarsan çıkar iyi yönü. Cim karnında nokta şu dünyamızda "iyi". Çaresi dayakta; indir silleyi.
(Perde. Jenny, perdenin önüne çıkarak bir laterna ile "Kral Süleyman" şarkısını söy­ler.)
KRAL SÜLEYMAN ŞARKISI
l
Bilir misin Kral Süleyman
Ne etti kendine?
Gerçek ona gün gibiydi,
bin pişmandı dünyaya geldiğine
"Dünya boş bir hayal" derdi.
Bilge idi Kral Süleyman!
Gel gör ki akşam olmadan
dünya Süleyman'a kalmadı:
Bilgelik ne işe yarayacak?
Ahmak insan mutlu ancak!
2
Düşün güzel Kleopatra'yı: Sonu nasıl bittij. Çöktü gitti sevişmekten iki imparatorun koynunda, toprak oldu en sonunda. Babil kenti pek güzeldi! Gel gör ki akşam olmadan ne kent kaldı ne güzellik: Güzellikti bunlara yol açan. Mutlu ancak çirkin insan.
3
Aklında mı yiğit Sezar?
Nasıl geldi sonu?
Tanrıların dengi ancak,
sanırsın hep göklerde oturacak.
İnince sırtına bıçak
haykırmıştı: "Brutus, sen de mi?"
Gel gör ki akşam olmadan
dünya anladı gerçeği:
Yiğitlik etti onu canından
Korkak ise yaşar insan!
4
Bilgi delisi Brecht işte! Yazmış bu oyunu! Kurcaladı fazla sordu: "Zengin neden zengindir" diye. Sürgün ancak bunun sonu. Bilmek ister Brecht her şeyi! Umarım temsilden sonra başımıza bir iş gelmez. Bilgi aşkı onu bu hallere sokan. Bilmeyince rahat insan!
5
İşte bakın bizim Mackie yağlı ip boynunda Hep aklını kullansaydı, dünyayı soyardı sonunda. İşinde öyle ustaydı. Ama işe aşk girince!
Tökezledi kaldı Mackie Görün diye şu gerçeği: Aşkımızdır bize yere yıkan Ancak aşksız yaşar insan!
8
MÜLKiYET SAVAŞI
(Old Bailey'de bir yatak odası.) SMITH : (Girer.) Hanımefendi, Bayan Polly Mac-
heath sizinle görüşmek istiyor. LUCY : Bayan Macheath mı? içeri alın?
(Polly girer.) POLLY : iyi günler, hanımefendi. Hanımefendi, iyi
günler?
LUCY : Buyrun, ne istemiştiniz? POLLY            : Beni hatırladınız mı? LUCY              : Tabii, tanıyorum sizi. POLLY            : Dünkü davranışım için sizden özür dile­meye geldim. LUCY              : ilginç.
POLLY : Aslında, dünkü davranışımı bağışlatacak bir nedenim yok. Tek özürüm mutsuzlu­ğum.
LUCY : Ya.
POLLY : Hanımefendi beni affedin. Dün Bay Mac-heath'in davranışı yüzünden çok sinirlen­dim. Bizi öyle bir duruma düşürmemeliydi ama, değil mi? Görürseniz bunu lütfen siz de söyleyin kendisine.
LUCY : Ben... ben onu görmüyorum. POLLY            : Görürsünüz, görürsünüz. LUCY              : Görmüyorum. POLLY            : Özür dilerim. LUCY              : Sizi çok beğeniyor. POLLY            : Ah yoo, yalnızca sizi seviyor, biliyorum. LUCY              : Çok naziksiniz.
POLLY : Bilirsiniz ki erkekler, kendilerini çok se­ven kadınlardan çekinirler. Sonra da ilgi-sizmiş gibi kaçınmaya başlarlar. Size karşı borçlu olduğunu ilk anda farkettim. Önce­den bilemezdim tabii. LUCY              : Doğru mu söylüyorsunuz?

POLLY : Tabii. Hiç şüpheniz olmasın, hanımefen­di. Rica ederim.
LUCY : Sevgili Bayan Polly, ikimiz de onu çok sevdik.
POLLY : Belki. (Duraklar.) Şimdi size her şeyin nasıl olup bittiğini anlatmak istiyorum. Bay Macheath'i on gün önce Ahtapot Lo­kantası'nda gördüm. Annem de yanımday­dı. Beş gün sonra, yani evvelki gün kendi­siyle evlendim. Dün, türlü suçlardan dolayı polis tarafından arandığını öğrendim. Bu­günse daha neler olacak bilemiyorum. Da­ha bundan oniki gün öncesine kadar, bir er­kek uğruna bu hallere düşüceğimi düşünemezdim. (Sessizlik.)
