ÜÇ KURUŞLUK OPERA - B. Brecht
ÜÇ KURUŞLUK OPERA
B. Brecht
KİŞİLER
Macheath, nam-ı diğer
Sustalı Mackie
Jonathan
Jeremiah
Peachum,"Dilencinin
Dostu" firmasının sahibi
Celia Peachum, karısı
Polly Peachum, kızı
Brown, Londra'nın polis şefi
Lucy, kızı
izbelerin Jenny
Sinim
Rahip Kimball
Filen
Bir Panayır Şarkıcısı
Çete : Mangır Matthew
Çengel Parmak Jacob
Testere Robert
Ed
Jimmy
Salkım Söğüt Walker
Orospular: Dolly
Betty
Marion
Suky Tawdry
Olimpia
Viksen
Edith
Dilenciler
Polisler
ÖN OYUN
SUSTALI MACKIE
MORİTATI
(Soho'da
panayır.)
(Dilenciler
dilenmekte, hırsızlar hırsızla-makta, orospular orospuluk etmektedir. Bir
panayır şarkıcısı şu baladı söyler.)
Ve köpek balığının dişleri vardır,
dişlerini gösterir. Oysa Mackie bir bıçak taşır, kimse bilmez nendedir.
Ve köpekbalığı kan dökünce kızıla keser
tüm deniz. Sustalı Mack eldivenli, iz bırakmaz, tertemiz.
Nehrin kuytu yerlerinde suda şişmiş
cesetler yüzer. Ne vebadan, ne koleradan karanlıkta Mack gezer.
Güneşli güzel bir pazar günü orta yerde
bir ölü. Sıvışır Mack gölge gibi arkasında kan gölü.
Schmul Meler nalları dikti, veda etti
nice zengin hayata. Paraları Mack içetti Gel sıkıysa ispatla.
(Gezintiye
çıkmış olan Peachum'ın karısı ve kızıyla soldan sağa geçtiği görülür.)
Rospik Jenny bulunmuştur göğsünde bir
kamayla. Sustalı Mack keyfindedir, ilgilenmez olayla.
83
Arabacı Alfons Glitte göçtü gitti
sebepsiz. Hiç boşuna Mack'e sorma, nasıl olsa habersiz.
Bir morukla beş suçsuz çocuk, yanmış
gitmiş kül olmuş. Sanki her şeyden habersiz Sustalı Mack seyre durmuş.
Semtin en güzel gencecik kızı akşamüstü
parktadır. Bir bakar ki, namus elden gitmiş; kimbilir Mack nerdedir?
(Orospular
arasında bir gülüşme olur. Aralarından sıyrılan bir adam, meydanı boydan boya
geçerek kaybolur.)
İZBELERİN JENNY: işte
o giden Sustalı Mack'di!
BİRİNCİ PERDE l
insanların
gittikçe acımasız-laşması karşısında, işadamı j. peachum, yoksulların en acımasız
yürekleri bile yumuşatacak kılıklara glrebllecekle-
Rl BiR iŞYERi
AÇMIŞTI.
(JonathanJeremiah
Peachum'un Dilenci Giyimevi)
PEACHUM'IN SABAH
DUASI
Uyan ey aşağılık Hıristiyan! Başla
günahkar hayatına! Yık kutsal ne varsa, dayan! Tanrı da gösterir sana. Sat
kardeşini ey sefil!
Sat karını sen ey alçak! Sen tanrıyı
gökte uyur bil! Mahşer günü gelsin de gör bak!
PEACHUM : (Seyirciye)
Bu işe bir çare bulmak lazım, işimiz çok güç. Çünkü işimiz, insanoğlunun
acıma duygusunu uyandırmak. Gerçi insanların acıma duygusunu uyandırabilecek
bir kaç şey var, var da; işin kötüsü, bunları bir kaç kez kullandınız mı, hemen
etkisini yitiriyor. Neden derseniz, insanoğlu istediği zaman taş yürekli
olabiliyor. Örneğin: Sokağın köşesinde dikilen kolsuz bir adamı gördü diyelim,
ilk defasında irki-lip on Penny verebilir, ikincisinde de belki beş Penny. Ama
üçüncüsünde, soğukkanlılıkla tutup adamı polise teslim eder. Manevi değerler
açısından da durum böyle. (Sahne
yukarısından, üzerinde "Vermek almaktan daha hayırlı" yazılı bir
pankart iner.) istediği kadar gözalıcı, etkileyici yazılmış olsun; çabucak
modası geçtikten sonra, bu öğütler neye yarar? Sözgelimi incil'de de insanın
yüreğine dokunan üç-beş söz var. Ama bunları kullanıp bitirince, aç kalmak
işten değil. Nah işte şu "Ver ki Tanrı da sana versin" sözü. Şuraya
asalı daha üç hafta oldu, hemen bayatladı. Müşteri yenilik ister. Dönüp yine
incil'e bakacağız ama, o da daha ne kadar işe yarar bilinmez.
(Kapı
çalınır. Peachum açar, içeri Filch adında genç bir adam girer.)
FILCH : Peachum ve
Ortakları Ş irketi mi?
PEACHUM : Peachum.
FILCH :
"Dilencinin Dostu" firmasının sahibi siz misiniz? Beni size
gönderdiler. Aa, çok güzel sözler doğrusu! Gerçek bir kapital bu! Kimbilir,
sizde bir kütüphane dolusu vardır bu sözlerden, ha? Hayret bir buluş yani. Bizim
gibi tahsil terbiye görmemiş adamlar böyle fikirleri nasıl bulsun? E tabii o
zaman sektörde de gelişme olmuyor.
PEACHUM : Adınız?
FILCH : Bakın Bay
Peachum, ben çocukluğumdan beri bahtsız bir hayat yaşadım. Anam alkolik babam
kumarbazdı. Hiç şefkat görmedim. Bir annenin şefkat dolu elinden tutamadığım
için, büyük şehrin çamurlarına battım. Ne baba ilgisi, ne sıcak bir yuva tanıdım,
işte şimdi de gördüğünüz gibi...
PEACHUM : Evet, şimdi gördüğüm gibi?..
FILCH : (Şaşırır) ... yani fırtınaya kapılmış
bir kazazede gibi.
PEACHUM : Fırtınaya kapılmış bir kazazede gibi
falan filan. Söyle bakalım zavallı kazazede, bu nakaratı hangi bölgede
tekrarlıyorsun?
FILCH : Nasıl yani
Bay Peachum?
PEACHUM : Bu çocukça tekerlemeyi, yoldan gelip geçenlere
tekrarlıyorsun herhalde?
FILCH : Ee şey, Bay
Peachum, dün Highland Caddesinde küçük bir tatsızlık oldu. Ben sessiz sedasız
ve mahzun bir şekilde, şapkam elimde, her şeyden habersiz köşede duruyordum...
PEACHUM : (Bir
not defterini karıştırır) Highland Caddesi. Evet, doğru. Honey ile Sam'in
dün enseledikleri kerhaneci sensin demek. 10. Bölgede gelip geçenleri rahatsız
ediyor-muşsun. Yaradanı bilmez allahhğın biri olduğunu düşündük de; bu defa
bir temiz ıslatmakla yetindik. Ama bir kere daha ortalıkta görünürsen, o zaman
testere kullanırız, anlaşıldı mı?
FILCH : Lütfen Bay
Peachum! Benim elimden ne gelir? O iki beyefendi yanımı yöremi bir güzel
morarttıktan sonra sizin kartınızı verdiler. Sırtımı bir görseniz; morina
balığı sanırsınız.
PEACHUM :
Bak aslanım, eğer çağanoza benzetme-mişlerse; adamlarım dalga geçmişler demektir.
Senin gibi çiçeği burnunda bir hıyar çıkıp gelecek ve lüp diye avantaya
konacak, öyle mi? Biri kalkıp da senin derendeki alabalıkları kepçelemeye
kalksa, iyi mi?
FILCH : Evet işte Bay
Peachum, benim avlanacak bir derem yok.
PEACHUM : Bizde lisans sadece profesyonellere verilir.
(Bir iş adamının alışkın hareketleriyle
kent planını gösterir.) Londra 14 bölgeye ayrılır. Bu bölgelerden herhangi
birinde dilencilik yapmak için, Jonathan Jeremiah Peachum ve Ortakları
Şirketinin lisansı gerekir. Yoksa önüne gelen, "anam sarhoş, babam
kumarbaz" diye başlardı.
FILCH : Bay Peachum,
iflasın eşiğindeyim, yalnızca birkaç Schilling'im var. Avucumdaki son iki
Schilling'le bu işe bir çare bulmak zorundayım...
PEACHUM : Yirmi Schillihg.
FILCH : Bay Peachum!
(Yakaran
bakışlarla, asılı pankartlardan birini gösterir. "Yoksulun çağrısına kulaklarını
tıkama!" Peachum da buna karşılık bir vitrinin perdesindeki yazıyı
gösterir: "Ver ki Tanrı da sana versin!")
FILCH : On Schilling.
PEACHUM : Haftalık kazancından yüzde elli alırım.
Giyim kuşam dahil yüzde yetmiş.
FILCH : Affedersiniz,
giyim kuşam nelerden oluşuyor?
PEACHUM : O konuda firma karar verir.
FILCH : Hangi bölgede
başlayacağım?
PEACHUM : Baker Caddesi, 2 ve 104 numaralar arası.
O bölge daha ucuz. Giyim kuşam dahil yüzde elliye olur.
FILCH : Buyrun. (Parayı öder.)
PEACHUM : Adınız?
FILCH : Charles
Filch.
PEACHUM : Tamam. (Seslenir) Bayan Peachum! (Bayan
Peachum girer.) Bu Filch. 314 numara. Bölge: Baker Caddesi. Kaydını ben
kendim yaparım. Tabii, kraliçenin taç giyme törenlerinden önce işe girmeyi kim
istemez. Hayatta üç beş kuruş tırtıklanabilecek ender fırsatlardan biri.
Donanım C. (Bir vitrinin önündeki perdeyi
açar. Beş manken görünmektedir.)
FILCH : Bunlar ne?
PEACHUM : Bunlar yoksulluğun insanın yüreğine dokunan
beş temel tipi. Bu tiplerle karşılaş-
tıklan zaman,
insanların ruhunda olağandışı bir titreşim olur ve acıyıp para verirler.
Donanım A: Trafikteki gelişmenin kurba-• m. Sırıtkan yarım felçli. Sürekli
güler, (Taklid eder) vurdumduymaz,
neşeli, ifadeyi çolak bir kolla perçinleriz. Donanım B: Savaş sanatının
kurbanı. Titrek ve sarsak bir şekilde insanları rahatsız eder. Tiksinti
uyandırarak amacına ulaşır. (Taklid eder)
ifade, gerekirse savaş madal-yalanyla yumuşatılır.
Donanım C: Sanayi
kalkınmasının kurbanı, insanın içini paralayan kör, ya da bir başka deyişle,
akademik dilenme sanatı. ,(Filch'in
üstüne üstüne yürüyerek taklid eder. Filch'e çarptığı anda, Filch korkuyla haykırır.
Peachum derhal taklidi keser, şaşkınlıkla Filch'i tepeden aşağı süzer ve
aniden kükrer.) Acıyorsun! Hayatta dilenci olamazsın! Acımak sokaktan
geçenlere düşer, sana değil! Buna ancak donanım D yakışır! Celia, yine
içmişsin! Şaşı şaşı bakıyorsun. Yüzotuzaltı numara kıyafetinden şikayetçi. Kaç
defa söyleyeceğim: Bir centilmen kirli elbiselerle dolaşmaz! Üstelik
yüzotuzaltı numara pırıl pırıl bir kostümün parasını ödemiş. Acındırmak için
yalnızca kandil yağını ütüyle yedirerek lekeler yapacaksın. Kafayı işlet biraz!
Her şeyi ben mi düşüneceğim? (Filch'e) Çıkar
üstündekileri, şunları giy. Ama iyi kullanacaksın ha!
FİLCH : Benim
üstümdekiler ne olacak?
PEACHUM : Onlar firmaya ait. Donanım E: Ömrü boyunca
bu hallere düşeceğini aklından bile geçirmemiş, güngörmüş genç adam.
FİLCH : Ha, onları da
kullanacaksınız demek? Peki o iyi günler görmüş genç adam rolünü ben niye
oynamıyorum?
PEACHUM : Kimse insanın gerçek düşkünlüğüne inanmaz
da ondan, evlat. Karnın ağnsa da söylesen yalnızca insanlarda tiksintiye yol
açarsın. Ayrıca soru sormak sana düşmez. Giy şunları!
FİLCH : Biraz kirli
değiller mi? (Peachum' m delici
bakışlarıyla karşı karşıya kalınca) Özür dilerim, özür dilerim.
BAYAN
PEACHUM : Elini çabuk tut biraz aslanım, burada
noel yortusuna kadar senin pantolonunu tutacak değilim.
FİLCH : (Birdenbire damarına basılmış gibi)
Ama çizmelerimi
çıkarmam! Kesinlikle çıkarmam. Vazgeçerim daha iyi. Onlar bana zavallı annemin
tek armağanı. Hayatta çıkarmam. Sürünsem, mahvolsam, ölsem...
BAYAN
PEACHUM : Uzatma, ayaklarının kirli olduğunu anlamadım
mı sanıyorsun?
FBLCH : Kış ortasında
ayaklarımı nerede yıkasay-dımyani?! .
(Bayan
Peachum, Filch'i bir kabine sokar, sonra sol yanda oturup bir giysiye ütüyle kandil
yağı yedirmeye koyulur.)
PEACHUM : Kızın nerde?
BAYAN
PEACHUM : Polly? Yukarda!
PEACHUM : O herif dün yine burada mıydı? Hani boyuna
ben bir yere gidince gelen?
BAYAN
PEACHUM : Bu kadar kuşkucu olma Jonathan. Reis,
fevkalade centilmen bir adam ve kızımızla da çok ilgileniyor.
PEACHUM : Demek öyle.
BAYAN
PEACHUM : Üstelik eğer bende beş kuruşluk akıl varsa;
biliyorum ki, Polly de ondan hoşlanıyor.
PEACHUM : Celia, sanki milyonermişiz gibi harcıyorsun
kızı. Bir de evlenme falan çıkarma başıma. Bu dükkânı seninle benim bacaklarımı
seyrettirerek yürütemeyiz herhalde. Bir haftaya kalmaz müşteriler elini eteğini
çeker bu berhaneden. Bir de damat çıkarma başımıza! Bir haftaya kalmaz bizi
avucu-nun içine alır! Kızının yatakta ağzının senden daha sıkı olduğunu
sanıyorsan, yanılırsın!
BAYAN
PEACHUM : Kızın hakkında düşündüklerin pek hoş
doğrusu!
PEACHUM : En kötüsü. En kötüden beter. Bir
cinsellik ve duygusallık yığınından başka bir şey değil!
BAYAN
PEACHUM : Bu yönden sana çekmediği muhakkak.
PEACHUM : Evlenmekmiş! Kızım, açlar için ekmek
neyse, benim için odur. (İncil'in
sayfalarını çevirir.) incil'de bile yeri var bunun. Evlenmek dediğin zaten
bir ahlaksızlık. Ben onu evlilikten nasıl vazgeçireceğimi bilirim.
BAYAN
PEACHUM : Jonathan, cahilin birisin sen.
PEACHUM : Cahilmiş! Adı neymiş bu beyefendinin?
BAYAN
PEACHUM : "Reis" diyorlar yalnızca.
PEACHUM : Demek beyefendinin adını bile sormak
aklınıza gelmedi? Oh, ne ala, ne ala!
BAYAN ı
PEACHUM : Adamcağız tutmuş nezaket göstermiş bizi
Ahtapot Oleli'nde dansa davet etmiş. Hemen kafa kağıdını soracak kadar mağara
değiliz herhalde.
PEACHUM : Nereye?
BAYAN
PEACHUM : Ahtapot Oteli'ne, dansa.
PEACHUM : Reis? Ahtapot Oteli? Vay, vay, vay...
BAYAN
PEACHUM : Kızıma da, bana da, yalnızca glase eldivenle
dokunuyor.
PEACHUM : Glase eldiven mi?
BAYAN
PEACHUM : Evet, her zaman glase eldivenler
taşıyor. Beyaz glase eldivenler.
PEACHUM : Beyaz eldivenler, fildişi saplı bir
baston, tozluklu rugan iskarpinler, saygı uyandıran bir görünüş ve bir yara
izi...
BAYAN
PEACHUM : Boynunda. Herkesi de nereden tanırsın
bilmem ki? (Filen kabinden çıkar.)
FILCH : Bay Peachum,
bana biraz da nasıl davranmam gerektiğini açıklar mısınız? Ben oldum olası
her şeyi sistemli yapmak istemişimdir, öyle gelişi güzel iş yapmak istemem.
BAYAN
PEACHUM : Sistemim sevsinler!
PEACHUM : Bundan olsa olsa geri zekalı dilenci
olur. Akşam saat altıda gel, gerekli dersleri alacaksın. Toz ol şimdi!
FILCH : Teşekkürler,
Bay Peachum, binlerce teşekkür. (Çıkar)
PEACHUM : Yüzde elli! - Şimdi de sana bu eldivenli
beyefendinin kim olduğunu söyleyeyim: Sustalı Mack!
(Merdivenlerden
yukarıya, Polly'nin yatak odasına koşar.)
BAYAN
PEACHUM : Aman Tannm! Sustalı Mack! Bütün azizler
yardımcımız olsun! - Polly! Polly nerede? (Peachum
ağır adımlarla döner.)
PEACHUM : Polly mi? Polly eve dönmemiş. Yatağı
bile bozulmamış.
BAYAN
PEACHUM : Pamuk tüccanyla yemeğe çıkmıştır. Kalıbımı
basarım Jonathan!
PEACHUM : Allah vere de, gerçekten pamuk tüccarı
olsa!
(Bay
ve Bayan Peachum, perdenin önüne çıkıp §arkıya başlarlar. Şarkı ışıklaması:
Altın rengi. Org aydınlanır. Bir boruya asılı üç ışıldak yukardan aşağı iner ve
ekranda şarkının adı görünür.)
ASLINDA ŞARKISI I
PEACHUM
Aslında, aslında,
evde yorganın
sıcaklığı var.
Ama nerde? Ama nerde?
Sanki caddelerde hep
çuvalla bok mu
dağıtıyorlar?
BAYAN PEACHUM
Hep o dolunayın işi:
"Duysan yüreğimin sesini"
nağmeleri,
"Ve sen nereye gidersen elele"
yalanları
Hep dolunayla altüst olur kişi.
II PEACHUM
Aslında, aslında
bir yararlı işle uğraşmak da var.
Ama nerde? Ama nerde?
Çaresiz sonunda burnuna kadar boka
batar. BiRLiKTE
Ve hani nerde dolunay?
Nerde "Yüreğimin atışı"
nağmeleri?
Nerde "Nereye gitsek elele"
yalanları?
Aşk bitince, dolunay olur yalınay!
2
SOHO'NUN
DERİNLİKLERİNDE BiR YERDE, HAYDUT SUSTALI MACK, DİLENCİLER KRALININ KIZI POLLY
PEACHUM ÎLE EVLiLiĞiN! KUTLUYOR.
(Boş
bir ahır)
MATTHIAS : (Nam-ı
diğer Mangır Matthias, bir elinde tabanca, bir elinde f ener, ahırı aydınlatır)
Hey, eller yukan! Kimse varsa! (Macheath
-Mac- girer, sahnenin önünden bir tur atar.)
MAC : Ee, kimse var
mıymış?
MATTHIAS : in cin top oynuyor. Düğünü burada rahat-,
ça yapabiliriz.
POLLY : (Gelin giysisiyle girer) Ama burası bir
ahır!
MAC : Şimdilik şu
yemliğin üstüne otur Polly.
(Seyircilere)
Şu gördüğünüz ahırda bugün, bundan sonraki hayatımı benimle
paylaşmak için ardım sıra gelen Bayan Polly Pe-achum ile düğünümüz kutlanacak.
MATTHIAS : Bugün yine turnayı gözünden vurdun.
Bay Peachum'm biricik
kızını kandınp kaçırdığını duyunca bütün Londra'nın dudakları uçuklayacak.
MAC : Bay Peachum da
kim? MATTHIAS : Kendine sorsan,
Londra'nın en yoksul insanı olduğunu söyler.
POLLY : Düğünümüzü
burada kutlamayı düşünmüyorsun herhalde? Basbayağı bir ahır burası! Papaz
efendiyi buraya çağırmak olmaz ki. Üstelik kendi malımız bile değil. Yeni hayatımıza
kanundışı bir davranışla başlamayalım Mac. Bu en mutlu günümüz bizim. MAC v : Sevgili yavrucuğum, merak etme her şey istediğin
gibi olacak. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacaksın. Eşyalar yolda.
MATTHIAS : işte, mobilyalar geliyor?
