MAHMUD İLE YEZİDA - Murathan Mungan
MAHMUD İLE YEZİDA
Murathan Mungan
KİŞİLER
MAHMUD
YEZİDA
AK
ÇARŞAFLI KIZLAR
KARA
ÇARŞAFLI KADINLAR
HAVVAS
AĞA
KAYMAKAM
KÖYÜN
DELİSİ
KAYMAKAMIN
KARISI
TELLAL
JANDARMA
KOMUTANI
JANDARMA
KOMUTANININ KARISI
KOŞUCU
KÂHYA
TÜFEKLİLER
KEBİK
NIRVAN
MUHTAR
ABİD
EMMl
EYŞANANA
KÖYLÜLER
RAŞAA
NA
YEZİDİ
KADINLAR
DOKUZKARDEŞ
ULAK
YEZİDÎ
ATALARI EN YAŞLI YEZİDÎ ATASI
Defterdar,
Mal Müdürü, onların eşleri, Teyfo Ağa, Yezidiler...
Birinci
Sahne
AYİN
(Ortada büyükçe
bir ateş yakılmıştır. Ateş, karanlığı ikiye böler, boyu adam boyu kadardır. Ve
zaman zaman kuş sesleri, böcek sesleri duyulur. Doğanın gecedeki sesleri...
(Yezidiler,
ateşin çevresinde iç içe geçmiş üç daire halinde dönerek, ayinlerini
tamamlamaktadırlar. Geride, boydan boya, Yezidilerce kutsal sayılan tavus
ku§unun kanatlarından yapılma, fallik bir totem durmaktadır. Ve sanki bu ayini
izlemektedir. Onun önünde, yüksekçe bir yerde, giysisine tüyler ve kemikler
takmış ayin şeyhi, ayini ve kalabalığı yönetmektedir. Ateşin çevresindeki ilk
halkayı oluşturan küçük çocuklar, eteklerinden aldıkları tuzu avuç avuç ateşe
atmaktadırlar. Kutsanan küçük çocukların çevresinde ise, genç kızlar ikinci
daireyi halkalayarak dönerler; tavus kuşu tüylerinden yapılma giysileri;
kollarında, boyunlarında süs-leri-takılan; ayak bileklerinde halhalları;
yüzlerinde dövmeleri; burunlarında hızmalarıyla genç kızlıklarını kutlar ve
kut-sarlar; çıplak ayaklarının altına serilmiş taze otları ezerler. Son olarak,
onları da çevreleyen bir yetişkinler dairesi vardır. Yetişkinler birbirlerinin
bellerinden tutmuşlardır; en kenetlenmiş, en sıkı daireyi onlar oluştururlar.
(Bir köşede
Yaşlı Kadınlar bağdaş kurmuş, iki yana sallanıp durmakta ve bir y andan büyükçe
bir kazan kaynata-
rak, kazanı
karıştırmaktadırlar. Sonra yaşlı bir adama bembeyaz bir kefen giydirirler,
adam kefeni giymek istemez, diretir, sonra giyer. Yaşlı Kadınlar, kefenin
üzerine kırmızı boya çalarlar. Adamın başı düşer, kolları gerilmiş gibi açık
kalır iki yanında. Bir süre adamı ölü olarak gezdirirler, sonra kefeni çıkarıp
ateşe atarlar. Kefen ateşe atılınca adam yerinden fırlayıp, ateşin çevresini
dönmeye başlar. Genç kızlar, adam dönerken el çırparlar.
(Daireler
giderek daralır. Mırıltılar, ayin duaları, iniltiler yükselir. Daire giderek
küçülmüş yalnızca adam boyu a-teş kalmıştır ortada. Daire en daraldığında, ve
bir ateş, ve bir de çevresine kilitlenmiş kalabalık kalınca ortalıkta:)
YEZİDİLER
— Cümle kötülükler bu daireye hapsolsun!
Cümle
kötülükler bu ateşte yansın, yok olsun!
Işıklar.
İkinci
Sahne
DİLEK
AĞACI
(Yezida, dağ
başındaki Dilek Ağacının dibindedir. Adak çaputlanndan artık dallarını
kaldıramayan ağaca, ateş rengi bir çaput daha bağlamaktadır. Mahmud'un
geldiğini görmemiştir bu yüzden. Mahmud bir süre oyalanır, Yezida' yi izler.
Sonra sevgiyle gürleyen bir sesle)
mahmud— Nedir dileğin Yezida?
YEZtDA—
Senden başka dileğim yoktur Mahmud.
mahmud— Dileğinin çaresini
ağaçtan mı beklersin Yezida? Bu kaçıncı gündür bilir misin?
YEZİDA—
Bu gün kırkıncı çaputu bağlamışımdır ağaca, sağ-salim gelesin diye kırkıncı
çaputu bağlamışımdır bu gün.
mahmud— Bu gün kırkıncı
örüğünü öreceğim Yezida. Saçına kırkıncı murat düğümünü atacağım. Bu gün kırk
örük tamam olmuştur. Bu düğümler,-bu örükler ne zaman çözülecek Yezida?
yezida— Saçlarımın örüğünü
çözmek "ilk gece hakkındır" Mahmud. Ya sen çözersin bu örükleri, ya
ölüm.
mahmud— Gel deli kız gel de,
ölüm araya girmeden kırkıncı örüğünü vurayım.
11
(Yezida sevinçle
koşar. Mahmud, Yezida'nın saçının son tutamını da örer. Örük bittiğinde)
mahmud— Kırk! Kırkı tamam
eyledik!
YEZtDA—
Şükür seni kırk gündür gösterene.
mahmud— Hep bu korkuyla mı
yaşayacağız Yezida? Hep günleri sayarak mı? Hep ölümle, hep sevdayla mı yaşayacağız?
Kaç bana Yezida, kaç da korkulu günler dinsin artık. Bak Dilek Ağacı bile artık
kollarını kaldıramıyor. Onun da takati tükenmiş. Al al olmuş rengi, kızgın,
öfkeli...
YEZtDA—
Ya bir de köyler öfkelenirse Mahmud? Aşiretler öfkelenirse? Bu topraklar kızarsa
kanla sulamak gerekir o zaman. Kanla serinletmek gerekir bu toprakları. Ne beni
sağ korlar Mahmud, ne de seni.
mahmud— Kaçarız Yezida. Tümden
kaçarız buralardan. Nereye istersen oraya kaçırırım seni. İzimizi bile bulamazlar
Yezida.
YEZİDA—
Bulurlar Mahmud. Hangi köye gidersek gidelim bulurlar. Yezidiler öcünü yerde
komaz. Bir Müslü-mana kaçan Yezidi kızı vurulmadan, o kızın kanı akıtılmadan,
canı alınmadan Şeytan rahat vermez kimseye. ..^e-ek-mter-feverir^ne-yağmıırr ne
evlerde dirlik-dü-zenlik. Her şeye sebeptir kaçan o Yezidi kızı. Kanı alınmadan
hiçbir yerde, hiçbir Yezidi rahat yüzü görmez. Törelerimiz böyle der.
mahmud— O zaman izin ver
isteteyim seni ağandan-ba-bandan?
YEZİDA—
Töremizi bilmez gibi konuşursun Mahmud. Hangi Yezidinin, bir Müslümanla
evlendiği görülmüştür Mahmud? Hangi kitapta yazar bu? Sevda, aklını
du-manlandırmıştır.
12
mahmud— Seni isterem Yezida.
Başka bir şey bilmem.
yezida— Sen delirmişsen
kurban? Daha seni köyün kapısında vururlar. İlk adımını kana bularlar. Al
kanın bana şerbet diye içirip, beni kilitlere vururlar.
mahmud— Peki ne yapacağız
Yezida? Ne olacak bu işin sonu?,
yezida— kırk gündür bu soruyu sorarsın mahmud.
mahmud— Sorarım elbet. Nedir
çaresi bilmek isterem. Ya sen ne diye bağlarsın ateş rengi çaputları Dilek Ağacına?^
dilersin ağaçtan? Bir çare değil? Ama nasıl bir çare? İşte ben bunu sorarım
sana. Çarenin adını koymak isterem.
yezida— Bir çaresi bulunur
elbet Mahmud. Lakin vakit erkendir. O kadar kapıp koyvermeyelim kendimizi. Bir
çaresi bulunur elbet. Bulunmalıdır.
mahmud— Çareyi biz bulacağız
Yezida. Çare ağaçtan gelmez. Zaman kısa. Köyler küçük. Bir duyarlarsa buluştuğumuzu,
bir görürlerse; İşte o vakit sağ komazlar i-kimizi.Kara yerlere geliriz. Çareyi
hemen bulmalıyız Yezida... Çare aramaya vakit geçirmek gelmez. Kırkıncı günü
geçirmeye gelmez.
YEZİDA—
Bu gün beni kaçırmaya gelmiş gibisin Mahmud. Kaçırmakta kararlı gibisin...
Korkmaktayım... (Sessizlik.)
MAHMUD—
Bu gün seni kaçırmak isterem Yezida.
yezida— Ya ben kaçmak
istemezsem Mahmud? Ya diretirsem? Zorla mı kaçınrsan beni? Canımı yakarak,
kırk gündür örük vurduğun saçlarımı yerde sürüyerek mi kaçırırsın?
MAHMUD—
Nasıl böyle söylersin Yezida? Bu nasıl konuşmaktır? Nasıl dilin varır böyle
söz etmeye? Kıyamam sana ben. Kıyabilir miyem Yezida? Hem ipek saçına
örük
vururken bile canın yakmayayım diye ellerime kanat takmaz mıyım? Sabah yeli
gibi dokunmaz mıyım saçının her teline? Nasıl böyle konuşursun benim kalbim
böyleyken?
YEZfDA—
Korkaram Mahmud. Ben yalnızca korkaram.
mahmud— Gönlün olursa, nzan
olursa gel benimle. Bu gün kırkıncı gündür. Bu gün, uğurlu bir gündür. Yukarı
yaylalarda hısımlarım, akrabalarım vardır. Kapısına geleni geri çevirmezler.
Ağalık töresidir bu. Saklarlar bizi. Sonra başka bir diyara göçeriz. Dinine
karışmam. İster Müslüman olursun, ister Yezidi kalırsın. Yeter ki karım ol, can
yoldaşım ol. Sen gibi çocuklar doğur bana.
YEZlDA—
Güzel söylersin Mahmud. İyi söylersin ya; kimse rahat yüzü göstermez bize,
kimse rahat komaz bizi. Hangi ana oğluna Yezidi gelin ister? Hangi ağaya Yezidi
kızını gelin diye götürürsün de evinde konuk eder?
mahmud— Her kapıyı çalarız
Yezida. Her çareyi deneriz. Elbet bir anahtar bulunur derdimize.
YEZİDA—
Olmaz bir iştir Mahmud. Can yakıcı bir iştir. Yalnız senin, benim canım olsa
neyse ne; lakin köyler düşer birbirine. Bununla da kalmaz, bir zaman babadan
oğu-la can alınır. Biz unutuluruz, Mahmud da, Yezida da unutulur. Sebepsiz bir
öç kalır geriye. Böyle anılalım ister misen Mahmud? Böyle bir lanetli sevdaya
bulaşalım ister misen? Sana sen gibi çocuklar doğuracakken, tüyü henüz
bitmemiş günahsız sabiler tüfek kuşanıp kan döksün ister misen? Artık mezarında
kemikleri bile kalmamış bir Mahmud için, bir Yezida için yıllar yılı böyle
günahsız sabilerin kanı aksın ister misen?
mahmud— İyi söylersin, güzel
söylersin Yezida. Daha doğmamış çocukları düşünürsün. Ya biz ne olacağız kur-
14
ban?
Ya Mahmud ne olacak? Herkesi düşünen yüreğin Mahmud'u düşünür mü? Mahmud'a
yanar mı? Sen delikanlı sevdası nedir bilir misen Yezida? Delikanlı yarası
nedir bilir misen? Bunu anlatmak sana hayli müşküldür sevdiğim, hayli
müşküldür.
YEZİDA—
Sanki benim yüreğim buza kesmiş gibi konuşursun Mahmud? Yüreğimin yalazını
görmez gibi konuşursun.
mahmud— Sevdalıyım sana
Yezida. Bu sevdadan murat almalıyım. Bütün dediklerimin, diyeceklerimin mayası
budur.
Dilersen
anama götüreyim seni. O beni sever. Hem de çok sever. Geri çevirmez dileğimi.
Başta biraz huysuzluk eder ya, sonra sonra alışır sana. Hem sen sevdirirsin
kendini, sen kendini dokuz köye, dokuz cihana sevdirirsin...
YEZtDA—
Sevmezler Mahmud sevmezler. Kendi yüreğine hayal salma. Hiçbir Müslüman
Yezidiyi sevmez Çok çektirmişlerdir bizlere, çok taşlara tutulmuşuzdur. Atalarımıza
da, dedelerimize de, bizlere de çok etmişlerdir çok... Ve de bin yıllık nefret
dururken surda olanca haşmetiyle, kimse bir garip Yezida'yı sevmez Mahmud.
Sevemez!
mahmud— Ben sevdim Yezida. Hem
de çok sevdim. İnan olsun ölümüme sevdim!
yezida— (Boynuna atılır) Mahmud!
Mahmud'um! Ölüm istemekteyim! Çaresi budur!
mahmud— Deli kız, ne dersin
sen? Nasıl söz edersin öyle? Ölümün ne işi var aramızda? Daha bana sen gibi çocuklar
doğuracaksın Yezida. Karım olacaksın. Kırk örüğün benimdir. Bu sevda, bu beden
benimdir!
yezida— Senindir Mahmud!
Ölümüme senindir!
mahmud— Seni ilk gördüğüm günü
hatırlamakta mısın Ye-zida?
YEZIDA—
Hiç unutabilirim Mahmud?
mahmud— Hele deli kız
ağlayacağına, gel yine oyun oynayalım. Seni ilk gördüğüm o günü oynayalım. En
güzel oyun odur.
(Bu sahne
"oyun içinde oyun" olarak sürecektir, zaman zaman kopsalar bile
oynadıkları oyundan, gene de oyun biçiminde sürecektir. Düş ile gerçeğin
ayrımını yitirmişlerdir artık.)
YEZIDA—
Seni gördüğüm o ilk gün ırmağın öte yakasınday-dın.
mahmud— Seni görünce ırmağı
geçtim Yezida.
YEZtDA—
En mümkünsüz işi basardın.
MAHMUD—
Ben ırmağın öte yakasındayken, sen benimle eğlendin uzaktan. Sandın ki ırmağı
geçemem. Sandın ki yanına ulaşamam. Sandın ki ırmak geçilmez.
YEZIDA—
Irmağı yüzerek geçen görülmemiştir bugüne dek. Irmağın da töresi vardır
kendince: Adam yüzdürmez üstünde, insan barındırmaz, kendine yüzmeye geleni
çeker suyun dibine, yutar.
mahmud— Önümde ırmak vardı. Ve
de başka çarem yoktu.
YEZIDA—
Yukarı koyaktaki dağ yolundan başka hiçbir yol bu tarafa adam getirmez, başka
hiçbir yol bu yana iz sürdürmez... İnsan taşımaz.
MAHMUD—
O yolu her gün senin için geçmekteyim Yezida.
YEZIDA—
O yol sarptır Mahmud. Herkese geçit vermez, her babayiğit aşamaz yukarı koyağı.
Yol izin verse kartallar, akbabalar, alıcı kuşlar izin vermez.
mahmud— Ben izini sevdamdan
almm Yezida. Gücümü sen-
16
den
almm. Irmağın öfkesini yendim, dağın öfkesini yendim...
YEZIDA—
Ya köylerin öfkesi Mahmud? Ya insanların? Ya törelerin, aşiretlerin? Onları
yenebilir misen sen? Bin yıllık çaresizliği?
mahmud— Yeneceğiz Yezida.
Seninle birlik olup yeneceğiz. Tek başıma benim de gücüm yetmez. Ama sen
olursan yanımda, sevdan olursa, desteğin olursa. Tüm civar köylerden ağalar,
beyler gelse de; İdil'den, Cizre'den, Midyat'tan kaymakamlar gelse de;
Mardin'den, Diyar-ı Bekir'den, Siirt'ten valiler gelse de; Ankara'dan vekiller
gelse de yeneriz Yezida. Her mâniyi aşarız, her güçlüğü yeneriz. Yeter ki
bileklerimiz birleşe seninle...
YEZtDA—
O gün ırmağı geçmeyecektin Mahmud. O gün ırmağı geçmeyecektin. Şimdi çaresiz
olmazdık böyle.
mahmud— Şimdi sevdasız
olurduk.
Ve
de bir kez girmiştim suya, dönmek olmazdı.
YEZIDA—
Bir kez geçmiştin ırmağı. Boğulsan sebebin olacak idim. Büyük bir iş
başarmıştın. Er kişiydin. Yiğittin. Dağlar gibiydin. Yüreklendirmiştim seni, el
etmiştim. Dönmek olmazdı. Saçından sular sızıyordu bedenine.
mahmud— Şaşkın öyle
bakıyordun.
YEZIDA—
Bakıyordum. İlkin saçlarını kuruladım, sonra yüzünü, boynuna inmiştim ki...
MAHMUD—
Bileklerini kavradım.
yezıda— Gözlerimiz değdi
birbirine.
mahmud— Şaşkın bakıyordun.
yezıda— Gözümü alamamıştım.
mahmud— Uzun zaman elin kalakaldı
yüzümün bir yanında.
YEZIDA—
Yüzünde kalakaldım. Yüzümde kalakaldın. Taze ömrümde gördüğüm en güzel er kişi
yüzüydü. Göz-17
lerin
güleçti. Gözlerinden ırmaklar geçiyordu çağıl çağıl...
MAHMUD—
Mecnundum. Gözlerim dünya sığıyordu.
YEZIDA—
Yüreğime soluk yetiştiremiyordum. Orada yığılıp kalmaktan korktum.
MAHMUD—
Genç ömrümde gördüğüm en güzel kız yüzüydü. Uzaktan el etmiştin bana. Hâlâ onun
sevincindeydim.
YEZIDA—
Önce sen seslenmiştin.
MAHMUD—
Irmağın kıyısında, karşı kıyısında bir ceren var dedim kendi kendime. İlk
gördüğümde bir ceren mi, bir kız mı diye akıl erdiremedim. Seslendim!
YEZIDA—
Sen seslenince dönüp baktım ardıma.
mahmud— Bir hayal dedim kendi
kendime. İnsanın böylesi olamaz. Sonra güldün. Gülmen insan olduğuna delaletti.
YEZtDA—
Irmağın öte yakasındaydın. Nasılsa erişemezdin bana. Ferhat dedikleri herhal
bu olmalı dedim kendi kendime. Irmağın öte yakasındaki Ferhat! Yüreklendim.
Güldüm.
MAHMUD—
Sen gülünce, sen gülünce, bu gülüşe ulaşmak gerek dedim. Pahası ne olursa
olsun ulaşmak.
yezida— Müslüman eri hep bir
garip korku, hep bir garip duygu salmıştır yüreğime. En dokunulmayandır. En
gizli olan. En yasak olan. En günah olan. Böyle bir korkulu sevdadır Müslüman.
Irmağın öte yakasındaydın. Bütün Müslümanlar gibi. Ve ölüm gibi bilinmezdin.
Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz ölüm gibi.
MAHMUD—
Bir zaman ırmağın kıyısından izledim seni. Lakin sen de ayrılmadın ırmağın
kıyısından. İkimiz ırmağın iki kıyısında yürüdük bir zaman. yezıda— Aynlamadım ırmağın kıyısından.
Hep sana bakmak
18
istedim.
Hep sana bakmak. Yüzünü seçmeye çalışıyordum uzaktan. Bir dağ yürüyor gibiydi.
Mümkünü yok bu Ferhat dedim kendi kendime.
mahmud— Sen oradaydın, ırmağın
öte yakasında bir ceylan. Gülmesen bu ceylan diyecektim. Bu ceren diyecektim.
Ve yoluma yürüyüp, geçecektim. Lakin güldün bana ırmağın öte yakasından.
İnandım. İnsandın. Bana gülüyordun. Irmağı geçmek gerek, dedim.
YEZIDA—
Irmağı nasılsa geçemez dedim. Nasıl olsa varamaz benim yanıma. Böyle bir
babayiğidi bir. daha nerde görürem dedim kendi kendime... Böyle bir Ferhad'ı...
İyice bir bakayım dedim. Doya doya bakayım. Gözlerime yüzünün suretini
çıkarayım dedim. Canım, bedenim unutmuş gibiydi. Yürüdüm yanınsıra, yürüdüm
ırmak kıyısında. Sonra anladım elinde uzun kavalın vardı. Lakin çalmadın.
mahmud— Sonra el ettin. Sen el
edince bana. El edince...
YEZIDA—
İlkin bir oyun gibi gelmişti bana. Eğlenmek istedim fikrimce. Nasılsa ırmağın
iki kolu kavuşmaz, bir araya gelmez dedim.
mahmud— Sen el edince bana, bu
iş tamam, dedim. Sonra ırmağın kollan kavuştu. Sonra kollarımız kavuştu.
YEZIDA—
Şaşkındım. Dilim yoktu sanki ağzım içinde. Konu-şamıyordum. Gittikçe
yaklaşıyordun. Korku basmıştı yüreğimi, tenim yalazlanmıştı.
mahmud— Sen bana el edince,
işte o zaman soyundum esvap lanmı, girdim ırmağa. Dönüşü yok artık bu yolun, dedim.