LUCY : Sizi anlıyorum Bayan Peachum.
POLLY : Bayan Macheath.
LUCY : Bayan Macheath.
POLLY : Şu son saatlerde onun hakkında uzun
uzun düşündüm. Kolay değil. Çünkü size karşı göstermiş olduğu davranışı kıskan­mamak elde değil. Ben annemin zoruyla oradan uzaklaşırken, en ufak bir üzüntü be­lirtisi bile göstermedi. Yoksa diyorum, kalpsizin biri mi? Göğsünde yürek yerine taş mı taşıyor? Ne dersiniz Lucy?
LUCY : Bilmem ki suçu yalnızca Bay Macheath'e yüklemek doğru olur mu? Siz kendi çevre­nizde kalmış olsanız belki daha iyi ederdi­niz, sevgili bayan.
POLLY : Bayan Macheath.
LUCY : Bayan Macheath.
POLLY : Doğru. Ya da hiç değilse, babamın sözü­nü dinlemeliydim. Her şeyi ticaret temelin­de görseydim.
LUCY : Tabii.
POLLY :(Ağlar) Sahip olduğum tek şey o.
LUCY : Şekerim, bu en akıllı kadının bile başına gelebilecek bir şanssızlık. Ama hiç değilse kâğıt üstünde karışısınız. Bu da bir teselli. Böyle üzülmenize dayanamıyorum. Bir şey ister miydiniz?
POLLY : Ne gibi?
LUCY : Yiyecek bir şeyler!
POLLY : Evet lütfenl Küçük bir şey. (Lucy çıkar.)
Alçak kan!
LUCY : (Kahve ve pastayla gelir.) Şöyle bir lok­ma fena olmaz.
POLLY : Size zahmet oluyor hanımefendi. (Sessiz­lik. Yerler.) Sizdeki çok güzel bir resmi. Ne zaman getirmişti? LUCY              : Niye getirsin? POLLY            : (Safça) Yani buraya, yukarıya, odanıza
ne zaman getirdi demek istedim. LUCY : Hiç bir zaman getirmedi. POLLY            : Yani verdiği zaman odanızda mıydı? LUCY              : Hiç odamda kalmadı. POLLY            : Yaa. Ama öyle olsa da yadırganacak bir şey değil, değil mi? Kaderin yolan öyle çapraşık ki.
LUCY : Saçmalayıp durmayın lütfen. Buraya ca­susluk etmeye mi geldiniz?
POLLY : Nerede olduğunu biliyorsunuz, değil mi? LUCY              : Ben mi? Siz bilmiyor musunuz? POLLY           : Hemen söyleyin, nerde o? LUCY              : Hiç bir fikrim yok. POLLY            : Yani nerede olduğunu bilmiyorsunuz öyle mi? Namusunuz üzerine yemin eder misi­niz?
LUCY : Bilmiyorum dedim ya. Yani siz de mi bil­miyorsunuz?
POLLY : Hayır. Rezalet. (Polly gülerken Lucy ağ­lar.) iki karısı var ve ortalıkta yok. LUCY             : Buna daha fazla katlanamayacağını. Ah,
Polly, korkunç bir şey bu!
POLLY : (Sevinçli) Bütün bu faciadan, bir arkadaş kazandığım için seviniyorum. Hiç yoktan iyidir. Biraz daha alır mısın? Bir parça pas­ta?
LUCY : Az bir şey! Ah, Polly, lütfen bana böyle iyi davranma. Ben bunu hak etmiyorum. Gerçekten. Ah, Polly, şu erkek milleti için değmez biliyor musun?
POLLY : Değmez tabii. Ama ne yaparsın? LUCY              : Dayanamayacağım. Her şeyi itiraf etmek
istiyorum. Bana kızmayacağına söz ver. POLLY : Ne için?
153
LUCY : Sahici değil Polly.
POLLY : Ne?
LUCY : Bu! (Karnındaki şişliği gösterir.) Hem de bir haydut uğruna!
POLLY : (Güler) Ah, işte bu harika! Numaraydı demek? Sen de az alçak değilmişsin ha! Bana bak, Mackie'yi gerçekten istiyor mu­sun? Al senin olsun. Bulabilirsen al, senin olsun, sana armağan ediyorum! (Koridor­larda ayak seslen ve bağrışmalar işitilir.) Bu ne?
LUCY : (Pencerede) Mackie! Onu yeniden yaka­lamışlar.
POLLY : (Yere çökerken) işte şimdi her şey bitti. (Bayan Peachum girer.)