(Büyük
kamyonların yanaşıp durduğu işitilir. Yarını düzine adam, halılar, mobilya,
sofra takımı ve benzeri eşyayı içeri taşıyarak; ahırı aşırı süslü bir lokal
kılığına sokarlar.)
JAKOB : (Nam-ı diğer Çengelparmak.) Tebrikler! Ginger Caddesi 14 numaranın
birinci katında oturanlar vardı. Önce yangın çıkarıp onları kışkışlamak
zorunda kaldık. ROBERT : (Nam-ı diğer Testere.) Tebrikler.
Strand'de yolumuza
çıkan bir aynasızın işi bitik!
MAC : Amatör
herifler. EDE : Elimizden
geleni yaptık ama, Westend'de
üç kişi morto.
Tebrikler. MAC : Acemi çaylaklar, leş kargaları! JIMMY : Yalnızca ortayaşlı bir adama
bir-iki delik açmak zorunda kaldık. Ama durumu pek ciddi değil. Tebrikler.
MAC : Ne emir
vermiştim ben? Kan dökmekten kaçınılacak. Ay, düşündükçe içim bir fena oluyor.
Siz hiç işadamı olamayacaksınız. Yamyam olabilirsiniz, ama işadamı asla!
WALTER : (Nam-ı diğer Gamlı Baykuş.) Tebrik ederim. Bu çembalo daha yanm
saat önce So-mersetshire düşesine aitti, hanımefendi.
POLLY : Ne mobilyası
bunlar? MAC : Mobilyalar
hoşuna gitti mi Polly? POLLY : (Ağlar) Şu birkaç parça mobilya için, yazık
değil mi zavallı insancıklara? MAC
: Hem de ne mobilya! Döküntü! Kızmakta çok haklısın Polly. Gülağacından
bir çem-balo ile rönesans bir divan. Gaf üstüne gaf! Bir masa bari yok mu?
WALTER : Masa mı?
(Yemliklerin
üzerine bir kaç lata yerleştirerek bir masa yaparlar.)
POLLY : Ah Mac! Çok
mutsuzum! Hiç değilse Papaz efendi gelmese bari.
MATTHIAS : Kesin gelir. Yolu tıpı tıpına tarif
ettik. WALTER : (Masayı takdim eder) işte masa! MAC : (Polly'nin ağlamayı sürdürmesi üzerine) Karımın
sinirlerini altüst ettiniz. Öteki iskemleler nerede peki? Çembalo var, iskemle
yok! Hiç kafa yok mu sizde? Ben hayatımda kaç kere düğün töreni yapıyorum?
Kapa çeneni Gamlı Baykuş? Diyorum ki hayatımda kaç kere size işim düştü? Onda
da karımı daha şimdiden mutsuz ettiniz.
EDE : Sevgili
Polly... MAC : (Vurup kafasından şapkasını düşürür) "Sevgili
Polly"miş! "Sevgili Polly" diye tepene binersem, kafanı
bağırsaklarına sokarım, bok herif! Duyulmuş şey mi? "Sevgili
Polly"! Koynunda yatmışlığın mı var ulan?
POLLY : Ama Mac!
EDE : Yemin ederim ki...
WALTER : Sayın Bayan, eğer herhangi
bir eşyanın eksikliğini hissediyorsanız, biz hemen bir parti daha... MAC : Gülağacından çembalo var da,
iskemle
yok. (Güler) Gelin olarak sen bu işe ne diyorsun?
POLLY : Onun o kadar
zararı yok canım. MAC : iki
iskemle, bir divan. Gelinle damat da
yere oturacaklar
herhalde! POLLY : Bak bu iyi fikir!
MAC : (Sert) Şu çembalonun ayaklarını kesin!
Çabuk! Çabuk!
DÖRT KiŞi : (Çembalonun
ayaklarını keserken şarkı söylerler)
Nazik Bili ile Erkek
Mary Geçen Çarşamba evlendiler. Ayağına bas! Oh-oh-oh. Gelince kadın bir
gelinlikle Damat şaştı kaldı gelinliğe. Gelinse bilmiyordu damadın adı ne?
Ooo...
WALTER :
işte hanımefendi size bir kerevet. Onlar ermiş muradına biz çıkalım
kerevetine... MAC : Şimdi beylerden şu pılı pırtılarını çıkarıp efendi gibi bir
şeyler giymelerini rica edebilir miyim? Bu da önünde sonunda herhangi birinin
nikâhı değil herhalde, değil mi? Polly, senden de şu yemek sepetleriyle
ilgilenmeni rica edeyim.
POLLY : Düğün yemeği
mi bu? Bunların hepsi çalıntı mı Mac?
MAC : Tabii yavrum,
tabii. POLLY : Şimdi kapı
çalınsa da içeri şerif girse ne
yapardın, merak
ediyorum. MAC : Görürsün bakalım, kocan o zaman neler
yaparmış.
MATTHIAS : Bugün imkansız. Bütün atlı polisler
Da-ventry'de. Kraliçeyi karşılamaya gittiler. Cuma günkü taç giyme töreni için.
POLLY : iki bıçak, ondört çatal! Her iskemleye bir
bıçak.
MAC :
Fiyasko! Profesyonellerin değil, acemilerin işi bu! Hiç üslup diye bir şey
duymadınız mı beyler? insan, Chippendale
ile On-dördüncü Louis arasındaki farkı görebilmeli.
(Çete,
şık gece elbiseleri içinde döner. Ancak davranış biçimleri, bu giysilere pek
de uygun değildir.)
WALTER : Aslında en değerli şeyleri getirelim
dedik ama. Şu ahşaba bak! Birinci sınıf malzeme. MATTHIAS : Psst! Psst! izin verirseniz Reis...
MAC : Polly, yanıma
gel.
(Gelinle
damat, tebrikleri kabul etmek için pozisyon alırlar.)
MATTHIAS :
izninizle Reis, size hayatınızın bu en mutlu gününde, kariyerinizin baharında,
yani demek istiyorum ki, bu dönüm noktasında, en samimi ve aynı zamanda en
kalbi tebriklerimizi takdim etmek ve... Vay anasını, böyle yüksekten konuşunca
adamın midesi bulanıyor yahu. Uzatmayalım (Mac'le
to-kalaşır.) Kutlu olsun moruk!
MAC : Teşekkürler, bu
çok nazik bir hareketti Matthias.
MATTH l AS : (Duygulu
bir biçimde, Mac' i kucakladıktan sonra, Polly'le tokalaşır) içimden geleni
söylüyorum be moruk! Başını dik tut arkadaşım! (Sırıtarak) Yani dikkat et düşmesin demek istiyorum. (Çete mensupları gürültüyle gülerler. Mac
birdenbire seri bir hareketle Matlhias'ı yere seriverir.)
MAC : Bir daha ağzını
bozma, tamam mı? Bu pis şakaları senin o Kitty orospusunun yanında yaparsın.
POLLY : Mac, o nasıl
konuşma öyle?
MATTHIAS : Kitty'ye öyle demeni protesto ediyorum...
(Zorlukla doğrulur.)
MAC : Ya, protesto
ediyorsun demek?
MATTHIAS : Ayrıca onun yanında hiç bir zaman pis şakalar
yapmam. Kitty'ye değer veririm ben. Ama senin yapın bunu anlamaya müsait değil.
Pis şakalara asıl ihtiyacı olan sensin. Lucy kendisine neler söylediğini bana
anlatmadı mı sanıyorsun? Benim söylediğim, senin söylediklerinin yanında,
çocuk oyuncağı kalır. (Mac, Matthias' m
yüzüne dik dik bakar.)
JAKOB : Hadi, yeter
artık. Şimdiden düğünün içine ettiniz. (Araya
girerler.)
MAC : Ne güzel düğün
ha, Polly? Nikâh töreninde bu sığırlarla birlikte olmak da varmış kaderinde.
Arkadaşlarının kocanı böyle kepaze edeceklerini hiç aklına getirir miydin? Al
işte, sana bir ders olsun bu.
POLLY : Ben
düğünümden hoşnutum.
ROBERT : Saçmalama yahu, seni kepaze eden
filan yok. Her zaman, her yerde bir anlaşmazlık olabilir, değil mi? Hem senin
Kitty'nde herkes gibi saygıdeğer biri. Hadi Mangır, şu düğün armağanını çıkar
ortaya.
HEPSi : Hadi,
nazlanma hadi!
MATTHIAS : (Kırgın)
Nah işte, buyur.
POLLY : Ah, bir düğün
hediyesi. Çok naziksiniz Bay Mangır Matthias. Baksana Mac, ne güzel bir
gecelik.
MATTHIAS : Pis bir şaka daha ha? Ne dersin Reis?
MAC : Tamam, tamam.
Böyle bir günde kalbini kırmak istemezdim.
WALTER : Buna ne buyrulur? Chippendale! (Dev bir Chippendale pandüllü çalar saatin
üstündeki örtüyü açar.)
MAC : Ondördüncü
Louis!
POLLY : Dehşet! Öyle
mutluyum ki, söyleyecek
söz bulamıyorum. Ne
kadar düşüncelisiniz. Harika! Bunları koyacak bir evimizin olmayışı yazık ama,
değil mi Mac?
MAC : Eh artık buna
bir başlangıç olarak bak. Her işin başı zorluklarla doludur. Sana da
teşekkürler Walter. Hadi şimdi şunları toplayın bakalım. Yemek!
JAKOB : (Diğerleri masayı hazırlarken) Tabii ben
yine bir şey getiremedim. (Heyecanla
Polly'e) inanın hanımefendi, gerçekten mahcubum.
POLLY : Aman Bay
Çengelparmak, ne olacak canım, sözü mü olur?
JAKOB : Ama işte
bütün arkadaşlar hediyeler getirdi, ben hiçbir şey getiremedim. Kendinizi
benim yerime koyun, durumumu anlarsınız. Ama benim başıma hep böyle işler gelir!
Aslında bir araba hikaye anlatabilirim size bu konuda. Aklınız durur. Daha geçenlerde
izbelerin Jenny'ye rastladım, "n'aber kızrospik" dememle... (Birdenbire ensesinde dikilmekte olan
Mac'ifarke-der ve sözünü tamamlamadan bir kenara sıvışır) MAC : (Polly'i yerine götürürken) Böyle iyi bir
yemeği bugüne bugün
başka hiçbir yerde yiyemezsin Polly. Buyrun! (Herkes düğün yemeğine oturur)
EDE : (Sofra takımını göstererek) Güzel tabaklar,
Savoy Otelinden.
JAKOB : Mayonezli
yumurtalar da Selfridge'den. Koca bir çanak kaz ciğeri ezmesi de vardı ama,
Jimmy yolda tamamını işkembeye indirdi.
WALTER : işkembe denmez, ayıp.
JIMMY : Yumurtaları
öyle yutma Ede, böyle bugünde ayıp yahu!
MAC : Bize şarkı
söyleyecek biri yok mu? Şöyle ulvi, uhrevi bir şey?
MATTHİAS : (Gülmekten
lokması neredeyse gırtlağına kaçar) Ulvi, uhrevi bir şeymiş! Lafa bak
süngüye davran! (Mac'in keskin bakışları
karşısında süklüm püklüm yeniden oturur.)
MAC : (Birinin kesesini vurup elinden düşürerek) Hemen
zıkkımlanmaya başlamasamz olmaz mı? Paldır küldür tıkınma faslına dalacağınıza,
belki yemekten önce hoş bir şeyler yaparsınız diye düşünmüştüm. Başkaları böyle
bir günde bu gibi şeyleri ihmal etmezler.
JAKOB : Ne gibi
şeyleri?
MAC : Hepsini ben mi
düşüneceğim be? Sizden kalkıp burada bir opera oynamanızı isteyen yok. Ama
işkembenizi doldurmanın ve pis şakalar yapmanın dışında bir şeyler hazırlayabilirdiniz
yani. insan, arkadaşlarının ne mal olduğunu böyle günde anlıyor.
POLLY : Som balığı
harikulade, Mac.
EDE : Evet, böylesini
hiç bir yerde peyleyemez-siniz. Ama Mac'in sofrasında her gün bulunur. Nasıl
turnayı gözünden vurduğunuzu anlıyor musunuz? Her zaman söylerim: Mac, gözü
yukarda bir kız için bulunmaz Hint kumaşıdır. Daha dün aynı şeyi Lucy'ye
söyledim.
POLLY : Lucy mi? Lucy
kim Mac?
JAKOB -.(Sıkıntılı) Haa Lucy mi? Pek öyle
ciddiye alınacak biri değil canım.
l
(Matthias
ayağa kalkmış, Jakob'u susturmak amacıyla Polly'nin arkasından el kol
hareketleri yapmaktadır.)
POLLY : (Onu görür) Bir şey mi aradınız? Tuz
mu...? Evet, ne diyordunuz Bay Jakob?
JAKOB : A, şey, hiç,
hiçbir şey. Aslında ben hiçbir şey söylemek istememiştim. Hm, lafımı seveyim.
MAC : O elindeki ne
Jakob?
JAKOB : Bıçak, Reis.
MAC : Tabağındaki ne
Jakob?
JAKOB : Alabalık,
Reis.
MAC : Evet, demek
bıçakla alabalık yiyorsun ha? Jakob, alem adamsın. Görüyor musun Polly? Bıçakla
balık yiyor! Senin bu yaptığına ne derler biliyor musun? Hırtlık derler!
Anlıyor musun beni Jakob? Bak işte gör Polly, bu ayıları adam kılığına sokmak
için bayağı zorlanacaksın. Adam olmaya hiç niyetiniz yok mu sizin ha?
WALTER : Biz kadınlara niyetliyiz.
POLLY : Ne ayıp, Bay
VValter!
MAC : Demek şarkı
markı yok? Şu günü biraz güzelleştirecek bir şey yok? Her zamanki gibi sıradan,
kasvetli, boktan bir gün olarak geçecek? Kapıda bir gözcü var mı bari? Yoksa
onu da ben mi düşüneceğim? isterseniz siz burda benim sırtımdan rahatça
tı-kıriabilesiniz diye; ben gidip kapıda nöbet tutayım, ha?
WALTER : (Bozulmuştur)
Ne demek "benim sırtımdan"?
JIMMY : Bırak
Walter'cığım! Ben giderim. Zaten buraya kim gelir ki? (Çıkar)
JAKOB : Düğün
şenliğinde bütün misafirler nallan dikerse, amma matrak olur ha!
JIMMY : (Koşarak girer) Aman Reis, aynasızlar!
WALTER : Şerif kaplan Brown!
MATTHİAS : Saçmalamayın, bu Rahip Kimball. (Rahip Kimball girer)
HEPSÎ : (Bağıra bağıra) iyi akşamlar Rahip Kimball!
KİMBALL : Gördünüz mü işte, buldum sizi. Gerçi
kü-
çük bir kulübecik
ama, ne demişler: iki gönül bir olunca, samanlık seyran olur. Hiç değilse
kendi malınız ya, ona bakın.
MAC : Evet,
Devonshire düşesinin.
POLLY : tyi günler
aziz peder. Bu mutlu günümüzde gelişinize o kadar...
MAC : Hadi çocuklar,
aziz pederin şerefine bir şarkı parlatın bakalım.
MATTHIAS : "Bili Lavvgen ile Mary Syer"
nasıl olur?
JAKOB : Aa, gayet
uygun olur bence.
K1MB ALL : Eh bir şarkı, hiç fena olmaz çocuklar!
MATTHIAS : Başlıyoruz beyler.
(Üç
kişi ayağa kalkıp, biraz kuru, biraz mat ve biraz da tereddütle söylerler)
yoksul
insanların düğün şarkısı
Nazik Bili ile Erkek Mary Geçen Çarşamba
evlendiler. Ayağına bas! Oh, oh, oh. Gelince kadın bir gelinlikle Damat şaştı
kaldı gelinliğe. Gelinse bilmiyordu damadın adı ne? Ooo...
Ne iş yapar kız bilir misin? Yooo! Ona
sadık kalacak mısın? Yooo! Ayağına bas! Oh, oh, oh! Nazik Billy ne dese iyi:
Karımın yeter bana oracığı! Köpoğlu! Ooooh!
MAC : Hepsi bu mu?
Pek banal!
MATTHIAS :(Yine
tıkımrken boğulacak gibi olur) Banal! Lafa bak! Tam manasıyla öyle beyler,
banal.
MAC : Kes!
MATTHIAS : Hayır, demek istiyorum ki, ruhsuz. Böyle...
sanki ateşi sönmüş falan gibi.
POLLY : Beyler, madem
kimse bir şey söylemek istemiyor; o zaman becerebildiğim kada-
rıyla ben bir şarkı
söyleyeyim. Sizlere So-ho'nun pespaye tektekçi barlarından birinde gördüğüm
bir kızın taklidini yapacağım. Yalnız şunu bilmeniz gerek: Bu kız orada
bulaşıkçılık yapardı. Müşteriler sık sık laf atıp alay ederler; o da birazdan
duyacağınız şekilde cevap verirdi. Şurası küçük bar tezgâhı olsun. Ama çok pis
olduğunu düşünün. Kız sabah akşam bu barın arkasında dururdu. Şu bulaşık
kovası olsun, bu da bardakları kuruladığı çaput. Sizin oturduğunuz yerde de
onu alaya alan erkekler otururdu, isterseniz gerçeğe uygun olsun diye siz de gülebilirsiniz.
Ama beceremem diyorsanız, şart değil. (Bardak
yıkar gibi yapar ve kendi kendine bazı şeyler mırıldanır) Şimdi içinizden
biri şöyle diyecek (Walter' i gösterir) mesela
siz: "Ee, senin gemi ne zaman geliyor, Jenny?"
\VALTER :
Ee, senin gemi ne zaman geliyor, Jenny? POLLY : Şimdi bir başkası, mesela siz:
"Korsanın sevgilisi Jenny, hâlâ bulaşık mı yıkıyorsun?" diyorsunuz.
MATTHIAS : "Korsanın sevgilisi
Jenny, hâlâ bulaşık
mı yıkıyorsun?"
POLLY : Evet, şimdi de ben başlıyorum.
(Şarkı
ışıklaması: Altın rengi. Org aydınlanır. Bir boruya asılı üç ışıldak yukardan
aşağı iner ve ekranda şarkının adı görünür.)
KORSAN JENNY
&
Efendiler görün burda beni
hep müşteriye yatak yaparken
ve üç kuruş
verirsiniz
teşekkür ederim
üstümde pis önlüğümle
bu döküntü otelde.
Ve hiç bilemezsiniz
ki ben kimim
ve hiç bilmezsiniz ki
ben kimim.
Ama bir gün kopacak Umandan
çığlıklar
Sorarlar: Ne bu bağrışma?
Bir gülme bende
kadehleri yıkarken
Sorarlar: Ne gülüp durur bu?
Bir gemi,
sekiz yelken,
elli dev topuyla
girer limana.
2
Ve diyeceksiniz:
Şen işine baksana!
Önüme üç kuruş atacaksınız
ve üç kuruş
alınacak
ve yataklar yapılacak.
Oysa
bu yataklarda kimse yatmayacak.
Hâlâ anlamayacaksınız
ben kimim,
hâlâ anlamayacaksınız
ben kimim.
Ama o gün kopacak limanda
kıyamet.
Sorarlar: Ne bu gümbürtü?
Bir gülme bende pencereden bakarken.
Sararlar: Ne bu sinsi gülüş?
Bir gemi,
sekiz yelken,
elli dev topuyla
topa tutarken.
3
«Efendiler yüzünüzde donacak gülüş
Duvarlar çöktüğü zaman Taş kalmadı taşüstü, kentin işi pek bitik. Yalnız bir
tapon otel ayakta hâlâ dimdik.
Sorarlar kim diye burada oturan? Bütün
gece çığlıklar çevresinde otelin. Ne bu sır? Bir bu otel kaldı niye? Erkenden
eşikte görünce beni, Şaşmayın «turan buymuş diye.
Bir gemi sekiz yelken Dev gibi elli
topuyla Donanır bütün.»
4
Öğlen üstü korsan çıkacak karaya
ve oturacaklar
bir gölgede
ve herkesi tek tek getirecekler önüme
ve zincire vurup önümde diz çöktüre-
cekler
ve soracaklar: Hangisi gebersin?
Ve soracaklar:
Hangisi gebersin?
Ve o öğle vakti
susacak liman.
Sorduklarında: Kimler gebersin?
Birden benim sesim duyulacak: Hepsi!
Ve tek tek keller uçarken havada
diyeceğim ki: Oh ya!
Ve gemi
gün batarken
elli koca topuyla
alır götürür beni.
MATTHIAS : Pek hoş, eğlenceli. Yani hanımefendi bunu
nasıl böyle şeyediyor, bravo doğrusu.
MAC : Ne demek
istiyorsun yani "hoş" demekle? Buna "hoş" demezler,
"sanat" derler, salak! Hoşmuş. Çok güzel canlandırdın Polly. Ama bu
hayvanlara değmez. Affedersiniz aziz peder, sizi kastetmiyorum. (Polly'ye yavaş sesle) Ayrıca senin böyle
ortaya çıkıp artistlik etmenden hiç hoşlanmadım. Bir daha böyle şeyler
istemem. (Masadan kahkahalar yükselir.