Ya sen kazanırsın, ya ırmak, dedim.
YEZIDA—
Hep böyle oldu şimdiye dek. Ya bir şey kazandı; Ya öteki şey. Hayatla ölüm
arasında her şey.
mahmud— Irmak güç yetiremedi
bana, kulaçlarımın hakkın-
19
dan
gelemedi, sanki ellerimden tutmuş karşı kıyıya çekiyordun beni. O gücün başka
bir kudreti olmazdı. O-lamazdı. Bütün hikmeti buydu. Sen elimden tutmuştun.
yezida— Bu iyiden iyiye aklını
yitirmiş, dedim. Kim girer bu coşkun, bu asi ırmağa? Bu asi ırmak kaç can aldı
şimdiye dek? Kaç ocak söndürdü? Sen yaklaştıkça bu yana dua ettim içimden,
boğulmayasın diye, deli dalgalar alıp götürmesin seni diye, töresini bozduğun
ırmağın öfkesine gelmeyesin diye.
MAHMUD—
Irmağın öfkesini yendim. Irmağın töresini yendim. Sonra çıktım ırmaktan,
bedenimde binlerce ırmak.
YEZtDA—
Yapacak bir şey kalmamıştı artık. Bu Ferhat dedim kendi kendime. Oyun bitti
dedim. Düş gerçek oldu dedim. Dağ yanıma geldi dedim. Yezida, bu yiğit senin
yazgındır dedim, kendime ve de bedenime.
mahmud— Irmağı geçtim, dağı
aştım, sana geldim Yezida.
YEZtDA—
Tam kırk gün!
mahmud— Tam kırk gün geldim
sana.
YEZtDA—
Her gün için bir örük ördün saçlarıma.
mahmud— Artık saçlarını çözmek
isterem Yezida. İlk gece hakkımı isterem.
YEZtDA—
Irmağı geçtin, dağı aştın Mahmud. Ben senin hakkınım artık. Bir diyeceğim
yoktur buna.
MEHMUD—
Hakkımı isterem Yezida. Sevdalılık hakkımı. Sevdalılık hakkımı ödeyesin bana.
YEZtDA—
Var git babama iste beni desem, vururlar seni Mahmud. Sağ komazlar bilirem.
Babam Deli Miro ki, elini bacı kanına bulamıştır, evlat kanına da bular. Babam
ki ağasıdır köyün, babam ki Deli Miro diye nam salmıştır, bin yıllık töresini
bozup da Müslümana kız ver-
20
mez.
Diyelim ki verdi beni Deli Miro, deli aklına uydu da verdi beni sana. Bacısını
namus uğruna vurduğunu unuttu da verdi. Senin köyün, senin köylün beni kabul
eder mi sanırsın? Anan etmez, kardasın etmez, ağan etmez, komşun etmez,
kapındaki itin etmez. Ben kapına it olmaya hazırem Mahmud, lakin, eşikteki
çomağın etmez. Her gördükleri yerde taşladıkları Yezididen köylerine gelin
gelsin istemezler. Çocuklar ardımdan güler, kadınlar arkamdan fesat salarlar.
Böyle bir ömür nasıl geçer Mahmud? Nasıl geçer? Sen kıyabilirsen bana? İstersen
her gün ağlayıp gözyaşımla durayım karşında?
mahmud— O nasıl söz Yezida?
Mardin'den öte diyarlar vardır. Dilersen seni oralara götürürem.
YEZtDA—
Ben başka diyarlarda solaram Mahmud. Ben kapı önüne dikilmiş ince bir dalım.
Başka diyarlar bilme-mişem bu boya kadar. Başka topraklar görmemişem. Başka
topraklarda kök salamam Mahmud, kurur gidereni. Ben bir Yezidiyim Mahmud.
Anam-atam Yezididir. Yüreğim ne olursa olsun gördüğüm töre Yezidi töresidir.
Âdetim, törem başkasına el gelir. Kimbile belki bir zaman sonra sen dahi yaban
bakarsın bana.
mahmud— Ben yüreğimden başka
töre bilmezem Yezida.
YEZtDA—
Yüreğin aklı yoktur Mahmud. Ve de yüreğin töresi uçan olur.
mahmud— Naçar bırakma beni
Yezida. Bir it gibi severem seni, bir it gibi. Dileğin buyruğum olacaktır. Daha
ne istersen?
yezida— Aha bir it de ben
olmuşam sevda uğruna. Lakin ikimiz yalnız değiliz dünya üstünde Mahmud. Ve
bizim dünyamız üç-beş köyden öteye geçmez. Sanma ki seni sevmiyrem, sanma ki
sevdam azalmıştır, muhabbetim
21
eksilmiştir.
Her gördüğümde kırk misline çıkar sevdam. Muhabbetim Leylâ ile Şirin'e
emsaldir. Lakin her bir müşkülü düşünmek ve de aklıma vurmak zorunda kalmışem.
Çünkü ben bir Yezidiyem Mahmud. Ben bu topraklar üzerinde çok kimsesizem, ve de
dişiyem. Yarın bir gün sen ölende tutunacak dalım olmaz, yaslanacak ağacım.
Sen hiç Yezidi olmamışsen Mahmud, nerden bileceksin yüreğimin gizlisini? Çöz
saçlarımı Mahmud. Çöz saçlarımı da köyüme gönder beni. Kırk gündür bir düş
gördük diyelim. Kırk gündür bir sevdalı uykudaydık diyelim. Kırk gün geldi
geçti diyelim. Çöz saçlarımı Mahmud. Çöz de sal beni.
mahmuı>— Çözmem saçlarım Salmam
gidesin köyüne. Onlar benim ilk gece hakkımdır. Sevdamızın töresi böyle
buyurur... Ne çabuk unutmuşsan Yezida. Karım olacaksan. Ölümüme olacaksan.
YEZtDA—
Son sözün budur Mahmud?
mahmud— Son sözüm budur
Yezida.
YEZIDA—
Madem öyle, kaçacağam sana Mahmud. Lakin bana bir vakit mühlet veresin. Nereye
götürürsen oraya gi-decağım. Sevdam gibi canım da sana emanettir. Bizimkisi
hayat sevdası değil, ölüm sevdasıdır. Lakin madem ki beni ömrüne ortak etmek,
can yoldaşı kılmak istersen, gelecağım seninle Mahmud, nereye götürürsen götür
gelecağım. Şimdi ikimiz de köylerimize dönek. Ve de her kim hazır olur ki,
Dilek Ağacının dalına bir yeşil çaput, bir yeşil murat mendili bağlar. Üç günde
bir çıkar bakaram ağacın dallarına, senden bir işmar beklerem. Sen de üç günde
bir çık dilek ağacının tepesine ve de benden bir yeşil mendil bekle.
mahmud— Sözün sözdür Yezida?
Sözün sevda sözüdür?
YEZîDA—
Sözüm sözdür Mahmud! Sözüm sevda sözüdür. Sözüm senin sevdana sözdür. Ve de
başının üstüne sözdür. Seni çok sevmekteyim Mahmud, çok sevmekteyim.
mahmud— (Yezida'yı kollarının arasına alır.) Göreceksen
seni Sultan edecağım Yezida. Pişmanlık yoklamaya.cak yüreğini. Erliğimin
üstüne başım koyarım ki, bir kara gün göstermeyeceğim sana. Yezida'm, Yezida'm
benim! Alnı top perçemli yiğit oğullar isterem senden!!
yezîda— Hurma dalından
beşikler isterem senden... Hurma dalından...
Işıklar.
Üçüncü Sahne
DÜĞÜN
(Havvas Ağanın
köyünde Düğün Evinin önü. Açıklık, meydanlık y er. Sahne gerisinde uzun
masalar, üstlerinde kar beyazı örtüler, yerlere kadar... Üzerinde türlü
yiyecekler, içecekler. Meydanın iki yanında el çırpan kalabalık. Ortada ve önde
oyuncular, oyun oynayan köylüler, hüner gösterenler. Yüksekçe bir yerde
Tüfekliler. En arkada uzun bir merdiven. Merdivenin üstünde altında birikmiş
kadınlı bir kalabalık, gelini beklemekte. Ak Çarşaflı Kızlar, Kara Çarşaflı
Kadınlar. Merdivende kınlan testiler, dağılan şekerler, yuvarlanan bozuk
paralar, kapışan çocuklar, curcuna, şenlik...
(Uzun masaların
ortasında, Kaymakam ve eşi, Jandarma Komutanı ve eşi, Defterdar, Mal Müdürü ve
onların eşleri, komşu köylerden gelen konuklar, Teyfo Ağa, Muhtar, Kâhya,
köyün ileri gelenleri, eşraf, ayan... Ortalık yerde Köyün Delisi, ve Tellal...
(Merdivenin
dibine birikir Kara Çarşaflı Kadınlar. Merdivenin üzerine dizilir Ak Çarşaflı
Kızlar.)
24
AK
çarşaflı kızlar— Ay gelin, kız
gelin Yeter gayrı naz gelin Çık kapıya yüzün göster Ak çarşafın boz gelin. kara çarşaflı kadınlar— Ay gelin, kız
gelin
Çarşafın
renk değiştirdi Büyüdün gelin oldun Ayağın ev değiştirdi.
—Gerekirse
karşılıklı tekerlemeler sürer—
havvas ağa— Düğünümüzü
şenlendirmişseniz Kaymakam Bey, şeref vermişseniz, sağolasınız, varolasmız. Siz
de sağolasınız yenganım. Komutanım sizler de (Herkese teker teker} sizler
de... sizler de... sizler de...
kaymakam— Sen de sağol Havvas
Ağa, sen de sağol, köyün de sağolsun.
havvas ağa— Köyüm sağolmaya
sağolacak da, lakin şu top rak reformunun kolu bizim toprağa uzanmasa...
kaymakam— Politika yok Havvas
Ağa, düğünde olsun politika yok. Burda olsun politika konuşmayalım.
havvas ağa— İyi dersin de Kaymakam
bey, diyiler ki, toprak reformuyla hökümet bizim topraklarımızı alıp ona buna
dağıtacak imiş.
kaymakam— Olur mu öyle şey
Havvas Ağa, olur mu öyle şey? Kimsenin malını kimsenin elinden almaz Devlet Baba.
Dağıtılacak olan hazine topraklandır. Yüreğinizi geniş tutun. Hem sen Defterdar
Beyin ahbabısındır. O-na sorsaydın, o açıklardı sana işin doğrusunu. Toprak
reformuyla hazine topraklan yoksul ve topraksız köylüye dağıtılacaktır. Hepsi
bu.
köyün DELlsl— Kimin malı,
kime dağıtılıyor Kaymakam Bey?
25
kaymakam— Ne diyor yahu bu? Ne
diyor bu?
Nerden
çıktı bu?
havvas ağa— Aldırmayın Kaymakam
Bey. Köyün delisidir o! Ağzına geleni söyler ya kimse kulak asmaz ona. Ortalıkta
gezinir durur öyle. kaymakamın karısı— Ay
deli meli ama baksanıza talebeler
gibi
konuştu vallayi. tellal— Hele hele
hele huuu! Bu köy düğün yeridir Şenliğinden bellidir Düğünde oynamayan ya
divane ya delidir.
(Türlü oyunlar
oynanır. Açıkta bıraktıkları bellerine kaş-göz çizerek bellerini yüz haline
getirmiş oyuncular çıkar ortaya. Çevrelerine topladıkları kalabalıkla sahnenin
bir yanına yığılırlar. Bu bölüm boyunca zaman zaman, kalabalıklar öbekler
halinde, sahnenin bir yanından ötekine sürekli bir akım sağlayacaktır.
Konuşmalar bu yer değiştirme sıralarında yapılacaktır. Oyunla ilintili olarak,
değişik yöre oyunları eklenebilir, ya da çıkartılabilir. Bir tek "Yezidi
Taşlama Oyunu" nün işlevi çok açık bir biçimde belli olduğundan değiştirilemez.)
kaymakamın KARISI— Şu köyler çok
ilginç yerler oluyorlar. İnsanın burada hiç canı sıkılmazmış gibi geliyorlar
bana.
jandarma komutanının KARISI—
Ben de öyle sanıyorum. Bana da öyle geliyorlar. Bu gibi bu gibi yerlerde çok
eğleniyorum. Zaten bizimki beni hep gezdirir. Tayinimiz bu gibi yerlere çıktığı
zaman, önce hep üzülürüm, sonra hizmet aşkıyla sevinirim. Sonra bizimki beni
daha fazla üzülmeyeyim diye beni hep böyle gez-
26
dirir.
Köylere falan gideriz. Kaşık, kilim toplarız.
kaymakamın KARISI— Öyle öyle,
vatanın her bir parçası, her bir karışı bizden hizmet bekliyor. Kocamın tayini
nereye çıkarsa çıksın aynı hizmet ateşiyle koşarız. Koşarız, koşarız. İlden
ile koşarız. Biz kaşık ve kilime ilaveten çorap ve heybe de toplarız.
tellal— Koşun, koşun
koşmacadır yansın adı Kazanana armağandır kendi muradı.
(Sahnenin
gerisinde bir yerde koşmaca başlar. Koşanlar az sonra öteki yandan
gireceklerdir, sanki köyün çevresini koşmuş gibi.)
havvas ağa— Hazine toprakları
demektesin Kaymakam Bey... Hangi tarafın toprağıdır bu? Dağıtılacak olan toprak
bellidir?
kaymakam— Aklın fikrin toprakta
Havvas Ağa. Allah gözünü doyursun! Uçsuz bucaksız, göz alabildiğince toprakların
var. Hâlâ üç dönümlük toprağın lafım edersin. Dağıtılan topraklar sizin
topraklardan uzaktır, gönlünü geniş tut.
havvas ağa— İlahi Kaymakam Bey,
Ağa kısmının aklı başka nerde olur? Bizim fabrikamız, dumanımız yok. Tek
sermayemiz toprak. Ve de bizim işimizdir çiftçilik!
kaymakam— Senin işin çiftçilik
değil Havvas Ağa, çiftçilik değil, ağalık, senin işin ağalık.
havvas ağa— İyi dedin Kaymakam Bey,
doğru dedin. Adını üstünde dedin: Ağalık... Lakin ağalık vermekle olur
denilmiştir. Onca yancı, onca ırgat çalışır kapımızda. Ola ki veresin değil?
Olmayınca nereden vereceksin? Bunun için ağa kısmının aklı fikri toprakta olmak
gerektir.
kaymakam— Yine de bu kadarı
fazla Havvas Ağa. Açgözlülük yani. Danlmayasın sözüme ama işin gerçeği bu.
havvas ağa— Öyle deme Kaymakam
Bey, öyle deme. Eskiden ağalar eşkıya beslerlerdi dağlarda. Başlan sıkıştı mı,
bir kemlik oldu mu, bir habar uçururlardı dağlara. Eşkıya ossaat inerdi dağdan,
giderdi ağasının kapısına. Emri neyse yerine getirirdi ve yine dönerdi dağına.
Köy mü basılacak, adam mı vurulacak; Ossaat ağanın muradı gerçek, dileği sahi
olurdu. Şimdi dağlarda eşkıya kalmadı Kaymakam Bey. Şimdinin ağalan dağlarda
adam beslemiyi. Bizim adaletimiz nasıl sağlanacak pekiy?
kaymakam— Kanun kuvvetiyle
Havvas Ağa, kanun sayesinde. Kanuna karşı gelinmez, kanun ne derse o olur.
kaymakamın karısı— Havvas
Bey, Havvas Bey, kim evleniyor?
havvas ağa— Evlenen yegenimdir yenganım.
Gelinin dayısı
oluram.
jandarma komutanının karısı— Gelinin
adı ne? havvas ağa— Nirvan'dır
yenganım.
JANDARMA
KOMUTANININ KARISI— (BaŞMl Sallar) Hlll...
havvas ağa— Damat öksüzdür.
Babasını yitireli çok olmiş-tir. Köyümüzün ileri gelenlerinden idi.
Düğününü-derneğini ben kuraram. İki yiğit oğlu var idir. Bu evlenen büyük oğli
Kebik'tir. Ahaa bu küçük oğlı Mah-mud'tur. Şimdi sıra küçük oğlundadır. Değil
Mah-mud?
(Mahmud başım
öne eğer.
(Havvas Ağa,
anlamlı anlamlı Teyfo Ağaya döner.)
havvas ağa— Değil Teyfo Ağa? 28
(Teyfo Ağa hiç
sesini çıkarmaz. Belli belirsiz gülümseyip önüne diker bakışlarını, tesbihiyle
keyifli keyifli oynamaya başlar.)
jandarma komutanının karısı— Kız
kendi nzasıyla mı varmış damada? Görüp, beğenip de mi evlenmiş, yoksa öyleden
mi vermişler?
(Jandarma
Komutanı, karısını sinirli sinirli dirsekler, susturur.)
tellaı^- Yezidi şeytan kuludur
Oyunumuzun
adı Yezidiyi taşlama oyunudur Her kim ki bir Yezidi taşlar Şeytanı taşlamış
gibi olur.
(Mahmud,
kahrolurcasına kalakalır.)
tellak- Haydi çıksın meydana
Yezidi
O
kendi çıkmazsa şeytan çıkarır şimdi Şeytan nerde, işte şeytan burdadır Kimin
inadı en büyükse, Daireye girecek Yezidi o olacaktır.
(Ortaya şeytan
giysilerine bürünmüş, maske takmış biri çıkar, herkese korku salar, saldırır
her önüne gelene, herkesle eğleşir, döne-oynaya ortalığı birkaç kez dolaşır.
Sonra kalabalıktan birini, yakasından çekerek ortaya getirir. Yakasına
yapışılan inatçılık belirtisi olarak direnecektir.)
tellaı^- Yezidinin kim olduğu
belli oldu.
(Yezidiyi oynayacak
olanın çevresini bir tebeşirle çizerek daire içerisine alır.)
Yezidi
daire içerisine hapsoldu
Haydi
artık Yezidiyi taşlama oyunumuz başlasın
Allanma
inanan her Müslüman Yezidiyi taşlasın.
(Yezidinin
çevresini halka içerisine alarak çevresinde dönmeye başlarlar. Herkes yerden
taş alıyor, f ir [atıyormuş gibi yaparak birbirini yineler. Yezidi, kendini
taşlardan sakı-nıyormuş gibi yaparak, kendini tamlayanlara yalvarır. Daireyi
silmeleri için ağlar, gözyaşı döker. Yezidiyi oynayacak olan gerçekten ağlamalıdır.
Yoksa bahşiş alamaz. Yezidi, kendisini daireden çıkarmaları için tamlayanlara
yalvarırken, üstünü başını parçalar, kırmızı boyayla sezdirmeden kan yapar tenine.
Sezdirmemesi işinin hüneridir. Bu arada "Nedir günahım söyleyin"
diye bitirir yakarmasını...)
taşla yanlar— Yezidisin
Yezidi!
Yezidi
şeytan iti!
Yezidisin
Yezidi!
Yezidi
şeytan iti! tellal— Kan içinde
kaldı Yezidi daha taşlansın mı?
Yoksa
daire silinip yeni bir oyuna başlansın mı? taşla
yanlar— Yezidide şeytan var
Biz
şeytanı taşladık
Cümle
müslüman olup
Namazlara
başladık.
(Yezidinin
çevresindeki daireyi silerler. Yezidi dairenin içerisiden sanki bir basamak
merdiven varmış gibi dizlerini kırarak çıkar. Dairenin dışına çıkar çıkmaz
canlandırdığı kişiliğin de dışına çıkar. "Kendisi" olur. Havvas Ağa
bahşişini f ırlatır. Yezidiyi oynayanın sırtını yumruklarlar. Taş-layanlar,
namaz oyununa başlarlarken...)
30
kaymakamın karısı— Ay
ben şimdi bu oyundan hiçbir şey anlamadım. Adam o kadar taşlandı da niye o
dairenin dışına çıkıp kaçmadı. Aptal mı bu adam?
kaymakam— Yezidilerin inancı
böyle hanım.
jandarma komutanının karısı— Ay
bu ne biçim inanç! Hiç öyle şey olur mu yani?
havvas AĞA— Yezidilerin
töresi böyledir yenganım.
Her
kim bir Yezidiyi daire içerisine alırsa, daireyi çı-zan, kendi elleriyle
silmeden, o Yezidi dairenin dışına çıkamaz.
kaymakamın karısı— Ay
çok tuhaf. Ben bunu günümde anlatayım arkadaşlara. Peki kendi silse olmuyor
mu?
havvas ağa— Olmaz yenganım Kim
çızdıysa daireyi, kendi elleriyle gene o siler.
jandarma komutanının karısı— Peki
ya çizen silmezse n'o-lacak?
havvas ağa— Çizen silene kadar,
dairenin içindeki mahpus Yezidi o dairenin içinde kalır.
kaymakamın karısı— Peki
insan kendi kendini daire içerisine alabilir mi? hani kendini
çevreleyerekten...
havvas ağa— Alır yenganım. Kendi
çizer, kendi siler. Lakin çok tekrarlanmaz bu. Fazlası günahtır Yezidilerce...