BAYAN
PEACHUM     : Ah, Polly demek buradaydın. Çabuk üstü­nü değiştir .Kocanı asacaklar. Matem elbi­seni yanımda getirdim. (Polly soyunup ma­tem elbisesini giyer.) Çok güzel bir dul olacaksın, kız! Ama biraz da gülümse.
9
CUMA SABAHI SAAT 5: YENiDEN OROSPULARA GİDEN SUSTALI MAC-KtE, YENiDEN OROSPULAR TARA­FINDAN ELE VERİLİYOR. BU KEZ ASILACAK. (Ölüm Hücresi.)
(Westminster'in çanları duyulur. Polisler Macheath'i bağlı olarak hücreye getirir­ler.)
SMITH : Atın içeri. Westminster'in çanlarının ilk çalışı. Efendi gibi dursanıza. Neden böyle süngüsü düşmüş bir durumda olduğunuzu bilmek istemiyorum. Herhalde utancınız-dandır. (Polislere) Saat altıda, Westmins-ter'in çanları üçüncü kez çaldığında, asıla­cak. Gerekli hazırlıkları yapın.
GARDİYAN   : Newgate'in bütün sokakları öylesine bir kalabalıkla dolmuş ki, geçebilmek müm­kün değil.
SMITH : Tuhaf, nereden biliyorlarmış ki?
GARDİYAN   : Böyle giderse, on beş dakika içinde bütün Londra işitir. O zaman da taç giyme töreni­ne gidecek bütün ahali kalkıp buraya gelir. Kraliçe de törende bomboş caddelerden ge­çer.
SMITH : iyi ya işte, acele edelim. Saat altıda işimi­zi bitirmiş olursak; insanlar saat yedide taç giyme törenine yetişirler. Kıpırdanın biraz.
MAC : Hey, Smith, saat kaç?
SMITH : Görmüyor musunuz? Beşi beş geçiyor.
MAC : Beşi beş geçiyor.
(Smith hücre kapısını dışardan kilitlediği sırada Brown gelir.)
BROWN : (Sırtı hücreye dönük Smith'e sorar) içer­de mi?
SMITH : Görmek ister misiniz?
BROWN : Yo, yo, yo, Tanrı saklısın, her şeyi kendi­niz yapacaksınız. (Çıkar. Birdenbire alçak sesle ama hızlı ve karşı konulmaz bir çağ­layan gibi konuşmaya başlar.) Bakın Smith, bir şey demiyeceğim, rüşvetten fa­lan söz etmeyeceğim, korkmayın. Bilmez miyim? Şimdi rüşvet alacak olsanız, en azından yurt dışına çıkmanız gerekir. Evet, bu zorunlu olur. Bu da demektir ki, ömrü­nüzün sonuna kadar yetecek bir para lazım. Bin papele ne dersiniz? Bir şey demeyin! Yirmi dakika içinde bu bin Pfund'u bugün öğleyin ödeyip ödeyemeyeceğimi söyleye­ceğim. Duygulardan falan söz etmiyorum. Şimdi dışarı çıkın ve iyice bir düşünün. Hayat kısa, para kıt. Üstelik bulabilecek miyim, ondan da emin değilim. Ama lütfen beni görmek isteyen herkesi içeri bırakın.
SMITH : (Ağır ağır) Bu saçmalık Bay Macheath. (Çıkar)
MAC : (Alçak sesle ve çok çabuk "Mezardan Sesleniş'i söyler.) «Yalvaran sese kulak ver eğil Macheath'in çukurda bir ayağı. Bastığı çayır çimen değil Kıskıvrak sarmış kaderin ağı. Tanrım son sözü olmasın bunlar
Dört yanı duvar sıkışmış kapana. Dostlar nerde diye sormayın. Ölürse içersiniz ruhuna. Yaşarken onu yalnız komayın Sonsuz olmasın çektiği acı.»
(Matthias ve Jakob koridorda görünürler. Macheath'e gitmek isterken, Smith kendile­rine seslenir.)
SMITH : Ne o, delikanlı, yolunmuş horoza dön­müşsün?
MATTHİAS    : Reis gideli bizim karılan gebe bırakmak görevi bana düştü. Enselendikleri zaman sorumlu tutulamasınlar diye! iyi hoş da, in­sanın bu işin altından kalkabilmesi için, da­mızlık aygır falan olması lazım. Reis'le ko­nuşacağım. (Matthhias ve Jakob hücreye yaklaşırlar.)
MAC : Saat beşi yirmibeş geçiyor. Zamanımız pek bol galiba?
JAKOB : Evet, ama önünde sonunda biz de...