Çete üyeleri, papazla alay etmektedir.) Elinizde ne var, aziz peder?
JAKOB : iki bıçak,
Reis!
MAC : Tabağınızda ne
var, aziz peder?
KIMBALL :
Som balığı sanınm.
MAC : Demek bıçakla
som balığı yiyorsunuz, ha?
JAKOB : Hiç böyle şey
gördünüz mü? Bıçakla balık yiyor! Bunu yapana ne derler biliyor musunuz?
MAC : Hırt derler!
Anlıyor musun beni Jakob? Bu da sana bir ders olsun.
JMMY : (Koşarak girer) Hey, Reis, aynasızlar!
Şerifin ta kendisi.
WALTER : Brovvn, Kaplan Brown!
MAC : Evet, doğru,
Kaplan Brown. Şu anda reisiniz Macheath'in fakirhanesini şereflendirecek olan
Kaplan Brovvn, Londra'nın polis şefi, Old Bailey'nin temel direği. Bakın da
bir şeyler öğrenin! (Çete üyeleri, bir
yerlere pısıp saklanmaya çabalarlar.)
JAKOB : Bu sefer
sağlam darağacını bulduk! (Brovvn girer.)
MAC : Selam, Jackie!
BROWN : Selam, Mac!
Hemen kaçacağım, vaktim dar. Bu işin ille de başkasına ait bir ahırda olması mı
gerekiyordu? Mülke tecavüz bu!
MAC : Yakın olduğu
için kolayıma geldi Jackie. Eski dostun Mac'in düğün törenine gelmene
sevindim. Sana eşimi takdim edeyim. Kızlık adı Peachum. Polly, bu da Kaplan
Brovvn. Ee, ihtiyar? (Omuzuna vurur) Bunlar
da arkadaşlarım Jackie. Herhalde hepsini gözün ısırıyordur.
BROWN : (Sıkıntılı) Burada görevli olarak bulunmuyorum
Mac.
MAC : Onlar da. (Seslenir. Hepsi eller yukarda gelirler.) Hey,
Jakob!
BROWN : Aa, bu
Çengelparmak Jakob, madrabazın tekidir.
MAC : Hey Jimmy!
Robert! VValter!
BRONVN : Neyse,
bugünlük üstüne bir sünger çekelim.
MAC : Hey Ede!
Matthias!
BROWN : Oturun
beyler, oturun!
HEPSi : Teşekkür
ederiz efendim!
BROVVN : Eski
arkadaşım Mac'in sevimli eşiyle tanışmaktan memnun oldum.
POLLY : Teşekkür
ederim efendim.
MAC : Otur bakalım
moruk, otur da viski şişesinde bir yelken açalım! Sevgili Polly, arkadaşlar!
Bugün burada aramızda, krallığın mutlak otoritesinin, soydaşlarının başına
getirdiği bir insanı görüyorsunuz. Ama hayatın bütün yokuş ve inişleri, bütün
fırtınalar, aramızdaki dostluğu bozamamıştır. Öyle bir şeyler işte. Kimi
kastettiğimi hepiniz anlıyorsunuz. Ah Jackie, Hindistan'daki askerlik
günlerimizi hatırlar mısın? Gel şu bizim topların türküsünü bir söyleyelim ha?
(Mac ve Brown masanın üzerine otururlar.)
(Şarkı
ışıklaması: Altın rengi. Org aydınlanır. Bir boruya asılı üç ışıldak yukardan
aşağı iner ve ekranda şarkının adı görünür:)
TOPLARIN TÜRKÜSÜ
l
John önümdeydi, Jim
yanımda
ve Georgie de çavuş
çıkmıştı.
Ve kimseye sormadılar
adını
koştuk cepheye,
mevsim de kıştı.
Askerin ömrü
toplar üstünde
çöllerden kutba
kadar.
Yağmurlar yağarken
rastgelseler birden
rengi bozuk ırklara,
ister sarı ister
kara,
anam avradım olsun ki
onları çiğ çiğ
yerler.
Jonn derdi
"Viski sıcak" ve Jimmy geceleri titrerdi. Ama Georgie "Esas
duruş" der ve her fırsatta fırça çekerdi. Askerin ömrü toplar üstünde
çöllerden kutba
kadar.
Yağmurlar yağarken
rastgelseler birden
rengi bozuk ırklara,
ister sarı ister
kara,
anam avradım olsun ki
onları çiğ çiğ
yerler.
3
John öldü gitti, Jim
vuruldu ve Georg devrildi durduk yerde. Daha kanları kurumadan yenileri
savaşacak cephelerde! (Oturdukları yerde
ayaklarıyla yürüyor gibi yaparak) Askerin ömrü toplar üstünde çöllerden
kutba kadar. Yağmurlar yağarken rastgelseler birden rengi bozuk ırklara, ister
sarı ister kara, anam avradım olsun ki onları çiğ çiğ yerler.
MAC : Hayatın
dalgalan, biz iki gençlik arkadaşını ayrı yönlere sürüklemiş olsa da; meslekteki
yollarımız değişik, hatta belki de karşıt gibi görünse de; dostluğumuz bütün
bunların üstünde kalmayı bildi. Bakın da bir şeyler öğrenin! Kastor'la Pollux,
Hek-tor'la Andromache gibi bir şeyler işte. Benim, basit bir sokak soyguncusu
olarak, dostum Brown'a hatırı sayılır bir pay ayırmadan, herhangi bir iş
yaptığım çok enderdir. Sarsılmaz bağlılığımın işareti ve kanıtı olarak. Onun
da, kudretli polis şefi olarak, -bıçağı ağzından çek Jakob-, eski arkadaşına
bir sinyal vermeden, herhangi bir baskın hazırladığı çok enderdir. Bu gibi
bir şeyler işte. Bu karşılıklı bir dayanışma tabii. Açın gözünüzü de biraz bir
şeyler öğrenin. (Brown' in koluna girer) Ee,
arslan Jackie, geldiğine sevin-
dim. Gerçek dostluk
diye buna derim ben işte. (Sessizlik.
Brovvn'ın yerdeki bir halıyı kaygıyla incelediğini görünce) Hakiki Şi-raz.
BROWN : Orient
Halıcılık Şirketi'nden. MAC
: Eyet, halılarımızı hep oradan alırız. Bugün beni ziyaret etmen benim
için şarttı biliyor musun Jackie. Umarım görevin bakımından seni zora sokmuş
olmadım. BROWN : Biliyorsun ki,
seni kıramam. Ama şimdi gitmem gerek, işim başımdan aşkın. Kraliçenin taç
giyme töreninde en ufak bir aksaklık olursa...
MAC : Ha, Jackie, şu
benim kayınpeder... inatçı katırın biri. Olur ya, herhangi bir pislik yapmaya
kalkarsa; Scotland Yard dosyalarında bana karşı bir şey var mı? BROWN : Scotland Yard'da sana karşı en ufak
bir
şey bile yok.
MAC : Tabiatiyle.
BROWN : Hepsini ben kendi elimle
ayarladım, iyi
geceler.
MAC : Ayağa
kalksanıza ulan! BROWN : (Polly'ye) iyi şanslar! (Mac, Brown'ı
uğurlar.)
JAKOB : (Gözucuyla Matthias ve Walter'e bakarak) Doğrusu
ya, Kaplan Brown'ın geldiğini duyunca, birazcık endişelenmedim desem, yalan
olur.
MATTHİAS : Biliyor musunuz bilmem ama hanımefendi,
bizim en yüksek katlarla bile bir takım ilişkilerimiz vardır.
WALTER : Evet, bizim hiç hesabedemediğimiz zamanlar
bile, Mac'in elinde hep umulmadık bir koz vardır. Ama bizim de ufak bir kozumuz
var. Beyler, saat dokuzbuçuk oldu. MATTHİAS
: Ve işte şimdi en büyük numara.
(Hep
birlikte, asılı duran bir halının arkasına geçerler. Mac girer.) MAC
: Ne oldu? MATTHİAS : Küçük bir
sürprizimiz daha var, Reis.
(Halının
arkasında, "Bili Lavvgen" şarkısını pek duygulu ve hafif sesle
söylerler.
"Gelin
bilmiyordu damadın adı ne" dize-siyle birlikte Matthias halıyı birden
çekip indirir. Hepsi birlikte halının arkasında duran yatağa vura vura, avaz
avaz şarkıya devam ederler.)
MAC : Teşekkürler
dostlar, teşekkürler.
WALTER : Hadi bakalım çocuklar, sıvışma
zamanı. (Hepsi çıkarlar.)
MAC : işte şimdi duygulu
olmanın zamanı. Yoksa insan dediğin mahlukun dolap beygirinden farkı kalmaz.
Otur, Polly. (Müzik)
MAC : Soho'nun
üstünde dolunayı görüyor musun?
POLLY : Görüyorum
sevgilim. Kalbimin atışını duyuyor musun, aşkım?
MAC : Duyuyorum,
aşkım.
POLLY : Sen nereye
gidersen, ben de oraya gitmek istiyorum.
MAC : Sen neredeysen,
ben de orada olmak istiyorum. (Müzik
metni olarak varyantı)
MAC : Soho'nun
üstünde dolunayı görüyor musun?
POLLY : Gökte bizim
dolunayımızı görüyorum.
MAC : Ama incelmiş,
yalınay olmuş.
POLLY : Beni,
gittiğin ırak kentlerde unutma Mac.
MAC : Seni hiç bir
zaman unutmayacağım. Öp beni Polly.
POLLY : Adieu, Mac.
MAC : Adieu, Polly!
BiRLiKTE
Olsa da bir, olmasa da nikâh,
mihrap çiçekle dolmasa da, hiç bilmesek de gelinliğim nerden, tül duvak hiç
olmasa da. Yediğin çanağa bakıp da kalma! At hemen, fırlat elinden! Aşk bir
varmış, bir yokmuş, dön bak ki gitmiş elden.
3
DÜNYANIN NE ACIMASIZ
OLDUĞUNU ÇOK ÎYİ BiLEN PEACHUM iÇiN, KIZINI KAYBETMEK, İFLAS ETMEKTEN
FARKSIZDIR.
(Peachum'
in Dilenci Giyimevi) (Sağda Peachum ve Bayan Peachum. Kapıda, elinde küçük bir
valiz olmak üzere palto ve şapkasıyla Polly.)
BAYAN
PEACHUM : Evlendin ha? Sen kalk kızım tepeden tırnağa
şapkalar, elbiseler, şemsiyeler, eldivenlerle donat; tam bir yelkenli gemi
kadar masraf yapmışken; o gitsin, tohuma kaçmış salatalık gibi kendini çöpe
atsın. Gerçekten gidip evlendin mi kız? (Şarkı
ışıklaması: Altın rengi. Org aydınlanır, bir boruya asılı üç ışıldak yukardan
aşağı iner ve ekranda şu sözler görünür:)
POLLY, HAYDUT
MACHEATH'LE EV-LENMÎŞ OLDUĞUNU, ANNESÎYLE BABASINA BiR KÜÇÜK ŞARKI ARACILIĞIYLA
ANLATIYOR:
l
«Saf mı saf bir kızdım ben bir zaman.
Saftım ya sen gibi küçükken, Derdim ki, "Gün gelir kısmet çıkar, Düşünmek
gerekli şimdiden": Bol parası varsa, iyiyse hoşsa. İşde bile yaka kar
beyaz, Görgülüyse hele bayanlara karşı, Burun kırar derim: "Olmaz."
Kendini pahalı satmalı Umursamaz görünüp. Elbet ay gökte testekerlek Elbet
açılır kayık çifte kürek. Ama burda biter iş. Ya ne sandın, koynuna mı girseydik?
Ya ne sandın bu kalb yanılmaz.
Yoksa neler neler
olurdu. Ama cevabım hep: "Olmaz."»
2
«tik çıkan kısmet
kentden bir adam
Gerekli her şeyi
tastamam.
İkincinin limanda üç
gemisi,
Üçüncü gözlerimin
delisi.
Hepsi Harun gibi,
hepsi efendi.
İş günü yakalar kar
beyaz
Görgü yerinde, hele
bayanlara karşı.
Burun kırıp dedim,
"Olmaz."
Kendini pahalı
satmalı
Umursamaz görünüp.
Elbet'ay gökte
testekerlek
Elbet açılır kayık
çifte kürek.
Ama burda biter iş.
Ya ne sandın, koynuna
mı girseydik?
Ya ne sandın bu kalb
yanılmaz.
Yoksa neler neler
olurdu.
Ama cevabım hep:
"Olmaz."»
3
Güzel bir gündü,
çıkıp geliverdi selamsız sabahsız birden. Odama giriverdi, astı şapkasını
çiviye, adam etti beni aklımdan. Cebi deliğin biri, imansızın teki.
Kravat takmaz bayram
günü bile. Görgü hele, hak getire bayanlara karşı. Bunu reddetmek olmaz. Nasıl
reddedebilirdim onu? Dayanamaz ki insan. Yine ay gökte yusyuvarlak, ama kimde
hal var kürek çekecek? Besbelli neye varır sonu. Ya ne sandın? Koynuna
giriverdim. Ya ne sandın? Hep buz gibi durulmaz. Sonra neler neler oldu, ah!
Hiç der miyim artık: "Olmaz."
PEACHUM : Ya, o hergelenin aşnafışnası olacaksın
demek? Pekâlâ doğrusu. Pek hoş.
BAYAN
PEACHUM : Hadi ahlaksızlığı evlenmeye kadar vardırdın
diyelim; bir çapulcuyu, bir haramiyi seçmen şart mıydı? Bu sana çok tuzluya
patlayacak, görürsün! Bunun böyle olacağını bilmem gerekirdi. Bunun daha çocukken,
burnu kaf dağındaydı; sanırsın ingiltere Kraliçesi!
PEACHUM : Yahu sahiden evlenmiş bu!
BAYAN
PEACHUM : Evet, dün akşam saat beşte.
PEACHUM : Uslanmaz bir sabıkalıyla. Düşünüyorum da
herifınki de büyük cüret doğrusu. Yaşlılığımın tek sigortası olan kızımı, hem
de yok pahasına elden çıkarırsam; benim halim ne olur? Ocağım söner. Köpekler
bile güler halime. Açlıktan ölmemek için tırnağımızın kirini yeriz namussuzum.
Bir çırayla koca bir kış geçer mi? Geçmez.
BAYAN
PEACHUM : Kendini ne sanıyorsun sen kız? Onca
emeklerimizin
karşılığı bu mu olacaktı, Jo-nathan? Ay, deli olacağım! Başım dönüyor.
Bayılıyorum galiba. Ayyh! (Bayılırken) Bir
bardak Cordial Medoc konyak.
PEACHUM : Nah işte bak, anneni ne hallere soktun.
Çabuk! Hergeleninmantonitosu... Pekâlâ doğrusu, pek hoş. Zavallı kadına inme
inecek nerdeyse. (Polfy bir fişe Cordial
Medoc ile gelir.) Başka neyle avunsun kadıncağız?
POLLY : Öd bardak
ver. Fenalaşınca duble duble
içer. Bu onu kendine
getirir. (PoHy'nin, bütün bu sahne
boyunca yüzünden mutluluk okunacaktır.)
BAYAN
PEACHUM : (Ayılır)
Görüyor musun, ne kadar yapmacık bir ilgi gösteriyor! (içeri beş dilenci girer.)
DtLENCl : Rezalet bu kardeşim! Bu ne biçim
müessese? Şu takma bacağa bakın. Takma bacak değil, süpürge sopası! O kadar
para veriyoruz biz buna. Sokaktan mı topluyoruz bu parayı?
PEACHUM : Nesi varmış? Bu da diğerleri gibi gayet
güzel bir takma bacak! Ama sen kullanmasını bilmiyorsun.
DÎLENCl : Peki öyleyse ben ne diye diğerleri
kadar kazanamıyorum? Yok arkadaş, ben böyle hikâyeye gelemem. (Takma bacağı yere fırlatır.) Bu
külüstürü kullanacağıma, kendi bacağımı kestirsem daha iyi!
PEACHUM : Ne istiyorsun be adam? insanların kalbi
kaldırım taşına dönmüşse, ben ne yapayım? Sana beş tane takma bacak takacak
halim yok ya! Karşıma kimi getirirsen getir; beş dakika içinde öyle acınaklı
bir hale sokarım ki; sokak köpekleri bile karşısına geçip ağlamaya başlar. Ama
insanlar ağlamıyorsa, ben ne yapayım? Al, bir tanesi yetmiyorsa; sana bir
takma bacak daha! Ama verdiğim eşyayı temiz kullan, anlaşıldı mı?
DİLENCİ : Hah, bak, bu daha iyi galiba.
PEACHUM : (Bir
diğerinin protezini kontrol eder.)
Deri işe yaramıyor
Celia, lastik kulan, daha çok tiksinti veriyor. (Üçüncüye) Bu şişlik inmeye başlamış. Daha yeni yaptık halbuki.
Yeniden şişirmek lazım. (Dördüncüyü
kontrol eder.) Bu sun'i yaralar hiç bir zaman hakikisinin yerini tutmuyor.
(Beşinciye) Bu ne hal be? Sen yine
yemek yemişsin! Ben sana gösteririm yemek yemek nasıl oluyormuş! Diğerlerine
de örnek olsun.
DlLENCl : Bay Peachum, inanın ki hiçbir şey
yemiyorum. Ama işte su içsem yarıyor. Elimden ne gelir ki?
PEACHUM : Benim de elimden bir şey gelmez. Kovuldun!
(Tekrar ikinci dilenciye) insanların
"yüreğini kaldırmak"la "canını sıkmak" arasında büyük bir
fark vardır, aslanım. Bana sanatçılar lazım, sanatçılar! Bugünkü günde yalnızca
gerçek sanatçılar insanların yüreğini kaldırabiliyor. Oynadığımız rolün hakkım
tam olarak verebilseniz, halk durur sizi alkışlar be! Ama nerde sende o akıl?
Böyle devam
ederseniz, anlaşmanızı yeni-leyemem, haberiniz olsun, ramam mı? (Dilenciler çıkarlar.)
POLLY : Tamam, belki
yakışıklı değil. Ama kazancı yerinde. Bana gelecek vaadediyor! Birinci sınıf
usta bir hırsız. Uzakgöriişlü ve deneyimli bir soyguncu. Birikmiş parası var,
biliyorum; ne kadar olduğunu söylesem şaşarsın. Birkaç tane daha iyi iş çevirdik
mi, şehir dışında bir villaya çekilebiliriz. Hani babamın pek beğendiği Bay
Shakespearegibi...
PEACHUM : B ak kızım, bu iş aslında çok basit. Tamam,
evlendin, insan evlenince ne yapar, bir düşün? Boşanır, değil mi? Bunu bilmek
bu kadar zor mu?
POLLY : Bak bunu
anlamadım işte.
PEACHUM : Boşan diyorum!
POLLY : Ama onu
seviyorum. Boşanmayı nasıl düşünebilirim?
BAYAN
PEACHUM : Buraya baksana Polly, hiç utanman yok mu
senin?
POLLY : Anne, eğer
yani sen de hiç sevdinse...
BAYAN
PEACHUM : Sevmekmiş! Hep okuduğun o saçma sapan
kitaplar yüzünden. Polly, herkes ayrılıyor yavrum! Kural bu.
POLLY : iyi ya ben de
kural dışı olurum.
BAYAN
PEACHUM : Kıçına .sopayı yersen görürsün kural
dışını!
POLLY : Bütün anneler
öyle yapınca bir işe yanya-cak sanıyorlar. Ama yanılıyorsun. Çünkü kalbim
kıçımdan daha önemli.
BAYAN
PEACHUM : Polly, benim sabnmı taşırma.
POLLY : Aşkımı
ketenpereye getirtmem.
BAYAN
PEACHUM : Bir kelime daha, ağzının ortasına tokadı
yersin!
POLLY : Ama aşk,
hayatta her şeyin üstündedir anne!
BAYAN
PEACHUM : Herifin kimbilir kaç tane karısı var,
kız! Asıldığı zaman darağacında yaran düzine dul bekler. Çocuklusu, emziklisi
de caba! Ah, Jonathan.
PEACHUM : Darağacı? Aklınla bin yaşa. Bak bu iyi
fikir. Polly, sen biraz dışarı çık bakayım. (Polly çıkar.) Doğru ya. Bu işin 40 pound-luk değeri var.
BAYAN
PEACHUM : Anladım. Şerife ihbar edeceksin.
PEACHUM : Evet. Ayrıca asılısı da bize bedavaya gelir.
.. Bir Usla iki kuş. Yeter ki nerede saklandığını öğrenelim.
BAYAN
PEACHUM : Nerede olacak? Orospuların koynunda.
PEACHUM : Ama ele vermezler ki.