Kendini olsun, başkasını olsun lüzumsuz yere daire-lemenin günahı büyüktür
onların gözünde.
jandarma komutanının karısı— Peki
insan kendi etrafını çizdiğinde, başkası gelip silemez mi?
havvas ağa— Silemez yenganım,
çizen kendi elleriyle silene kadar çevresini kimse silemez. Misâl: Adam,
karısını dövecek, bir kusur etti. Lakin kadın kendisini daire içerisine aldı mı
emniyette olur. Erinin gaza bından ırak düşer. Adamın hırsı geçene kadar o
dairenin dışına çıkmaz.
31
jandarma komutanının karısı— Peki,
kocası 'sil bakayım o
daireyi'
dese gene silmez mi, 'çık bakayım o dairenin
dışına'
dese gene çıkmaz mı? havvas ağa— Çıkmaz
yengamm, çıkmaz, zaten kan girmiş ki
daire
içine dayaktan kurtula. Ne diye çıksın? jandarma
komutanının KARISI— Ay bizim bey, 'çık bakayım
o
dairenin dışına' dese ben hemen çıkarım. Ben bizim
beyin
sözünden hiç çıkmam!
(Jandarma
Komutanı, karısına ters ters bakar. Dirsekler, susturur gene. O sırada koşmaca
yarışmasının koşucuları birer birer meydana dökülmeye başlarlar.)
tellal— Koşucular geliyor!
Birincisi Muhammet! Dört Peygamber içinde Birincisi Muhammet! (Koşucular
alkışlanır)
tellal— Koşmacaydı yansın adı
Kazandı...
Armağandır: Muradı Söyle ey pehlivan koşucu nedir muradın? Dile ne dilersen
köyün ağasından... Dile ki ödesin ağalık hakkından... köyün DELlsl— Dile koşucu dile, anasını dile, avradını dile,
kızmı-kızanını,
oğlanını dile! Lakin toprağını dileme! koşucu—
Ağamızın sağlığını dilerem. havvas
ağa— Sağolasın, sağolasm da gene de dileğim dilinin ucuna getir. Getir
ki zararımız nedir bilelim. Ağalık hakkımızı ödeyelim.
koşucu— Dileğim odur ki
ağamızdan, bataklık kurutulanda, ağam bana birkaç dönüm pirinç tarlası versin.
Nusay-
32
bin'den
tohum getirtecağım ki, sulak yerdir, boy versin.
(Başta Havvas
Ağa olmak üzere köyün tüm ileri gelenleri, bu densizlik karşısında bozulurlar.
Havvas Ağa öfkesini gizlemeye çalışır. Ağanın adamları, koşucuyu hemen uzaklaştırırlar
oradan. Kısa bir sessizlik, bir gerginlik olur.)
kaymakam— Nedir bu bataklık işi
Havvas Ağa? Benden gizli işler mi yürütüyorsun?
havvas ağa— Ne haddimize Kaymakam
Bey. Estağfurullah! Lakin geçende şöyle bir konuşulduydu. Bataklıklar kurutulsa
da pirinç ekilse, pirinç tarlası edilse o lanet batak! Nasılsa bir işe yaramaz
orda durur öyle. Lakin pirinç tarlası edilse yüzlerce dönüm arazi eder. Hem
memlekata fayda, hem bize...
kaymakam— Hangi bataklıktır bu?
Nerenin bataklığıdır sözünü ettiğiniz?
havvas AĞA— Irmağın öte
yakasındaki
kaymakam— Ş u Yezidi köyünün
arkasındaki bataklıklar mı?
havvas ağa— (İkircikli) He
ya... Onlar Kaymakam Bey.
kaymakam— Sen ne dediğini
biliyor musun Havvas Ağa? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Yezidiler geçit
verir mi ki, bataklığı kurutasmız. Bütün Yezidiler a-yaklanır maazallah. Köyler
birbirine düşer. Sonra al sana yıllarca sürecek bir kan davası daha.
havvas ağa— Yezidilerin gözüne çöp
batırmadan da geçip gidebilirik bataklığın oraya.
kaymakam— Nasıl olacak o iş?
havvas ağa— Kolayı var. Irmağa
köprü kuracağız. Köprü kurulanana da aşağı yoldan gider geliriz bataklığa.
kaymakam— Önce ırmağı
geçeceksiniz, sonra Yezidi köyü-
33
nü,
sonra bataklığa kavuşup, batağı kurutacaksınız. Haa? Olacak iş değildir Havvas
Ağa. Hiç yoktan iş çıkarmayın başımıza, yeni bir kan davasına sebebiyet
vermeyin.
kaymakamın karısı— Aaaa!
Ay çok tehlikeli bir iş galiba. Bak bizimki ne diyor?
jandarma komutanının karısı— Zaten
bizimki bunlar hep böyledir, diyor. Hep birbirlerinin köylerine
saldırır-larmış. Canlan sıkıldıkça adam keserlermiş. Bunlarla başa çıkılmazmış.
(Jandarma
Komutanı, karısına kızgın kızgın bakar, dirsekleyerek susturur gene...)
kaymakam— Yok Havvas Ağa, yok!
Çok tehlikeli bir iş.
Ben
buna izin veremem. Hem Vali Beyle de görüşmek
gerekir.
Birçok kanuni engeli vardır bu işin. havvas
ağa— Biz işin her türlü kanuni engelini Defterdar
Beyle
ve de Mal Müdürüyle hallettik Kaymakam Bey.
Sen
gönlünü geniş tutasm.
(Defterdar ve
Mal Müdürü büsbütün suçuksamrlar.)
kaymakam— Anlaşılan siz bu işi
epeydir kotarmışsınız beyler. Bize de altına imza atmak kalmış yalnızca.
(Merdivenlerden
gelin inmeye başlar. Silahlar patlar. Kadınlar hel-hele çekerler. Alkışlar...)
Işıklar.
Dördüncü
Sahne
DUVAR
DİBİ
(Geride beyaz
kireç badanalı uzun bir duvar.
(Günbattmı
kızıllığı duvarın üstünden vurmaktadır.
(Duvarın önünde
sırayla, yan yana dizilmiş Tüfekliler... Başlarında kasketleri, bacaklarında
uzun şalvarları, kucaklarında tüfekleri vardır. Ve ellerinde birer acı kahve
(mırra) fincanı tutarlar. Tüfeklilerin ve duvarın sonunda, yani sıranın bir
ucunda ayakta, dimdik Havvas ağa durmaktadır. Gergin, sıkıntılı, başı dumanlı,
gözleri bulutlu... Külot pantalonu, elinde gümüş kırbacı ve iri boğumlu parmaklarında
altın liralı kalın yüzükleriyle, akşamın kızıllığında yalazlanmakta...
(Duvarın öte ucunda,
yani Havvas Ağanın tam karşıtında, sessiz, munis görünen bir hizmet oğlanı.
Lakin saklısında ne olduğu bilinmiyor. Suskunluğu, sessizliği öyle anlamlı...
Elinde uzun, pirinçten yapılma bir acı kahve cezvesi, önünde yine pirinçten iri
bir mangal, dumanı üstünde bir mangal. Hizmet oğlanı zaman zaman ortalıkta
dolaşarak boşalan fincanlara kahve koymaktadır.
(Havvas Ağanın
yanında yaşlı Kâhyası. Ağır, temkinli... Duvarda akşamın gölgeleri, kararsız
gölgeleri...
(Suskunluk.)
35
havvas ağa— Mümkünü yok, bu
müşküle bir çare bulmak gerek.
kâhya— Bir çaresi bulunur
elbet. Bir çare düşünmek gerektir.
havvas ağa— Bu iş olmazsa itibarım
beş paralık olur. Kimse bakmaz yüzüme. Köyüme, köylüme rezil olurum. Bu iş
mutlak olmalıdır. Pahası ne olursa olsun olmalıdır. Bir kez köylünün kulağına
su kaçmıştır. Gerisin getirmemek hiç olmaz.
KÂHYA—
Kaymakam Bey ne buyururlar ağam?
havvas ağa— B u iş olmalıdır
Kâhya. Kaymakam Bey ne buyururlarsa buyursunlar bu iş olmalıdır. Bir şeref
davası olmuştur benim için.
KÂHYA—
Devleti karşımıza almayak ağam, yanımıza almak dururken...
havvas ağa— İşin o cihetini
düşünme Kâhya. O cihet kolaydır. Yalnız biraz uğraşmak gerektir.
kâhya— Yoksa Kaymakam Bey bu
işe icazet vermez?
havvas ağa— Verecektir Kâhya.
Vermesi gerektir. Onca köylünün davasıdır bu. Onca köylünün ekmeğidir. Oynamak
olmaz. Hoş biz de Kaymakam Beyden ölüm fermanı altına imza istemiyek. Alt
tarafı birkaç evraktır. Bir imza basmakla, bir mühür çalmakla bir şey olmaz.
KÂHYA—
İmza basmaya, mühür çalmaya gönlü elvermez midir?
havvas ağa— Gönlü ne yandadır
bilmem. Lakin bunca eşraf, bunca ayan direnirken, bir imzayı esirgemişlik edemez.
Ettirmezler. İmzayı basmaya basacak da, biraz uğraştırmaktadır bizi.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Köylünün toprağı yoktur ağam, naçar kalmışlardır.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Ekinlerin eski tadı-tuzu yoktur denilmiştir.
36
ÜÇÜNCÜ
TÜFEKLİ— Buna sebep huysuzluk etmektedirler.
dördüncü TÜFEKLİ— Kaygımız odur
ki, huysuzlukları büyüye...
BEŞiNCi
tüfekli— Ve de celallenmiyeler...
altıncı TÜFEKLİ— Şimdi
sabrediyorlar ya, ya yarın, ya bir-gün, ve de ne vakte kadar bekleyebilmek
sabnndadır-lar, bilinmez.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Köylü eski köylü değildir ağam. Köylünün adabı ortadan kalkmaktadır
usulca. Başlan dikleşmektedir her geçen gün.
altıncı tüfekli— Hökümet yeni
adet çıkarmıştır şimdilerde. Toprak Reformu deyi. Köylünün aklını karıştırmaktadır.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Lakin bataklık taze umuttur şimdilerde. Onunla avunurlar.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Ve de bu umut bayatlamadan, tazeliğini yitirmeden üstüne gitmek
gerektir. Ağalığın itibarın namus gibi saklamak gerektir.
üçüncü TÜFEKLİ— Bu yüzdendir
bataklık kurtaracaktır sizi.
(Bir süredir
onları dinlemekte olan Köyün Delisi, duvarın ardından basım gösterir ilkin,
sonra kimi yansıladığı belli olmayan bir sesle:)
köyün DELİSİ— Bataklık
kurtaracaktır sizi. Hem sizi, hem ağalığınızı. Sizi yalnızlığınızdan
kurtaracaktır. Siz de benim gibisiniz ağam. Siz de yalnızsınız. Herkes beni
seviyor köyde. Herkes sizi seviyor köyde.
iKiNCi
tüfekli— Bataklık kurtaracaktır
bizi. Başka mümkünü yok ağam. Cümle köylü için o bataklık kurutulmalıdır.
üçüncü TÜFEKLİ— Yerine göz
alabildiğince uzun, geniş pirinç tarlaları yeşermelidir. Göz alabildiğine
pirinç.
'37
dördüncü TÜFEKLİ— Dizboyu
pirinç yeşermelidir.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Köylü duacın olur.
altıncı TÜFEKLİ— Başkaldırmak
şöyle dursun, duacın olur.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Bataklık kimindir Havvas Ağa?
havvas ağa— Bataklık kimsenin
değildir. Hazinenindir. Lakin bizimdir ekildiğinde. Defterdar ile Mal
Müdürüyle görüşmüşek, ve de karara bağlamışıktır ki tapularımızın hududu,
bataklığın öte yanındaki ağaçlara kadar uzanır. Tapuda şimal ağaçları da dahil
denmektedir. Şimal ağaçlan neredir? Şimal ağaçlan bataklığın öte yanındaki
ağaçlardır. Anlamışseniz lo?
iKiNCi
TÜFEKLİ— Bataklık ekilip biçilende, bataklığa varmak için ırmak nasıl aşılır
ağam?
havvas ağa— Irmağa köprü kurmak
zor bir iş değildir. Ve de onca masrafa değer. Batağın ucu bucağı yoktur.
üçüncü TÜFEKLİ— Köprü
kurulana dek nasıl geçilir öte yana?
havvas ağa— Köprü kurulanaca aşağı
yoldan dolanmak zor değildir. Lakin biraz yol uzar.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Yolumuz üstüne Yezidi köyü düşer.
havvas ağa— Yol, köyün alt
yanından dolanır.
altıncı tüfekli— Lakin gene de
hudutlarına düşer.
havvas ağa— Ağalar, Yezidiler
bize, biz Yezidilere alışaca-cağız. Başka çaresi yoktur. Dünya küçülmüştür.
Eski hudutların hükmü kalmamıştır artık. Mecburuk onların alt yanından
dolanmaya. Köprü kurulanda da yanlarından geçmeye. Başka çaresi yoktur. Batağı
buraya getiremeyacağımıza göre, biz oraya gidecağık.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Ya onlar bize alışmazlarsa ağam?
havvas ağa— Alışmazlarsa,
alışmazlarsa, işte o vakit şart olsun köyleri yerle bir edilir. Dümdüz eder,
ezer geçeriz buldozerlerlen.
38
KÂHYA—
Öfkene kapılmayasan Havvas Ağa, hırsına yenil-meyesen...
havvas ağa— Öfkesi, hırsı
kalmıştır lo? Bataklık bizim son çaremizdir.
beşinci tüfekli— Ya o çare
tükenende?
havvas ağa— O güne kadar Allah
Kerim. Lakin Kâhya, zaman, babamın zamanı değildir. Dedemin zamanı heç
değildir. Artık eski kılıçlar kesmez olmuştur.
kâhya— Gene de öfkene yenilmeyesen Havvas Ağa. Böylesi
senin için de hayırlı olur. Sen böyle bir iş edende, sen öfkene kapılıp yanlış
bir iş edende, cümle Yezidi köyleri üstümüze yürür.
Bismil'den, Viranşehir'den, Siirt'ten, Bitlis'ten cümle Yezidiler üstümüze
iner. Dağlı Yezidiler de üstümüze inerler yavrusu kapılan atmaca gibi. Oncasma
güç yetiremeyiz.
havvas ağa— Civarda bir tek
Müslüman köyü biz değilek herhal. Öteki Müslüman ağalar, beyler ellerin kollann
kavuşturup namaza dururlar sanırsın Kâhyam?
kâhya— Bunca kana değmez
Havvas Ağam. Başka bir çaresi, başka bir kolayı bulunur elbet. Hele biraz daha
kafa yorak, biraz daha akıl danışak. Başka bir mümkünü düşer aklımıza elbet.
Lakin bunca kana değmez.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Yezidiler bataklığı niye vermezler Kâhyam?
kâhya— Bataklık Müslümanlardan
uzak tutar onlan. Bataklık onların kal'ası gibidir. Hendeği gibidir. Şimal yanından
gelen her bir yol tehlikeyi savuşturur. Miro Ağa Yezidi ağalar içerisinde
Müslümana en bir düşman olan ağadır. Böyle bilinir. Eski köy baskınlarında bütün
dedeleri kesilmiştir, bütün atalan diri diri gömülmüştür, bacısı
kaçırılmıştır. Miro Ağanın köyü çok ölü vermiştir. Hepsi de hışmıdır,
akrabasıdır. Bundan ki
39
yarası
tazedir, öcü tazedir, kini tazedir.
altıncı TÜFEKLİ— Yezidi
kısmının öcü zorlu olur. Çölün yılanı gibi. Durdukça demlenir zehri, durdukça
kabanr, dellenir, ağulanır.
kâhya— Miro Ağa bilir ki,
bataklık olmaz ise burnunun ucuna dek sokulacaktır Müslüman köyleri. Her daim
yüz yüze olacaktır Müslümanlarla. Ve her daim aklına düşecektir ataları, dedeleri,
bacısı. Dökülen onca kanın hesabı düşecektir aklına. Bacı kaatili olduğu düşecektir.
Bu yüzden uzak durur Müslüman köylerden, köylüklerinden. Bir yanını bataklık
çevirmiştir, öte yanını deli ırmak kucaklar. Kendini emniyette bilir böylece.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Miro Ağa, ağalar içinde en deli ağadır. Töresine en şahap ağadır.
İşimiz zordur uşaklar. İşimiz zorludur.
kâhya— Havvas Ağam, sen hem
bataklığı kurutmak istersen, hemi de ırmağa köprü kurmak. Yani ki Miro Ağanın
ocağını dik tutan iki direği de birden devirmek istersen. Buna izin vermez
Miro Ağa. Kan düşüreceksen yere. Kan düşecek...
havvas ağa— Miro Ağadan kimse izin
istemez Kâhya, kimse ferman istemez. Kan düşecekse yere, Yezidilerle düşsün.
Yoksa kendi köyümde, kendi köylümle düşecek. Köylüm deli kısrak gibi
huysuzlanır, sırtına eyer vurulmuş taze tay gibi eşinir durur ortalıkta. Her
geçen yıl gurbetçim çoğalır. Bohçasını düren, köyü ardına alıp gurbete düşer.
Köylümle yüzgöz olmak istemem Kâhya. Yann birgün köylüm divanıma çıksın, bana
karşı dursun istemem.
üçüncü TÜFEKLİ— Haklısan
ağam, çok haklısan. Köylünün sabrı kursağındadır. Yoksulluk canına yetmiştir.
40
KİNCİ
TÜFEKLİ— Bu kış yine aman geçecek denilmektedir. Erzak depolan boş, un
çuvalları deliktir.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Kimsenin ağzını bıçak açmaz. Herkes kollarını kavuşturup ince
fikirlere dalmıştır, derin derin düşünmektedir.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Sanki kara yas tutmaktalar; Erini taze yitirmiş yeni avratlar gibi
başlarına kara çatkı çatıp gönül dindirmekteler. Köylünün fazla sükûtu hayra
alamet değildir Havvas Ağam.
dördüncü tüfekli— Bunca yasın
arkası hayra değildir.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Buna sebeptir ki köylüye yeni ışık gerek, umut gerek, kavuşturduğu
kollarım çözecek yeni bir iş gerek.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Köyler eski köyler değil. Eski bolluk-be-reket kalmadı. Eski mahsul
kalmadı. Eski görenek kalmadı.
havvas ağa— Ağalığın itibarı ayağa
düşmeden bir şeyler yapmak gerektir. Köylünün minnetini korumak gerektir.
İtaati sağlamak gerektir. Bunun için gerekirse kan dökülür. Kan dökmek, bir
işin sünnetidir. Töresi bin yıldan, bin yıla değişen bu yörede bir yeni iş
tutulurken elbet kan dökülecektir. Bunun önü alınmaz, bu işin yazgısıdır. Buna
hazır olmak gerek, buna alışmak gerektir. Bunun içindir ki bana er kişi gerek,
avrat kişi değil. Kan dökmekten, adam vurmaktan korkmayan, gözü yılmaz, parmağı
sekmez yiğit gerektir. Gün bu gündür. Er kişi bu günde belli eder kendini. Bu
bataklık hepimizin ekmeğidir. Ağalığımızın emniyetidir. Hepimiz bu bataktan
ekmek yiyecağız. Hepimiz bu bataktan.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Yezidilerle kaç zamandır bir alıp veremediğimiz olmamıştır ağam. Ne
kan davası vardır ara-
4i
mızda,
ne de kız kaçırmışızdır onlardan. Ne de bir toprak meselesi.
havvas ağa— Toprak meselesi
olacaktır. Toprak, mesele olacaktır. Yezidiler, bataklığı kolay bağışlamazlar
bize.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Lakin evvelinde ne yaparız? Durduk yerde nasıl bir iş ederiz ki,
Yezidilerle düşman olak yeniden. Çiğneyip, ezip onları, bataklığı geçek?
kâhya— Yezidilerle düşman
olmak gerektir durduk yerde? Başka bir hâl çaresi yoktur bu işin? Daha az kana
sebep olanı yoktur?
havvas ağa— Yoktur Kâhyam, yoktur.
Yaşın babam yaşıdır, lakin kimi vakit aklın ermez gibi konuşmaktasan. Kâhyalığın
babamdan yadigârdır, başım-gözüm üstünedir. Lakin yüreğin yufkadır;
yaşlanmaktasın Kâhya. Ölüm korkutmaktadır gözünü; seni son demlerinde vicdan
şahabı kılmıştır. Merhamet sıtmasına tutulmuşsan. Lakin ağalığın yansı
vicdandan feragattir. Ağalığımın ilk yıllarında sen belletmişim bunu bana.
Unutmayasan. Sade kâhyam değil, hocamsındır aynı zamanda. Hatırını engin
sayarım.
KÂHYA—
Doğru dersin oğul, ağalığın yarısı vicdandan feragattir. Lakin sen de
unutmayasan ki öte yansı da akıldır, kurnazlıktır. Bir işi kolay ucundan tutup
yakalamak varken, zor ucundan yakalamak akıl kân değildir. Sade zor gücüne
dayanıp, her işini zora koşarsan, her işini zor yoluyla gördürürsen, olanca
gücün tez vakıtta tükenir; kuvvattan düşersin... Her işin ilkin bir kolayını
düşün, bir hilesini düşün ki, adın zalim ağaya çıkmaya. Kimi işi şeker atarak
yaparsan, kimi işi taş atarak. Neticede o güne mahsus işin görülmüş olur. Lakin
şeker atarak yapacağın işi taş atarak yapmaya kalkışırsan, tez vakıtta sende
taş tükenir, köylüde sabır...