MAC : Ne önü, ne sonu be? Asılacağız hurda ulan! Sizinle çan çan etmeye bile vaktim yok. Saat beşi yirmisekiz geçiyor. Evet, özel kasanızdan hemen çekebileceğiniz miktar ne?
MATTHİAS    : Özel kasamızdan? Sabahın beşinde?
JAKOB : Yani iş o kadar ciddi mi?
MAC : Dörtyüz Pfund çıkar mı?
JAKOB : E biz ne yapacağız o zaman? Kepi topu o kadar var.
MAC : Lafa bak! Siz mi asılacaksınız, ben mi?
MATTHİAS    : (Sinirli) Ortalıktan sıvışacağımız yerde, Suky Tawdry'nin koynunda yatan biz miy­dik? Suky Tavvdry'nin koynunda yatan biz miydik, sen mi?
MAC : Kes sesini! Birazdan o yosmanın yanında değil de, daha başka bir yerde yatıyor ola­cağım. Saat beşbuçuk.
JAKOB : O zaman bu işi yapmamız gerekiyor Matthias
SMITHP : Bay Brown yemekte ne arzu ettiğinizi so­ruyor.
MAC : Bırakın şimdi! (Matthias'a) Parayı getiri-

yor musun, getirmiyor musun? (Smith'e) Kuşkonmaz.
MATTHIAS    : Bana bağınlmasından hiç hoşlanmam. MAC : Sana bağıran kim? Yalnızca şey olduğu için... Allahaşkına Matthias, beni asmala­rına göz mü yumacaksın?
MATTHIAS    : Tabii ki seni asmalarına göz yummayaca­ğım. Kim demiş onu? Ama hepsi bu. Hepsi hepsi dörtyüz Pfund. Hiç değilse izin ver de bunu söyleyelim yani. MAC : Beşi otuzsekiz geçiyor. JAKOB            : E o zaman biraz kıpırdanalım Matthias.
Yoksa hiç bir işe yaramayacak. MATTHIAS    : Kalabalıktan yol bulup geçebilsek bari.
iğne atsan yere düşmeyecek. Leş kargaları. MAC : Altıya beş kala burada olmazsanız, beni bir daha göremeyeceksiniz. (Bağırır) Bir daha göremeyeceksiniz ulan! SMITH            : Gittiler. E, nedir durum? (Para sayar gibi
parmaklarını oynatır.)
MAC : Dörtyüz. (Smith omuz silkeleyerek gider. Mac arkasından bağırır.) Brown'la görüş­mek istiyorum.
SMITH : (Gardiyanlarla gelir) Sabun var mı? GARDİYAN    : Var ama iyi cins değil. SMITH            : Sehpa on dakika içinde hazır olur mu? GARDİYAN    : Ayağın altına gelen kapak iyi işlemiyor
ama.
SMITH : işleyecek. Çanlar ikinci kez çaldı bile. GARDİYAN    : Amma boktan iş be! MAC               : (Şarkı)
«Bitik hali görün, geliniz. Topu atmış, artık sonu yakın. Parayı efendiniz bilen siz, Pis paranız neye yarar bakın. Görün mezara götüremezsiniz. Kraliçe bir son versin bu işe, Koşun çabuk affımı dileyin. Koşun koyunlar gibi peşpeşe Canını dişine takmış deyin Son bulsun artık çektiği çile.»
SMITH : içeri alamam. Sıra numaranız onaltı. Da­ha sıranıza çok var.

POLLY : Bu ne saçmalık, ne onaltısı? Siz bürokrat mısınız? Ben karışıyım, kendisiyle konuşa­cağım.
SMITH : Beş dakikayı geçmesin yalnız.
POLLY : Beş dakikaymış! Bu ne saçmalık! Beş da­kika! Böyle bir anda öyle söz söylenir mi? Kolay mı sanıyorsunuz? Son kez vedalaşı-yoruz. Böyle bir durumda kanyla koca ara-• sında konuşulacak ne kadar çok şey vardır, biliyor musunuz? Nerede?
SMITH : Görmüyor musunuz?
POLLY : A, evet. Teşekkürler.
MAC : Polly!
POLLY : Evet Mackie, benim.
MAC : Evet, tabii!
POLLY : Nasılsın? Çok mu kötüsün? Çok zor, de­ğil mi?
MAC : Evet. Sen ne yapacaksın? Senin halin ne olacak?
POLLY : Biliyor musun, şirkette işler iyi gidiyor. Hiç olmazsa. Mackie, çok mu sinirlisin?.. Baban ne iş yapardı senin? Bunları daha hiç anlatmadın bana. Aklım almıyor bu işi. Sapasağlam da adamsın.
MAC : Polly, beni buradan kurtaramaz mısın?