BAYAN
PEACHUM : O işi bana bırak. Paranın açmadığı kapı
var mı? Hemen Turnbridge'e gider, kızlarla konuşurum. Sıkıysa bundan sonra bir
te-kiyle, şöyle iki saatliğine bir buluşsun bakalım. Yakayı ele verdiğinin
resmidir.
POLLY : (Kapının arkasında dinlemiştir.) Hiç zahmet
etme anneciğim. Çünkü benden sana garanti: Mac bundan sonra o kadınlardan
biriyle buluşmaktansa, kendiliğinden Old Bailey Cezaevine gider daha iyi. Hadi
diyelim ki Old bailey Cezaevine gitti: Ne olacak? Şerif önce ona bir kokteyl
ikram edecek. Sonra karşılıka purolarını tellendirirken de, bu sokakta
karanlık bazı işler çevrilen bir firmadan söz edecekler. Çünkü sevgili
babacığım, Şerif, düğünümüzün en keyifli konuklarından biriydi.
PEACHUM : Adı neydi?
POLLY : Brown. Ama
sen onu Kaplan Brown na-mıyla tanırsın. Çünkü bütün suçlular ona Kaplan Brown
diyor. Ama benim kocam, ne hikmetse, Jackie diyor ona. Çocukluk
arkadaşıymışlar.
PEACHUM : Yaa, arkadaşlar demek. Haydutlar şahı
ile şerif arkadaş... Zaten böyle bir şehirde, olsa olsa o ikisi dost olabilir.
POLLY : (Neredeyse şiir söyler gibi) Ne zaman
karşılıklı bir kokteyl içseler; birbirlerinin yanağından birer makas alıp şöyle
derlermiş: "Sen bir tane daha yuvarlarsan, ben de bir tane daha
yuvarlayacağım." Ne zaman birisi dışarı çıksa, ötekinin gözleri ya-garır
şöyle dermiş: "S«B nereye gidersen, ben de gideceğim." Ajstıca Mac'in
Scot-land Y ard'daki dosyası tertemiz.
PEACHUM : Görürüz. Çok karılı bir hayat yaşayan
bu. Bay Macheath, salı aksamından perşembe sabahına, kızım Polly'i evlenme
vaadiyle kandırıp kaçırdı. Nah i$e şuraya yazıyorum, hafta sonuna varmadan,
layığını bulacak ve darağaeım boylayacak. "Bay Macheath, bir zamanlar
beytz glase eldivenler, fildişi saplı bir baston W boynunuzda bir yara iziyle Ahtapot OteM'ne girip çıkardınız.
Şimdi bütün o işaretlerden geriye bir tek boynunuzdaki yara izi kaldı. En önemsizi.
Ve artık kodestesiniz. Ve pek yakında artık hiçbir yerde
olmayacaksınız..." BAYAN
PEACHUM : Ah Jonathan, korkarını bunu başaramayacaksın.
Karşındaki adam, Londra'nın en azılı katili Sustalı Mack. Adam kafasına
koyduğunu elde ediyor. PEACHUM :
Sustalı Mack de kim oluyormuş?! Sen,
hazırlan, şerife
gidiyoruz. Sen de Tumbrid-
; ge'e.
i BAYAN
j PEACHUM : Orospulara.
PEACHUM : Dünyada kötülük öyle başını alıp gitti
ki; kıçını kaldırıp koşmazsan, ayağındaki donu bile çalarlar.
POLLY : Ben de Bay
Brovvn'ın bir kez daha elini sıkmaktan memnun olacağım baba. (Üçü birden öne çıkarak, şarkı ışıklaması
\
içinde, birinci perde finalini söylerler. Ek-
l
randa şu yazı görülür:)
büüncî perde
fînalî
insan
ilişkilerinin güvensizliği üzerine
POLLY Bu dilek çok mu
sizce?
Mutsuz ömrümde tek
istek, kendimi kocama vermek. Bu amaç pek mi yüce? Bu amaç pek mi yüce?
PEACHUM (Elinde
incil'le)
Hakkıdır tüm
insanların gerçekten kısa hayatında mutlu olmak, tüm zevkleri çalabilmek
felekten, önünde taş toprak değil, ekmek bulmak. Temel haktır inanırım
yürekten. Gel gör ki bu olacak iş değildir. Hakkın verilsin, nerde o bolluk?
Hak eşitlik dediğin bir deyimdir. İnanmak bunlara soytarılık.
BAYAN PEACHUM
Hep peşinde koşardım
her istediğini verirdim. Mutluluk hakkındır derdim, el üstünde tutardım. El
üstünde tutardım.
PEACHUM Peygamber olmayı kim istemez? Sevaptır
yoksulları beslemek. Cennete konmayı kim istemez? Melek gibi olmak, insan
sevmek, Cennette bir köşküm olsun demek. Gel gör ki dünyanın gerçeği başka:
Koşullar kötü, insanlar alık! Yer yoktur ne barışa ne de aşka. Yeltenmek
bunlara, şarlatanlık!
POLLY VE BAYAN
PEACHUM Bu değişmez ne yaparsan: Yalan dünya, kötü insan!
PEACHUM Bu değişmez ne yaparsan: Yalan dünya, kötü
insan! Dünya cennet olsun, kim istemez? Bakalım, koşullar elverir mi? Nah! Bu
koşullar elvermez! Sofradaki yiyecek kıtsa, canın kardeşin de olsa, iner
yumruğu ensene: Buna kardeşlik desene! Sevgili karın isterse, sevgine para
yetmezse, basar kıçına tekmeyi: Öğren kocalık etmeyi! O gün evde ekmek yoksa,
canın evladın da olsa, yersin ağzına tokadı: insanlık mı bunun adı?
POLLY VE BAYAN
PEACHUM
Hayat böyle ne yazık:
Koskoca bir tatsızlık. Yalan dünya, kötü insan. Bu değişmez ne yaparsan.
PEACHUM Bu değişmez ne yaparsan: • Yalan dünya,
kötü insan. Ne yumurta, ne de folluk: tnanmak bunlara, saftaronluk!
ÜÇÜ BiRDEN Altta kalma,
çalmana bak, köşeyi dön, dalgana bak!
PEACHUM Yalan dünya, kötü insan! Bu değişmez, ne
yaparsan!
ÜÇÜ BlRDENHayat böyle
ne yazık: koskoca bir hırsızlık! Altta kalma, çalmana bak! köşeyi dön, dalgana
bak!
İKİNCİ PERDE l
PERŞEMBE GÜNÜ,
ÖĞLEDEN SONRA. SUSTALI MAC, KAYINPEDERİNDEN KURTULMAK iÇiN, HIGHGATE
BATAKLIĞI ÜZERiNDEN KAÇACAKTIR. KARISINA VEDA EDER.
(Ahır)
POLLY : (Girer) Mac! Mac, korkma, benim!
MAC : (Yatağa uzanmıştır) Ne oluyor yahu? Bu
halin ne Polly?
POLLY : Babamla
birlikte Brovvn'a gitmek zorunda kaldım. Babam bazı tehditlerde pulundu;
Brown önce senin tarafını tutup «layattı anıa, sonunda dayanamadı. Seni
yakalayacaklar. Onun için Brown diyor ki; bk süre içi0 ortadan
kaybolmalıymışsın. Hemen toparlan Mac.
MAC : Saçmalama PoMy,
ne toparlanması» Şöyle yanıma gel de biraz dağıtalım.
POLLY : Şimdi olmaz
Mac. Öyle korktum ki. Boyuna darağacından söz edip durdular.
MAC : Bak, bana böyle
naz yapmandan hoşlanmıyorum Polly. Scotland Yard'da bana karşı en ufak bir şey
yok.
POLLY : Evet, dün
belki. Ama bugün birden bire sürüsüne bereket, işte, dosyaları getirdim. Öyle
uzun bir liste ki, şaşarsın: iki tüccarın katli, otuzu aşkın hırsızlık, yirmiüç
soygun, bir yığın kundaklama olayı, taammü-dea cinayet, evrak sahtekârlığı,
yalan yere yemin... Hepsi birbuçuk yıl içinde. Mac, korkunç bir herifsin.
Winchester'da da yaşı küçük iki kızkardeşin ırzına geçmişsin!
MAC : Bana yirminin
üstünde olduklarını söylemişlerdi. Peki Brovvn ne dedi? (Yavaşça kalkar ve ıslık çalarak önden sağa doğru, ilerler.)
POLLY : Besni
koridorda yakalayıp, artık senin için bir şey
yapamayacağını söyledi. Ah, Mac! (M'dc'in
boynuna atılır.)
MAC : Pekâlâ, madem
ki benim bir süre ayrılmam gerekiyor, o zaman işlerimizi sen yöneteceksin.
POLLY : Bırak ne
olur, şu anda iş konuşulur mu
Mac? Şimdi lütfen
sevgili Polly'ni bir kere daha öp ve onu bir daha hiç hiç aldatmayacağına...
(Mac,
hoyratça bir hareketle Polly'nin sözüne keser ve onu masaya sürükleyip bir
iskemleye oturtur.)
MAC : işte şunlar
kayıt defterleri, iyi dinle. Bu personel listesi. (Okur) Sözgelimi Çengel-parmak Jakob. Birbuçuk yıldır şirkette. Bakalım
ne getirmiş: Bir, iki, üç, dört, beş adet altın saat. Çok sayılmaz ama temiz
iş. Kucağıma oturma şimdi havamda değilim. Şu da Walter, nam-ı diğer Gamlı
Baykuş, güvenilmez herifin teki. Sık sık kendi adına iş yapmaya kalkar. Üç
hafta dener, dü-zelmezse sepetlersin. Brown'a bir haber ulaştır yeter.
POLLY : (Hıçkırarak) Brown'a bir haber ulaştıracağım
yeter.
MAC : Jimmy II, arsız kerata.
Yararlı ama ahlaksız. Sosyete kanlarının kıçının altından çarşafını bile çekip
alır, ruhu duymaz. Ona biraz avans ver.
POLLY : Ona biraz
avans vereceğim.
MAC : Testere Robert,
zekadan yoksun, küçük
işlerin adamı.
Darağacma gitmez ama, dirisi de pek bir işe yaramaz.
POLLY : Dirisi de pek
bir işe yaramaz.
MAC : Bunun dışında
her şeyi şimdiye kadar olduğu gibi yaparsın. Sabah yedide kalkar, yıkanırsın
falan.
POLLY : Haklısın.
Yüreğime taş basıp şirketle ilgilenmem gerekiyor. Nen var nen yok, şimdi hepsi
benim, değil mi Mac? Peki, kiralık odaların ne olacak Mac? Onlardan vazgeçeyim
mi? Kiraları çok fazla tutuyor zaten!
MAC : Hayır, onlara
daha ihtiyacım var.
POLLY : Ama neden?
Yalnızca bize masraf çıkarıyor Mac!
MAC : Ne o, hiç geri
gelmeyecekmişim gibi konuşuyorsun?
POLLY : Neden? O zaman
yine tutarsın! Mac...
Mac, bu şeklide
yapamam. Ağzının oynadığını görüyorum ama söylediğin şeyi işitmiyorum. Beni
aldatmayacaksın, değil mi Mac?
MAC : Tabii ki seni
aldatmayacağım. Sen bana
nasıl davranırsan,
ben de sana öyle davranırım. Seni sevmediğimi mi sanıyorsun? Yalnızca ben
daha uzak görüşlüyüm.
POLLY : Teşekkür
ederim Mac. Hepsi kuduz köpekler gibi senin peşinde, ama sen beni düşünüyorsun.
..
(Mac,
"kuduz köpekler" lafını duyuca irki-lir, kalkıp sağa doğru gider,
ceketini çıkarıp ellerini yıkamaya başlar.)
MAC : (Aceleyle) Kazancımızı, eskisi gibi
Manchester'deki Jack
Poole Bankasına yatırırsın. Aramızda kalsın, zaten birkaç hafta içinde
bankacılığa başlayacağım. Hem daha güvenli, hem de daha kazançlı. En geç iki
hafta içinde, şirketin parasını dışarıya akıtır; sonra da Brown'a gidip şirket
elemanlarını ihbar edersin. Çok çok bir ay sonra da, bu insan müsveddeleri,
Old Bai-ley zindanında yokolup giderler.
POLLY : Ama Mac,
onları böyle darağacına gönde-receksen, bir daha nasıl yüzlerine bakarsın?
Nasıl ellerini sıkarsın?
MAC : Kimin? Testere
Robert, Mangır Matthias, Çengelparmak Jakob'un mu? Bu darağacı kaçkınlarının? (Çete mensupları girer.)
MAC : Aa beyler, ne
iyi ettiniz de geldiniz.
POLLY : Günaydın,
beyler.
MATTHİAS : Reis, taç giyme törenlerinin listesini
getirdim. Galiba önümüzdeki birkaç gün çok ağır geçecek. Yarım saat sonra
Canterbury Başpiskoposu geliyor.
MAC : Ne zaman?
MATTHİAS : Beşbuçukta. Hemen harekete geçmeliyiz,
Reis.
MAC : Evet, hemen
harekete geçmelisiniz.
ROBERT : Ne demek, "harekete
geçmelisiniz"? MAC : Benim maalesef küçük bir seyahata çıkmam gerekecek.
ROBERT : Vay anasını! Peşinizdeler mi?
MATTHİAS : Tam da taç giyme
törenlerinden önce! Siz
olmadan bu iş
kaşıksız lapaya benzer. MAC : Kapa çeneni! îşte bu yüzden, şirketin yönetimini
bir süre için karım Polly'ye bırakıyorum. (Polly'yi
öne sürüp kendisi arkaya gider ve oradan izler.)
POLLY : Çocuklar,
öyle sanıyorum ki, Reisimiz gözü arkada kalmadan gidebilir. Biz duruma vaziyet
ederiz icabında. Hem de birinci sınıf, ne dersiniz çocuklar? MATTHİAS : Gerçi bu konuda bana pek laf düşmez
ama, bilmem ki böyle
bir zamanda bir kadınla. .. Yani lafım size değil hanımefendi ama...
MAC : (Arkadan) Buna ne dersin Polly?
POLLY : Ulan hergele iyi
başladık doğrusu! (Bağırır) Tabii ki
bana değil o laf! Yoksa şu beyler çoktan pantolonunu indirip, kıçını nasır
tutasıya morartmışlardı. Öyle değil mi lan?
(Kısa
bir sessizlik, sonra hepsi birden çılgınca alkışlarlar.) JAKOB
: Doğru. Sıkı oturttu. WALTER :
Bravo! Reis hanımefendi lafım oturtmayı
iyi biliyor. Yaşa
Polly! HEPSi : Yaşa! Bravo!
MAC : Canımı sıkan
tek şey, taç giyme töreninde bulunamayışım. Sağlam iş çünkü. Gündüzleri bütün
evlerde cinler cirit oynayacak. Geceleri de kalburüstü kim varsa, burnunun
ucunu göremeyecek kadar sarhoş olacak. Ha, aklıma gelmişken söyleyeyim; sen
çok içiyorsun Matthias. Geçen hafta Gre-envvich'deki çocuk hastahanesini senin
kundakladığın gibisinden bir laf dolaşmış ortalıkta. Tekrarı halinde, kapının
önünde bulursun kendini, ona göre! Çocuk hastahanesini kim kundakladı bakayım?
MATTHİAS : Ben. MAC '
: (Diğerlerine) Kim kundakladı
ulan?
HEPSÎ : Siz. Reis.
MAC : Kimmiş?
MATTHIAS -.(Hoşnutsuz)
Siz, Bay Macheath. Bu şekilde biz hiç yükselemeyiz tabii.
MAC : (Boynuna ilmik geçirilmesini kastederek) Yükselirsin,
Böyle! Benimle yanşa kalkışırsan, yükselirsin. Oxford'lu bir profesör,
bilimsel yanılgıların altına asistanının imzasını attırsın; duyulmuş şey mi?
Tabii ki kendi imzasını atacak.
ROBERT : Hanımefendi, beyefendinin yokluğunda
kesin emrinizdeyiz. Her perşembe hesap günüdür hanımefendi.
POLLY : Her perşembe,
çocuklar. (Çete mensupları çıkar.)
MAC : Artık hoşçakal
sevgilim, kendine iyi bak ve her gün sanki ben buradaymışım gibi makyaj yapmayı
unutma. Bu çok önemli Polly.
POLLY : Sen de hemen
buradan ayrılacağına ve
başka hiç bir kadını
görmeyeceğine söz verir misin Mac? inan bana sevgili Polly'n bunu
kıskançlıktan söylemiyor. Bu çok önemli bir şey, Mac.
MAC : Ama Polly, birtakım
çürük kanlarla ne diye ilgilenecekmişim? Biliyorsun ki yalnızca seni
seviyorum. Ortalık yeteri kadar kararınca, ahırlardan birinden bir kısrak
kaptığım gibi; sen daha ayışığmı pencerenin önünde görmeden, Highgate
bataklığını aşmış olacağım.
POLLY : Ah, Mac,
canevimden yüreğimi kopanp götürme. Burada benimle kal, mutlu olalım.
MAC : Kendi yüreğimi
canevinden kopanp gitmem gerekiyor. Kimbilir bir daha ne zaman döneceğim?
POLLY : Çok kısa
sürdü, Mac.
MAC : Bitiyor mu ki?
POLLY : Dün bir düş
gördüm. Pencerenin önündeyim, sokakta bir gülme işitiyorum. Bir de bakıyorum
ki, gülen aymış meğer. Bizim ayımız. Ama öyle incelmiş ki, aşınmış bir
kuruş gibi duruyor.
Gideceğin yabancı yerlerde beni unutma Mac.
MAC : Unutmam, Polly.
Öp beni, Polly. POLLY : Adieu, Mac. MAC : Adieu, Polly. (Çıkarken)
Aşk bir varmış, bir
yokmuş,
dön bak ki gitmiş
elden. POLLY : (Yalnız) Geri
gelmeyecek. (Şarkı söyler)
Ne kadar hoştu,
ama bitti artık.
Taş bas bağrına,
elveda de aşka!
Yakınmak boşuna,
yakarmak para etmez.
Annem demişti bana:
"Budur senin
sonun"
(Çanlar
çalmaya başlar.) POLLY : işte Kraliçe Londra'ya geliyor.
Kraliçenin
taç giyme gününde biz
nerede olacağız
kimbilir?
ARAOYUN
(Bayan
Peachum ile izbelerin Jenny perdenin önünde görünürler.)
BAYAN
PEACHUM : Sustalı Mack'i gören olursa, en yakın polise
haber versin; size on Schilling mükafat.
JENNY : Polisler
peşinde olduğuna göre; biz onu
nerden görelim? Av
köpekleri ardından koşarken, adamın bizimle oyalanacak hali yok ya.
BAYAN
PEACHUM : Sen beni dinle Jenny: Macheath, bütün
Londra peşine düşse; alışkanlıklarından vazgeçecek adam değildir. (Şarkı söyler.)
CiNSEL TUTSAKLIĞIN
ŞARKISI
1
«İşte bakın şeytanın ta kendisi Kasap
herif, koyun bilir herkesi Orospu dölü, her itliği basardın Ama hakkından
gelir, senin kadın Gerçek bu ne kadar karşı dursak, Çare yok, insanoğlu cinsel
tutsak. Ne kutsal kitabı dinler, ne takar yasaları,'
Sıkılmaz, bencilim der açıkça Herşey
biter kadın bir bakınca tyisi mi der gördiiğUnde kaçmalı Gün boyunca iyi dayanır
ancak, Cup birinin koynunda gün batınca.»
2
«Gördünüz kaç kişinin .batışını Çoğunun
yosmalar yedi başını Görüp de tövbe etmek neye yarar Mezarınızı kazar sizin de
orospular. Ellerindeyiz ne kadar dayatsak Çare yok, insanlar cinsel tutsak.
Kimi yasalar kınar, kimi tapar incile Sofusu var, bozguncusu var. Kimi sıkı
perhizle gününe başlar. Öğle olur düşer ülküler peşine, Akşam oldu mu yücelik
yolunda Ama gece bir kaltağın koynunda.»
5
KRALİÇENİN TAÇ GlYME
TÖRENlNl MÜJDELEYEN ÇAN SESLERi DAHA SONA ERMEDEN, SUSTALI MACK,
TURNBRIDGE'DEKI OROSPULARIN ARASINDADIR! OROSPULAR ONU ELE VERiRLER. PERŞEMBE
AKŞAMI
(Turnbridge1de
orospülarevi.)
(Sıradan
bir öğleden sonra: Orospular, çc
ğu
içgömleğiyle, çamaşır ütülemekte, yi-
kanmakta
ya da dama oynamaktadırlar: Sanki özlenen sakin burjuva cenneti. Çen-gelparmak
Jakob, ayak altında oturmasına rağmen, varlığıyla yokluğu bir, gazete okumaktadır.)
JAKOB : Bugün gelmez.
OROSPU : Öyle mi?
JAKOB : Hatta bence
hiç gelmez.
OROSPU : Yazık.
JAKOB : Yazık mı? Onu
tanıdığım kadarıyla, çoktan kirişi kırmıştır bile. Bu defa başka çaresi yok!