42
havvas ağa— Ne demeye getirirsen
Kâhya?
KÂHYA—
O demeye getirirem ki: İlkin bir iyice düşün taşın, bu işten daha kolay yaka
sıyırmak var ise defterde; ne kendini, ne köylüyü zora koşmayasan. Böyle
edersen köylünün yüzü daha sevinir. Bu işin bir kolay ucu var ise ordan
yakalamaya uğraşak önce.
havvas ağa— Doğru dersin Kâhyam,
iyi dersin de... Gördün düğünümüze devletin büyüklerim çağırdık, konuk ettik.
Defterdar, Mal Müdürü işleri tamam ettiler. Bir de Kaymakam Bey imzayı basarsa
kâğıtların altına, işin üst yanını hallettik demektir. Gördüğün gibi hö-kümet
kapısında sırtımızı sağlam yere dayamışık; Lakin Yezidileri ne yapacağız, ne
edeceğiz? tşte işin can alıcı yeri hurdadır. Kanunları hallettik sayılır, lâkin
töreleri ne yapacağız?
iKiNCi
TÜFEKLİ— Yezidilerden bir kız kaçıralım ağam. Yezidi kızları güzel olur derler.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Köyün en güzel kızını kaçırak. Yezidiler ateş üstünde olurlar o zaman.
Ardımızdan atlı çıkarırlar ki yola, orduyla...
üçüncü TÜFEKLİ— Orduları
peşimize düşer. Bu iş de bataklığı ele geçirmemize sebep eyler. Civardaki
tekmil Müslüman köyleriyle birlik olup, yürürüz Yezidilerin üstüne. Köyü ezer
geçeriz, bataklığa ulaşırız bir şafak vakti.
dördüncü TÜFEKLİ— Böylesi
kestirme iştir ağam. Her daim köyün alt yanından dolanmak uzun bir iştir. Belki
bir vakit sonra köylünün bir bölüğünü batağın kıyısına yerleştiririk ki, orayı
da yurtlanak, yeniden köylenek.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Bizim gücümüzden ya sinerler, ya terk ederler köyü.
altıncı TÜFEKLİ— Ya da
kapatırlar uğursuz çenelerini, otururlar batağın kıyısında sinekler gibi.
43
iKiNCi
TÜFEKLİ— Öyle bir kız kaçıralım ki, tekmil Yezidiler a-yaklansın!
üçüncü TÜFEKLİ— Miro Ağanın
kızını kaçırak!
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Yezida'yı deyirsen?
iKiNCi
tüfekli— Denildiğine göre,
güzelliği bir memlekat e-dermiş. Güzelliğin şanı, ta Irak illerinden, Suriye
köylerinden, Acem karalarından bilenler, duyanlar var imiş.
altıncı tüfekli— Yezida, Miro
Ağanın tek kızıdır, gözünün bebeğidir.
iKiNCi,
üçüncü, dördüncü tüfekliler— Yezida'yı
kaçırak!
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Lakin nasıl kaçıracağız?
altıncı tüfekli— Ve de kime
kaçıracağız?
(Herkes birbirine
bakarken, Köyün Delisi duvarın bir ucundan başını uzatır, görünür.)
KÖYÜN
DELİSİ— Sizi yezidiler sizi! Ne şeytanlık kurarsınız gene akşamın alacasında?
Kurt kafalı ağanızı aranıza al-mışsanız ne kurarsınız?
tüfekliler— Yezida'yı köyün
delisine kaçıralım. Aramızda kan çıkmaz böylelikle.
KÖYÜN
DELİSİ— Sizi yezidiler sizi! Şeytandan korkan mahşer dölleri sizi! Daire
içerisine hapsedeyim de sizi görün, mahpus kalın da görün!
(Köyün Delisi,
duvarın dibinden başlayarak, öteki ucuna dek tüm Tüfeklileri, Ağayı, Kâhyayı da
içine alan geniş bir daire çizer. Sonra duvarın öteki ucundan kahkahalar
atarak yiter. Herkes Köyün Delisine gülmektedir. Sinirli bir bekleyişin,
gerginliğin, arayışın tüm sıkıntısını kahkahalarına aktarmışlardır. Havvas Ağa
onca işinin, sıkıntısının ara-
44
sında kendini
keyiflendiren Köyün Delisine biraz da sevecenlikle bakar.)
kâhya— Galiba ben çareyi
bulmuşam ağam, hem de kan dökmeden, hem de işin kolay ucunu yakalamışam.
havvas ağa— Hayrola Kâhya, Köyün
Delisi aklına mı yaradı? Fikir mi taşıdı zihnine?
kâhya— Yaradı ya ağam,
yaradı. Hem de işin çaresi kolayladı.
havvas AĞA— Nedir kolay çare
Kâhya? Meraklandırmaktasın beni. Söyleyiver aklına geleni de, içimiz ferahlaya,
yüzümüz aydmlana. De aşikâr et şu işin kolay yanını da hepimiz bilek.
kâhya— Kolay ağam, çok kolay.
Ve de işin şeytan ucunu yakalamışam. Şimdi bizim derdimiz nedir? Engelimiz,
mânimiz nedir? Bataklık kurutulanaca, Yezidilerin elini kolunu bağlamaktır
değil? Yezidüeri işimize karıştırmamaktır değil?
havvas ağa— He, budur.
tüfekliler— He ya, budur Lakin
nasıl?
kâhya— Durun sabırsız
uşaklar. Göriyseniz ki aşikâr etmekteyim. Aklınıza ilk düşen fikre
sarılmaktasınız. Ve de başka bir şey düşünmemektesiniz.
(Kâhya yere
çömelir, eline bir çubuk alır. Yere bir şeyler çizmeye başlar.)
kâhya— İşin kolayı şudur:
Yezidiler, bataklık kurutulana kadar köyden çıkmaz iseler bütün işler
hallolur, değil? Onları köye mahpus etmek gerektir. Şimdi bir seher vakti,
Tüfekliler, atlanıp ve de tüfeklenip Yezidi köyü-
45
nün
yoluna düşecekler. Lakin ıssız ve de yalın olacaklar. Tüfekliler köyün
etrafını çevreleyip, daire içine alacaklar. Ve sonra da Miro Ağaya habar
edecekler ki, tekmil köy daire içine alınmıştır. Ve biz silmedikçe onlar
dairenin dışına çıkamazlar. Tüfekliler köyü dairelerken, öte yandan makinalar
ine bataklığa. Bataklık kurutulana dek Yezidiler köyde mahpus kalalar. Sonra
candarma çağnla ve diyile ki, işte özel mülkümdür, top rağımdır, işte tapum,
elimdedir. Arazimdir, toprağım-dır. Lakin Yezidiler izin vermeyi toprağım ekeyim,
biçeyim. Adaletinize sığınmışam... Netice olarak Yezidilerin ne meselesi var
ise candarmayla hailede artık, bize aradan çekilmek düşer.
havvas ağa— Hay aklınla bin yaşa
Kâhyam. Aklın da yaşın kadar büyüktür.
KÂHYA—
Dedenden bu yana üç ağaya kâhyalık etmişem oğul. Hor görmiyesin beni. Göriysen
ki, eski kılıçlar hâlâ kesmektedir, lakin iş onları kullanmasını bilmektir.
havvas ağa— Haydin Tüfekliler, iş
başına! Yezidi köyü ku-şatılacaknr!
iKiNCi
TÜFEKLİ— Peki ya, Yezida ne olacaktır, Yezida?
havvas ağa— Ne olacak imiş? O da
dairenin içinde kalacak. Cehenneme kadar yolu var. Sümüklü bir Yezidi eksiği
yüzünden başıma iş açacağam?
kâhya— İşin içinden böyle
daha kolay yaka sıyırmak var iken?
havvas ağa— He ya...
Haydin
Tüfekliler, iş başına! Hazırlıklarınızı tamamla-yasınız. Atlarınızı,
tüfeklerinizi hazır edesiniz. Kimseye laf sızdırmayasanız haa! Ben de gidem
makina işlerini halledeni. Durun ulan durun! Dairenin dışına çıkıyseniz. Unut-
46
muşsamz
ki dairelenmişiz. Hele önce şu deliyi çağırın da çizdiği daireyi sile. Durduk
yerde günaha girmeyek.
(Kahkahalar
boşalır. Deli girer, dairenin çevresinde dolanır. Onlara nispet yapar.)
havvas ağa—Hadi deli oğlan, hadi
şilesin şu daireyi de bizi dışarı çıkarasm. Gör bak akşam kavuşmakta, gece inmektedir.
Yolumuzu gözlemektedirler.
(Köyün Delisi
daireyi silerken, hâlâ gülmektedirler...)
Işıklar.
Beşinci
Sahne
KÖYÜN
DAİRELENMESİ
(Sahnenin
gerisinde az aydınlatılmış Yezidi köyünün ışıkları, sabahın erken vakti.
Uzaktan uzağa kurt köpekleri, çoban köpeklen, birkaç erken horoz.
(Sahnenin bir
yanından Tüfekliler girer, ellerinde meşaleler vardır. Sanki at sırtındaymış
gibi ve sanki at kendile-riymiş gibi ve sanki atlar koşuyormuş da, koşarken
geçtikleri yerlere bir top kıvılcım bırakıyorlarmış gibi, bir ellerinde
tüfekleri ve bir ellerinde meşaleleri, ve en önde ucuna alçılı koca bir bez
çaput bağlanmış uzun bir sırıkla köyün çevresini dair eleyerek geçerler,
geçerler, geçerler...
Işıklar söner,
geçerler,
Işıklar söner,
geçerler,
Işıklar söner,
geçerler,
(Işıklar yanar,
ve sanki yüzlerce atlı ve sanki yüzlerce meşale geçmiş gibi ve köyün çevresine
daire çizilmiş gibi ve sanki yezidiler bir daha bu dairenin dışına hiç
çıkamaya-caklarmış gibi, bu gizli ayin bir süre daha devam eder.
(Bu arada köyün
ışıkları çoğalır, ortalık biraz daha aydınlanır, gün yükselir, sesler çoğalır,
birkaç cılız ve telaşlı tüfek sesi gelir Yezidi köyünün içinden.
(Ve en sonunda
sanki köyün çevresideki daireyi ta-
48
marnlamışlar
gibi, elinde ucuna alçılı koca bir bez bağlanmış uzun sırığı taşıyan ilk
tüfekli girer, ardından öteki tüfekliler, çoğalırlar, birikirler; sırtları
seyirciye, yüzleri köye dönük seslenirler:)
tüfekliler—Daire tamam olmuştur!
Tekmil köy daire içine alınmıştır! Ve artık biz silmedikçe bu uğursuz daireyi
hiç çıkamayacaksınız dairenin dışına! Ve köyün dışına! Ve biz silmedikçe bu
dairenin içinde mahpus kalacaksınız. Ve dairenin silinmesi için ve içimize
kurt düşürmesi için bir zaman şeytana tapacaksınız! Daire tamam olmuştur! Her
kim ki, bu dairenin dışına çıkar, artık o Yezidi değildir. Ve en büyük günahı
işlemiş sayılır. Ve ömrü boyunca ne kendisi, ne köyü, ne akrabası, ve ne de
onunla konuşan, ona ekmek veren ve ona su veren her kimse şeytanın gazabından
kurtulur. Haydi şeniniz mübarek ola! Şeytan ayininiz kutlu ola!
(Tüfekliler
çıkarlar. İlkin nal sesleri, ardından motor gürültüleri, traktör, buldozer,
biçer-döğer homurtuları uzaktan uzağa nal seslerini bastırır. Yezidi köyü
iyice aydınlanmıştır.
(Bir çığlık gibi
ince uzun bir ağıt yükselir köyün içinden.
(Ardından öteki ağıtlar.)
Işıklar.
Alüncı
Sahne
HAVVAS
AĞANIN KÖŞKÜ
KEBtK—
Beni çağırtmışsan ağam.
havvas ağa— He, çağırtmışam Kebik,
gel otur şöyle. Diyeceklerim vardır.
kebîk— Emrin başım gözüm
üstüne ağam, emret.
havvas ağa— Diyeceklerim Mahmud
ile ilgilidir Kebik. Mahmud'un son günlerdeki halini hiç beğenmemişem. Sankim
öte dünyadaymış gibidir. Sankim sevdalı gibidir. Sen ağabeysi olursan,
bilirsen nedir derdi, nedir yarası.
KEBIK—
Halinde bir acayiplik vardır ağam. Ben de görürem. Velakin ben de bilmezem
sebebi nedir? Bilmezem derdi, yarası nedir? Ağzını bıçak açmaz, gözünü ırak
kesmez.
havvas ağa— Yezidi köyü
dairelendiğinde tüfeğin kuşanıp gelmemiştir. Emrime riayet etmemiştir. Köyün
bütün delikanlıları, eli silah tutan er kişiler atlanıp yola düşmüşken; Mahmud
korkak bir avrat gibi köye sinmiştir.
KEBIK—
Ağam sen kusurun hoş göresin, bağışlayasın. Mahmud daha çocuktur, daha
sabidir.
havvas ağa— Boyu bir çam kadardır,
yumruklan kara taş. Neresi sabidir Mahmud'un Kebik?
50
KEBIK—
Aklı sabidir ağam, daha çocuk kalmıştır yüreği. Lakin temiz çocuktur; yüreği
kötülük bilmez.-Ağasını sever, köyde kimseye zarar gelmemiştir ondan.
havvas ağa— Lakin yarar da
gelmemiştir.
KEBIK—
Ne yarar umarsın ağam.
havvas ağa— Duyduğum sözler vardır
Kebik. Duyduğum rivayetler vardır. Ortalıkta türlü çeşitli sözler dolanır.
KEBIK—
Nasıl sözlerdir onlar Havvas Ağam, nasıl rivayetlerdir?
havvas ağa— Bak Kebik Damat,
severim seni. Sevmesem bacım kızı Nirvan vermezdim sana, düğün-dernek
kurmazdım. Lakin ben ağalığım bildiğim gibi, sizler de köylüklüğünüzü bilin.
Bir dileğim vardır Mahmud' dan, hemi de senden.
KEBIK—
Dileğin emirdir ağam. Buyurasın!
havvas ağa— Köylü der ki, Teyfo
Ağanın bir kızı vardır Güllüşan deyi. Bu Güllüşan, Mahmud'a vurgundur derler.
Bu Güllüşan, Mahmud'a karasevdalıdır derler. Teyfo Ağa kız tarafıdır; aşikâr
söz etmez bana. Lakin söz sızdırır. Sağı solu aracı koyar. "Kızımı
isteyin" demeye getirir. Güllüşan'ın Mahmud'a sevdalı olduğu doğrudur
Kebik?
kebık— Öyle derler Havvas
Ağam. Derler ki Güllüşan türküler yakmış Mahmud için. Derler ki Güllüşan
Mahmud için kendini asmak istemiş.
havvas ağa— Ya Mahmud ne der bu
işe Kebik?
KEBIK—
Tek söz çıkmaz ağzından ağam.
havvas ağa— Bu ne biçim iştir
Kebik? Kız karasevdalı olmuş, türküler yakarken, bir er kişi, bir delikanlı nasıl
olur da ağzından tek söz uçurmaz? Yoksa bu senin kardeşin Mahmud er kişi değil,
avrat kişidir?
KEBIK—
O nasıl söz ağam? Mahmud yüreği ve bileği er bir
51
kişidir.
Lakin onulmaz bir ketumluğa düşmüştür. A-nam birkaç defa söz açmıştır Mahmud'a;
Lakin Mah-mud duymazlıktan gelir, bilmezlikten gelir ağam. Lafın üstünü örter.
Der ki: "Bir gün, sade bir gün, avdan dönerken, yolum düşende, çayır
düzlüğünde yedi pınarların başında su doldururken görmüşem Güllü-şan'ı. Görüp
gördüğüm odur. Hayali bile gelmez gözüm önüne; yüzünün sureti uçup gitmiştir
aklımdan."
havvas ağa— Kebik Damat, yoksa
senin bu kardeşin Mah-mud, başkasına sevdalıdır?
KEBİK—
Öyle olsa bilirdik ağam. Söylerdi. Duyardık. Kimse insan için bilmez ama,
sevdalı olsaydı, sevdası dilin ucuna gelirdi elbet.
havvas ağa— Peki ya nedir derdi bu
deli oğlanın? Nedir derdi ki, erliğini unutmuş görünür? Yezidi köyü
dairelen-diğinde, tüfek kuşanıp, atlanıp yola düşmez? Koskoca Teyfo Ağanın kızı
Güllüşan sevdalanır da ses-soluk çıkarmaz? Nedir derdi bre? Nedir derdi
söyleyin de bilelim. Dellendireceksiniz beni.
KEBİK—
Ağam buyurursan konuşuram onunla.
havvas ağa—Konuş Kebik Damat
konuş! Zati seni bunun için çağırtmışam buraya. Bak biz seninlen hısım sayılırız
artık. Bacım kızı vermişem sana. Aramızda akrabalık hukuku vardır gayrı. Hemi
de ben sizin ağanı-zam. Dilerem ki, buyruklarıma kulak veresiniz. Hel-bette
sizin iyiliğinizi düşünerem. İsterem ki bütün köyüm düze çıksın.
KEBİK—
O cihetten kaygımız yoktur ağam. Estağfurullah!
havvas ağa— Öyleyse kulaklarını
bir iyice aç da beni dinle Kebik. Seninle bir durum muhakemesi muvacenesi yapalım.
Şimdi bilirsen ki bataklığın öte yanında Teyfo Ağanın topraklan uzanır göz
alabildiğine. Bilirsen ki
52
Teyfo
Ağa zorlu ağadır. Kapısında iti, hökümette adamı çoktur. Yarın birgün bataklık
kurutulup, ekilip biçilende, allanın da inayetiyle mahşer gibi mahsûl alındığında,
isterem ki Teyfo Ağa hak iddia etmeye, mal hırsına kapılıp üstümüze gelmeye, üç
beş pirince tamah edip, toprağımıza girmeye. İşte bunun içindir ki Teyfo
Ağanın gönlünü almak gerek. Ben bir iyice kolaçan ettirmişim ki, Teyfo Ağanın
kızı ince bir hastalığa tutulmuş Mahmud yüzünden. Onca dayak onca sopa kâr
etmemiş. Onca hacı, onca hoca fayda vermemiş. Kız her geçen gün eriyip
bitmekte ve de "Mahmud! Mahmud!" diye sayıklamaktadır. Güllüşan'm
derdinin çaresini ne doktor bilir, ne hoca. Onun çaresi Mahmud'dur. O da bizde
var. Teyfo Ağanın tek kızıdır Güllüşan. Ağa da olsa, yüreği baba yüreğidir.
Helbet istemez her geçen gün kızı gözünün önünde eriyip bite. İşte şimdi biz
Güllüşan'ı Mahmud'a istedik mi, Teyfo Ağanın yüreğine su serperiz, sevinci
yere-göğe sığmaz. Hemi de bu işi kız tarafının şerefini ayağa düşürmeden
yaptığı için de iki kat sevinir. Biz de yarın birgün bicer-döğerlerimizi,
traktörlerimizi Teyfo Ağanın kapısının önüne kadar sürsek bile sesini çıkarmaz
gayrı; Arada akrabalık vardır, hısımlık vardır deyi. Ve de kızının canını
kurtarmışızdır yok pahasına... Sen ne dersin bu işe Kebik?
KEBİK—
Ne diyeceğim ağam? Emrindir. Bize uymak düşer. En güzelini, en iyisini sen
düşünürsen. Mahmud'a Güllüşan'dan iyi kız bulunur? Hemi de ağa kızıdır; Helal
süt emmiştir.
havvas ağa— Kebik siz de ağa
soyundansınızdır. Rahmetli baban, dedelerim için çok kurşun sallamıştır vakti
zamanında. Soyunuzda sütsüz çıkmamıştır Kebik. Bu işi
53
de
halledersek babanın mezarının toprağı güler.
KEBIK—
Ben Mahmud'la bu akşam konuşayım ağam. Senin emrini bildireyim.
havvas ağa— Ha, bir de buyur ki;
bu dileğim yerine gelende, köyün dairelenmesine gelmediğini unutacağım. Ve de
bağışlayacağım onu.
KEBIK—
Söylerem ağam. Emrin başım üstüne ağam.
havvas ağa— Mahmud, Güllüşan'ı
alanda, senin düğününü kurduğum gibi, Mahmud'unkini de ben kuracağım. Ona söyle
bir düğün düzeceğim ki, yıllarca bu yörede anılıp durulacak; kırk gün, kırk
gece sürecek. Dilerse Adana, Antep barlarından sazlar-kızlar getirtecağım.
Bataklıktan toprak verecağım. Altına İrak'tan Arap kısrağı getirtip, kısrağın
altına Acem kilimleri serdire-cağım. Onu bu yörelere ağa-ata edecağım. Yeter ki
Güllüşan'ı hoş tutsun. Haydi var git Kebik Damat. Akşam kavuşmaktadır. Güneş
tahtından inmektedir.
KEBIK—
Sağol ağam. Varol ağam. Bu işi olmuş bitmiş bilesin ağam. Kebik Damat sana
kurban!
Işıklar.