POLLY : Elimden bir şey gelirse.
MAC : Parayla tabii. Gardiyanla konuştum...
POLLY : (Yavaş yavaş) Parayı Manchester'a aktar­dım.
MAC : Yanında hiç mi yok?
POLLY : Hayır yok. Ama belki birileriyle konuşa­bilirim... Belki kraliçeye sorabilirim. (Ba­yılacak gibi olur) Oh, Mackie!
SMITH : (Polly'i uzaklaştırırken) Nasıl bin papeli toparlayabildiniz mi?
POLLY : Bol şanslar Mackie, kendine iyi bak. Beni unutma! (Çıkar.)
(Smıth ve Gardiyan üzerinde kuşkonmazla bir masa getirirler.)
SMITH : Kuşkonmazlar yumuşak mıydı?
GARDİYAN    : Evet. (Çıkar)
BROWN         : (Görünür ve Smith'e yaklaşır) Smith,
benden ne istiyor? Masa için beni bekledi-
ğiniz iyi oldu. Şimdi içeri girerken, masayı da birlikte götürürüz. Kendisine karşı nasıl duygular beslediğimizi görsün. (Birlikte masayı hücreye sokarlar. Sonra Smith çı­kar. Sessizlik) Merhaba Mac. işte kuşkon­maz. Bir lokma tatmak istemez misin?
MAC : Kendinizi yormayın Bay Brown. Bana son görevlerini yerine getirmek için çırpı­nan dostlarım var benim.
BROWN : Ah, Mackie!
MAC : Hesabımı rica edeyim! izin verirseniz bu arada yemeğimi yiyeyim. Ne de olsa son yemeğim. (Yemeye başlar.)
BROWN : Afiyet olsun. Ah, Mac, kor gibi yakıyor­sun insanın içini.
MAC : Hesabı çıkarın lütfen, hesabı! Sulu gözlü­lüğün sırası değil.
BROWN : (içini çekerek, cebinden bir küçük defter çıkarır) Yanımda. Son altı ayın hesabı.
MAC : (Acı) A, demek buraya ücretinizi almaya geldiniz?
BROWN : Öyle olmadığını pekâlâ biliyorsun...
MAC : Hay, hay, buyrun. Hakkınız geçmesin.
Borcum nedir? Ama lütfen hesap pusulası­nı ayrıntılı çıkarın. Kazıklanmak istemem. Hayatta başıma gelenler, insanlara güveni­mi sarstı... Ne demek istediğimi siz çok iyi anlarsınız.
BROWN : Mac, Böyle konuşursan, aklımı toplaya-mıyorum. (Arkadan çekiç sesleri duyulur.)
SMITH : (Sesi duyulur) Tamam, sağlam oldu.
MAC : Hesabı, Brown.
BROWN : Pekala, madem ısrar ediyorsun. Senin ve adamlarının yakalattığınız katiller var. Mü­kafat olarak hükümetten aldığınız miktar...
MAC : Kelle başına 40 Pfunddan üç kişi, yüzyir-mi Pfund eder. Sizin payınız dörtte bir ol­duğuna göre; borcum otuz Pfund oluyor.
BROWN : Evet ama bilmem ki Mac, şu son dakika­ları gerçekten...
MAC : Bu anlamsız gevezelikleri bırakın lütfen, anlaşıldı mı? Otuz Pfund. Sekiz de Do-ver'daki için...

BROWN : Neden sekiz? Orada...
MAC : Bana inanıyor musunuz, yoksa inanmıyor musunuz? Buna göre son altı ayın kazan­cından otuzsekiz Pfund alacağınız var.
BROWN : (Yüksek sesle ağlayarak) Hayatım bo­yunca ne demek istediğini...
BiRLiKTE      :.... gözlerinden okurdum.
MAC : Hindistan'da üç yıl... John yanımdaydı ve Jim de orda... beş yıl Londra'da... Sonunda teşekkür bu mu olacaktı? (Asılmış halini gösterir)
Macheath burada asılı günahsız Dost bildikleri etti bu oyunu. Bir arşın ipe asılmış bahtsız Kıçının yükünü taşıyor boynu.
BROWN : Mac, böyle üstüme gelme... Onuruma sal­dıran, bana saldırıyor demektir. (Öfkeyle hücreden çıkar.)
MAC : Onuruymuş...
BROWN : Onurum tabii ne sandın? Smith, başlayın! insanları içeri alın! (Mac'e) Beni bağışla, lütfen.
SMITH : (Çabucak Macheath'e) Sizi hâlâ kaçıra­bilirim. Ama bir dakika sonra artık imkan­sız olur. Parayı toplayabildiniz mi?