(Macheath
girer, şapkasını bir çiviye asar, masanın ardındaki divana oturur.)
MAC : Kahvem!
VIXEN : (Şaşkınlıkla tekrarlar) "Kahvem!"
JAKOB : (Korkuyla) Senin Highgate'de olman gerekmiyor
muydu?
MAC : Unuttun mu,
bugün benim perşembe günüm. Böyle abuk sabuk işler için alışkanlıklarımdan
vazgeçecek değilim ya. ("Aranıyor"
ilanını yere fırlatır.) Ayrıca dışarda yağmur yağıyor.
JENNY : ("Aranıyor" ilanını okur.) "Kraliçe
adına Reis Macheath hakkında suç duyurusu..."
JAKOB : (Jenny'nin elinden kapar.) Benim adım da
geçiyor mu?
MAC : Tabii, bütün
personel.
JENNY : (Bir başka orospuya) Bak, suç duyurusu. (Sessizlik) Mac, şu elini ver bakayım. (Mac elini uzatır.)
DOLLY : Evet Jenny,
bir falına bak bakalım. Sen çok güzel anlıyorsun bu fal bakma dalgasından. (Daha iyi aydınlatmak için bir petrol
lambası tutar.)
MAC : Yüklü bir miras
mı var bari?
JENNY : Yo, yüklü
miras yok!
BETTY : Aman kız, o
nasıl bakış, Jenny? Adamın sırtından soğuk terler boşanacak.
MAC : Kısa vadede
uzun seyahat?
JENNY : Yok, uzun
seyahat de yok.
VKEN : E, ne
görüyorsun peki?
MAC : Ama lütfen iyi
şeyleri söyle, kötüler kalsın!
JENNY : Hayret, dar
karanlık bir yer görüyorum. Azıcık ışık sızıyor. Bir de kocaman bir K harfi.
Kadın kalleşliği demek bu. Efendime söyleyeyim...
MAC : Bir dakika. Bu
dar ışıksız yer ve kalleş kadın hakkında biraz daha bir şeyler bilmek isterim.
Kadının adını mesela.
JENNY : Yalnızca baş
harfini görüyorum. J ile başlıyor.
MAC : Şiştin işte. P
ile başlıyor.
JENNY : Mac,
Westminster katedralinin çanları taç giyme töreni için çalmaya başladığında,
kötü bir dönem geçireceksin!
MAC : Daha neler?
Sonra? (Jakob kahkaha ile güler.) Ne
oldu? (Jakob'un yanına gider, okuduğu
ilana bir göz atar.) Yanlış! Üç olacak.
JAKOB : (Güler) Tabii yahu!
MAC : Bunlar ne güzel
çamaşırlar böyle.
OROSPU : Beşikten mezara en önemli şey,
çamaşır!
YAŞLI
OROSPU : Ben hiç ipek kullanmam. Müşteriler
hastalıklı sanırlar. (Jenny kimseye
farkettirme-den kapıya yaklaşır.)
2.
OROSPU : (Jenny'ye) Nereye Jenny?
JENNY : Görürsünüz. (Çıkar.)
MOLLY : Ama patiska
çamaşır da itici oluyor yani.
YAŞLI
OROSPU : Ben patiska çamaşırla her zaman çok
iyi sonuç almışımdır.
VIXEN : Öyle ya,
müşteri kendini hemen evinde sanır.
MAC : (Betty'ye) Hala siyah uçkur mu kullanıyorsun?
BETTY : Siyah
uçkurdan şaşmam.
MAC : Sen ne çamaşır
kullanıyorsun bakalım?
2. OROSPU : Hiç kullanmam. Teyzem erkek düşkünü
olduğu için, odama hiç müşteri getiremiyorum. Hep kapı aralıklarında falan. O
yüzden çamaşır kullanmıyorum. (Jakob
güler.)
MAC : Bitirdin mi?
JAKOB : Yok, daha
ırza geçme faslındayım.
MAC : (Divana döner) Jenny nerde? Sevgili bayanlar,
talihim, bu şehrin üstünde bir yıldız gibi parlamazdan önce...
VIXEN :
"Talihim, bu şehrin üstünde bir yıldız gibi parlamazdan önce..."
MAC : ... aranızdan
biriyle yoksul koşullar içinde yaşardım. Ama bugün şans yüzüme güldü ve Sustalı
Mackie oldum diye; o zor günlerdeki dostlarımı hiç bir zaman unutmam sevgili
bayanlar. Özellikle bütün kızların arasında en
çok sevdiğim
Jenny'yi. Dinleyin bakın! (Mac şarkısını
söylerken, pencerenin altında Jenny görünür ve polis memuru Smith'e işaret
eder. Daha sonra Bayan Peachum da onlara katılır. Üçü, sokak lambasının altında
durup evi, gözlerler.)
PEZEVENGİN ŞARKISI
1
MAC : Geçmiş günler
artık uzak bi/e; beraberce yaşardık, o ve ben: Yöneten başla çalışan gövde.
Korurdum onu, o beslerdi beni. Türlü iş vardır, bizimki de böyle. Müşteri
gelince, çıkardım koynundan, kibarca karşılar, sıvışırdım ordan. Kasada parayı
alırken acele "Yine bekleriz beyim" derdim, "rastge-le!"
Mutlu geçti şu son iki sene dükkânımız
olan kerhanede. (Jenny
kapıda görünür. Arkasında polis memuru Smith.)
2
JENNY : Geçmiş günler artık uzak bize.
Kazancımın hepsini o yerdi. Para az gelse haslardı üstelik, "Donuna kadar
satarım bak" derdi. Don dediğin ne ki? tki metelik! Bazan tepem atar, ona
diklenirdim, açar ağzımı bir güzel yüklenirdim.
Coşar, tekme-tokat girişirdi o da; hastanelik olurdum ben de sonunda. Mutlu
geçti şu son iki sene dükkânımız olan kerhanede.
3
BiRLiKTE : Geçmiş günler artık uzak bize. MAC : O
günler böyle puslu değildi JENNY : Yalnız gündüzleri aşk yapsak da.
MAC : Öyle ya, geceleri o
hep meşguldü!
(Normalde gece yatılır ama, gündüz de
pekala olur!)
JENNY : Bir gün de
gebe kalmıştım senden. MAC :
Ama o zaman ben alta yatmıştım. JENNY : Çocuğu ana karnında boğmak istemedi
MAC : Ama çocuk yine de
ayvayı yedi.
Ne çabuk geçti şu son iki sene
Ekmek kapımız o kerhanede.
(Dans.
Mac sustalı bastonunu alır, Jenny ona şapkasını uzatır. Mac dansederken; Smith
elini omuzuna koyar.)
SMITH : Evet, gidelim
artık!
MAC : Bu kerhanenin
hâlâ tek çıkışı mı var?
(Smith
Mac'e kelepçe takmak isterken; Mac onu göğsünden iter. Smith yalpalayınca
fırlayıp kendini pencereden dışarı atar. Ama aşağıda Bayan Peachum polislerle
beklemektedir.)
MAC : (Hiç bir şey olmamış gibi, kibar) iyi
günler, hanımefendi.
BAYAN
PEACHUM : Sevgili Bay Macheath. Kocam der ki, insanlık
tarihinin en büyük kahramanları, hep bu eşikte tökezlemişler.
MAC : Eşiniz
nasıllar?
BAYAN
PEACHUM : Şimdi daha iyi. Ne yazık ki şu dilber bayanlara
veda etmeniz gerekiyor. Memur bey, beyefendiyi yeni evine götürür müsünüz
lütfen. (Polisler Mac'i götürür. Beyan
Peachum
pencereden içeri) Tatlı bayanlar, kendisini ziyaret etmek
isterseniz, artık hep evde bulacaksınız. Beyefendi bundan böyle Old Bailey'de
oturacak. Orospularından vazgeçmeyeceğini biliyordum. Hesabınız için bana
uğrayın. Hoşçakalm bayanlar. (Çıkar.)
JENNY : Jakob neler
oldu bir bilsen!
JAKOB : (Okumaya öyle dalmıştır ki, olan bitenin
farkında değildir.) Mac nerde yahu?
JENNY : Polisler
geldi!
JAKOB : Vay anasını,
ben de burda okumaya bir dalmışım, pir dalmışım! Vay anasını, vay anası m! (Çıkar.)
6
OROSPULAR TARAFINDAN
ELE VERiLEN MACHEATH, BiR BAŞKA KADININ SEVGİSİ SAYESiNDE HAPlS-TEN
KURTULUYOR.
(Old
Bailey'deki hapishanede bir kafes.) BROWN : (Girer.) Allah vere de adamlarım onu
ya-kalayamasa. Tanrım, lütfen Highgate bataklığını aşmış ve uzaklarda dostu
Jackie'yi düşünüyor olsun, n'olur. Ama bütün büyük adamlar gibi, o da
tedbirsiz. Eğer şimdi onu getirirler de, o da dostça bakışlarını gözlerime
dikerse, ne halt edeceğim? Neyse ki ayışığı var. Eğer bataklıkta at sürüyorsa,
yolu kaybetmez. (Arkadan bir ses duyulur.)
O ne? Aman tanrım, onu getiriyorlar. MAC : (Altı polisin eşliğinde, kalın iplerle bağlanmış olarak ve mağrur bir
biçimde girer.) Ee, şamdan kafalar? Nihayet bizim eski villaya geldik
desenize. (Hücrenin en uzak köşesine
kaçmış olan Brovvn'ı farke-der.)
BROWN : (Eski arkadaşının ezici bakışları altında
geçen uzun bir sessizlikten sonra) Ha, Mac, benim... elimden gelen her şeyi
yap-
tim aslında... bana
öyle bakma Mac... dayanamıyorum. .. Böyle susman çok kötü. (Polislerden birine kükrer.) ipi çekip
durma, hayvan! Bir şey söyle, Mac... Zavallı dostun Jackie'ye bir şey söyle...
Karanlık dünyasını aydınlatacak bir şey... (Başını
hücrenin duvarına dayayıp ağlar.) Bana bir tek söz söylemeye bile tenezzül
etmiyor. (Çıkar.)
MAC : Aşağılık
kerata. Vicdan azabı çekiyor.
Bir de emniyet amiri
olacak, iyi ki suratına bağırmadım. Önce niyetlendim ama; sonra düşündüm ki,
şöyle derinden etkileyici bir bakış, onu azrail yoklamış gibi sarsar, iyi
oturdu. Bir bakış baktım, yana yakıla ağlamaya başladı. Bu hileyi incil'de
okumuştum. (Smith kelepçelerle girer.)
MAC : Ne o,
bekçibaşı? Daha ağırı yok muydu? Müsaade buyurursanız, biraz daha rahat bir şey
istirham edecektim. (Çek defterinin çıkarır.)
SMITH : Aman ne demek
Reis Bey, her türlüsü bulunur. Yeter ki siz fiyatını belirleyin. Bir
Guinee'dan on Guinee'ye kadar.
MAC : Hiç takmamak
kaça patlar?
SMITH : Elli.
MAC : (Bir çek yazar) işin kötüsü, Lucy hikayesi
ortaya çıkarsa, hapı yutarız. Eğer Brovvn arkadaş ayağına yatıp kızını baştan
çıkardığımı duyarsa; işte o zaman tam kaplan kesilir.
SMITH : Ee, ne
demişler: Rüzgâr eken fırtına bi-çermiş.
MAC : Şıllık mutlaka
kapıda bekliyordun Dara-ğacına gidinceye kadar neşeli günler geçireceğim galiba.
Beyler, siz söyleyin,
hayat
mı bu? Adam gibi bir şeye benziyor mu? Küçücükken öğrendim herkese
inat: Cebi dolu olan yaşar rahat!
(Sahne
ışıklaması: Altınsı ışık. Org aydın-
lanır.
Yukardan bir boru üzerinde üç ışıldak iner. Ekranda şarkının adı okunur.)
RAHAT YAŞAMANIN
ŞARKISI
1
Büyük adamları
anlatırlar ya:
Aç acına kitapla
yaşarlarmış,
varlık bilmezler,
yokluk çekerlermiş...
Boş ver arkadaşım,
bunlar palavra!
Uzak olsun benden
istemem aman!
Böylesi kel başa
şimşir tarak.
Karnın doymaz havaya
bakarak.
Buna katlananın hali
yaman.
Özgürlük neymiş?
Külahıma anlat!
Cebi dolu olan yaşar
rahat!
2
«Yiğit olan savunsun
gerçekleri Hak bildiği yolda kelleyi koşun. Cici beyler akşamları okusun Tatlı
tatlı "hop" etsin yürekleri. Soğuk eşleriyle soğuk bir gece Yatakta
görün kahramanları Uzak öyküler bekler kulakları Yarını gözlerler ümitsizce.
Yiğit olanın değil bu hayat, Cebin doluysa yaşamak rahat.»
3
Zaman oldu, öyle
yaşarım sandım: Dahi, yoksul, bilgin ve kahramanca! Gel gör ki dönüp yakından
bakınca, bir çimdik attım kendime uyandım. Uzak olsun benden, istemem aman!
Sıkıntısı çoktur yoksul hayatın. Ahkâm kesmekle doymaz ki karnın, dönmez ki bir
daha geçen zaman. Uzaksan dertlerden tatlıdır hayat! Cebi dolu olan yaşar
rahat!
(Lucy
girer.)
LUCY : Seni alçak
köpek seni! Bütün bu olanlar dan sonra nasıl yüzüme bakacaksın ha?
MAC : Lucy, kocanı şu
vaziyette görüyorsun da; hiç mi kalbin sızlamıyor?
LUCY : Kocammış!
Hayvan! Şu Bayan Peac-
hum'la hikâyeni
bilmiyor muyum sanıyorsun? Gözlerini oyacağım senin!
MAC : Lucy, allahaşkına,
Polly'yi kıskanacak kadar akılsız değilsin herhalde!
LUCY : Onunla
evlenmedin mi, domuz?
MAC : Evlenmek mi?
Bunu da nerden çıkardın? Evlerine gidip geliyordum, sadece görüşüyordum. Arada
sırada masum bir öpücük konduruyordum. Ama salak şırfıntı kalkmış, dünya aleme
benimle evlendi diye tellal çıkartmış. Sevgili Lucy, senin huzurun için her
şeyi yaparım, bilirsin. Ama onunla evlendiğimi düşünebiliyorsan; pekâlâ, ne
diyeyim? Bir centilmen, böyle bir konuda ne diyebilir ki zaten? Hiç.
LUCY : Mac, ben
yalnızca namuslu bir kadın olmak istiyorum.
MAC : Tamam, benimle
evlenerek namuslu bir kadın olacağını düşünüyorsan; pekâlâ, ne diyeyim? Bir
centilmen böyle bir konuda ne diyebilir ki zaten? Hiç! (Polly girer.)
POLLY : Kocam nerde?
Ah, Mac, neyse burday-
mışsm. Gözlerini
benden kaçırma sevgilim. Benden utanmana gerek yok. Önü sonu karınım senin.
LUCY : Namussuz
köpek!
POLLY : Mac, şu hücre
hiç yakıştı mı yani sana şimdi? Neden bataklığı dörtnala aşıp da uzaklaşmadın?
Bana bir daha kadınlara gitmeyeceğini söylemiştin. Seni ele vereceklerini
biliyordum. Ama sana söylemedim, çünkü sana inandım. Mac, merak etme ben
yanındayım. Ölüme kadar. Bir tek sözcük bile yok mu? Bir bakış? Polly'ciğinin
seni böyle görmekten ne kadar üzüldüğünü düşün.
LUCY : Hadi ordan,
şıllık! POLLY : Bu da ne demek
oluyor, Mac, kim bu?
Hiç değilse ona benim
kim olduğumu söyle. Karın olduğumu söyle. Ben senin karın
değil miyim Mac?
Yüzüme bak! Karın değil miyim? LUCY : Sahtekâr haydut! iki karın var, değil
mi,
namussuz herif?
POLLY : Söyle Mac,
ben senin karın değil miyim? Senin için her şeyi yapmadım mı? Evlendiğimizde
kızoğlankızdım, bunu sen de biliyorsun. Şebekeyi bana emanet ettin, ben de her
şeyi konuştuğumuz gibi yaptım. Ayrıca Jakob haber gönderdi, diyor ki...
MAC : iki dakikacık
çenenizi tutsanız, işin aslını
anlayacaksınız.
LUCY : Hayır efendim,
çenemi tutmayacağım. Buna katlanamam. Etten kemikten bir insan bu kadarına
dayanamaz.
POLLY : Tabii
sevgilim, tabii ki insanın karısı... LUCY : Karısı mı!! POLLY : ... insanın karısı her zaman önce
gelir.
Hiç değilse dışarıya
karşı. Bu kadar şamata insanda akıl mı bırakır?
LUCY : Şamata öyle
mi? Bula bula bu şeftaliyi mi buldun beni aldatacak? Büyük aşkın buymuş demek?
Soho'dan bulduğun yosma bu demek?
(Şarkı
ışıklaması. Altınsı ışık. Org aydınlanır. Yukardan bir boru, üzerinde üç
ışıldak iner. Ekranda şarkının adı okunur.)
KISKANÇLIK DÜETİ
l
LUCY : Şeftali Polly
derler sana,
görelim tüylerin yerinde mi?
POLLY : Terbiyesiz!
LUCCY : Bacakların bakalım güzel mi?
Çarşı dilberi, şeftali Polly!
POLLY : Çıfıt karı!
LUCY : Sensin! Pasaklı!
Hiç akla gelir mi, Mac başkasına kapılsın?
POLLY : Yok canım, yok canım!
LUCY : Ay aman aman güliym ben bari!
POLLY : Gül hadi, gül hadi!
LUCY : Aman canım ne
komik! POLLY : Hadi camm pek
komik! LUCY : Sanki sana bakar
da? POLLY : N'olmuş bana
bakarsa? LUCY : Ha, ha, ha,
ha, ha, pisi pisi,
kime yarar sen
gibisi? • POLLY : Hele bekle görürüz! LUCY : Beklerim ya görürüz!
Haha, haha, haha,
hahaaaaa... BiRLiKTE : Mackie'yle
ben kumrular gibiydik.
Benimdir o, sen
nerden çıktın rospik?
İnsan katlanamaz buna
geniş mezhepli de
olsa.
Nerden çıktı bu
şıllık?
Ne komik!
2 POLLY : Güzeller
güzeli benim ya!
Şu bacaklara bir
bakın hele. LUCY : Şırfıntı! POLLY
: Ender rastlanır böyle güzele.
İşte gör de nisbet
olsun sana! LUCY : Boklu dilber! POLLY
: Sana benzer!
Hiç akla gelir mi,
Mac başkasına kapılsın?
LUCY : Yok canım, yok
canım! POLLY : Ay aman aman
güliym ben bari! LUCY : Gül
hadi, gül hadi! POLLY : Aman
canım ne komik! LUCY : Haydi
canım pek komik! POLLY : Sanki
sana bakar da? LUCY : N'olmuş
bana bakarsa? POLLY : Ha, ha, ha, ha, ha, mart kedisi!
Mahallenin delisi!
LUCY : Hele bekle görürüz! POLLY
: Beklerim ya görürüz!
Haha, haha, haha,
hahaaaaaa... BiRLiKTE : Mackie'yle
ben kumrular gibiydik.
Benimdir o, sen
nerden çıktın rospik?
İnsan katlanamaz buna
geniş mezhepli de
olsa.
Nerden çıktı bu
şıllık?
Ne komik!
MAC : Sevgili Lucy,
lütfen sakin ol, tamam mı? Bu Polly'nin bizi ayırmak için uydurduğu beylik bir
numara! Ben asılınca dul karım rolünde etrafa hava basmak istiyor da ondan.
Lütfen Polly, bırak şu oyunu, şimdi zamanı değil.
POLLY : Beni yalancı
çıkarmaya yüreğin nasıl elveriyor?
MAC : E senin bana
kocam diye iftira atmaya yüreğin nasıl elveriyor ama! Polly, neden acılarımı
daha da arttırmak istiyorsun? (Uyarıcı
bir biçimde başını sallar) Polly, Polly! LUCY : Gerçekten Bayan Peachum, burada
yalnızca kendinizi küçük düşürüyorsunuz. Böyle zor durumdaki bir beyi bu kadar
sinirlendirmeniz de caba!
POLLY : Küçük hanım,
en basit adab-ı muaşeret kitabı bile, bir erkeğe eşinin yanında daha dikkatli
davranılması gerektiğim size öğretecektir sanırım. MAC : Ama ciddi söylüyorum Polly,
bu şakayı
fazla uzattın artık
yeter ama.
LUCY : Kusura
bakmayın ama, eğer bu hapishane köşesinde rezalet çıkarmak istiyorsanız; size
kapıyı gösterecek olan gardiyanı çağırmasını bilirim Bayan Peachum! POLLY : Bayan Macheath!! lan verirseniz
şunu
ekleyeyim: Kendinize
vermeye çalıştığınız bu havalar, size hiç yakışmıyor. Görevim, kocamın yanında
kalmaktır.