Yedinci
Sahne
ÇARDAK
ALTI
(Kebik'in evinin
önü. Çardak altı. Uzun bir kerevet. İsli bir lamba. Cırcır böcekleri, Nirvan
gelin yerde hamur açmaktadır. Mahmud girer. Nirvan gelin bir süre görmez,
işine devam eder.)
mahmud— Nirvan yenge ağabeyim
evdedir?
NİRVAN—
Hoş gelmişsen Mahmud ağam. Buyur otur şöyle. (Mahmud kerevete otururken) Ağan
kahveye kadar gitmiştir. Demiştir ki, Mahmud gelende oturup beklesin beni.
Konuşacaklarım vardır. Tez gelir Kebik ağan. O gelenece sana bir ayran
çırpıverem. Yorgunsundur, tenin sandır, gözün kanlıdır...
MAHMUD—
Sağol Nirvan yenge.
nirvan— Anam nasıldır Mahmud?
Eyşan anam nasıldır? İyidir?
mahmud—İyidir...
nirvan— Sen nasılsındır Mahmud
ağam?
mahmud— Bildiğin gibi...
nirvan— Ben bir şey bilmezem
Mahmud ağam. Sade görü-rem.
mahmud— Gördüğün gibi diyelim
o vakit.
55
NtRVAN—
Her geçen gün erimektesin Mahmud ağam. Benim gördüğümü herkes görmektedir.
Herkesi meraka sal-mışsan. Herkes seni konuşmaktadır.
mahmud— Ağabeyimin konuşacakları
da budur?
nırvan— Ben bilmezem ne
konuşacak ağan seninle. Ben kendi namıma konuşaram. Kendi namıma üzülürem.
Severem seni Mahmud ağam. Yengen bellerim kendimi. İyiliğin isterem. Bir
derdin varsa, bir sevdan varsa, yüreğini aç bize. Ağabeyin de sever seni.
Baban ölmüştür, atalık etmiştir sana. O da iyiliğin ister, yüceliğin ister.
mahmud— Sağol Nirvan yenge.
Bir derdim yoktur.
nırvan— Sözünle, yüzün bir
değil Mahmud ağam. Yüzün, sözünü yalancı kılar. İnce fikirlere dalmışsan belli.
Sanki yas tutmaktasın. Bu kara sükût hayra alamet değil Mahmud ağam. Yağmur
öncesi sıkıntıdasın san-kim. Sankim birazdan gürleyip, yağacaksın.
MAHMUD—
Neler söylersin Nirvan yengem, neler kurarsın?
NIRVAN—
Hayırdır Mahmud hayırdır! Dağıt gönlündeki sıkıntıyı, böylesi herkes için
hayırdır!
(Kebik girer.)
KEBIK—
Oo, hoş gelmişsen Mahmud!
mahmud— Hoş bulmuşam ağam.
kebık— Rahatsız olmayasın
yerinden, ben de yanına oturacağım zati. Hele şu tütünlüğümü, tabakamı alayım
yanıma.
(Bir kö§ede
Nirvan'a usulca sorar:)
KEBIK—
Ağzını aramışsan Nirvan? 56
NIRVAN—
Çok uğraşmışem ya, söz uçurmamıştır ağzından a-
ğam.
Bir tek söz olsun etmemiştir. KEBIK— Sus hele beceriksiz kan! Bir işi
beceremedin! NIRVAN— Tez geldin sen de, hemen lafın üstüne geldin. KEBIK— Sus
hele sus. Ne var ne yok Mahmud? Hele anlat... mahmud—
Sağlığın ağam. kebık— Anam
nasıldır? Geçen gün uğramışem elin öpmeye.
Tarlaya
gitmiştir, görememişem. Söyleyiveresin. mahmud—
Başüstüne, söylerem. KEBIK— Havvas ağam çağırtmıştır beni huzuruna.
MAHMUD—
...
kebık— Yezidiler dairelendiğinde
tüfeklenmemişsin, fena içerlemiştir bu işe...
MAHMUD—
...
KEBIK—
Avrat bana bir tas ayran çırpıver. Sen de içersin? mahmud— Sağolasın, az evvel içmişimdir. KEBIK— Lakin öfkesi
çok büyük değildir.
MAHMUD—
...
KEBIK—
Yani sen diyeceğine gelirsen çok öfkelenmeyecek.
mahmud— Nedir diyeceği?
KEBIK—Hayırlı
bir iş...
MAHMUD—
Nasıl bir hayırlı iş?
KEBİK—
Başına talih kuşu konduracak. Osmanlı paşaları gibi yaşayacaksın gayrı.
mahmud— Dileği nedir ki,
Osmanlı paşalığı bağışlaya?..
kebık— Dileği senin saltanatındır.
mahmud— Benim bildiğim Havvas
Ağa, kendinden gaynsı-na saltanat tanımaz ağam. Bu işte bir bit yeniği vardır.
Deyiver bütün bildiklerini de zaman yitirmeyelim.
KEBIK—
Ağanla, atanla nasıl böyle konuşmaktasın Mahmud? Görürem ki, kafanın dumanı
göreneklerimizi unutturmuştur sana. Ağzından çıkanı kulağın duymaz.
57
mahmud— Hürmette kusur etmek
istemem ağam. Lakin artık ben de çocuk değilem. Yolumu, yönümü bilirem.
KEBlK—
Sen yolunu, yöreni ağamızdan iyi bilirsen? Dediğin laf, laf değildir Mahmud.
Başını bu kadar dik tutma. Eğilmezsen kırılırsın. Daha ağanın ne dediğini bilmeden,
dileğini anlamadan karşı durursun. Bu ne biçim iştir Mahmud?
mahmud— Bilirem ki, ağa
hayırlı bir iş buyurmaz.
KEBlK—
Avrat! Sen içeri geç bakalım. Biz kardaş kardaşa ko-nuşak biraz.
(Nirvan içeri
geçer)
KEBlK—
Ne biçim konuşursan avradın yanında? Bilmez mi-sen ağamız, dayısı olur!
mahmud— Ben Nirvan'ı senin
avradın bellerem ağam, ağanın yeğeni değil.
KEBK—
Ne demeye getirirsen Mahmud?
mahmud— Demem o ki: Bir er
kişi, meclisini, muhabbetini avradından sakınıyorsa, esirgiyorsa onun
evliliğinde ince bir iş var demektir. Ve de bu evlilik makbul değildir.
KEBlK—
Dilini çok uzattın Mahmud. Orada durasın. Evime, avradıma dil uzattırmam sana.
Şuraya çağırdık ki, kar-daşımızsın iki çift laf edek. Ağamız bizi hısım
belleyip, bir iyilik yapmak ister. Bizi elçi, bizi aracı kılmıştır. İsterem ki,
lafımızı tamam edek. Sözüm tamam etmeye izin vermezsin daha; ya biz seninle
nasıl anlaşırık böyle olunca?
mahmud— Ağanın dileği nedir?
KEBlK—
Bak kardaşım, ben senin büyüğünem. Ağamız buyurur ki: Öyle bir iş edek ki, hem
Mahmud'un hayatı kur-tula, hemi de köylünün. Bilirsen Teyfo Ağanın kızı
58
Güllüşan
sana vurgundur, karasevdalıdır, ince hastalığa tutulmuştur senin yüzünden,
azap çekmektedir. Teyfo Ağanın kızını sana alırsak, onca toprağa damat
gideceksen. Düğününü-derneğini ağamız kuracak, benimkini kurduğu gibi.
İrak'tan Arap kısrağı getirtecek altına, kısrağın ayaklarının altına Acem
kilimleri serecek, eline gümüş işlemeli tüfek verecek. Bataklığın or-dan
tarla-toprak verecek.
mahmud— Bataklık deme bana.
KEBlK—
Ne dilersen verecek. Bundan hayırlı bir iş olur? Yeter ki sen "He"
de, yarın gidip tez elden istetecağız Güllüşan"ı sana. Güllüşan'ın yüzü
güzel, huyu güzel, ceren gibi kızdır.
MAHMUD—
Ceren gibi kız deme.
kebîk— Nedendir o?
mahmud— Güllüşan ceren gibi
kız değildir. Hiçbir kız ceren gibi kız değildir.
KEBlK—
Sen ne diyersen lo?
mahmud— Ya ben Güllüşan'ı
istemezsem n'olacak?
KEBlK—
Ula sen delirmişsen? Aklını yitirmişsen, yoksa kiraya vermişsen? Sana
Güllüşan'dan iyi kız bulunur? Teyfo Ağanın kızıdır Güllüşan? Varidatlıdır. Sana
vurgundur. Senin için türküler yakar, tçin için erir. Senin uğruna kendin
asmak istemiştir. Getireceği çeyizi bir düşün hele. Tellal çıkarsan kaç kişi gözü
kapalı Teyfo Ağaya damat gider. Sen ise ayağına gelmiş kısmeti tepmektesin. Bu
büyük günahtır Mahmud. Biz bağış-lasak bile seni, böyle bir kısmeti teptiğin
için Allah bağışlamaz. İflah etmez, ondurmaz. Aklını başına top-layasın. Bir
delilik etmeyesin.
mahmud— Aklım basımdadır Kebik
Ağam. Güllüşan'ı istemi yrem.
59
KEBDC—
Ulan lanet olası gevvat! Kız değilsen ki, başına vura vura verek seni, saçını
yerde sürüyerek gelin edek. Ulan damadın kız istemeyip, ben evlenmem dediği
ner-de görülmüştür? Hangi töremizde vardır böyle mec-nunluk? Kız olsan başın
yumruklayıp verirdik seni; Lakin er kişisin, rızan gerektir. Er kişi içinse
ağa, ata sözünden çıkmak olmaz, hiç olmaz. Havvas ağamızın emridir bu,
dileğidir, seni düşünür. Hemi de biraz köyü.
MAHMUD—
Ben Teyfo Ağanın kızını alırsam, bana sevdalı o yan deli kızı avrat bellersem,
bataklığın öte yakası emniyete alınacaktır değil? Teyfo Ağa hak iddia etmeyecektir.
Köyler toprak davasına düşüp birbirlerini kırmayacaktır değil? Cümle bunların
hepsi bir mecnun kızın sevdası için he? Bir mecnun sevda için. Benim başım
yanmış kimin umruna?
KEBlK—
Ulan ne çok konuştun huzurumda. Şimdi indireca-ğım yumruğu tepeyin üstüne.
İndirecağım ki, göreceksin cehennemi...
mahmud— Cehennem Güllüşan'dır
ağam, cehennem Havvas Ağanın buyruğudur.
KEBlK—
Son sözün budur Mahmud?
mahmud— Son sözüm budur ağam.
KEBlK—
Ula sen Havvas ağanın buyruğunu geri çevirirsen bu köyde daha barmıram
sanırsın? Vazgeç bu köyden, bu ahalide seni kabul edecek köy bulabilirem
sanırsın? Hangi ağa, kendi ağasının buyruğundan çıkanı, köyüne konuk deyi
kabul eder? Hangi kapıda itibar görürsen? Hangi kapıda ekmek yersen? İşin bir
de bu cihetini düşün Mahmud. Senin o bulanık aklın bunlara er-miyi mi? Yakma
delikanlılığını! Bozma ocağını! Bak, köy dairelemeye gelmedin, ağamız unuttu.
Unuttu gö-
60
ründü.
Bir de buyruğunu yerine getirmezsen, seni ne bu köyde, ne bu ahalide banndınr.
Bunu böyle bilesin. Ve aklını başına devşiresin. Şimdi gidesin ve bir zaman
düşünesin. Sana bir gece mühlet. Bizi müşkül durumda bırakmayasın. Yarın sabah,
tez vakit bana son sözünü söyleyeceksen. Ve ben de ağamıza muş-tuyu
götürecağım. Düşünesin ki, Havvas Ağaya "Bu iş oldu!" demişimdir bir
defa. "Bunu böyle bilesiniz" demişimdir. Ve sen de bilesin ki, bu
senin ağabeyin Kebik'in verdiği sözü geri aldığı görülmemiştir. Senin ağabeyin
olmadan önce ağanın hışmıyım ben gayrı. Ağanın buyruğu Allah buyruğudur
gözümde, ve de bütün köyün gözünde. Bunu böyle bilesin. Var git şimdi. Geç
vakit olmuştur, Eyşan anamın gönlüne merak dolanmaktadır.
MAHMUD—
Benim son sözüm söylenmiştir Kebik Ağa. Ve de sen de bilesin ki, ağa kapısına
it olandan, bana ata olmaz.
(Mahmud
çıkarken)
Işıklar.
Sekizinci
Sahne
KERPİÇ
DAMLAR
(Havvas Ağanın
köyünün dışında —boşaltılmış— kerpiç evlerin damı. Damın üstünde pusuya yatmış,
yine tek sıra halinde Tüfekliler... Yüreklerini dolayan korku, parmaklarına
hükmetmekte; tetikteler... Yıldız alacasında gece. Zaman zaman bulutların
arasından kendini göstererek, karanlığı bölen ince bir ay ışığı. Büyük bir
sessizlik. Arada bir uzaktan uzağa köpek havlamaları duyulur.)
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Sanki ölüm sessizliği.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Hiçbir yan ses vermiyor gecede.
üçüncü TÜFEKLİ— Sanki her yan
mezarlık.
dördüncü tüfekli— En kötüsü
beklemek.
beşinci tüfekli— Bekleten,
bekletmenin tadını çıkarır. Hay-
fını
almadan önce faresiyle eğleşen kedi gibi. altıncı
TÜFEKLİ— Bu sükût hayır değildir. Yezidiler mutlaka
bir
şey yapacaklardır. Hayıflarım kötü alacaklardır. Bu
hicabı
yerde komazlar.
dördüncü tüfekli— Daha ne kadar
bekleyeceğiz? BiRiNCi TÜFEKLİ—Daire silineli bu gün üçüncü gündür. Daha
62
sesleri
çıkmamıştır.
iKiNCi
TÜFEKLİ—Daireyi silmeye gittiğimiz vakit, nasıl hayın bakmışlardı gözümüzün
içine. Nasıl öfkeli, nasıl gazaplı bakmışlar idi. Hiç unutmamışem.
altıncı TÜFEKLİ— Dairenin
içinde tekmil köy, ikinci bir daire eylemiş idi. Etten bir duvar idiler sanki.
Cümle köy et-ten-kemikten bir daire idi.
üçüncü TÜFEKLİ— Şimdiyse
sanki ölmüştür Yezidi köyü. Sanki cümle köy ölmüştür. Sanki hiç insan yaşamaz
orda. Sanki çizilen daireyle birlik bütün Yezidiler ölmüştür. Sanki köyün üstü
kefenle örtülmüştür.
dördüncü tüfekli—Kötü düştüler
tuzağımıza. Köy dairele-yeceğimize akıl erdiremediler. Böyle bir şeytanlığa
akıl yetiremediler. Bunun hicabındalar şimdi.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Dairelenmenin hicabındalar şimdi. Başlan eğik, gönülleri yaslı,
birbirlerinin yüzlerine bile baka mıyorlardır.
altıncı TÜFEKLİ— Babolar,
yoksam daireyi erken silmişik? Bir vakit daha kalsalardı daire içinde acep daha
hayırlı bir iş olurdu?
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Yok, yok tam zamanında silmişek daireyi. Daha fazla bekletmek, daha
büyük öç getirirdi.
bmncı tüfekli— Şimdi de öçleri
büyüktür.
beşinci tüfekli— Lakin daha
fazla daire içinde bırakmamızdan ehvendir.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Erleri avratlarının yüzlerine bakamaz olmuştur. Köyün dairelenmesi
onlar için büyük bir zuldür. Bunu kolay unutmaz Yezidiler.
üçüncü tüfekli— Gafil avladık
onları.
dördüncü tüfekli— Lakin köyün çok
yakınına sokulaydık, uyanırlardı. Ossaat anlarlardı dairelendiklerini; daireyi
tamam edemezdik.
63
iKiNCi
TÜFEKLİ— Köyün gözcüleri yas içindedirler şimdi. İki kat yas içinde. Köyün
kolcuları insan içine çıkamaz olmuşlardır. Köy onlara emanettir. Onlar ise
emaneti ko-ruyamamışlardır.
üçüncü tüfekli— Cümle gözcü,
kolcu taifesi hicap içindedir şimdi. Tekmil Tüfekliler ölüm sükûtundadır.
Erliklerini ayağa düşürmüşlerdir. Bir vakit ne tarlaya gidebilirler, ne köy
kahvesine çıkabilirler. Avrat gibi sinerler evlerine; hiçbir er meclisine kabul
olunmazlar. Avratları da önlerine yemek sürmez.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Beklememişlerdir böyle bir şey. Ummamışlardır. Akıl yetirememişlerdir
oyunumuza.
BiRiNCi
TÜFEKLİ—Lakin biz beklemekteyiz. Geleceklerini bilmekteyiz.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Kaç vakittir Yezidilerle bir ihtilaf çıkmamıştır aramızda. Ne bir
arazi davası, ne kız kaçırma vukuatı. Miro Ağanın bacısından bu yana, hiç kız
kaçınl-mamıştır Yezidilerden.
BMNCI
TÜFEKLİ— Onu da vurmuşlardır zati.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Miro Ağa vurmuştur. Kendi elleriyle vurmuştur. Âdet böyle gerektir.
Namusun temizlemiştir. Yezidilerin dışarıya kız verdikleri, kız kaptırdıkları
görülmüştür lo?
BiRiNCi
tüfekli— Kız da almazlar değil?
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Haşa, almazlar. Bir yezidi eri, erkekliğine yedi kat çaput bağlayıp,
bir Müslüman kızının koynuna girse bile, erkekliği lanetlenmiş sayılır. Ve en
büyük günahı işlemiş sayılır.
iKiNCi
tüfekli— Yezididen kız kapmak
güzel, lakin kız vermek olmaz.
altıncı tüfekli— Kız almak da
caiz değildir. Soy kanşır, kan bozulur.
64
üçüncü TÜFEKLİ— Daha kaç
vakte kadar bekleyeceğiz ağam?
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Fikrimce bir hazırlık yapmaktadırlar. Büyük bir hazırlığa
girişmişlerdir şimdi. Kollan sıvanmış, tüfekleri sürülmüştür. Tetiklerini
yağlarlar ocağın başında. Usul usul, alttan alta intikam kotarmaktadırlar.
üçüncü TÜFEKLİ— Üç gün
olmuştur, sesleri soluklan çıkmamıştır daha. Bu nasıl intikam kotarmaktır?
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Yezidi kısmı beklemeyi bilir oğul. Bunca yıldır dökülen onca kana
karşı topraklarımızda hâlâ nasıl beklemişlerdir?
altıncı TÜFEKLİ— Gözümün
önünde hayaller dolanır. Şimdi köyün kahvesinde baş başa vermişlerdir, yumruk
birleştirmişlerdir. Herkes fikrini ayan etmektedir.
üçüncü TÜFEKLİ— Suratlan ağaç
kabuğu gibidir. Mangalın son közlerine cigara bastırıp nefeslenmektedirler. Her
er kişi, en büyük bir intikam düşlemektedir. Herkes hayfını en zorlu almayı
kurmaktadır.
iKiNCi
TÜFEKLİ- Derler ki: Havvas Ağanın köylüğü yerle bir edilecektir. Ve de
edilmelidir. Velakin nasıl?
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Bir nasıl üstüne üç gün geçirmez Yezidi-ler. Fikirleri incedir
besbelli. Oysa sankim ölmüş gibidirler. Işıklan yanmaz, ocaklan tütmez. Dersin
ki sanki terk-i diyar etmişlerdir.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Yezidiler yurtluklanm terk-i diyar eylemezler oğul. Ölürler de
eylemezler. Değilse bunca yıl nasıl dayandılar bu topraklar üzerinde?
iKiNCi
TÜFEKLİ— Belki de atlanmışlardır şimdi. Ay ışığı mavzerlerin parlatır gecenin
karanlığında. Yol gösterir onlara, intikamlanna ışık tutar.
dördüncü TÜFEKLİ— Karanlıkta
ölümün gözü gibi parıldamaktadır gümüş mavzerler.
65
üçüncü TÜFEKLİ— Belki de
bizim köyün yolunu tutmuşlardır şimdi. Irmağın alt yanını dolanmaktadırlar.
Sabaha karşı herkes can uykusundayken, bir yılan gibi sokulacaklardır bizim
köye.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Usul ve gizli. Bir Yezidi gibi aynen. Harabelerin gölgesine sığına
sığına...
iKiNCi
tüfekli— O gölge neydi hele!
dördüncü TÜFEKLİ— Ne gölgesi
kurban? Daha üçüncü gecede hayal görmeye başlamışsen...
ALTINCI
TÜFEKLİ— Bak bu iş heç hoş değildir. Senin sonun hayırlı değildir. Gözün
ıraktan, parmağın tetikten düşmektedir.
beşinci tüfekli— Hele dur, bu
bir şey değildir daha. Daha kaç gece nöbet başındayık kim bilir?
altıncı TÜFEKLİ— Eski
yakıtlarda ay boyu nöbet tutardık damda da gene sesimiz-soluğumuz çıkmaz idi.
Şimdiki uşaklar gün hesabına dayanamıyi.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Yallah bir gölge görmişem. Bir kımıltı aşağı harabelerin orda. Sen
harabe deyince gözüme ilişmiştir ağam. Bir gölge görmişem, bir gölge...