MAC : Evet. Çocuklar dönsün de.
SMITH : Görünürde yoklar. Demek oluyor ki, bu iş burada biter. (Kalabalık içeri bırakılır. Pe-achum. Bayan Peachum, Polly, Lucy, oros­pular, rahip, Matthias ve Jakob.)
JENNY : Bizi içeri bırakmak istemediler. Ama on­lara dedim ki: "Çekilin be bok herifler, yoksa size izbelerin Jenny neymiş gösteri­rim!"
PEACHUM     : Ben kayınpederi oluyorum. Özür dilerim. Bay Macheath hangisi?
MAC : (Kendini tanıtır) Macheath.
(Peachum kafesin önünden geçerek sağ ta­rafta durur. Onu izleyen diğerleri de aynı şekilde hizaya gireceklerdir.)
PEACHUM     : Kader, sizinle tanışmadan damadım ol­manızı istemiş. Sizi ilk kez görmemi sağla­yan bu durum ise fevkalade acıklı. Bay Macheath, bir zamanlar beyaz glase eldi-

venler, fildişi saplı bir baston taşırdınız, boynunuzda bir yara izi, Ahtapot Oteline girip çıkardınız. Bu işaretlerden geriye en anlamsızı olan yara izi kaldı ve şimdi ka­feslere girip çıkıyorsunuz. Görünen o ki, yakında artık hiçbir yere girip çıkamaya­caksınız.
(Polly ağlayarak kafesin önünden geçer, sağda yerini alır.)
MAC : Ne kadar şık giyinmişsin!
(Matthias ve Jakob kafesin önünden geçip yerlerini alırlar.)
MATTHİAS    : Kalabalıktan geçemedik. Dilimiz bir karış dışarda öyle koştuk ki, Jakob kalp krizi ge­çirecek diye korktum, inanmazsan...
MAC : Çocuklar ne diyor? Asılmayı seyretmek için iyi bir yer bulabildiler mi?
MATTHİAS    : Şey Reis... bunu anlayışla karşılarsınız. Taç giyme töreni her zaman olan bir şey değil. Böyle bir fırsat çıkmışken, oraya gi­dip biraz bir şeyler kazanmaya bakacaklar. Selam söylediler.
JAKOB : Yürekten!
BAYAN
PEACHUM     : (Kafese yaklaşıp sağda yerini alır.) Bay Macheath, bundan bir hafta önce Ahtapot Otelinde dansa gittiğimiz zaman; bütün bunların olacağı kimin aklına gelirdi?
MAC : Dansa, evet.
BAYAN
PEACHUM     : Ama kader insanlara hayatta aman vermi­yor.
BROWN         : (Arkada, rahibe) Bu adamla Azerbay­can'da omuz omuza ne savaşlar verdiğimi­zi düşünüyorum da...
JENNY : (Kafese yaklaşır.) Drury Lane'de bizim­kiler allak bullak oldu. Kimse kraliçenin taç giyme törenine gitmiyor. Herkes seni görmeye buraya geldi Mac. (Sağda sıraya girer.)
MAC : Beni görmeye ha?
SMITH : Vakit tamam. Saat altı oldu. (Macheath'i hücreden çıkarır.)
MAC : insancıldan daha fazla bekletmeyelim. Bayanlar, baylar! Karşınızda artık yok ol­maya yüz tutmuş bir zümrenin, yok olup gidecek bir örneğini görüyorsunuz. Biz kü­çük burjuva zenaatkârlar, elinde masum bir maymuncukla küçük esnafın nikel kasaları­na yeltenen bizler, bankaların desteklediği büyük yatırımcılar tarafından yutulmakta-yız.Bir maymuncuk, hisse senetlerinin ya­nında nedir ki? Bir banka soymak, bir ban­ka açmanın yanında ne ki? Adam öldürmek, adamı memuriyete mahkum et­menin yanında ne ki? Vatandaşlarım, bura­da sizlerden ayrılıyorum. Zahmet edip gel­diğiniz için teşekkür ederim. Bazılarınız bana çok yakınlık gösterdi. Jenny'nin beni ele vermesini çok yadırgadım doğrusu. Dünyanın değişmediğinin bir kanıtı bu. Bir takım şanssızlıkların üstüste gelmesi, beni yıkıma sürükledi. Pekâlâ, ben de yıkılıyo­rum işte.
(Şarkı ışıklaması: Altın rengi. Bir boruya asılı üç ışıldak yukardan aşağı iner ve ek­randa şarkının adı görünür.)