LUCY : Laftan anlamaz
mısın sen? Gitmeyecek-miş! Kovuyoruz, gitmiyor! Başka türlü mü anlatayım bilmem
ki? POLLY : Bana bak, küçük
hanım, o gaganı kapa,
yoksa yamultuveririm,
anlaşıldı mı? LUCY : Şirret kan, kovuldun, anlamıyor musun? Kibarlıktan
anlamıyorsan, seninle başka dilden konuşmak gerekecek!
POLLY : Başlarım
şimdi senin kibarlığından ha! Aman, ne diye senin seviyene düşüyorum ben sanki?
Kendime yakıştıramam bile böyle bir şeyi. (Ağlamaya
başlar.) LUCY : Şu
karnıma bir baksana, kırık! Temiz ha-
va, oksijenle nü oldu
sanıyorsun? Jetonun düştü bakıyorum, ha?
POLLY : Ooo! Üstelik
gebesin ha? Hiç umutlanma yavrum. Üstüne tünemesine izin vermesey-din, kibar
müsveddesi! MAC : Polly!
POLLY : (Ağlayarak) Bu kadarı fazla ama. Mac,
bunu yapmamalıydın.
Ne yapacağımı şaşırdım.
(Bayan
Peachum girer.) BAYAN
PEACHUM : Biliyordum. Herifin yanına koşturacağını
biliyordum. Bana bak ahlaksız, çabuk buraya gel. Asmaya götürdüklerinde, sen
de git beraber asıl, e mi? Zavallı anacığın seni hapishane köşelerinden mi
toplayacaktı böyle? Şuraya bak, hemen iki tane birden peylemiş! Neron
bozuntusu! POLLY : Anne lütfen burada kalayım. Bilmiyorsun
ama. BAYAN
PEACHUM : Düş önüme. Çabuk eve! LUCY : Gördünüz
mü? Anneniz haklı! BAYAN
PEACHUM : Marş, marş!
POLLY : Şimdi.
Yalnız... Yalnız ona bir şey söylemem gerekiyor... Bir dakika... Çok önemli.
BAYAN PEACHUM : (Bir
tokat aşkeder) Al bakalım! Bu daha
önemli. Marş!
POLLY : Ah, Mac! (Sürüklenerek çıkarılır.) MAC : Bravo Lucy, kahramanca
mücadele ettin. Tabii biraz da acıdım kadıncağıza. O yüzden gerekli dersi
veremedim. Ama ilk anda söylediklerinin doğru olduğuna inandın. Haksız mıyım?
LUCY : Evet sevgilim,
bir an için. MAC : Doğru
olsa, annesi beni buraya tıktırır mıydı hiç? Hakkımda neler söyledi, duydun,
insan damadına böyle davranır mı? Olsa olsa bir zamparaya böyle davranır.
LUCY : Benimle böyle
yürekten konuştuğun za-
man ne kadar mutluyum
bilsen, Seni öyle seviyorum ki; bir başkasının kollarında görmektense,
darağacında göreyim daha iyi. Tuhaf, değil mi?
MAC : Lucy, hayatımı
sana borçlu olmayı isterdim.
LUCY : Böyle söylemen
çok güzel. Bir daha söyle n'olur.
MAC : Lucy, hayatımı
sana borçlu olmayı isterdim.
LUCY : Seninle
kaçayım mı sevgilim? MAC :
Tabii ama, birlikte kaçarsak, saklanmamız zor olur. Beni aramaktan
vazgeçtikleri anda, seni yanıma aldıracağım. Hem de ekspres! Tahmin edersin.
LUCY : Sana nasıl yardım
edebilirim? MAC : Şapkamla
bastonumu getir!
(Lucy,
Mac'in şapkasıyla bastonunu getirir ve hücreye atar.)
MAC : Lucy, kalbinin
altında taşıdığın aşkımızın meyvası, bizi sonsuza kadar birbirimize bağlayacak.
(Lucy çıkar.)
SMITH : (Girer, kafese yaklaşır.) O bastonu
verin çabuk.
(Smith
elinde bir iskemle ve demir çubukla Mac'i fırdolayı kovalar. Mac bu arada kafesten
dışarı atlayıp kaçmayı başarır. Polisler peşine düşerler. Brovvn'ın sesi duyulur.)
BROWN : (Sesi duyulur.) Heey, Mac!... Mac, lütfen
cevap ver, ben Jackie. Mac, lütfen kırma beni ve cevap ver, dayanamayacağım
artık. (Girer.) Mackie! Bu da nesi?
Kaçmış! Yaşasın! (Hücredeki kerevete
oturur.) (Peachum girer.)
PEACHUM : (Smith''e)
Adım Peachum. Haydut Mac-heath'i yakalatana vaadedilen 40 Pfund'u almaya
geldim. (Hücrenin önüne gelir.) Heey!
Bay Macheath? (Brown susar.) Oo? Pek
hoş! Öteki beyefendi gezintiye çıktı herhalde? Bir suçluyu ziyaret etmek üzere
geliyorum. Bir de ne göreyim? Kafeste Bay Brown oturuyor! Kaplan Brown kafes-
te oturuyor, ama
dostu Macheath kafesten uçmuş.
BROWN : (inler gibi) Bay Peachum, benim suçum
değil.
PEACHUM : Tabii canım, neden sizin suçunuz olsun?
Başınıza ne belalar açacağınızı bir düşünürseniz... Tabii ki bilerek yapmış
olamazsınız.
BROWN : Bay Peachum,
çok şaşkın bir durumdayım.
PEACHUM : inanırım. Kendinizi berbat hissediyor olmalısınız.
BROWN : Evet. Bu
çaresizlik insanı felç ediyor. Bu herifler akıllarına geleni yapıyorlar. Rezalet,
rezalet.
PEACHUM : Şöyle biraz uzanın. Kapayın gözlerinizi
ve hiçbir şey olmamış gibi düşünün. Yem-şeyil, sakin bir çayırlıktasınız,
gökyüzünde beyaz bulutlar salınıyor... Bu tatsız şeyleri silin aklınızdan.
Olanları da, olacakları da.
JJRÖVVN : (Huysuzlanır) Ne demek istiyorsunuz?
PEACHUM : Yine de çok iyisiniz yani. Ben sizin
yerinizde olsam, çoktan yorganın altına saklanmış, sıcak çay içiyor olurdum.
Birisi tatlı tatlı alnımı okşasa diye dua ederdim.
BROWN : Allah
kahretsin, herif kaçtıysa ben ne yapayım? Polisin elinden ne gelir?
PEACHUM : Doğru ya, polisin elinden ne gelir? Bununla,
Bay Macheath'i bir daha burada göremeyeceğimizi söylemek istiyorsunuz herhalde.
(Brown omuz silker.) Ama size çok
yazık olacak o zaman. Herkes diyecek ki, polis adamı elinden kaçırmamalıydı. Şu
şaşaalı taç giyme törenini gözümün önüne getiriyorum da.
BRCAVN : O da ne
demek?
PEACHUM : Size tarihi bir olayı anlatayım. Zamanında,
isa'dan önce bindörtyüz yılında cereyan ettiğinde, çok yankılar uyandırmış
ama, şimdilerde pek hatırlanmıyor. Mısır firavunlarından ikinci Ramses öldüğü
zaman; Ninive kentinin, yani bugünkü Kahire'nin polis şefi, aşağı tabakadan
birtakım
adamlara karşı bazı
ufak tefek suçlar işlemiş. Ama bunun sonuçlan çok ağır olmuş. Tarih
kitaplarının yazdığına göre, tahta çıkacak olan Kraliçe Semiramis'in taç giyme
töreni, "aşağı tabakadan insanların ateşli taşkınlıkları yüzünden, bir
dizi felakete dönüşmüş"... Tarihçiler, Semiramis'in polis şefini nasıl
gaddarca cezalandırdığına şaşıyorlar. Şöyle hayal-meyal hatırlıyorum da;
göğsüne doğru yaklaşan yılanlar falan vardı.
BROWN : Sahi mi?
PEACHUM : Tanrı yardımcınız olsun, Brovra. (Çıkar.) BROWN : Artık yumruğu masaya
vurmanın zamanı geldi. Arkadaşlar, toplantı! Alarm! (Perde. Macheath ve izbelerin Jenny, perdenin önüne çıkarlar ve şarkı
ışıklaması içinde söylerler:)
İKİNCİ PERDE FİNALİ
İNSAN NEYLE YAŞAR?
l
MAC : Şu dünyada
öğütlerden geçilmez: "Aman günah, ayıp, kötü, yanlış!" Karnın açsa
kuru öğüt çekilmez Önce doyur da ardından konuş. Nedense hep size göbek, bize
ahlak. Unutma, kulak ver de dinle bak, ister böyle düşün, ister başka türlü:
Önce ekmek gelir, ardından ahlak! Dünya nimetleri bir koca etmek, yoksullara da
birer lokma gerek.
BiR SES : (Perde arkasından) İnsan neyle
yaşar?
MAC
İnsan neyle yaşar? Ezmektir işin; insanı
vurup, soyup, dövüp gırtlaklamak!
Bu diinyada rahat yaşamak için: Şart
insana insanlıktan çıkmak! KORO
İnsan bu gerçekten kaçınamaz: Kötülük
yapmadan yaşanamaz!
2
JENNY
"Ayıp" derler kadın işe
çıkınca "Hayat kadınlığı günah, yasak" Önümüze bir lokma atın önce;
öğüt dinlerim, doymuşsam ancak. Bize "utan" deyip keyfimizi süren,
aklında yer eder versen kulak, gerçek aynı ne yanını çevirsen: Önce ekmek
gelir, ardından ahlak! dünya nimetleri bir koca ekmek, yoksullara da birer
lokma gerek.
BÎR SES
(Perde
arkasından) insan neyle yaşar?
JENNY
İnsan neyle yaşar? Ezmektir işin; insanı
vurup, soyup, dövüp gırtlaklamak!
Bu dünyada rahat yaşamak için: Şart
insana insanlıktan çıkmak!
KORO
İnsan bu gerçekten kaçınamaz: Kötülük
yapmadan yaşanamaz!
ÜÇÜNCÜ PERDE
7
AYNI GECE, PEACHUM
HAREKETE GEÇMEYE KARAR VERiYOR. YOKSULLARI SOKAĞA DÖKÜP, TAÇ GlY-ME TÖRENİNİN
TADINI KAÇIRACAK.
(Peachum'ın
Dilenciler Giyimevi.) (Dilenciler yerlere yayılmış, "Gözümü Kral için
verdim" gibisinden pankartlar yazmaya çalışır ve benzeri hazırlıklar yaparlar.)
PEACHUM : Efendiler, şu anda Drury Lane'den
Tum-bridge'e kadar onbir şubemizde, 1432 elemanımız, sizin gibi pankartlar
yazıp hazırlık yapmaktalar. Her şey Kraliçenin taç giyme töreni için.
BAYAN
PEACHUM : Sallanmayın, elinizi çabuk tutun biraz!
Öyle tembel tembel
oturup, dilencilik edebileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ulan, sözüm
ona kör olacaksın; daha bir K harfini bile doğru dürüst yazamıyorsun be! Al
bakalım! Bunu da sözüm ona çocuk yazmış olacak ama, beni bir ihtiyar yazdı diye
bas bas bağırıyor! (Trampet ya da
davulların tremola yaptığı duyulur.)
DİLENCİ : Taç giyme töreni için, muhafız alayı
hazırlık yapıyor! Nerden bilsinler ki, askerlik hayatının bu en mutlu gününde
çanlarına ot tıkayacağız.
FBLCH : (Rapor vermek üzere girer) Bayan
Peac-hum, sabahı zor etmiş bir düzine tavuk, ti-pil tipil buraya doğru geliyor.
Alacakları mı varmış ne?! (Orospular
girer.)
JENNY :
Hanımefendi...
BAYAN
PEACHUM : Ne o? Hepinizin sıfırı tüketmiş gibi bir
hali var? A, bakın
onu hemen söyleyeyim: Eğer Macheath'e ödenecek para için gel-diyseniz;
avucunuzu yalarsınız, anlaşıldı mı?
JENNY : Bunu nasıl
anlayalım, Madam?
BAYAN
PEACHUM : Geceyarısı evime baskın yapmak da ne
oluyormuş? Gecenin saat üçünde namuslu bir aile evinde ne işiniz var sizin?
Yatıp da günlük muamelelerinizin yorgunluğunu çıkarsanız a! Şu suratlara bak,
bozuk süt kusmuğu gibi!
JENNY : Ne yani? Bay
Macheath'i ispiyonladığı-mız için sözleşmeyle hakkettiğimiz paramızı
alamayacak mıyız?
BAYAN
PEACHUM : Üstüne bastın! Bokumu bile alamazsınız;
kalleşliğiniz de yanınıza kâr kaldı.
JENNY : Nedenmiş,
sayın bayan?
BAYAN
PEACHUM : Tokmakçınız Bay Macheath yine sırra kadem
bastı da ondan yavrum. Hadi şimdi bu namuslu evi soldan sırayla terkedin bakalım,
bayancıklar!
JENNY : Bu kadarı
fazla ama. Bu numaralar bize sökmez. Bak o kadar söylüyorum; bize sökmez.
BAYAN
PEACHUM : Fileri, bayanlar yolu göstermeni
istiyorlar. (Filch yanına yaklaşınca
Jenny onu itekler.)
JENNY : Gaganızı
kapatmazsanız, başka şeyler de olacak, ona göre... (Peachum girer.)
PEACHUM : Ne oluyor? Para mara vermedin, değil
mi? Ne var
hanımefendiler? Bay Macheath şu anda kafeste mi, değil mi?
JENNY : Siz bir kere
bu Macheath lafını bir kenara' bırakın. Onun eline su dökemezsiniz. Öyle bir
centilmeni sizin gibilere sattğım için bütün gece ağladım. Müşteri bile
almadım. Ama bu sabah ne oldu biliyor musunuz? Bir saat kadar önce, ağlamaktan
yorgun
düşüp uykuya
dalmışım; birden bir ıslık sesi duydum. Bakınca ne göreyim? Uğruna ağladığım
beyefendi aşağıda duruyor ve anahtarı atmamı istiyor. Kendisine ettiğim
kalleşliğin acısını, beni kollarına alıp unutturmak istemiş. Londra'da ondan
başka centilmen kalmadı hanımlar. Eğer meslek-daşımız Suky Tawdry şu anda
aramızda bulunmuyorsa; bu beyefendi benden sonra onu da avutmak istedi de; onun
içindir.
PEACHUM : (Kendi
kendine) Suky Tawdry...
JENNY : Şimdi
anladınız mı, neden onun eline su dökemezsiniz? Fitneci herif!
PEACHUM : Filch, çabuk fırla, en yakın karakola.
Bay Macheath, Suky Tavvdry'nin yanındaymış. (Filch
çıkar.) Aman sevgili bayanlar, bu tartışmaya ne gerek var? Paranız tabii ki
ödenecek. Sevgili Celia, burada durup hanımefendilere çemkireceğine, gidip
onlara kahve hazırlar mısın.
BAYAN
PEACHUM -.(Çıkarken)
Suky Tavvdry! (Cinsel Tutsaklık
Şarkısı'nın üçüncü bölümünü söyler:)
«Adamın tepesinde darağacı Çukurunu
kazdı bile mezarcı Pamuk ipliğine bağlı dakkalar Aklından geçen ne dersiniz,
kızlar Aklımız orda sehpada da olsak Çare yok insanlar cinsel tutsak. Ciğerine
kadar sattılar onu Kalleşlik bedeli kadın da çıkınca, Bekli o zaman anladı anca
Kadın onun gerçek çukuru. Ağlaman saçını yolman boşuna Gece yine gireceksin
koynuna.»
PEACHUM : Hadi, hadi, çabuk olun. Eğer ben uykusuz
gecelerimde, sizin yoksulluğunuzun nasıl para edeceğini keşfetmiş olmasam,
hepiniz Tumbridge'in lağımlarında çürüyor olacaktınız. Ama ben şunu keşfettim
ki: Varlıklılar şu dünyada yoksulluğa yol açmayı
pekâlâ beceriyorlar
da, yoksulluğun yüzüne bakmayı beceremiyorlar. Çünkü onlar da sizin gibi aptal
ve zayıf! Ömürlerinin sonuna kadar yiyecekleri vardır. Hatta sofradan düşen
kırıntılar bile yağlansın diye, yerlere tereyağı sürebilecek durumdadırlar.
Gelge-lelim açlıktan düşüp bayılan birini görmeye dayanamazlar. Tabii kendi
evlerinin önünde düşüp bayılması şartıyla. (Bayan
Peachum kahve fincanlarıy la dolu bir tepsi ile gelir.)
BAYAN
PEACHUM : Yarın mağazaya uğrayıp paranızı alabilirsiniz
şekerim. Ama taç giyme töreninden sonra.
JENNY : Bayan
Peachum, ne diyeceğimi şaşırdım!
PEACHUM : Dikkat! Bir saat sonra Buckingham
Sara-yı'nın önünde toplanılacak. Marş marş! (Dilenciler
sıraya girer.)
FILCH : (içeri dalar) Aynasızlar! Karakola varmaya
fırsat kalmadı. Aynasızlar buraya geliyor!
PEACHUM : Saklanın! (Bayan Peachum'a) Fırla hemen orkestrayı hazırla.
"Zararsız" dediğim zaman, anlıyor musun, "zararsız"
lafıyla...
BAYAN
PEACHUM : Zararsız mı? Anlamadım.
PEACHUM : Tabii anlamazsın. Ben "zararsız"
dey ince... (Kapı çalınır.) Neyse ki
anahtar bende. Parola "zararsız". Ben "zararsız" deyince
herhangi bir müziğe başlayacaksınız. Hadi!
(Bayan
Peachum dilencilerle birlikte kaybolur. "Askeri yönetimin kurbanı"
yazılı pankartı taşıyan kız dışında bütün dilenciler, sağdaki dolu elbise
askılarının arkasına saklanırlar. Brown ve polisler girer.)
BROWN : Evet, şu
meseleye ciddiyetle el koyalım bakalım, bay dilenci dostu. Önce kelepçe tak,
Smith. Aa, bu ne tatlı bir pankart böyle? (Dilenci
kıza) "Askeri yönetimin kurbanı". .. sen misin bu?
PEACHUM : Günaydın Brown, günaydın, iyi uyudunuz
mu?
BROWN : Ha?
PEACHUM : Günaydın Brown.
BROWN : Bana mı
diyor? Aranızda bir tanıdığı mı var bunun? Seninle tanışmak mutluluğuna
erdiğimi sanmıyorum.
PEACHUM : Tanımıyorsunuz öyle mi? Günaydın Brown.
BROWN : Çıkartıp atın
şunun şapkasını başından!
(Smith,
Peachum'un şapkasını başından çıkarıp yere atar.)
PEACHUM : Bakın Brovvn, madem yolunuz rastgele
buradan geçti, bakın özellikle rastgele diyorum; şu mahut Macheath'i yakalayıp
tutuklamanızı rica edebilir miyim?
BROWN : Adam deli mi
ne? Gülmeyin Smith. Söyler misiniz Smith, böyle kaşerlenmiş bir sabıkalı,
nasıl oluyor da hâlâ ortalıkta dolaşıyor?
PEACHUM : Arkadaşınız olduğu için Brown.
BROVVN : Kim?
PEACHUM : Sustalı Mack. Ben değil herhalde. Çünkü
ben suçlu sabıkalı falan değilim. Yalnızca zavallı bir insanım. Ama bana kötü
davranamazsınız Brovvn. Çünkü şu sırada hayatınızın en zor anlarım
yaşıyorsunuz. Kahve alır mıydınız? (Orospulara)
Ne ayıp çocuklar, emniyet müdürümüze kahvenizden bir yudum versenize.
Şunun şurasında iyi geçinmek zorundayız. Ve yasalar karşısında boynumuz kıldan
ince! Yasalar, yalnızca onları anlamayanları ve zorunluluk yüzünden
uyamayanları sömürmek için yapılmıştır. Ve her kim ki bu sömürüden pay almak
ister; yasalara milimi milimine uymalıdır. BROWN : Demek yargıçlarımızın rüşvet
aldığını
söylemek istiyorsunuz?
PEACHUM : Tam tersine efendim, tam tersine! Yargıçlarımız
imkanı yok rüşvet müşvet almazlar: Onlara doğruyu söyletecek parayı kim
bulabilir?
(Davulların
ya da trampetlerin ikinci tre-molası duyulur.)
PEACHUM : Tören kıtasının hareketi için ikinci
işaret. Ama yoksulların en yoksullarının hareketi de yarım saat sonra.