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Lafımın üstüne bir hayal görmişsen oğul.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Ahaa, aha, bakın kurbanlar! Görmiyseniz biri geçmiştir. Ayın ışığı
bedeninin bir parçasını aşikâr etmiştir.
altıncı tüfekli— Hele biri
vardır demeye getirirsen.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Vardır kurban görmiyseniz?
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Ağam, bir kurşun sallasak...
beşinci tüfekli— Bir gölgeye
sebep köyü telaşa vermenin bir alemi yoktur. Zati köylü diken üstünde uyur.
altıncı TÜFEKLİ— Akşamdan beri
birbirimizin gözini korkutmaktayız. Ben heçbir şey görmemişem.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Ben de bir şey görmemişem. Yaşım ilerle-
66
mistir
lakin daha hepinizi cebimden çıkanrem ben. Sizin gibi genç uşaklarla çok aşık
atabilirem.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Haşa huzurdan benim de gözüm keskindir ağam. Uzağı da, geceyi de iyi
görirem. Bir gölge görmişem diyirem sizlere.
beşinci tüfekli— Sen bana senin
gözün kesmiyi artık demeye getirirsen uşak. Asıl söylemek istediğin budur.
iKiNCi
tüfekli— Haşa ağam. O nasıl söz eyle?
Böyle bir muradım yoktur. Lafım o manaya peşrev çekmez. Lakin ben bu gölgeye
inanmışem.
altıncı tüfekli— Asıl sen
yaşlanmaktasın babo. Üç gece nöbet tutmak hayaller gördürür sana. Gençlik
sevda-sındasın ya, asıl sen yaşlanmaktasın.
iKiNCi
tüfekli— Ahaa, aha, görmemişseniz,
bir daha geçmiştir.
BiRiNCi
tüfekli—Ben de görmişem ağam.
Harabenin alt yanından bir gölge savuşmuştur. Bir gölge değip geçmiştir ayın
vurduğu duvara. Duvar gölgelenmiştir.
dördüncü tüfekli— Ula sakın bu
Yezidilerin ulağı olmaya. Yezidilerin habarcısı olmaya. Belki köyün yanını,
yöresini kolaçana gelmiştir. Belki bu gece köyü basacaklardır.
beşinci tüfekli— Ula üç gün
nöbet bekleyince hepinizin a-sabatı bozulmuştur. Birbirinizi hayallere
inandmy-seniz.
iKiNCi
tüfekli— Yallah ağam görmişem.
Biri harabeden çı-kıydi sankim.
BiRiNCi
tüfekli— He ağam, ne. Sanki
harabeden çüaydi biri.
beşinci tüfekli— Ne yani köye mi
gelir, köyden mi çıkar bu hayalet?
DclNCl
TÜFEKLİ— Sanki köyden çıkıydi.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Sanki çıkıydi.
67
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Ula kim çıkar köyden bu vakit? Hangi eksik akıl? Ölüm dört yanda eli
boş dolanırken kim çıkar köyden? Köyden çıkanı Yezidiler sağ bırakır sanırsanız?
dördüncü tüfekli— Ağam, Ağam!
Harabenin üstüne baksanız. Biri atlamıştır öte yana.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Ula gevvatlar! Siz dellendireceksiniz beni! Bunca senenin
nişancısıyem, ben niye heçbir şey gör-miyrem? Niye ben kör olmışem? Ben ki
zamanında uçan kekliği iki kaşın arasından vurur idim. Şimdi gözlerimi toprak
ile örtmişem? '
altıncı TÜFEKLİ— Hele nasıldır
bu gözünüze vuran gölge? İndir yoksam cindir? İnsana benzer yanı vardır?
iKiNCi
TÜFEKLİ— Ağam sanki Mahmud gibidir. Harabenin üstüne dağın gölgesi vurmuş gibi.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ—Ula Mahmud delidir köyden çıka? Hemi de kimseye ses etmeden? Hepiniz
aklınızı mu uğurladınız başınızdan? Hayal görmişseniz, hepsi budur.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Zati Mahmud da bir vakittir hayal gibidir ağam. Aklını başından
uğurlamış gibidir. Sayrılar gibi dolanmaktadır ortalıkta. Bu sebeptendir ki, ne
yaptığı, ne ettiği belli değildir. Ne yapacağına da güvenmek olmaz. Demem o
ki, harabenin üstüne vuran hayal Mahmud olabilir. Ve de mümkündür. Sen de
biliysen ki Mahmud, gayn bizim yoldaşımız o eski can Mahmud değildir.
BiRiNCi
tüfekli— Mahmud bu vakitler hem
hayal gibidir, hem harabe gibi.
üçüncü tüfekü— Ağam bir kurşun
sallayak harabenin o yana. Sallayak ki, bu erlerin gönlü rahat ede.
Yüreklerine su serpile.
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Avaresin lo? Kurşun sesine bütün köy
68
ayaklanır.
Uşakların gönlüne korku salmayalım gece vakti. Bir gölgeye sebep uykularını
bölmeyelim. Bir vakit gözünüzü harabelerin oraya dikin. İyice bir açın ki
gözlerinizi, evinin yolunu değiştiren karıncayı bile gözünüz seçe!..
(Tüfekliler
gergin, sinirli, huysuz gözlerini harabeye dikmiş, öylece durmaktadırlar.
Uzunca bir sessizlikten ve gerginlikten sonra:)
üçüncü tüfekli— Ağam, hele bu
harabe kimin zamanından kalmadır? Havvas Ağamın dedesinden kalmadır? Neyin
harabesidir bu?
beşinci tüfekli—Ula cehal
oğlan, kurşun sallamayı bilirsen de, burnunun ucundaki harabeyi bilmezsen.
Havvas Ağanın dedesinden evvele akıl erdiremezsin. Havvas ağamızın dedesi öleli
kaç vakit geçmiştir ki şunun şurasında?
Bu
harabeye gelince; eskilerden, çok eskilerden kalmadır. Ben diyeyim bin sene,
sen de, cıkk, yanlış saymışsen on bin sene evvelinden kalmadır. Bir vakitler
bu topraklarda eski medeniyyetler var idi. Büyük medeniyyetler, büyük seherler
var idi. Bu harabeler de artık kimin neyi, kimin nesidir kim bilir? Kim bilir
kaç yaşındadır bu harabe kurban? Kimi deyi mekteptir, kimi deyi medrese. Gayn
tekkedir, mekteptir, medresedir bilinmez. Lakin onca haşmetiyle öylece durmaktadır
ayın ışığında. Bizi gözetlemektedir.
dördüncü tüfekli— Ağam, bu
Yezidiler, bu gece de gelmeyecekler zağar. Fikirleri nedir bir
öğrenebilseydik? Ne dolanır şeytan kafalarında? Ne tuzaklar kurarlar? Bir
bilebilsek...
69
BEŞiNCi
TÜFEKLİ- Uşaklar, sabah tez vakit biriniz Eyşan Ananın kapısına varsın. Sorsun
baksın Mahmud ordadır? Benim de içime kurt düşürdünüz deyyuslar!
Işıklar.
Dokuzuncu Sahne
IRMAK
KIYISI
(Irmak kıyısı.
Gece yıldız alacası. Bulutların ardından görünen ay, ikiye böler ırmağı —ve de
sahneyi—. Ve bir yandan ıssızlığın ortasında geceye hükümdar olmuş ırmak
çağıltısı; öte yandan uzaktan uzağa çoban kavalları, nerden geldiği belirsiz.
Mahmud'u görürüz ırmağın kıyısında. Tek başına, düşünceli, yalnız. Pusatlarını
çatmış, tüfeklenmiştir. Elinde uzun, çok uzun bir kaval vardır. Boynunda yeşil
bir mendil, murat mendili, Dilek Ağacına bağlanacak işmar mendili, gecenin
ışığının aşikâr ettiği sevda mendili. Irmağın öte yanında belli belirsiz çok
zayıf birkaç ışık parlayıp söner. Belli ki Yezidi köyünün karşısına kurulmuştur
Mahmud. Belli ki kaç zamandır kafasında dolaşan düşünceye hayatını koymuştur.
Bir zaman sonra Mahmud kavalı alır nefesine; ince bir inilti gibi başlayan
kaval sesi, bütün ırmağın çağıltısını örter. Çağıltının hükümdarlığı biter.
Neden sonra ayağa kalkar Mahmud. Tüfeğini sürer. Kararlıdır belli; dönülmez
bir yoldadır.
(Ay büyürken,
büyürken, çağıltılar.)
Işıklar.
Onuncu Sahne
KÖY
MEYDANI KAHVE ÖNÜ
(Köyün
ortasında, kahvenin önünde genişçe bir meydan. Daha çok ya§lılardan oluşan bir
kalabalık eski çınar ağacının dibindeki kısa bacaklı, alçacık kürsüler üzerine
tünemiş, tütün sarmakta, nargile fokurdatmaktadırlar. Öte yandan hasırlara
serilmiş çocuklar. Köyün delisi gene ortalıklarda.
(Kahvenin önünde
Kâhya, Muhtar, Abid Emmi, köyün birkaç ileri geleni. Bir köşede Eyşan Ana
sırtını duvara dayamış, başından örtüsü kaymış, gözleri bir noktaya dikili,
öylece durmaktadır. Arada bir belli belirsiz mırıldanmakta, iniltili sesler
çıkarmaktadır. Eyşan Ana'nın ardında Kara Çarşaflı Kadınlar tek sıra halinde
ağıtlı bir oturuşla birbirlerine yaslanmış beklemektedirler.
(Uzun bir
sessizlik. Gergin bir bekleyiş. Karamsar, yapışkan ağır bir hava dolanmaktadır
ortalıkta. Herkesin yüzü asıktır. Neden sonra, yeleğinden çıkardığı köstekli
saatine bakan Kâhya, konuşmaya başlar.)
kâhya— Bunca zaman oldu,
Tüfekliler hâlâ görünmediler.
Yüreğimi
korku sarmaktadır. muhtar— Yüreği
korkuya salmak hayır getirmez Kâhya.
Hayır
diyelim, hayır olsun. Hayırdır Kâhya, hayırdır... Müşkülümüz çoktur şu aralar,
hayır diyelim ki hayır bulak.
kâhya— Bu deli oğlan, hangi
akla uyup, gece vakti köy bırakmıştır? Tüfeklenip, pusatlanıp yola düşmüştür?
Neyin muradındadır, neyin sevdasında?
muhtar— Son vakitler halinde
bir mecnunluk vardı Kâhya; ağzını bıçak açmaz, kollarını ölüm kavuşturmazdı.
Bir hayal gibi bir sayrı gibi dolanmaktaydı ortalıklarda.
ABID
EMMİ— Köyün dairelenmesi uğur getirmemiştir ağalar. Felaketler ağır bir bulut
gibi köyün üstünde dolanır.
kâhya— Böylesi en
hayırlısıydı Abid Emmi. Böylesi en ha-yırlısıydı. Yoksa çok kan dökülecekti.
Sen beter felaketi asıl o zaman görecektin. Böylesi en hayırlısıdır gene de.
Hiç değil can kurtarmıştır.
abid EMMİ— Orası daha belli
değil hayran. Yezidilerin öcü şeytan öcüdür. Cehenneme kadar mühleti vardır.
kâhya— Bu çocuk hangi akla
uyup da ayaklanmıştır? Kaygısı yüreğim daraltmaktadır.
MUHTAR—Eyşan
Kadın! Sen Mahmud'un anası olursan, sen oğlunun derdini bilmezsen, kim bilecek?
Sen girmezsen onun yüreğine, başka kim girecek? Hiç öğrenme-mişsen oğlunun
yarası nedir? Niye böyle olmuştur son vakıflarda?
eyşan— Ahh, ahh... Derdimi
deşmeyin ağalar... Mahmud oğlum olmaya oğlumdu ya, benim aklım basmaz, yüreğim
ermezdi Mahmud'a. Bir garip oğlandı Mahmud. Sanırsan Abdal. Sanırsan Dengbej.
Elbet bir derdi, bir yarası var idi. Yüreğinin saklısında kimselerin ayak
basmadığı bir gizli toprak var idi. Lakin kimseyi sokmaz idi oraya. Kimseye
kapısını açmaz idi. Anasını bile almaz idi yüreğine. Ben de bilmez idim, derdi
73
nerden
beslenir, bu derdin pınarı nerdedir, gözü nerde-dir? Güneş gibi oğlandı Mahmud.
Lakin güneşi buluttan çekilmez idi.
ABID
EMMİ— Şimdiki vakıtlar, kötü yakıtlardır. Analar oğlunu bilmemektedir, ağalar
köylüsünü. Her şey boşolmuş-tur birbirinden. Her şey bozulmuştur. Hiçbir şeyin
hükmü kalmamıştır kimsenin gözünde. Neler dönmektedir ki ortalıkta
hiçbirimizin aklı basmaz olmuştur? Köylerin töresi değişmiştir besbelli. Köyler
eski köyler değildir. Ekmeğin eski tuzu yoktur, başağın eski buğdayı. Her şey
kötü kötü kokmaktadır. Pınarın suyu, tarlanın toprağı, evin ocağı. Ve sankim
hepimiz kokmaktayız. Kokar dururuz ortalık yerde. Ağır, leş gibi köyün üstü.
Köyün üstünde hep aynı bulut. Ve sanki lanetlenmişiz biz. Köyler lanetlenmiş, tarlalar,
topraklar.
kâhya— Sen gönlünden umudu
iyiden iyiye kovmuşa benzersin Abid Emmi.
muhtar— Abid Emminin her
vakıtki yakınmalarıdır Kâhya, yaşamaklan hukukunu kesmiştir Abid Emmi. Her şeye
lanet yağdırır durur.
ABID
EMMİ—Laneti ben yağdırmiyrem. Lanet size gökten ge-liy. Bu koku sizin
kokunuzdur. Ve sanki hepimiz mezarımızda çürümekteyiz. Tarlalar çürümektedir.
Toprağın üstü çatlamış, çatal çatal her şey, susuz, kuraktır. Yol yoldur.
Yüreklerimizin üstü çatlamıştır. Sevgiyi, sevdayı yüreklerimizden uğurlamışızdır.
Evlat, anayı, babayı sevmez; köylü, ağayı, atayı. Kimse kimseyi sevmez. Bu
nasıl iştir kurban? Değilse ben bunamı-şem, olan bitene akıl yetiremiyem?
KÖYÜN
DELİSİ— Kimse kimseyi sevmez. Herkes benim gibi. Benim gibi.
ABID
EMMİ— Biz gayrı iflah olmayız ağalar. Töremiz çözülmüştür. Köyden göçenler
olmuştur. Alamanya diye bir melmekat bile çıkmıştır. Dersin ki sanki Yemen'
dir, sanki Fizan'dır. Gidenler geri dönmez. Alaman melmekatı köylümüzü yerinden
uçurur, yurdundan eder. Nedir olanlar bre? Benim aklım ermiyi, kabul. Lakin bir
er kişi bana aşikâr etsin olan biteni. Aşikâr etsin ki, içim rahatlaya,
yüreğimin bukağısı çözüle. Aklım ermiy olan, bitene. Sanki akıldan yoksun
ol-muşam, sanki yürekten fukara kalmışam. Bizleri ölüm kurtarır gayrı. Bizleri
ölüm dindirir. Yapacak bir şey kalmamıştır bizim için şu dünyada.
köyün DELlsl— Kimsenin aklı,
kimseye ermiyir. Kimsenin yapacak işi kalmamış. Köy bana kalacak. Herkes benim
gibi. Benim gibi.
EYŞAN—
Geceleri pencerenin kenarına tüner, uzaklara, çok uzaklara dikerdi sahan
gözlerini. Sanırsan gözleri karanlıkları oyar ve de ırağı kendine aşikâr eder
idi. Bir kutlu kişi gibi oturur, dururdu pencerenin kenarında, ayın ışığında.
muhtar— Sormazdın derdin nedir
oğul, deyi?
eyşan— Nasıl sormazdım?
Sorardım helbet. Uyku tutmazdı geceleri. Evin içini dolanır idi. Kaç kez oğlum
söyleyesin anana derdin nedir diye yalvarır oldum, tek söz uçurmadı ağzından,
başını devirdi sustu.
ABID
EMMİ— Eyşan Kadın, senin bu oğlun Mahmud, yoksa ermiş bir kişi idi? Kim bilir
belki ermişlere karışmış idi ve belki bir ulu kişi oldu. Biz bilmedik
kıymetini, biz anlamadık hikmetini.
köyün DELlsl— Herkes benim
gibi. Kimsenin kimseye hikmeti ermiyir. Kimse kimsenin kıymetini bilmiyir. Benim
gibi.
75
eyşan— Ne bilem Abid Emmim,
ne bilem? Ben bir garip Ey-şan Kadınam. Erimi yitireli iki oğluma adamışam kendimi,
iki civanıma. Onlar ne der, ben onu derem; onlar ne eder ben onu ederem. Lakin
Mahmud ne birşey der idi, ne bir şey umar idi. Demişem ya, sanırsan Abdal,
sanırsan Dengbej. Ben oğlumu isterem ağalar, ben yetimimi isterem. Ben
Mahmud'umu isterem.
muhtar— Akşam çökmekte. Lakin
Tüfekliler görünmemiş-lerdir daha.
KÂHYA—
Aramadık kuytu köşe bırakmayın deyi tembihle-mişimdir. Irmak boylarını
dolanmaktadırlar.
eyşan— Uğursuz karanlık biraz
gecik n'olur. Ne var böyle tez inecek? Böyle kefen gibi kapanacak köyün üstüne?
Ve de ovaların, kayaların, ırmakların, cümle tabiatın üstüne. Mahmud'um
bulunmamıştır daha. Işığını esir-gemeyesin ölüsünden ve de dirisinden.
KÂHYA—
Belki bulmuşlardır Eyşan Kadın. Belki yanlarına katmışlardır, getiriyorlardır.
EYŞAN—
Mahmud'un dirisini isterem Kâhyam. Mahmud' umu sağ isterem. Yetimimi başımda
isterem.
ABlD
EMMİ— Allah vere de Yezidilerin eline düşmeye Mahmud. Öfkelerini Mahmud'dan
almayalar.
eyşan— Mahmud'a bir şey
olmaya Abid Emmim. Mahmud'a bir şey olmaya ağalar. Benim oğlumdur Mahmud, gözümün
bebeği, canımın ışığıdır. Benim yiğidimdir. Ben bilmeden bir dağ doğurmuşam
ağalar. Ben garip Eyşan Kadın, ben on iki senelik dul Eyşan, ben ki oğullarımı
koca bellemişem, ben Mahmud'umu isterem ağalar.
muhtar— Sen üzülmeyesen Eyşan
Kadın. Birazdan Tüfeklilerin nal sesleri çalar kulağımızın kapısın. Bir de
bakmı-şak ki, Mahmud'u yanlarına katmışlar, getirmekteler.
eyşan— Sözüm, kavlim olsun ki
Mahmud'un dirisini getirene koçlar, kurbanlar adayacağım. Sini sini yufkalar
açacağım. Varım, yoğum feda ola! Yeter ki Mahmud' um, yetimim buluna! Lakin
gece inmektedir. Lakin gece insafsızdır. Vicdansızdır. Mahmud'u örter karanlıklara...
I.
köylü— Havvas ^Ağa nerdedir kurbanlar?
n.
köylü— Kasabaya inmiştir. Kaymakam
Beyle görüşmeye, huzura inmiştir. Bataklık usul usul kurumaktadır. Bataklığa
çuvallarlan tohum ister, gübre ister. Bataklık kurutmak kolay sanırsen? Havvas
Ağam kasabaya varmıştır ki işin o cihetini hailede.
m.
köylü— Bunca işin arasında herkes
iz peşindedir kurbanlar. Batağın başını kim bekler?
rv.
köylü— Batağın başına candarma
inmiştir. Batağın başını candarma beklemektedir.
n.
köylü— Havvas Ağa sabaha döner.
Döner dönmez varır gider Tüfeklilerlen batağın kıyısına. Lakin bu günün hesabım
sormaz?
muhtar—Ula deyyuslar! Aklınız
fikriniz topraktadır, bataktadır. El burada kara bağlayıp, yas tutarken bu
türlü muhabbetin meclisidir burası? Siz hiç adap-erkân bilmezsiniz?
kâhya— Lafın önünü sen alma
Muhtar. Benim verecek cevabım vardır. Evet uşaklar, bataklık beklemek var
i-ken, Tüfeklileri Mahmud'un peşine ben salmışem. Tüfeklilere emri ben
vermişem. Lakin benim Havvas Ağaya da verecek cevabım vardır. Onun vekâletini
bir kem işe kullanmamışem. Batağın başında candarma vardır. Kimsenin yüreğini
kuşku yoklamaya. Batak bizimdir, toprak bizimdir. Lakin Mahmud da bizimdir.
Köylümüzdür. Yiğidimizdir.
77
ABID
EMMİ— Yezidilerin sesleri soluklan kilitlenmiştir ağalar. Bu iş hayra değildir.
Gökte üç kuzgun kanat çırpar. Bu iş hayra değildir. Alametler öç vaktini
gösterir. Bu sükût ölüm gizler. Üç kuzgun kanat çırpmaktadır. İnşallah
Mahmud, Yezidilerin öfkesine gelmemiştir.
eyşan— Mahmud, Yezidilerin
öçlerine hedef olmaya Abid Emmi. Yezidilerin öfkesine, hıncına Mahmud'un bedeni
hedef olmaya ağalar. Onların gazabına gelmeye. Onların gazabına gelmeye.