MACHEATH'lN HERKESTEN AFDlLEYlŞt
«Ey dünyada kalan insan kardeş, Olma bu kadar katı yürekli. Dinsin artık sinsice gülüş, Boynumuzda ip öleceğiz belli. Bu hallere düşeni hor görmeyin, Sert olmayın yargıcımız kadar. Hep akıllı olmaz ya insanlar Pek zamansız artık alay etmeyin Dostlarım örnek olduk herkese Tanrıdan af dileyiniz bize.»
«Yağmur suyu yıkadı pakladı Yemekten yağ bağlayan etleri Leş kargaları oydu hakladı Çok görüp hiç doymayan şu gözleri

Kendi aklımızca nice yüceldik Sonunda sehpaya çıktık işte. Aç kuşlar geldi gözleri leşte Gagaları ile kalbura döndük Dostlar acıyın şu halimize Tanrıdan af dileyiniz bize.»
«Siz kızlar, sere serpe göğüs Bir enayi tavlamak için Siz, gençler, sağa sol kaşgöz Sızdıracak bir kadın seçin. Orospu, pezevenk, serseri, Hırsız, soysuz, uğursuz, Sefil, katil, hela bekçisi Af edin beni topunuz.»
«Polisleri bir kalem geçin Ne sabah dinler, ne akşam der Ananızı ağlatmak için İtler ensenize binerler Canları cehenneme ama Dilim varmaz, nasıl derim? Yersiz artık hırgür arama Onlardan da af dilerim.»
«Vur bir demirle diyor şeytan Yırt parçala pis yüzleri Ne çare bağışlıyor insan Af edin siz de bizleri.»
SMITH : Buynın, Bay Macheath.
BAYAN
PEACHUM     : Polly, Lucy, son deminde kocanızın yanı-
başında olun.
MAC : Bayanlar, aramızda geçenler için... SMITH            : (Mac' i götürürken) Hadi artık!
SEHPAYA GiDiŞ
(Herkes soldaki kapıdan çıkar. Bu kapılar projeksiyon ekranının içindedir. Daha son­ra sahnenin öteki yanından ellerinde fener­lerle gelirler. Macheath, sehpaya çıkarılın­ca Peachum konuşmaya başlar.)
PEACHUM     Sayın seyirciler, işte vakit gelip çattı: , Sıra Sustalı Mack'in idamında! Hristiyanlık falan dinlemez bu iş Affetmeyiz icabında.
Ama sanmayın ki biz bu işte ortağız, ve dediğimiz dedik, çaldığımız düdük. Sizin o güzel hatırınız için, operaya başka bir son düşündük.
Hiç değilse operada bir kez Bağışlamak, adaleti omuzlasın. Sustalı Mac'i kurtarmak için Kralın habercisi atını mahmuzlasın.
ÜÇÜNCÜ PERDE FlNALİ
(Ekranda şu yazı görünür.)
KURTARICI SÜVARtNlN GELiŞi KORO :Kim? kim?
kim? Kim? kim?
kim?
KADINLAR : Kim gelen? ERKEKLER : Kim gelen? KADINLAR : Kim gelen? BiRLiKTE
KADINLAR ERKEKLER
Kim gelen? Kim, kim, kim? Bu bir atlı haberci. Kim, kim, kim?                          Kim gelen?
Bu bir atlı haber­ci.
ERKEKLER : Atlı bir haberci
geliyor geliyor.
KADINLAR    : Kim gelen?
Kim gelen? ERKEKLER    : Atlı bir haberci geliyor
geliyor. KADINLAR    : Atlı bir haberci geliyor
geliyor. KORO : Bakın atlı bir haberci!
Bakın atlı bir haberci!
KANON ERKEKLER
Atlı bir haberci geliyor.
Atlı bir haberci geliyor.
Atlı bir haberci geliyor. KADINLAR
Atlı bir haberci geliyor.
Atlı bir haberci geliyor.
REÇÎTATlV
BROWN : (At sırtında kraliçenin habercisi olarak
görünür.)
Taç giydiği bu mutlu günde, kraliçemizin
emirleriyle
Sustalı Mac'in hayatı bağışlanmıştır.
(Sevinç çığlıkları)
Kendisine asalet unvanı verilmiş;
(Sevinç çığlıkları)
Ayrıca Marmarel şatosu
ve on bin Pfundluk emekli ikramiyesiyle
taltif edilmiştir.
Duyurulur!
Sevgili kraliçemiz
burada bulunan genç evlilere mutluluklar
diler. MAC : Kurtuldum,
kurtuldum!
Ben biliyordum,
Ben biliyordum.
Kul bunalmadıkça
Hızır yetişmez demişler Kul bunalmadıkça hızır yetişmez demişler. POLLY Kurtuldu! LUCY              : Sevgili Mackie affedildi!