BROWN : Doğru Bay Peachum. Yoksulların en
yoksulları, yarım saat içinde hareket edecekler. Kışlık karargâhlarına, Old
Bailey hapishanesine! (Polislere) Çocuklar,
kim var kim yok toparlayın bakalım. Yakaladığımız bütün vatanseverleri
götüreceksiniz. (Dilencilere) Kaplan
Brown adını duydunuz mu hiç? Bu gece formülü buldum ve böylece bir arkadaşımı
da ölümden kurtarmış oldum Peachum. Bu dilenci yatağını ateşe vereceğim. Hepinizi
de içeri tıkacağım. Hangi gerekçeyle acaba? Dilencilikten! Böyle bir günde
dilencileri benim ve kraliçenin başına bela edebileceğinizi ima etmiştiniz
ya! işte ben de bu dilencileri içeri tıkıyorum. Aç gözünü de öğren!
PEACHUM : iyi güzel de, ne dilencisi?
BROWN : Buradaki bütün üçkağıtçıları. Smith,
herkesi toplayıp götürüyoruz.
PEACHUM : Ben yine sizi uyarmış olayım Brown;
bence pek aceleci
davranmayın. Bakın, buradaki üç beş kişiyi tutuklayabilirsiniz ama; bunlar
gerçekten zararsız insanlar, zararsız. ..
(Müzik
başlar, "insan Çabasının Yetersizliği" sarkışından bir kaç mezür
işitilir.)
BROWN : Ne oluyor?
PEACHUM : Müzik. Becerebildikleri kadar
çalıyorlar, insan çabasının yetersizliği üstüne bir şarkı. Dinleyin, siz de
bir şeyler öğrenebilirsiniz.
(Şarkı
ışıklaması: Altın rengi. Bir boruya asıllı üç ışıldak yukardan aşağı iner ve ekranda
şarkının adı görünür:)
İNSAN ÇABASININ
YETERSiZLiĞi ÜZERiNE ŞARKI
1
Kafayla yaşamak yaşamak mı insansa?
Böyle kafada dön bak bir bit yaşar anca. Şu dünyaya azdır ne kadar alçak olsan.
İnsan madrabazdır: Hep yalan dolan.
2
Kur kafanda planlar, ışık tut herkese.
Kafandaki saraylar dönüşür kümese! Şu dünyaya azdır ne kadar kötü olsan.
Sivrisinek sazdır yükselme çaban.
3
Kısmet peşinde koş, kendini yormadan.
Zaten ne yapsan da boş: İstim gelir arkadan. Şu dünyaya azdır ne kadar kalender
olsan. İnsan düzenbazdır: Kendini aldatan.
PEACHUM : Planınız dahiyaneydi Brown, ama uygulanabilir
değildi. Burada tutuklamak istedikleriniz, kraliçenin taç giyme töreni onuruna,
sevinçten küçük bir maskeli balo düzenlemiş olan birkaç genç. Asıl yoksullar
gelince, ki burada öylesi yok, onbinler-cesi bir arada gelirler, işte olayın
püf noktası burada: Yoksulların sayısının insana ürküntü verecek kadar çok
olduğunu unut-
tunuz, Brovvn.
Törende kilisenin önünde dikildikleri zaman, bu hiç de törensel bir manzara
olmayacak tabii. Çünkü yoksulların görünüşü hiç de içaçıcı değildir. Yılancık
hastalığı nedir, bilir misiniz Brown? Yılancık hastalığıyla yüzü berbat olmuş
yüzyirmi kişiyi bir düşünün. Yalancıktan yılancık olmaz Brown. Sonra kilise
kapısına birikmiş kolu bacağı olmayan sakatlar. Bunu istemezsiniz değil mi
Brown? Diyeceksiniz ki, polis bunlarla başa çıkar. Ama bu söylediğinize
kendiniz bile inanmayacaksınız. Bir düşünün, taç giyme töreninde polisler,
altıyüz kadar sakatı coplarla döverse, bu nasıl bir manzara oluşturur? Çirkin
bir manzara! insanın midesi bulanır, içi kalkar. Düşündükçe fena oluyorum
Brovvn. Küçük bir iskemle lütfen!
BROWN : (Smith'e)
Tehdit bu. Buna şantaj derler. Ama adama yapacak bir şey yok. Yani kamu
yararı düşünülünce, adama bir şey yapamayız. Olacak şey değil, başıma bu da mı
gelecekti?
PEACHUM : Geleceği varmış. Size bir şey söyleyeyim
mi? ingiltere kraliçesine karşı dilediğiniz gibi davranabilirsiniz; bir şey
yazmaz. Ama Londra'nın en yoksul adamının nasırına bastınız mı, hapı yuttunuz
demektir Brovvn.
BROWN : Yani Sustalı Mac'i tutuklamam gerekiyor?
Tutuklamak? Söylemesi kolay. Tutuklamak için önce nerede olduğunu bilmek
gerekiyor.
PEACHUM : Doğru söze ne denir? Adamın nerede olduğunu
ben size bulabilirim belki. Bakalım ahlak tamamiyle silinmiş mi yeryüzünden?
Jenny, Bay Macheath şu anda nerede bulunuyor?
JENNY : Oxford
Caddesi 21 numarada, Suky Tavvdry'nin yanında.
BROWN : Smith, derhal Oxford Caddesi 21
numaraya gidiyorsunuz, Bay Macheath'i tutuklayıp Old Bailey Hapishanesine
götürüyorsu-
nuz. Benim gidip
tören üniformamı giymem gerekiyor. Böyle bir günde tören üniforması!
PEACHUM : Brown, eğer saat altıda asılmış
olmazsa...
BROWN : Ah, Mac,
başka çarem yoktu. (Polislerle çıkar.)
PEACHUM : (Ardından
seslenir) Fena mı, bir şey daha öğrendiniz, Brown! (Üçüncü tremola işitilir.)
PEACHUM : Üçüncü çağrı. Gösteri yürüyüşü planını
değiştiriyoruz. Yeni istikamet: Old Bailey Hapishanesi. Marş. (Dilenciler çıkarlar.)
PEACHUM : ( "insan
Çabasının Yetersizliği" şarkısının dördüncü bülümünü söyler.) iyi değil insan
ama dayak düşkünü. Bir güzel pataklarsan çıkar iyi yönü. Cim karnında nokta şu
dünyamızda "iyi". Çaresi dayakta; indir silleyi.
(Perde.
Jenny, perdenin önüne çıkarak bir laterna ile "Kral Süleyman"
şarkısını söyler.)
KRAL SÜLEYMAN ŞARKISI
l
Bilir misin Kral Süleyman
Ne etti kendine?
Gerçek ona gün gibiydi,
bin pişmandı dünyaya geldiğine
"Dünya boş bir hayal" derdi.
Bilge idi Kral Süleyman!
Gel gör ki akşam olmadan
dünya Süleyman'a kalmadı:
Bilgelik ne işe yarayacak?
Ahmak insan mutlu ancak!
2
Düşün güzel
Kleopatra'yı: Sonu nasıl bittij. Çöktü gitti sevişmekten iki imparatorun
koynunda, toprak oldu en sonunda. Babil kenti pek güzeldi! Gel gör ki akşam
olmadan ne kent kaldı ne güzellik: Güzellikti bunlara yol açan. Mutlu ancak
çirkin insan.
3
Aklında mı yiğit
Sezar?
Nasıl geldi sonu?
Tanrıların dengi
ancak,
sanırsın hep göklerde
oturacak.
İnince sırtına bıçak
haykırmıştı:
"Brutus, sen de mi?"
Gel gör ki akşam
olmadan
dünya anladı gerçeği:
Yiğitlik etti onu
canından
Korkak ise yaşar
insan!
4
Bilgi delisi Brecht
işte! Yazmış bu oyunu! Kurcaladı fazla sordu: "Zengin neden
zengindir" diye. Sürgün ancak bunun sonu. Bilmek ister Brecht her şeyi!
Umarım temsilden sonra başımıza bir iş gelmez. Bilgi aşkı onu bu hallere sokan.
Bilmeyince rahat insan!
5
İşte bakın bizim
Mackie yağlı ip boynunda Hep aklını kullansaydı, dünyayı soyardı sonunda.
İşinde öyle ustaydı. Ama işe aşk girince!
Tökezledi kaldı Mackie Görün diye şu
gerçeği: Aşkımızdır bize yere yıkan Ancak aşksız yaşar insan!
8
MÜLKiYET SAVAŞI
(Old
Bailey'de bir yatak odası.) SMITH : (Girer.) Hanımefendi, Bayan Polly Mac-
heath sizinle
görüşmek istiyor. LUCY : Bayan Macheath mı? içeri alın?
(Polly
girer.) POLLY : iyi günler, hanımefendi. Hanımefendi,
iyi
günler?
LUCY : Buyrun, ne
istemiştiniz? POLLY : Beni
hatırladınız mı? LUCY :
Tabii, tanıyorum sizi. POLLY :
Dünkü davranışım için sizden özür dilemeye geldim. LUCY : ilginç.
POLLY : Aslında,
dünkü davranışımı bağışlatacak bir nedenim yok. Tek özürüm mutsuzluğum.
LUCY : Ya.
POLLY : Hanımefendi
beni affedin. Dün Bay Mac-heath'in davranışı yüzünden çok sinirlendim. Bizi
öyle bir duruma düşürmemeliydi ama, değil mi? Görürseniz bunu lütfen siz de
söyleyin kendisine.
LUCY : Ben... ben onu
görmüyorum. POLLY :
Görürsünüz, görürsünüz. LUCY
: Görmüyorum. POLLY :
Özür dilerim. LUCY : Sizi
çok beğeniyor. POLLY : Ah yoo,
yalnızca sizi seviyor, biliyorum. LUCY : Çok naziksiniz.
POLLY : Bilirsiniz ki
erkekler, kendilerini çok seven kadınlardan çekinirler. Sonra da ilgi-sizmiş
gibi kaçınmaya başlarlar. Size karşı borçlu olduğunu ilk anda farkettim. Önceden
bilemezdim tabii. LUCY :
Doğru mu söylüyorsunuz?
POLLY : Tabii. Hiç
şüpheniz olmasın, hanımefendi. Rica ederim.
LUCY : Sevgili Bayan
Polly, ikimiz de onu çok sevdik.
POLLY : Belki. (Duraklar.) Şimdi size her şeyin nasıl
olup bittiğini anlatmak istiyorum. Bay Macheath'i on gün önce Ahtapot Lokantası'nda
gördüm. Annem de yanımdaydı. Beş gün sonra, yani evvelki gün kendisiyle
evlendim. Dün, türlü suçlardan dolayı polis tarafından arandığını öğrendim. Bugünse
daha neler olacak bilemiyorum. Daha bundan oniki gün öncesine kadar, bir erkek
uğruna bu hallere düşüceğimi düşünemezdim. (Sessizlik.)
LUCY : Sizi anlıyorum
Bayan Peachum.
POLLY : Bayan
Macheath.
LUCY : Bayan
Macheath.
POLLY : Şu son
saatlerde onun hakkında uzun
uzun düşündüm. Kolay
değil. Çünkü size karşı göstermiş olduğu davranışı kıskanmamak elde değil. Ben
annemin zoruyla oradan uzaklaşırken, en ufak bir üzüntü belirtisi bile
göstermedi. Yoksa diyorum, kalpsizin biri mi? Göğsünde yürek yerine taş mı
taşıyor? Ne dersiniz Lucy?
LUCY : Bilmem ki suçu
yalnızca Bay Macheath'e yüklemek doğru olur mu? Siz kendi çevrenizde kalmış
olsanız belki daha iyi ederdiniz, sevgili bayan.
POLLY : Bayan
Macheath.
LUCY : Bayan
Macheath.
POLLY : Doğru. Ya da
hiç değilse, babamın sözünü dinlemeliydim. Her şeyi ticaret temelinde
görseydim.
LUCY : Tabii.
POLLY :(Ağlar) Sahip olduğum tek şey o.
LUCY : Şekerim, bu en
akıllı kadının bile başına gelebilecek bir şanssızlık. Ama hiç değilse kâğıt
üstünde karışısınız. Bu da bir teselli. Böyle üzülmenize dayanamıyorum. Bir şey
ister miydiniz?
POLLY : Ne gibi?
LUCY : Yiyecek bir
şeyler!
POLLY : Evet lütfenl
Küçük bir şey. (Lucy çıkar.)
Alçak kan!
LUCY : (Kahve ve pastayla gelir.) Şöyle bir lokma
fena olmaz.
POLLY : Size zahmet
oluyor hanımefendi. (Sessizlik. Yerler.)
Sizdeki çok güzel bir resmi. Ne zaman getirmişti? LUCY : Niye getirsin? POLLY : (Safça) Yani buraya, yukarıya, odanıza
ne zaman getirdi demek
istedim. LUCY : Hiç bir zaman getirmedi. POLLY : Yani verdiği zaman odanızda
mıydı? LUCY : Hiç odamda
kalmadı. POLLY : Yaa. Ama öyle
olsa da yadırganacak bir şey değil, değil mi? Kaderin yolan öyle çapraşık ki.
LUCY : Saçmalayıp
durmayın lütfen. Buraya casusluk etmeye mi geldiniz?
POLLY : Nerede
olduğunu biliyorsunuz, değil mi? LUCY : Ben mi? Siz bilmiyor musunuz?
POLLY : Hemen söyleyin, nerde
o? LUCY : Hiç bir fikrim
yok. POLLY : Yani nerede olduğunu bilmiyorsunuz
öyle mi? Namusunuz üzerine yemin eder misiniz?
LUCY : Bilmiyorum
dedim ya. Yani siz de mi bilmiyorsunuz?
POLLY : Hayır.
Rezalet. (Polly gülerken Lucy ağlar.) iki
karısı var ve ortalıkta yok. LUCY
: Buna daha fazla
katlanamayacağını. Ah,
Polly, korkunç bir
şey bu!
POLLY : (Sevinçli) Bütün bu faciadan, bir
arkadaş kazandığım için seviniyorum. Hiç yoktan iyidir. Biraz daha alır mısın?
Bir parça pasta?
LUCY : Az bir şey!
Ah, Polly, lütfen bana böyle iyi davranma. Ben bunu hak etmiyorum. Gerçekten.
Ah, Polly, şu erkek milleti için değmez biliyor musun?
POLLY : Değmez tabii.
Ama ne yaparsın? LUCY :
Dayanamayacağım. Her şeyi itiraf etmek
istiyorum. Bana
kızmayacağına söz ver. POLLY : Ne için?
153
LUCY : Sahici değil
Polly.
POLLY : Ne?
LUCY : Bu! (Karnındaki şişliği gösterir.) Hem de
bir haydut uğruna!
POLLY : (Güler) Ah, işte bu harika! Numaraydı
demek? Sen de az alçak değilmişsin ha! Bana bak, Mackie'yi gerçekten istiyor musun?
Al senin olsun. Bulabilirsen al, senin olsun, sana armağan ediyorum! (Koridorlarda ayak seslen ve bağrışmalar
işitilir.) Bu ne?
LUCY : (Pencerede) Mackie! Onu yeniden yakalamışlar.
POLLY : (Yere çökerken) işte şimdi her şey
bitti. (Bayan Peachum girer.)
BAYAN
PEACHUM : Ah, Polly demek buradaydın. Çabuk üstünü
değiştir .Kocanı asacaklar. Matem elbiseni yanımda getirdim. (Polly soyunup matem elbisesini giyer.) Çok
güzel bir dul olacaksın, kız! Ama biraz da gülümse.
9
CUMA SABAHI SAAT 5:
YENiDEN OROSPULARA GİDEN SUSTALI MAC-KtE, YENiDEN OROSPULAR TARAFINDAN ELE
VERİLİYOR. BU KEZ ASILACAK. (Ölüm
Hücresi.)
(Westminster'in
çanları duyulur. Polisler Macheath'i bağlı olarak hücreye getirirler.)
SMITH : Atın içeri.
Westminster'in çanlarının ilk çalışı. Efendi gibi dursanıza. Neden böyle
süngüsü düşmüş bir durumda olduğunuzu bilmek istemiyorum. Herhalde
utancınız-dandır. (Polislere) Saat
altıda, Westmins-ter'in çanları üçüncü kez çaldığında, asılacak. Gerekli
hazırlıkları yapın.
GARDİYAN : Newgate'in bütün sokakları öylesine bir
kalabalıkla dolmuş ki, geçebilmek mümkün değil.
SMITH : Tuhaf,
nereden biliyorlarmış ki?
GARDİYAN : Böyle giderse, on beş dakika içinde bütün
Londra işitir. O zaman da taç giyme törenine gidecek bütün ahali kalkıp buraya
gelir. Kraliçe de törende bomboş caddelerden geçer.
SMITH : iyi ya işte,
acele edelim. Saat altıda işimizi bitirmiş olursak; insanlar saat yedide taç
giyme törenine yetişirler. Kıpırdanın biraz.
MAC : Hey, Smith,
saat kaç?
SMITH : Görmüyor
musunuz? Beşi beş geçiyor.
MAC : Beşi beş
geçiyor.
(Smith
hücre kapısını dışardan kilitlediği sırada Brown gelir.)
BROWN : (Sırtı hücreye dönük Smith'e sorar) içerde
mi?
SMITH : Görmek ister
misiniz?
BROWN : Yo, yo, yo,
Tanrı saklısın, her şeyi kendiniz yapacaksınız. (Çıkar. Birdenbire alçak sesle ama hızlı ve karşı konulmaz bir çağlayan
gibi konuşmaya başlar.) Bakın Smith, bir şey demiyeceğim, rüşvetten falan
söz etmeyeceğim, korkmayın. Bilmez miyim? Şimdi rüşvet alacak olsanız, en
azından yurt dışına çıkmanız gerekir. Evet, bu zorunlu olur. Bu da demektir ki,
ömrünüzün sonuna kadar yetecek bir para lazım. Bin papele ne dersiniz? Bir şey
demeyin! Yirmi dakika içinde bu bin Pfund'u bugün öğleyin ödeyip
ödeyemeyeceğimi söyleyeceğim. Duygulardan falan söz etmiyorum. Şimdi dışarı
çıkın ve iyice bir düşünün. Hayat kısa, para kıt. Üstelik bulabilecek miyim,
ondan da emin değilim. Ama lütfen beni görmek isteyen herkesi içeri bırakın.
SMITH : (Ağır ağır) Bu saçmalık Bay Macheath. (Çıkar)
MAC : (Alçak sesle ve çok çabuk "Mezardan
Sesleniş'i söyler.) «Yalvaran sese kulak ver eğil Macheath'in çukurda bir
ayağı. Bastığı çayır çimen değil Kıskıvrak sarmış kaderin ağı. Tanrım son sözü
olmasın bunlar
Dört yanı duvar
sıkışmış kapana. Dostlar nerde diye sormayın. Ölürse içersiniz ruhuna. Yaşarken
onu yalnız komayın Sonsuz olmasın çektiği acı.»
(Matthias
ve Jakob koridorda görünürler. Macheath'e gitmek isterken, Smith kendilerine
seslenir.)
SMITH : Ne o,
delikanlı, yolunmuş horoza dönmüşsün?
MATTHİAS : Reis gideli bizim karılan gebe bırakmak
görevi bana düştü. Enselendikleri zaman sorumlu tutulamasınlar diye! iyi hoş
da, insanın bu işin altından kalkabilmesi için, damızlık aygır falan olması
lazım. Reis'le konuşacağım. (Matthhias
ve Jakob hücreye yaklaşırlar.)
MAC : Saat beşi
yirmibeş geçiyor. Zamanımız pek bol galiba?
JAKOB : Evet, ama
önünde sonunda biz de...
MAC : Ne önü, ne sonu
be? Asılacağız hurda ulan! Sizinle çan çan etmeye bile vaktim yok. Saat beşi
yirmisekiz geçiyor. Evet, özel kasanızdan hemen çekebileceğiniz miktar ne?
MATTHİAS : Özel kasamızdan? Sabahın beşinde?
JAKOB : Yani iş o
kadar ciddi mi?
MAC : Dörtyüz Pfund
çıkar mı?
JAKOB : E biz ne
yapacağız o zaman? Kepi topu o kadar var.
MAC : Lafa bak! Siz
mi asılacaksınız, ben mi?
MATTHİAS : (Sinirli)
Ortalıktan sıvışacağımız yerde, Suky Tawdry'nin koynunda yatan biz miydik?
Suky Tavvdry'nin koynunda yatan biz miydik, sen mi?
MAC : Kes sesini!
Birazdan o yosmanın yanında değil de, daha başka bir yerde yatıyor olacağım.
Saat beşbuçuk.
JAKOB : O zaman bu
işi yapmamız gerekiyor Matthias
SMITHP : Bay Brown
yemekte ne arzu ettiğinizi soruyor.
MAC : Bırakın şimdi! (Matthias'a) Parayı getiri-
yor musun, getirmiyor
musun? (Smith'e) Kuşkonmaz.
MATTHIAS : Bana bağınlmasından hiç hoşlanmam. MAC :
Sana bağıran kim? Yalnızca şey olduğu için... Allahaşkına Matthias, beni asmalarına
göz mü yumacaksın?
MATTHIAS : Tabii ki seni asmalarına göz yummayacağım.