Mahmud'un bedeni onca laneti kaldırmaz. Mahmud bir dağ olsa bile kaldırmaz.
Devrilir gider. Yıkılır. Ben çok acılar görmişem ağalar. Lakin böylesi en
beteridir. Evlat acısıdır. Dayanılmazdır, kahredendir. Uyy Mahmuddd, Mahmud'um
benem. Oğlum! Canımın ışığı! Uyyy Mahmud!
(Nal sesleri
duyulur uzaktan. Köyün Delisi koşarak girer)
köyün DELİSİ—Tüfekliler
geliyor! Tüfekliler! Tüfekliler! Ta-
tatatatatatatatatatatata
eyşan— Sus uğursuz deli! Sus!
Tüfeklilerin gazabı üstüne
olsun!
Tüfeklilerin laneti üstüne yağsın!
(Herkes
ayaklanır. Sessizlik. Bekleyiş.
(Birazdan
Tüfekliler başlan önde teker teker girerler. Eyşan Ana, her giren Tüfeklinin
önüne atar kendini, onlardan medet umar. Bu arada sürekli "Mahmud!
Mahmud!" diye sayıklamaktadır. Eyşan Ananın önünde durduğu her Tüfeklinin
başı öte yana devrilir, her Tüfekli gözlerini saklar, sözünü sakınır.
(En sonunda,
Mahmud'un cesedini taşıyan son Tüfekliler girerler.)
78
KARA ÇARŞAFLI KADINLAR— Mahmud vurulmuş!
Mahmud
vurulmuş! Her yanı kan içinde Canı bedeninden uçmuş!
eyşan— Mahmuuuuuuuud!
kara çarşaflı kadınlar— Mahmud'un
sağ eli kesiktir! Mahmud'un sağ eli kesmişlerdir! Anlatın Tüfekliler, Bu işin
sebebi nedir?
BiRiNCi
tüfekli— Mahmud'u ırmak kıyısında
görmüş Yezi-diler.
iKiNCi
tüfekli— Bakmışlar Mahmud bir
basınadır.
üçüncü tüfekli— Başlamışlar
Mahmud'un izini sürmeye.
dördüncü tüfekli— Mahmud, Dilek
Ağacının dibine varmıştır.
kara çarşaflı kadınlar— Mahmud'un
Dilek Ağacının dibinde işi nedir?
beşinci tüfekli— Kimse
bilmemiştir.
altıncı tüfekli— Yezidiler,
Mahmud'un ardı sıra Dilek Ağacına kadar gelmişlerdir.
birinci tüfekli— Mahmud Dilek
Ağacına yeşil bir murat mendili bağlamıştır.
kara çarşaflı kadınlar— Vıışşş!
Mahmud karasevdalıdır!
Mahmud,
Dilek Ağacına muratlıdır!
iKiNCi
TÜFEKLİ— Yezidiler ossaat kendilerini aşikâr etmişlerdir. Ve senin dileğin
budur deyi, sağ elini, mendil bağladığı sağ elini kesmişlerdir.
üçüncü tüfekli— Ve sonra
Mahmud'un kesilen sağ elini aşiret mızrağına geçirip, köylerine hudut deyi
toprağa çakmışlardır.
dördüncü tüfekli— Ve demişlerdir
ki:
Bu
kesik el gayrı köyümüzün hudududur!
79
Bu
huduttan adımım içeri atan kendini ölümde bulur!
BEŞiNCi
TÜFEKLİ— Ve elini kesip aldıktan sonra Mahmud'u Dilek Ağacının dibinde
vurmuşlardır.
altıncı TÜFEKLİ— Mahmud'u
Dilek Ağacının dibinde bulduk. Gökteki yıldız kadar kurşun yarası var idi
bedeninde.
BiRiNCi
TÜFEKLİ— Bedenindeki kurşun yaralan bir dağın ağaçlan kadardı.
iKiNCi
TÜFEKLİ— Lakin ölüsü bile yiğitti. Asi bir efkâr vardı
gözlerinde.
kara çarşaflı KADINLAR— Eyşan
Ana! Eyşan Kadın! Ölün cennet kalındadır. Ölün şehit kalındadır. Ölenin
günahları yedi kat yer altındadır. Yedi kat yer altındadır.
(Kara Çarşaflı
Kadınlar, Mahmud'un cesedinin üstüne bembeyaz bir örtü sererlerken, Tüfekliler
bir araya toplanırlar.)
TÜFEKLİLER—
Biz ki bir nöbeti mamur tutamamış Tüfeklileriz Erliğimiz adına,
ağamızdan-atamızdan ceza isteriz!
(Kara Çarşaflı
Kadınların serdiği bembeyaz örtüyü, cesedin başına doğru çeken Eyşan Ana uzun
bir ağıt yüklenir. Yükselen sesi, perde perde kararan köyü kaplar. Eyşan Ana
ağıt yakarken, Ağlayıcı Kadınlar dövünmeye başlarlar. Ardından onu yinelerler.
(Tüfeklilerin
başı büsbütün öne düşer. Büsbütün gece. Dövünen Kadınlar. Ağıtlar.)
Işıklar.
On
birinci Sahne
ÖLÜMÜN
DAİRELENMESİ
(Dilek Ağacı:
Mahmud'un vurulduğu yer. Dalda, ateş rengi çaputların arasında hemen kendini
gösteren yeşil murat mendili, Mahmud'un boynundan tanıdığımız... Akşam çökmektedir.
Geride kızıl günbatımı.
(Yezida girer.
Yıkkın, bitkin, omuzları düşmüş; Ama mağrur bir yenilgi içerisinde, ağaca kadar
yürür; Kararlıdır belli. Dalgın, dünyadan elini-eteğini çekmiş gibi dursa da,
adımları kararlıdır. Ağacın dibine kadar gelir. Ağaca bağlanmış murat
mendilini görünce irkilir, kendini tutamaz, küçük bir haykırışı elleriyle
hapseder ağzına, sonra mendili ağlayarak çözer ağaçtan ve toprağa kapanır.
Toprağı yoklar. Mahmud'un kanı hâlâ taze durmaktadır toprakta. Yeşil murat
mendilini boynuna kurbanlık bağlar gibi düğümlü bağladıktan sonra, yerden Mahmud'un
kanını alır, alnına sürer. Daha sonra kuşağından kalınca bir tebeşir çıkarır,
ağacı da, kendini de içine alan genişçe bir daire çizer. Sonra gider ağacın
dibine, dairenin ortasına oturur. Ölümü beklemeye koyulur. Eli saçına gider,
saçının ilk örüğünü gözerken,
Işıklar.
(Işıklar yeniden
yandığında, Yezida'nın birkaç örüğü daha çözülmüştür. Daha bitkin, daha
yorgundur. Sahnenin bir yanında YEZİDİ KADINLAR iki yana sallanarak, ince bir
inilti halinde ağıt tutmaktadırlar. Ortada, ağacın karsısında bir yerde,
Yezida'nın anası Raşa Ana dövünmektedir. Kesik kesik hıçkırıkları, iniltileri
duyulur. Bir zaman sessizlik.)
raşa— Yeter artık inadın
Yezida. Görmez misin ki her geçen gün erimekteyiz. Kahrolmaktayız. Çıkasın
artık o daireden, şilesin artık o uğursuz daireyi. O nalet ölüm dairesini
şilesin de adımını atasın dünya toprağına. YEZtDl kadınlar— Tam üç gündür anan karşında yalvarır Yezida.
Tam
üç gündür kan döker karşında. Yüreği ana yüreğidir. Dayanmaz kızının ölüme
durmasına. raşa— Ben on çocuğun
yükünü taşımış bir anayım.
On
çocuk vardır yüreğimde. Lakin Yezida tek kızım-dır.
Acısı
bütün yüreğimdir.
YEZİDÎ
kadınlar— Tam üç gün üç gece
dolanmadık köy bırakmadı köylüler. Ellerinde meşaleler ve fenerler sabahlara
kadar ünlediler: Yezidaaaa! raşa— Uzaktan
görsen ormanlar yanıyor sanırdın. Onca meşale senin izini sürdü bulana kadar.
Tam üç gün üç gece... YEZİDÎ kadınlar— Cümle
köylü taşı-toprağı talan etti.
Irmak
boylarını kaldırdı ayağa. raşa— Lakin
senin izini gene de çıkaramadı ortaya. YEZİDÎ kadınlar—
Ve her sabah yüzlerce eğik baş girerken köye,
82
raşa— Miro Ağa bir kez daha
delleniyordu. Mızrağını bir kez daha vuruyordu yere.
YEZİDÎ
kadınlar— Yezida yok, diyordu
köylüler. Yezida yok. Cümle toprağı deştik, karınca yuvalarını, çiçek
yapraklarını. Lakin yine bulunmamıştır Yezida.
raşa— Müslüman köylere habar
edildi ardından, kaçınldıysa bilelim, yüreğimiz dağlayalım deyi.
YEZİDÎ
kadınlar— Üçüncü günün sonunda
vardık ki Dilek Ağacının dibine. -Yezida ölmeye durmuş, kendi çizdiği daire
içinde.
raşa— Üç gün daha geçti
gözümün ışığı, üç gün daha, üç gün dağlarda-bayırlarda dövündüm, üç gündür de
karşında.
YEZİDÎ
kadınlar— Üç gündür tekmil
kadınlar yalvarırız sana. Sil daireni Yezida, içini kaplayan kara bulutlan
dağıt. Öfkene yenilmesin bedenin, çıkasm o dairenin dışına.
raşa— Köyün kapısına hudut
deyi aşiret mızrağı dikilende, Yezida su almaya gitmiş idi pınara. Omuzunda
testi, dudağında türkü ile dönende, köyün kapısında mızrağı göre. Neyin nesidir
demeye aşiret mızrağının yanına vara. Mızrağın yanına varanda, mızrağın üzerine
geçirilen kesik eli göre.
YEZİDÎ
kadınlar— Bir de baka ki bu el,
yaban bir el değildir. Kaç zaman tenine el sürdüğü, öpüp başına koyduğu bir
eldir. Kaç zamandır saçlarına örük vuran aşina bir eldir. Ve de bu el sevdalısı
Mahmud'un elidir.
raşa— Bir feryat ki köyün
öğü yırtıla. Kulağım sanki ipini yitirmiş bir kuyu. Dedim: Bu feryat nerden
geliyi gelinler? Dediler: Yezida mızrak önünde testi kırmıştır. Demişler
Yezida üstün paralamıştır. Ve gözlerini kan pınarı eyleyip kendini dağlara
vurmuştur.
83
yezîdı kadınlar— Bir kesik ele
sebep Yezida'nm feryadı nedir, deyi cümle alem birbirine sormuştur.
Demişlerdir ki: Belli ki bir sevdadır, bir saklı sevdadır. Kimsenin bilmediği,
kimsenin görmediği...
raşa— Mahmud'un yeşil murat
mendili bağlaması bundandır. O mendil Yezida'ya işmardır.
yezidî kadınlar— Şimdi o murat
mendili, kurbanlık bağı deyi durmaktadır Yezida'nın boynunda. Şimdi o mendil
ölüm işmarıdır. Ölüme işmardır...
raşa— Tam üç gün üç gece dağ
koyaklarından, uçurum diplerinden, pınar gözlerine varana dek aramışlardır Ye-
zida'yı.
YEZİDÎ
kadınlar— Yezida yoktur! Sanki
ayağını kesmiştir topraktan.
raşa— Ne kurt bilir, ne kuş
tanır.
YEZİDÎ
kadınlar— Hiçbir yol haber iletmez
Yezida'dan. Hiçbir ışık aşikâr etmez.
raşa— Lakin umudumu
kesmemişimdir senden Yezida.
YEZİDÎ
kadınlar— Demişlerdir ki: Ola ki
Yezida, kendini ırmağa ata! Irmaktan gelen muratlısına sebep kendini ırmağa
vura!
raşa— Üçüncü günün sonunda,
yeşil murat mendiline sebep, Dilek Ağacının dibine gelinmiştir, istenmiştir
ki, yeşil murat mendilinin sim çözüle. Dilek Ağacının dibine gelinmiştir ki...
yezîdı kadınlar— Bir de ne
görüle: Yezida ölüm duruşunda...
raşa— Gözümün ışığı Yezida!
Yüreğimin evi Yezida! dokuz erkek kardeşin bir tek bacısı Yezida! Kaçtır
yalvarırım sana. Üç gün olmuştur başında beklerem. Bir tek söz et bana. Bir tek
söz uçur ağzından.
YEZİDÎ
kadınlar— Gayrı ağzını bıçak
kesmez. Her gün saçı-
84
nın
bir tek örüğünü çözer ve demek istemektedir ki: Kırk örük tamam olanda, cümle
örüklerim çözülende daireme gömüleceğim. raşa—
Uyyyy!
Işıklar.
(Yezida birkaç
örüğünü daha çözmüştür. Daha bitkindir. Ermiş bir kadın gibi inatla dikili
durmaktadır gene de. Ağacın yanından aşağıya doğru, tepenin eğimine birer ağaç
gibi dokuz erkek kardeşi dizilmiştir Yezida'nm. Raşa Ana yine ortada
dövünmektedir. Perişandır. Yezidiler doldurmuştur sahneyi. Kalabalık
çoğalmıştır. Işıklar her yanıp söndüğünde kalabalık daha çoğalacak, sahneden
salona taşacaktır.)
yezidî kadınlar— Bu gün onuncu
gündür. Yezida yerinden kımıldamamıştır. Ağzından bir tek söz çıkmamıştır. Her
gün bir tek örüğün çözer. Ve sonra yeniden gömülür ıssızlığına.
raşa— Yezida'm ıssızlığın
tekin değildir. Korku salar yüreğime. Acımı büyütür. Derdimi engin kılar.
yezîdî kadınlar— Bu gün onuncu
gündür. Lakin Miro Ağa öfkesini yenip de, Yezida'nm yanına gelmemiştir.
Ye-zida'yı Dilek Ağacının dibinde lanete terk etmiştir.
dokuz kardeş— Lakin biz
gelmişiz babamızın yerine Babamızın hukukunu sürdürmeye.
85
YEZİDÎ
kadınlar— Lakin er kısmının yüreği
kalın olur Öfkesi, hıncı derin olur.
raşa— Yezida çıksın o
daireden, başka bir şey istemiyrem. Benim ömrüm kızıma yazgılıdır.
yezidî kadınlar— Miro Ağa
çağırtmış seni, dağdan insin deyi buyurmuş Raşa Kadın. Erinin buyruğuna karşı
durursan?
raşa— Benim ömrüm kızıma
yazgılıdır. Miro Ağa öfkesiyle konuşmaktadır, yüreğiyle değil. Onun yüreği de
baba yüreğidir. Elbet dindirecektir yalazını.
dokuz kardeş— Babamın
buyruğuna uymak düşer sana aney,
Buyruğuna
uyup dağdan düze inmek düşer. Bu mecnun kızın başını beklemek analık değildir.
Sen ki bir ağa kansısan, sana ağalık yapmak düşer.
raşa— Dokuzunuzu da ben
doğurmuşam. Alnınıza döğme-nizi ben çalmışam. Eliniz silah tutanaca elinizden
ben tutmuşam. Şimdi bana karşı durursanız?
DOKUZ
KARDEŞ—...
YEZİDÎ
kadınlar— Oğulların törelerden söz
eder Raşa Kadın. Erliklerini törelerde sınarlar. Töre, erliğin emniyetidir.
Törelere danışırlar.
DOKUZ
kardeş— Bacımız törelere
başkaldırmıştır aney, asi olmuştur. Bir Müslüman erinin elinden tutmuştur.
raşa— Namusuna halel
gelmemiştir lakin. Irmağın dibinde yıkanmış bir taş kadar temizdir Yezida. Leke
görmemiştir.
dokuz kardeş— Yezida!
Bacımız, törelerimize başkaldır-mışsan, bir Müslüman eriyle kavillenmişsen. Bu
ağaç, günahına şahitlik etmiştir onca zaman. Sen silsen de daireni, adımım
atsan da dünya toprağına namus meselemizdir.
86
Biz
seni ölüme yollayacağız yeniden.
raşa— Bir kavilden bir şey
olmaz oğullarım, erlerim. Yezida, daha sabidir. Daha akıl yetiremez, yüreği
uçandır, töre-görenek bilmez. Lakin namusuna halel gelmemiştir.
dokuz kardeş— Köyümüzün
namusu ayağa düşmüştür. Yezida, köyümüzün namusun ayağa düşürmüştür. Cümle
ahali bizi konuşmaktadır. Cümle civar köylerde adı geçer aşiretin, ve de
Yezida'nm. Cümle er meclislerinde anılır. Namusun ak yeri kalmıştır aney?
Irmağın dibindeki temiz taş başımıza yağmıştır.
raşa— Daha sabidir. Daha
çocuktur. Bir yanlış iş etmiştir, lakin namusluk değil. Yezida'ya ölüm
fazladır. Şimdiyse bir kötü fikir edinmiştir ki, yüreğimiz dağlar, ciğerimiz
paralar. Bu yanlış iş hepsinden beterdir.
dokuz kardeş— Şimdi Yezida
kutsal bir daire içindedir. Elimiz bu yüzden tetiğe varmaz, Daire silinse bile,
Bu dokuz kardeş Yezida'yı yaşatmaz.
raşa— Analık hakkımı koyuyem
ortaya, Analık hakkımı koyuyem. Her kim ki Yezida'ya bir kurşun sıkar, kurşununun
karşısına ben dikilirem. Sizleri ana katili ede-rem.
DOKUZ
KARDEŞ—...
raşa— Yezida kızım şimdi
daireyi silecek ve hiç kimse saçının bir teline halel getirmeyecek. Değil?
yezidî kadınlar— Çık artık o
dairenden Yezida. Çık ki ananın yüreği şenlensin artık. Bak nasıl kan
ağlamakta. Nasıl yas tutmaktadır. Ve de kendini ateşten ateşe atmaktadır.
Bir
tek söz uçur ağzından. Bir tek söz ediver anana. Ediver ki, etine can gelsin...
87
dokuz kardeş— Yezida'ya
daireyi silmek düşer.
Bize
namusumuz temizlemek fırsatı vermek düşer.
raşa— Yezida yaşayacak!
Dokuz oğlumun dokuzunu da teker teker vururam. Biliyseniz vururam. Ağzımdan çıkan
sözün geri oturduğu görülmemiştir. Dokuzunuzu da gözüm, kirpiğim kırpmadan
vururam. Lakin Yezida yaşayacak. Karabahtlım yaşayacak!
dokuz kardeş— Anamızsan Raşa
Kadın. Canını bedenimizde taşırak. Lakin evlat sevdası kaplamıştır yüreğin.
Aklın değil, sade yüreğin konuşur.
raşa— Sizleri de yüreğimle
doğurmuşem ben. Hepinize sevdamı katmışam. Emeğimi katmışam. Lakin Yezida
gençliğimdir benem. Yezida kızlığımdır. Yaşamalıdır. Mecbur yaşamalıdır.
Mümkünü yok yaşamalıdır.
DOKUZ
kardeş— Yezida'nın ölmesi
gerektir. Lakin böyle ölmesi sevdasına şan katar. Yezida ki aşiretine ihanet
eylemiştir, töresine yüz çevirmiştir.
Canımıza
can batar; Canımıza can... Ondan son dileğimizdir. Çıksın dairesinden dışan, ve
de bize namusumuz temizlemek fırsatı versin. Madem ki gözünü ölümle bağlamış
gayn, bizden bunu esirgemesin.
raşa— Eğer ki dileğiniz,
dilinize bir kez daha düşerse, siz ana katili olmadan evvel, ben evlat katili
olacağam. Buyruğumdur bu! Çeneniz düşe! Sözünüz düşe ağzınızdan!
YEZİDÎ
kadınlar— Gayn oğullann oğulluktan
çekilmiştir Raşa Kadın. Kızın dünyadan çekilmiştir.
raşa— Hiç ses etmezsen
kınalım benem. Her gün bir tek ö-rüğün çözersin sade. Bedeninde, ceylan
bedeninde,
selvi
bedeninde tek kımıltıdır bu. Saçını da çözmesen seni öldü belleyeceğiz
Yezida'm.
YEZİDÎ
kadınlar— Kırk gün beklemekte
kararlıdır Raşa Kadın. Açlığa, susuzluğa, uykusuzluğa, yorgunluğa dayanmakta
kararlıdır. Kavli vardır besbelli. Bu nasıl sevda, bu nasıl inattır ki, insanı
bunca zaman böyle yaşatmaktadır ağalar?
Işıklar.
(Yezida'nın
birkaç örüğü daha çözülmüş, alnındaki kan büsbütün kurumuş, bir kızıl leke
halinde parlamaktadır. Cümle Yezidi köylerin ağacın dibinden, dağın eteğine kadar
yığılmıştır. Haşmetli bir kalabalık Yezida'yı izlemektedir. Yezida yine öyle
suskun, yine öyle mağrur, meydan okuyan, yine öyle yalnızdır. Kımıltısız
gözleri bir noktaya dikili durmaktadır. Gözlerinden arada bir bulut geçer, bir
küçük parıltı düşer gözünün bir yanına, sonra söner gider. Kim bilir neyi
anımsamaktadır? Kim bilir neyi düşünmektedir? Kim bilir Mahmud'la ne
konuşmaktadır hayalinde?