POLLY VE
LUCY : Ne büyük sevinç!
BAYAN
PEACHUM     : Varıldı böylece mutlu bir sona.
Kraliçenin habercisi hep böyle yetişse. hayat ne mutlu, ne güzel olurdu.
PEACHUM     : Herkes olduğu yerde dursun. Bugün ha­yatlarını gösterdiğimiz yoksulların en yok­sullarının türküsünü söyleyeceğiz. Çünkü aslında onların sonu hep kötü. Tekmele-nenler geri tepmeye kalktıkları zaman, kra­liçenin atlı habercisi onları kurtarmaya çok seyrek geliyor, işte bu yüzden küçük hak­sızlıklarla pek uğraşmamak gerek.
KORO : (Öne doğru ilerlerken org eşliğinde söy­lerler.)
Uğraşmayın küçük haksızlıklarla, onlar zaten kulaktır devede. Büyük haksızlık saklanır kuytuda. Asıl suçlu kimbilir nerede?
OYUNUN SONU
ÇEVİRMENİN NOTU l:
(Reçitativ'den sonraki bölümün, müzikalite bakımından yeniden uyarlanmış varyantı.)
MAC : Kur tuldüm,
kurtuldum!
Ben biliyordum,
Ben biliyordum.
Kul bunalmadıkça
Hızır yetişmez demişler
Kul bunalmadıkça hızır yetişmez demiş­ler.
POLLY : Kurtuldu! LUCY             : Sevgili Mackie affedildi! POLLY VE
LUCY : Ne büyük sevinç! BAYAN PEACHUM     : Mackie'yle Peachum şirket kurmuşlar.
Üstüne bir banka açmışlar.
Kaplan Brovvn'la ortak olmuşlar
el altından. PEACHUM     : Pek mutlu bitmiş
operanın sonu
gökten üç elma düşmüş... KORO : ...tepelerine!
Zıkkımlanmışlar üç elmayı da
kendileri.
Geride kalan yoksullar hep beklemiş:
Onlara da düşer mi üç elma diye...
Madem onlar muratlarına ermiş,
biz de çıkalım kerevetine bari
artık.
KORO : (Öne doğru ilerlerken org eşliğinde söy­lerler.)
Uğraşmayın küçük haksızlıklarla
onlar zaten kulaktır devede.
Büyük haksızlık saklanır kuytuda.
Asıl suçlu kimbilir nerede?
ÇEVİRMENİN NOTU2:
(Selam düzeni için "Üç Kuruşluk Opera" filminin final moritatından yapılan alıntı.)
Tencere kapak denk gelirse mutlu sona varırsın. Ceplerin doluysa eğer dağlar dümdüz sanırsın.
Ve şu kurtlar sofrasında
ne kavgalar verilir.
Sonra dostça hep birlikte yoksulun hakkı yenir.
Ve aydınlık çatlatacak karanlığı delecek.
Gölgeli de olsa bugün aydınlıktır gelecek.
SON 

Yorumlar

  1. Merhaba bugün böbrek bağışçısı olmaya hazır olduğunuzu biliyorsanız (tüm seyahat masraflarıyla birlikte 250.000 $ ödeme yaparsanız), acilen böbrek bağışçısıyla sadece 8 kişiye ihtiyaç duyduğumuz için böbreğimi acilen hastanemize satarsınız.
    sadece sağlıklı% 100 kişilere uygundur.
    Doktorunuza talebinizi yazın:(muratfulton77@gmail.com) ,derhal sizinle iletişime
    geçileceksiniz
    Not: ameliyat için seyahat etmeye hazır olmalısınız ve yalnızca sağlıklı kişiler
    dr:(muratfulton77@gmail.com)

    YanıtlaSil
  2. Merhaba bugün böbrek bağışçısı olmaya hazır olduğunuzu biliyorsanız (tüm seyahat masraflarıyla birlikte 250.000 $ ödeme yaparsanız), acilen böbrek bağışçısıyla sadece 8 kişiye ihtiyaç duyduğumuz için böbreğimi acilen hastanemize satarsınız.
    sadece sağlıklı% 100 kişilere uygundur.
    Doktorunuza talebinizi yazın:(muratfulton77@gmail.com) ,derhal sizinle iletişime
    geçileceksiniz
    Not: ameliyat için seyahat etmeye hazır olmalısınız ve yalnızca sağlıklı kişiler
    dr:(muratfulton77@gmail.com)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SATICININ ÖLÜMÜ - ARTHUR MILLER

YEDİ KOCALI HÜRMÜZ

VİŞNE BAHÇESİ - ANTON ÇEHOV