Kim demiş onu? Ama hepsi bu. Hepsi hepsi dörtyüz Pfund. Hiç değilse izin ver de
bunu söyleyelim yani. MAC : Beşi otuzsekiz geçiyor. JAKOB : E o zaman biraz kıpırdanalım
Matthias.
Yoksa hiç bir işe
yaramayacak. MATTHIAS : Kalabalıktan
yol bulup geçebilsek bari.
iğne atsan yere
düşmeyecek. Leş kargaları. MAC : Altıya beş kala burada olmazsanız, beni bir
daha göremeyeceksiniz. (Bağırır) Bir
daha göremeyeceksiniz ulan! SMITH
: Gittiler. E, nedir durum? (Para
sayar gibi
parmaklarını
oynatır.)
MAC : Dörtyüz. (Smith omuz silkeleyerek gider. Mac
arkasından bağırır.) Brown'la görüşmek istiyorum.
SMITH : (Gardiyanlarla gelir) Sabun var mı?
GARDİYAN : Var ama iyi cins değil.
SMITH : Sehpa on dakika içinde
hazır olur mu? GARDİYAN : Ayağın
altına gelen kapak iyi işlemiyor
ama.
SMITH : işleyecek.
Çanlar ikinci kez çaldı bile. GARDİYAN
: Amma boktan iş be! MAC
: (Şarkı)
«Bitik hali görün, geliniz. Topu atmış,
artık sonu yakın. Parayı efendiniz bilen siz, Pis paranız neye yarar bakın.
Görün mezara götüremezsiniz. Kraliçe bir son versin bu işe, Koşun çabuk affımı
dileyin. Koşun koyunlar gibi peşpeşe Canını dişine takmış deyin Son bulsun
artık çektiği çile.»
SMITH : içeri alamam.
Sıra numaranız onaltı. Daha sıranıza çok var.
POLLY : Bu ne
saçmalık, ne onaltısı? Siz bürokrat mısınız? Ben karışıyım, kendisiyle konuşacağım.
SMITH : Beş dakikayı
geçmesin yalnız.
POLLY : Beş
dakikaymış! Bu ne saçmalık! Beş dakika! Böyle bir anda öyle söz söylenir mi?
Kolay mı sanıyorsunuz? Son kez vedalaşı-yoruz. Böyle bir durumda kanyla koca
ara-• sında konuşulacak ne kadar çok şey vardır, biliyor musunuz? Nerede?
SMITH : Görmüyor
musunuz?
POLLY : A, evet.
Teşekkürler.
MAC : Polly!
POLLY : Evet Mackie,
benim.
MAC : Evet, tabii!
POLLY : Nasılsın? Çok
mu kötüsün? Çok zor, değil mi?
MAC : Evet. Sen ne
yapacaksın? Senin halin ne olacak?
POLLY : Biliyor
musun, şirkette işler iyi gidiyor. Hiç olmazsa. Mackie, çok mu sinirlisin?..
Baban ne iş yapardı senin? Bunları daha hiç anlatmadın bana. Aklım almıyor bu
işi. Sapasağlam da adamsın.
MAC : Polly, beni
buradan kurtaramaz mısın?
POLLY : Elimden bir
şey gelirse.
MAC : Parayla tabii.
Gardiyanla konuştum...
POLLY : (Yavaş yavaş) Parayı Manchester'a aktardım.
MAC : Yanında hiç mi
yok?
POLLY : Hayır yok.
Ama belki birileriyle konuşabilirim... Belki kraliçeye sorabilirim. (Bayılacak gibi olur) Oh, Mackie!
SMITH : (Polly'i uzaklaştırırken) Nasıl bin
papeli toparlayabildiniz mi?
POLLY : Bol şanslar
Mackie, kendine iyi bak. Beni unutma! (Çıkar.)
(Smıth
ve Gardiyan üzerinde kuşkonmazla bir masa getirirler.)
SMITH : Kuşkonmazlar
yumuşak mıydı?
GARDİYAN : Evet. (Çıkar)
BROWN : (Görünür
ve Smith'e yaklaşır) Smith,
benden ne istiyor?
Masa için beni bekledi-
ğiniz iyi oldu. Şimdi
içeri girerken, masayı da birlikte götürürüz. Kendisine karşı nasıl duygular
beslediğimizi görsün. (Birlikte masayı
hücreye sokarlar. Sonra Smith çıkar. Sessizlik) Merhaba Mac. işte kuşkonmaz.
Bir lokma tatmak istemez misin?
MAC : Kendinizi
yormayın Bay Brown. Bana son görevlerini yerine getirmek için çırpınan
dostlarım var benim.
BROWN : Ah, Mackie!
MAC : Hesabımı rica
edeyim! izin verirseniz bu arada yemeğimi yiyeyim. Ne de olsa son yemeğim. (Yemeye başlar.)
BROWN : Afiyet olsun.
Ah, Mac, kor gibi yakıyorsun insanın içini.
MAC : Hesabı çıkarın
lütfen, hesabı! Sulu gözlülüğün sırası değil.
BROWN : (içini çekerek, cebinden bir küçük defter
çıkarır) Yanımda. Son altı ayın hesabı.
MAC : (Acı) A, demek buraya ücretinizi almaya
geldiniz?
BROWN : Öyle
olmadığını pekâlâ biliyorsun...
MAC : Hay, hay,
buyrun. Hakkınız geçmesin.
Borcum nedir? Ama
lütfen hesap pusulasını ayrıntılı çıkarın. Kazıklanmak istemem. Hayatta başıma
gelenler, insanlara güvenimi sarstı... Ne demek istediğimi siz çok iyi
anlarsınız.
BROWN : Mac, Böyle
konuşursan, aklımı toplaya-mıyorum. (Arkadan
çekiç sesleri duyulur.)
SMITH : (Sesi duyulur) Tamam, sağlam oldu.
MAC : Hesabı, Brown.
BROWN : Pekala, madem
ısrar ediyorsun. Senin ve adamlarının yakalattığınız katiller var. Mükafat
olarak hükümetten aldığınız miktar...
MAC : Kelle başına 40
Pfunddan üç kişi, yüzyir-mi Pfund eder. Sizin payınız dörtte bir olduğuna
göre; borcum otuz Pfund oluyor.
BROWN : Evet ama
bilmem ki Mac, şu son dakikaları gerçekten...
MAC : Bu anlamsız
gevezelikleri bırakın lütfen, anlaşıldı mı? Otuz Pfund. Sekiz de Do-ver'daki
için...
BROWN : Neden sekiz?
Orada...
MAC : Bana inanıyor
musunuz, yoksa inanmıyor musunuz? Buna göre son altı ayın kazancından
otuzsekiz Pfund alacağınız var.
BROWN : (Yüksek sesle ağlayarak) Hayatım boyunca
ne demek istediğini...
BiRLiKTE :.... gözlerinden okurdum.
MAC : Hindistan'da üç
yıl... John yanımdaydı ve Jim de orda... beş yıl Londra'da... Sonunda teşekkür
bu mu olacaktı? (Asılmış halini gösterir)
Macheath burada asılı
günahsız Dost bildikleri etti bu oyunu. Bir arşın ipe asılmış bahtsız Kıçının
yükünü taşıyor boynu.
BROWN : Mac, böyle
üstüme gelme... Onuruma saldıran, bana saldırıyor demektir. (Öfkeyle hücreden çıkar.)
MAC : Onuruymuş...
BROWN : Onurum tabii
ne sandın? Smith, başlayın! insanları içeri alın! (Mac'e) Beni bağışla, lütfen.
SMITH : (Çabucak Macheath'e) Sizi hâlâ kaçırabilirim.
Ama bir dakika sonra artık imkansız olur. Parayı toplayabildiniz mi?
MAC : Evet. Çocuklar
dönsün de.
SMITH : Görünürde
yoklar. Demek oluyor ki, bu iş burada biter. (Kalabalık içeri bırakılır. Pe-achum. Bayan Peachum, Polly, Lucy, orospular,
rahip, Matthias ve Jakob.)
JENNY : Bizi içeri
bırakmak istemediler. Ama onlara dedim ki: "Çekilin be bok herifler,
yoksa size izbelerin Jenny neymiş gösteririm!"
PEACHUM : Ben kayınpederi oluyorum. Özür dilerim.
Bay Macheath hangisi?
MAC : (Kendini tanıtır) Macheath.
(Peachum
kafesin önünden geçerek sağ tarafta durur. Onu izleyen diğerleri de aynı
şekilde hizaya gireceklerdir.)
PEACHUM : Kader, sizinle tanışmadan damadım olmanızı
istemiş. Sizi ilk kez görmemi sağlayan bu durum ise fevkalade acıklı. Bay
Macheath, bir zamanlar beyaz glase eldi-
venler, fildişi saplı
bir baston taşırdınız, boynunuzda bir yara izi, Ahtapot Oteline girip
çıkardınız. Bu işaretlerden geriye en anlamsızı olan yara izi kaldı ve şimdi kafeslere
girip çıkıyorsunuz. Görünen o ki, yakında artık hiçbir yere girip çıkamayacaksınız.
(Polly
ağlayarak kafesin önünden geçer, sağda yerini alır.)
MAC : Ne kadar şık
giyinmişsin!
(Matthias
ve Jakob kafesin önünden geçip yerlerini alırlar.)
MATTHİAS : Kalabalıktan geçemedik. Dilimiz bir karış
dışarda öyle koştuk ki, Jakob kalp krizi geçirecek diye korktum, inanmazsan...
MAC : Çocuklar ne
diyor? Asılmayı seyretmek için iyi bir yer bulabildiler mi?
MATTHİAS : Şey Reis... bunu anlayışla karşılarsınız.
Taç giyme töreni her zaman olan bir şey değil. Böyle bir fırsat çıkmışken,
oraya gidip biraz bir şeyler kazanmaya bakacaklar. Selam söylediler.
JAKOB : Yürekten!
BAYAN
PEACHUM : (Kafese
yaklaşıp sağda yerini alır.) Bay Macheath, bundan bir hafta önce Ahtapot
Otelinde dansa gittiğimiz zaman; bütün bunların olacağı kimin aklına gelirdi?
MAC : Dansa, evet.
BAYAN
PEACHUM : Ama kader insanlara hayatta aman vermiyor.
BROWN : (Arkada,
rahibe) Bu adamla Azerbaycan'da omuz omuza ne savaşlar verdiğimizi
düşünüyorum da...
JENNY : (Kafese yaklaşır.) Drury Lane'de bizimkiler
allak bullak oldu. Kimse kraliçenin taç giyme törenine gitmiyor. Herkes seni
görmeye buraya geldi Mac. (Sağda sıraya
girer.)
MAC : Beni görmeye
ha?
SMITH : Vakit tamam.
Saat altı oldu. (Macheath'i hücreden
çıkarır.)
MAC : insancıldan
daha fazla bekletmeyelim. Bayanlar, baylar! Karşınızda artık yok olmaya yüz
tutmuş bir zümrenin, yok olup gidecek bir örneğini görüyorsunuz. Biz küçük
burjuva zenaatkârlar, elinde masum bir maymuncukla küçük esnafın nikel kasalarına
yeltenen bizler, bankaların desteklediği büyük yatırımcılar tarafından
yutulmakta-yız.Bir maymuncuk, hisse senetlerinin yanında nedir ki? Bir banka
soymak, bir banka açmanın yanında ne ki? Adam öldürmek, adamı memuriyete
mahkum etmenin yanında ne ki? Vatandaşlarım, burada sizlerden ayrılıyorum. Zahmet
edip geldiğiniz için teşekkür ederim. Bazılarınız bana çok yakınlık gösterdi.
Jenny'nin beni ele vermesini çok yadırgadım doğrusu. Dünyanın değişmediğinin
bir kanıtı bu. Bir takım şanssızlıkların üstüste gelmesi, beni yıkıma
sürükledi. Pekâlâ, ben de yıkılıyorum işte.
(Şarkı
ışıklaması: Altın rengi. Bir boruya asılı üç ışıldak yukardan aşağı iner ve ekranda
şarkının adı görünür.)
MACHEATH'lN HERKESTEN
AFDlLEYlŞt
«Ey dünyada kalan
insan kardeş, Olma bu kadar katı yürekli. Dinsin artık sinsice gülüş, Boynumuzda
ip öleceğiz belli. Bu hallere düşeni hor görmeyin, Sert olmayın yargıcımız
kadar. Hep akıllı olmaz ya insanlar Pek zamansız artık alay etmeyin Dostlarım
örnek olduk herkese Tanrıdan af dileyiniz bize.»
«Yağmur suyu yıkadı pakladı Yemekten yağ
bağlayan etleri Leş kargaları oydu hakladı Çok görüp hiç doymayan şu gözleri
Kendi aklımızca nice yüceldik Sonunda
sehpaya çıktık işte. Aç kuşlar geldi gözleri leşte Gagaları ile kalbura döndük
Dostlar acıyın şu halimize Tanrıdan af dileyiniz bize.»
«Siz kızlar, sere serpe göğüs Bir enayi
tavlamak için Siz, gençler, sağa sol kaşgöz Sızdıracak bir kadın seçin. Orospu,
pezevenk, serseri, Hırsız, soysuz, uğursuz, Sefil, katil, hela bekçisi Af edin
beni topunuz.»
«Polisleri bir kalem geçin Ne sabah
dinler, ne akşam der Ananızı ağlatmak için İtler ensenize binerler Canları
cehenneme ama Dilim varmaz, nasıl derim? Yersiz artık hırgür arama Onlardan da
af dilerim.»
«Vur bir demirle diyor şeytan Yırt
parçala pis yüzleri Ne çare bağışlıyor insan Af edin siz de bizleri.»
SMITH : Buynın, Bay
Macheath.
BAYAN
PEACHUM : Polly, Lucy, son deminde kocanızın yanı-
başında olun.
MAC : Bayanlar,
aramızda geçenler için... SMITH
: (Mac' i götürürken) Hadi
artık!
SEHPAYA GiDiŞ
(Herkes
soldaki kapıdan çıkar. Bu kapılar projeksiyon ekranının içindedir. Daha sonra
sahnenin öteki yanından ellerinde fenerlerle gelirler. Macheath, sehpaya
çıkarılınca Peachum konuşmaya başlar.)
PEACHUM Sayın seyirciler, işte vakit gelip çattı:
, Sıra Sustalı Mack'in idamında! Hristiyanlık falan dinlemez bu iş Affetmeyiz
icabında.
Ama sanmayın ki biz
bu işte ortağız, ve dediğimiz dedik, çaldığımız düdük. Sizin o güzel hatırınız
için, operaya başka bir son düşündük.
Hiç değilse operada
bir kez Bağışlamak, adaleti omuzlasın. Sustalı Mac'i kurtarmak için Kralın
habercisi atını mahmuzlasın.
ÜÇÜNCÜ PERDE FlNALİ
(Ekranda
şu yazı görünür.)
KURTARICI SÜVARtNlN
GELiŞi KORO :Kim? kim?
kim? Kim? kim?
kim?
KADINLAR : Kim gelen?
ERKEKLER : Kim gelen? KADINLAR : Kim gelen? BiRLiKTE
KADINLAR ERKEKLER
Kim gelen? Kim, kim,
kim? Bu bir atlı haberci. Kim, kim, kim? Kim gelen?
Bu bir atlı haberci.
ERKEKLER : Atlı bir
haberci
geliyor geliyor.
KADINLAR : Kim gelen?
Kim gelen?
ERKEKLER : Atlı bir haberci geliyor
geliyor. KADINLAR : Atlı bir haberci geliyor
geliyor. KORO : Bakın
atlı bir haberci!
Bakın atlı bir
haberci!
KANON ERKEKLER
Atlı bir haberci
geliyor.
Atlı bir haberci
geliyor.
Atlı bir haberci
geliyor. KADINLAR
Atlı bir haberci
geliyor.
Atlı bir haberci
geliyor.
REÇÎTATlV
BROWN : (At sırtında kraliçenin habercisi olarak
görünür.)
Taç giydiği bu mutlu
günde, kraliçemizin
emirleriyle
Sustalı Mac'in hayatı
bağışlanmıştır.
(Sevinç
çığlıkları)
Kendisine asalet
unvanı verilmiş;
(Sevinç
çığlıkları)
Ayrıca Marmarel
şatosu
ve on bin Pfundluk
emekli ikramiyesiyle
taltif edilmiştir.
Duyurulur!
Sevgili kraliçemiz
burada bulunan genç
evlilere mutluluklar
diler. MAC :
Kurtuldum,
kurtuldum!
Ben biliyordum,
Ben biliyordum.
Kul bunalmadıkça
Hızır yetişmez
demişler Kul bunalmadıkça hızır yetişmez demişler. POLLY Kurtuldu! LUCY : Sevgili Mackie affedildi!
POLLY VE
LUCY : Ne büyük
sevinç!
BAYAN
PEACHUM : Varıldı böylece mutlu bir sona.
Kraliçenin habercisi
hep böyle yetişse. hayat ne mutlu, ne güzel olurdu.
PEACHUM : Herkes olduğu yerde dursun. Bugün hayatlarını
gösterdiğimiz yoksulların en yoksullarının türküsünü söyleyeceğiz. Çünkü
aslında onların sonu hep kötü. Tekmele-nenler geri tepmeye kalktıkları zaman,
kraliçenin atlı habercisi onları kurtarmaya çok seyrek geliyor, işte bu yüzden
küçük haksızlıklarla pek uğraşmamak gerek.
KORO : (Öne doğru ilerlerken org eşliğinde söylerler.)
Uğraşmayın küçük haksızlıklarla, onlar
zaten kulaktır devede. Büyük haksızlık saklanır kuytuda. Asıl suçlu kimbilir
nerede?
OYUNUN SONU
ÇEVİRMENİN NOTU l:
(Reçitativ'den
sonraki bölümün, müzikalite bakımından yeniden uyarlanmış varyantı.)
MAC : Kur tuldüm,
kurtuldum!
Ben biliyordum,
Ben biliyordum.
Kul bunalmadıkça
Hızır yetişmez demişler
Kul bunalmadıkça hızır yetişmez demişler.
POLLY : Kurtuldu! LUCY : Sevgili Mackie affedildi! POLLY
VE
LUCY : Ne
büyük
sevinç! BAYAN PEACHUM : Mackie'yle Peachum şirket kurmuşlar.
Üstüne bir banka açmışlar.
Kaplan Brovvn'la ortak olmuşlar
el altından. PEACHUM : Pek mutlu bitmiş
operanın sonu
gökten üç elma düşmüş... KORO
:
...tepelerine!
Zıkkımlanmışlar üç elmayı da
kendileri.
Geride kalan yoksullar hep beklemiş:
Onlara da düşer mi üç elma diye...
Madem onlar muratlarına ermiş,
biz de çıkalım kerevetine bari
artık.
KORO : (Öne doğru ilerlerken org eşliğinde söylerler.)
Uğraşmayın küçük haksızlıklarla
onlar zaten kulaktır devede.
Büyük haksızlık saklanır kuytuda.
Asıl suçlu kimbilir nerede?
ÇEVİRMENİN NOTU2:
(Selam
düzeni için "Üç Kuruşluk Opera" filminin final moritatından yapılan
alıntı.)
Tencere kapak denk
gelirse mutlu sona varırsın. Ceplerin doluysa eğer dağlar dümdüz sanırsın.
Ve şu kurtlar
sofrasında
ne kavgalar verilir.
Sonra dostça hep
birlikte yoksulun hakkı yenir.
Ve aydınlık
çatlatacak karanlığı delecek.
Gölgeli de olsa bugün
aydınlıktır gelecek.
SON
Merhaba bugün böbrek bağışçısı olmaya hazır olduğunuzu biliyorsanız (tüm seyahat masraflarıyla birlikte 250.000 $ ödeme yaparsanız), acilen böbrek bağışçısıyla sadece 8 kişiye ihtiyaç duyduğumuz için böbreğimi acilen hastanemize satarsınız.
YanıtlaSilsadece sağlıklı% 100 kişilere uygundur.
Doktorunuza talebinizi yazın:(muratfulton77@gmail.com) ,derhal sizinle iletişime
geçileceksiniz
Not: ameliyat için seyahat etmeye hazır olmalısınız ve yalnızca sağlıklı kişiler
dr:(muratfulton77@gmail.com)
Merhaba bugün böbrek bağışçısı olmaya hazır olduğunuzu biliyorsanız (tüm seyahat masraflarıyla birlikte 250.000 $ ödeme yaparsanız), acilen böbrek bağışçısıyla sadece 8 kişiye ihtiyaç duyduğumuz için böbreğimi acilen hastanemize satarsınız.
YanıtlaSilsadece sağlıklı% 100 kişilere uygundur.
Doktorunuza talebinizi yazın:(muratfulton77@gmail.com) ,derhal sizinle iletişime
geçileceksiniz
Not: ameliyat için seyahat etmeye hazır olmalısınız ve yalnızca sağlıklı kişiler
dr:(muratfulton77@gmail.com)