(Raşa Ananın
yanında Yezidilerin ululan, Şeyhleri, Atalan durmaktadır. Ulu kişiler Yezida'yı
razı etmeye gelmişlerdir.)
raşa— Bakasın Yezida, cümle
Yezidilerin ululan, atalan, şeyhleri ayağına gelmişlerdir. Senin gönlün almaya
gelmişlerdir. Senin nzan almaya, seni razı eylemeye gelmişlerdir. Tâ
Bismil'den, Hilvan'dan, Diyar-ı Bekir'den, Siirt'ten, Bitlis'ten Viranşehir'den,
onca Yezidi ulusu, atası senden daireni silmeni diler. Onca kö-
89
yün
insanı toplandı dağın eteğine, göriysen mi? Dağ adam kaldırmiyi artık, dağ bile
onca yüke dayanamiyi. Bu insan yüküne dağ bile dayanamiyi Yezida. Bu ne demeye
gelir, biliysen kızım? Onca köyün insanı bir arada bekleşirler, burada yatar,
burada kalkarlar, bu kaçıncı gündür hesabın şaşırmışam. Lakin seninle birlik
uykusuz ve aç otururam karşında. Bana acımıy-sen kızım, bana vicdan eylemiysen?
YEZİDÎ
kadınlar— Cümle Yezidi köyleri
dağın eteğine toplandı. Cümle insanlar tepelere yığıldı. Dilek Ağacının dibinden,
ırmak boylarına kadar dağ-taş adam dolu. Dağ taş insan seli. Kaç vakte kadar
sürecektir bu sel? Bu inat? Bu sevda?
RAŞA—
Ulular, atalar buyruk verir Yezida. Şilesin o daireyi. Çıkasın dünya toprağına.
Anana, aşiretine dönesin.
YEZİDÎ
kadınlar— Bunca insan yığılırken
dağın eteklerine, Miro Ağa hâlâ inadındadır. Kızı Yezida'nın yanına
varmamıştır. Bir tek söz olsun etmemiştir. Bir tek söz olsun etmemiştir. Bir
tek söz. Aynen Yezida gibi, o da ölüm suskunluğundadır.
raşa— Bunca Yezidi
ulusundan, atasından, kulundan sonra bana da buyruk göndermez olmuştur Miro
Ağa. Köye dön, dağın tepesinden in diyemez ve diyememektedir.
YEZİDÎ
kadınlar— Tek söz etmemiştir.
Yezida'yı ağacın dibindeki ölüm dairesine terk eylemiştir. Cümle insan
hurdayken Miro Ağa köy bekler.
raşa— Elimi uzatsam tutacağım seni Yezida, sanki tutacağım.
Öyle yakınsın bana. Yüzüne, saçına
el değeceğim. Lakin sen kutsal dairenin içindesen, hududundan içeri sızamam.
Yani ki o kadar ıraksın benden. Yüreğim dağlanır ağalar, yüreğim... Çöz
inadını Yezida'm, çöz gayrı...
90
YEZİDÎ
kadınlar— Lakin Yezida her gün
saçından bir örük çözer.
Belli
ki kırka tamam edecek. Ölümle muratlanmıştır. Tam kırk gün bekleyecek.
Işıklar.
(Yezida daha
çökkün. Saçlarından birkaç örük daha çözülmüş, iyice dağılmış saçları. Büsbütün
elini-eteğini çekmiş gibidir dünyadan, gözleri ferini büsbütün yitirmiş gibidir.
Kalabalık artık göz almaz olmuştur. Dokuz Kardeş, aynı yerde, tepenin eğiminde
bu kez çömelmiş oturmaktadırlar. Yezidi uluları, ataları, şeyhleri bembeyaz
giysileriyle beklemektedirler. Sessizlik, gerginlik, bekleyiş.)
YEZİDÎ
kadınlar— Türlü alametler
belirmiştir gökyüzünde,
manaları
ne ola, tefsirleri nedir? raşa— Hayırdır
diyelim, hayırdır, hayırdır... YEZİDÎ kadınlar—
Gökte üç kuzgun dolanmaktadır,
üç
siyah kuzgun,
Üçünün
de kanatlan birbirine değmektedir. raşa— Neyi
rivayet etmektedir muratları?
(Nefes nefese
bir Ulak girer, kalabalığı güçlükle yarar. Raşa Ananın yanına ulaşır.)
ulak— Raşa Ana, Raşa Ana!
Mahmud'un anası Eyşan Kadın
91
huzura
çıkmak ister. Yezida'mn yüzünü görmek ister. Yezidi ululanyla görüşmek ister.
(Ortalığı bir
mırıltı kaplar, herkes şaşkınlık içinde birbirine soru sormakta, olayı
tanışmaktadır. Raşa Ana ellerini çırpar, sesler önce yavaşlar, sonra kesilir.)
yezidî kadınlar— Mahmud'un anası
olmaz bir iş etmiştir. Bunca yılın töresini ne muratla tepmiştir?
(Raşa Ana,
Yezidi Şeyhlerine, Ulularına, Atalarına so-
rar.)
raşa— Sözünüz emrimdir,
buyruğumdur. Bir Müslüman Kadının huzura çıkması münasip düşer? Mahmud'un anası
Yezida'yı görsün münasip düşer? Ettiğiniz kelam, kararım olacaktır.
YEZİDÎ
kadınlar— Senin gönlün ne yana
düşer Raşa Kadın?
raşa— Ulular, atalar ne
kelam ederse buyruğum odur. Gönlümün yönünü sormayın kadınlar. Gönlümün yönü
acıya düşer.
(Yezidi Uluları,
Ataları kendi aralarında fısıldaşır, tartışırlarken)
dokuz kardeş— Mahmud'un
anasın Yezidayı görmesi münasip düşmez. Bir Müslüman kadın Yezidi meclisinde
huzura çıksın münasip düşmez. Törelerimiz dururken, ne düşünürsen aney, neyi
aklına vuruysen?
raşa— Ben ulularımıza
sormuşam oğullar, ben atalarımıza şeyhlerimize sormuşam. Onların buyruğu, benim
kelamım, benim sözümdür. Ne siye, ne bana söz etmek düşmez.
EN
yaşlı YEZİDÎ ATASI— Kadının diyecekleri
nedir? Bizlere sormak düşer. Şimdiki hal, müşkül bir haldir. Bunca Yezidinin
arasına girmekten gözünü sakınmayan kadının diyecekleri belki müşkülü çözer.
Gözünü sakınmayan, sözünü de sakınmaz. Bizlere kadını dinlemek düşer. Huzura
çağırmak düşer.
raşa— Söyleyin gelsin Eyşan
Kadın, söyleyin buyursun meclisimize ve de Yezida'mızın huzuruna.
YEZİDÎ
kadınlar— Bunca yıldır böyle şey
görülmemiştir bu bozkırda. Bunca yıldır böylesine çatlamamıştır töreler. Ve de
usuller, âdetler... Hayırdır kadınlar, hayırdır.
raşa— Söyleyin gelsin. Ben
çözemedim Yezida'mn dilini, belki Mahmud'un anası çözer.
(Eyşan Ana
girer. Mırıltılar dolanır. Sonra herkes susar. Derin bir sessizlik kaplar
ortalığı. Bir Yezida kalmıştır ortalıkta şimdi, bir de Eyşan Ana.)
eyşan— Yezida! Yezida! Buymuş
demek! Demek Yezida budur! Yezida, sen! Mahmud'un gözleriyle görerim. Seni
Mahmud'un gözleriyle severem. Yezida!
raşa— Buyur Eyşan Kadın,
buyur şöyle, diyeceklerin nedir? Hepimizin gönlünü meraklara salmışsan.
eyşan— Sözlerimi denkleştirememişem
ağalar, lakin yüreğimden dilime nasıl gelirse, öyle söylemek isterem. Ben bir
garip Eyşan Kadınam. Aklım zengin değildir, sözümün açığından, yüreğimin
açığından gayrı bir hünerim yoktur. Yüreğim nedir, dilim odur. Demem o ki,
diyeceklerimde kusur görirseniz bağışlayın. Yüreğimin açığına verin.
EN
yaşlı YEZİDÎ ATASI— Gözünü
budaktan, sözünü ulaktan
93
sakınmazsın
belli. Yüreğin temizdir Eyşan Kadın. Öyle temizdir ki bedenin üstünden görünür
hani. Rahat olasın aramızda. eyşan— Sağol
ata kişi, ağzın bal yesin.
Aklım
zengin değildir. Lakin bu iş yüreğimi kana bulamıştır, yüreğim temizdir; lakin
gayrı kandan görünmez. Asi olmuşamdır hem kendime, hem törelerime. Asiliğim
nedir ya? İsterem ki oğlum yasaya, kızım yasaya. Hepsi budur asiliğime sebep.
Mahmud'um devrildi gitti. Bir gecede olan saçım ağardı. Oğlumun kesik eli
köyünüze hudud oldu. Lakin ben huzurunuza gelmekten yılmamışem. Şimdi diyem ki
ben siye: Törelerimizi aklımızın tartısına yeniden vurak. Ve gayn Mahmud'um
gibi yiğitler ölmeye, Yezida gibi cerenler can çekişmeye. İşte bütün
diyeceklerimin mayası budur. İzniyiz olursa, bir çift lafım da Yezida'ya
vardır. Yezida, yiğit kızım benim, cerenim benim. Bunca zaman bir başına ölüme
durmuşsen, bir Mahmud'un sevdası uğruna hemi? Bilirem törenizdir, giremem o
dairenin hududundan içeri; saçına, tenine dokunamam; yüz süremem esvaplarına.
Mahmud'umun nefesini a-lamam senden. Lakin şunu bir iyice belleyesin ki, Yezida
kızımsan benim; ölüme de gitsen, ölümden de dönsen kızımsan benim, gelinimsen
gözümde. Sevdanın mezhebi, dini, cinsi-cibilliyeti yoğ imiş. Havar ki
Mahmud'umu yitirende öğrenmişem buni, geç kalmı-şam. Dilerem ki herkes erini,
oğlunu, kızını yitirmeden öğrene.
(Yezida
konuşmaya başlar, gözlerinden yaşlar süzülmektedir. Yezida konuşunca herkes
ayaklanır. Cümle dağlarda yankı bulur Yezida'nın konuşması.)
94
YEZİDA—
Hoş gelmişsen aney. Elin öpmek isterem. Lakin ö-lümün başını beklerem. Ölümün,
yiğidimin, erimin başını. Çıkamam dairemden dışarı. Ve de ölümümden dışarı.
Mahmud'un
kanı alnımda, muradı boynumda kurumuştur. Dilek Ağacı kurumuştur. Dilek
Ağacını da çevrelemişem ki, bundan böyle kimse adak dilemeye bu ağaçtan, kimse
murat beklemeye, kimse bizim gibi kurumaya...
eyşan— Yezida! Kızım benem!
Gelinim! Mahmud'umun yadigârı!
raşa— Yezida! Yezida! Konuş
kızım konuş. Konuş ki ağzından uçurduğun sözler gökyüzünü doldursun. Kuzgunlar
kovulsun!
YEZİDÎ
kadınlar— Yezida'nın dili çözüldü.
Dünya toprağına değdi sesi Kelamı dünya toprağın çiğnedi.
raşa— Çıkasın o dairenin
dışına Yezida! Yeter bu zulüm gayrı! Bu çile dolsun artık! Hangi anaya bu çile,
bu zulüm reva görülür? Yüreğim dayanmaz artık! Şilesin o daireyi gayrı, çıkasm
dışarı! Analık hakkımı koyu-yem ortalık yere, analık hakkımı koyuyem! Analık
hakkımdır bu senden! Bu dileğim analık hakkımdır!
YEZİDA—
Ben analık hakkını ödemişem aney, sözünden çık-mamışem şimdiye. Bu benim
sevdalılık hakkımdır.
raşa— Nasıl bir sevdalılık
hakkıdır ki, ölümle ödenir Yezida?
YEZtDA—
Bu nasıl törelerdir ki sevdayı ölümle ödetir aney?
eyşan— Eğer gönlün olursa,
başın beklemek isterem Yezida. Senin oğlumun, Mahmud'umun başını beklediğin gibi,
ben de senin başını beklemek isterem. Başında durmak isterem, senin dileğin
olursa...
95
yezida— Eğer senin de gönlün
olursa, nzan olursa aney, ben de Mahmud'un yanına gömülmek isterem. Teni tenime,
canı canıma değsin isterem. Bunun için dillenmi-şem şu ölüm dairesinde. Bunun
için sesimi uçurmu-şam sizlere. Bir tek bunu isterem senden aney, bir tek
bunu...
EYŞAN—
Ataların komaz Yezida, ataların razı gelmez. Vermezler bana o can bedenin.
yezîda— Ölümün de töresini
yaparlar hem aney? Mezarımın da töresini yaparlar? Ölünün son dileği buyruktur
oysa: Ben Mahmud'un yanına gömülmek isterem!
dokuz kardeş— Çık dairenden
dışarı Yezida! Hemen vuracağız seni! Bizi ele-güne karşı başı eğik etme!
YEZİDİ
kadınlar— Çizilen daire kutsaldır.
Törelerimiz ve de dinimiz böyle buyurur. Dairenin içindeki her kim olursa
olsun dokunulmazdır. Törelerimize karşı duramazsınız. Siz ki böyle töre öcü
kovalarken, dairenin içindeki Ye-zida'yı vuramazsınız.
YEZİDA—
Töreleriniz beni Mahmud'umdan ırak tutmuştur. Ben de törelerinize göre ölürem.
Bir Yezidi kızı, bir Müslüman eriyle evlenemez. Ve de çizilen daire ölüm
gelmeden silinemez.
YEZİDÎ
kadınlar— Yezida bilir ki, her
şeyden geçersiniz, lakin törelerden geçemezsiniz.
Işıklar.
(Herkes bitkin.
Herkes perişan. Yezida son soluklarını alıyor. Saçları hepten çözülmüş, hepten
dağılmış. Bir tek ö-rük kalmış alnına düşen. Mahmud'un bağladığı en son, kırkıncı
örük...
(Sabah
olmaktadır. Tan sökmekte, kalabalık yarı uyur, yarı uyanık beklemektedir.
Dairenin kıyısında Eyşan Ana kıvrılıp kalmış, yanında Raşa Ana. Ağacın dolaylan
adam almaz bir kalabalık içindeyken. Tan kızılı her yanda. Gün doğumu...)
YEZİDÎ
kadınlar— Bu gün kırkıncı gün
tamam olmuştur. Kırk gün dayanmıştır Yezida. Açlığa dayanmıştır, susuzluğa
dayanmıştır, onca kalabalığa, onca buyruğa dayanmıştır. Lakin bu gün kırkıncı
gün tamam olmuştur. Yezida'nın sabrı rivayet sanılmıştır.
raşa— Bu gün kırkıncı
gündür. Bu gün benim öldüğüm gündür.
YEZİDÎ
kadınlar— Boynundaki yeşil murat
mendili soldu sarardı; alnındaki kan siyaha kesti. Lakin yitirmedi sabrını
Yezida. Tam kırk gün soluk aldı verdi. Kavlini yerine getirdi. Mahmud'un ilk
gece hakkı olan kırk örgü tam kırk gecede ödedi.
YEZİDA—
Sabah olmaktadır. Bu gün kırkıncı gün tamam olmuştur. Bu gün bayram günüdür.
Ve de Mahmud beni beklemektedir. Sevdalım benim, beklemektedir. Irmağı aştın,
dağı aştın, bana geldin Mahmud. Töremi aştım, ölümü aştım sana gelmekteyim
kurban.
(Herkes gerilim
içinde Yezida'yı izler. Kimse soluk bile almaz. Yezida, titreyen elleriyle son
örüğünü, kırkıncı örüğünü çözer; saçlarının tümünü açar. Güçlükle kaldırdığı
elleriyle saçlarının tümünü açar, dağıtır. Kollarını havaya
97
kaldırır,
parmaklarının arasından saçının telleri omuzlarına dökülür, arkadan güneş yavaş
yavaş gösterir yüzünü. Saçları omuzlarına dökülürken, kolları düşer önce,
ardından bedeni kıvrılır, dairenin içerisine yığılır, kalır.)
YEZİDÎ
kadınlar— Yezida ölmüştür! Kırk
örüğün hepsi Kırk günde çözülmüştür!
(Dilek Ağacının
arka yamacından —sahne gerisinden— bataklığın ordan, yüzlerce erkek sesi aynı
anda yükselir, yükselir, yükselir, dağın başındaki sessizliği kaplar, kederi
kaplar, acıyı bastırır.)
köylü SESLERi— Tekmil
bataklık kurumuştur! Bataklık kurumuştur!
YEZİDÎ
kadınlar— (Başları öne
düşer) Dilek Ağacı kurumuştur!
(Aynı anda
bataklığın oradan, korkunç bir homurtu yükselir; makine sesleri, traktör
seslen, biçer-döğer, buldozer seslen tamamı kuruyan bataklığa inmeye
başlamışlardır. Sevinç çığlıkları sızar makine seslerinin arasından.
(Dokuz erkek
kardeş, Yezida'nın dairesini silerler önce, Yezida'yı omuzlarına alırlar,
ağacın dibinden düzlüğe indirirlerken, herkesi kaplayacak kadar büyük,
koskocaman, bembeyaz bir kefen, bütün sahnenin üstüne örtülür, herkesin üstünü
örter.
(Kefenin üstüne
bir ışık düşer.)
1979
SON
Kocam 12 yıllık evlilikten sonra başka bir kadınla birlikte olmam için beni terk etti, bir iş gezisine gitti ve ailesiyle birlikte olmak için tekrar eve dönmek istemiyor, Dr Ajayi'ye rastladığımda yardım arıyorum Güçlü bir büyü tekeri . Ona durumumu anlattım ve kocamın diğer kadın tarafından büyülendiği ve bu yüzden evi unuttuğu ortaya çıktı, Dr Ajayi bir büyü yaptı ve kocam esaretten kurtuldu ve eve döndüğü için mutluyum 3 yıllık ayrılıktan sonra, herhangi bir yardıma ihtiyacınız olursa, whatsapp / Viber: +2347084887094 veya E-posta: drajayi1990@gmail.com üzerinden Dr Ajayi ile iletişime geçmekten çekinmeyin.
YanıtlaSilYardım almaya çalışan, ancak başarısız olan herkese meydan okuyorum. DR WALE, aşağıdaki sorunların çözümünde size yardımcı olabilir:
YanıtlaSil*Sizi başkası için terk eden partnerinizi/eşinizi geri getirmek.
*Eşinizin/eşinizin aldatmasını durdurun ve yalnızca size sadık kalın.
*Hayallerinin erkeği/kadını senden kaçmaya devam ediyor
*Sınavlarda ve iş görüşmelerinde başarı
*Kovuldunuz ve ne olursa olsun patronunuzun geri dönmek istemesini istiyorsanız.
* Piyango parasında veya çok ciddi davalarda şans.
* Parçalanmış aileleri yeniden birleştirin/bağlayın.
*Acil Ölüm Büyüsü
*HAFTA İÇERİSİNDE %100 GARANTİLİ
DR WALE ON BÜYÜK BÜYÜ TEKLİFİ İLE İLETİŞİME GEÇİN:
WhatsApp/ Viber : +2347054019402
E-posta: drwalespellhome@gmail.com
İnternette bazı yorumları okurken tanıştığım bu harika adam sayesinde, ilk başta böyle şeylerden korktum ama durumumdan çıkmak için gerçekten yardıma ihtiyacım var çünkü kocam tarafından iki hafta önce evden çıkmam için ihtar verildi. çünkü burada söyleyemeyeceğim bazı yanlış anlaşılmalar olacak, Dr Ajayi bir uzlaşma büyüsü yaptı ve biz de aramızı mahkeme dışında halledebildik, İlişki sorunlarınız için güçlü bir büyü tekeri hizmetine ihtiyacınız varsa Whatsapp'tan Dr Ajayi ile iletişime geçin / Viber: +2347084887094 veya e-posta: drajayi1990@gmail.com
YanıtlaSilETKİLİ VE GÜÇLÜ BÜYÜ ÇEVRİMİÇİ ÇEVRİMİÇİ WhatsApp/Viber +2347054019402 Bu gerçekten işe yaradı ve buna tanıklık etmekten gurur duyuyorum. Kocasını geri almasına yardım eden DR WALE'nin yardımıyla erkeğini geri alan bir bayanın nasıl olduğuna dair bir yazı gördüm. Ben ve kocam dört güzel yıl ve birkaç ay ayrı kaldık. Manevi çalışmaya hiç inanmamış olmama rağmen, çaresiz olduğum için isteksizce onu denedim ama en büyük sürprizime göre DR WALE adamımı geri getirmeme yardım etti ve şimdi ilişkim tam da söz verdiği gibi mükemmel. Eski sevgilinizi kalıcı olarak geri getirmek sadece sevdiğiniz birini geri getirmekle kalmaz, aynı zamanda o kişiyle mümkün olduğunca mutlu olmanız için sevgilinizin duygularını yeniden ateşler. Adamım şimdi bana bir kraliçe gibi davranıyor ve her zaman beni her zaman sevdiğini söylüyor. İlişkinizde zorluklar yaşıyorsanız, DR WALE WhatsApp/Viber ile iletişime geçin: +2347054019402 veya E-posta: drwalespellhome@gmail.com
YanıtlaSil